İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Mayıs 07, 2006

Kalbin Kafası Çalışmaz

Rabih Abou-Khalil’in müziğinde bir Akdeniz kasabası akşamında gizeme çıkmış gibiyim, sanki Bodrum’un beyaz kireçli evlerinin camında bir ışığın merhaba deyişini yaşıyorum. Deniz boynuma sarılacak gibi. Şehirden kaçma isteği, hep olmam gereken ben, bırakamadığım geçmişim. Yüzüm rüzgarı hissediyor, yazın tatlı dokunuşunu. Özgürlüğüm sende kaldı umursamaz Bodrum sarhoşluğu. Müzikler de beni kandıramıyor, çıkıp da gelemiyorum sana, artık çağırma ruhumu. İstemez miyim oturayım bir balıkçı restoranına anlatsın seni bana, tekneler sıralanmışken gerdanında. Ayak seslerimi duyamaz olayım heyecanından. Biliyor musun ayak seslerimin yankılanışı ile yürür oldum soğukta? Bu beni korkutuyor canım sahil kasabası ? Buraların denizi de değerlerim gibi kirlenmiş durumda, senin mavinin duruluğu bu nedenle çok şey anlatıyor bana içime sokulan udun ezgilerinde. Rakı kadehlerinden anason kokusu çalınır geceye düşmüş kalabalıklarında, hayat vardır kalbini bulmuş olmanın coşkusunu yaşayan için için gülen yüzlerin akışında. Neden Anadolu’dan kopamıyorum, sevgili Bodrum senin için mi, Datça’n , Marmaris’in için mi? Gitsem de bir Akdeniz ülkesinde kaybolmak isterim, sana bir denizle selam gönderebilmek. Dualarım senin için sevgili ışıltı, sen seni yaşayanda çoğalıyorsun. Rasgele diyorsun yeni bir güne açılırken Halikarnas balıkçısı gibi. Sağlığına dostum senin çelişkilerin bildim bileli tükenmez, yine de seni seviyorum bana neşe ve dertleri ile dolan insanları sevdiğim kadar diyorsun. Sokakların sularının serinliğinde buluşur, ay ışığında bir an bile olsun gamsız ve kedersiz olabilmenin rahatlığından gevşemiş yüzleri konuk eder. Akar gider hayat bir müziğin çekiştirmelerinde. Cd’nin sonuna geldik, seni konuştuk güzel dostum. İkimiz de müzik ve insanlar olmadan yapamıyoruz, ortak çok yanımız var. Ama sen şanslısın çünkü ODTÜ mezunu değilsin. Bu ne anlama gelir biliyor musun? Sen çok akıllı aptal görmüşsündür eminim. Masalına aldığın insanlar seni neden terk eder, akıllı oldukları için mi? Hep gerçeklere mi ayılır bir düşün dibini görmüş sarhoşlar. Seni seviyorum diyemeyecek kadar kendinde insanlar, bunun adı yalnızlık. Rasgele can, yeni bir güne. Yarın müziklerimden çıkıp takım elbiselerimi giyeceğim, bir de kravatımı takacağım. Ne güzel de adlandırmışlar medeniyet yuları diye. Sen yaslan huzurluca arkana benim için de yaşa kızarmış balığın kokusunda buram buram seni özleyen dostunu. Faust hangi kasabada yoldan çıktı acaba? Bir aşk için ruh satılır ha dostum. Kalbin kafası çalışmaz, aldanır şeytana ve ısrar eder onda meleklerin en güzelini görmeye. Sana da kim bilir ne yakıştırmalar yaptılar ama bir sen yaşıyorsun Akdeniz kasabaları gibi kimliğinle, hür ve çekici.

13/01/2004
İzmir

Kedi Masalı

Yağmur tanelerinin yere çarpışında ıslanan şehrin sokaklarına yansıyan hayatları düşündüm. Kedilerin o geceyi karşılayan gözlerinin sarısını, yeşilini düşündüm. Tedirginliği, ürküp de kaçışları, tetikte oluşları, canı yanmışlıkları düşündüm. Yalnız bir insanın hayatında düşler düşüşür. Hayat üşüşür insanın içine. Şehir hem ağlar hem güler sokaklarında. Bir şehre ne çok duyguyu koymuşuz. Bu şehir benden kimleri almış. Bir şehir ki beni bırakmıyor, bir şehir ki beni hep kandırıyor, sarsıyor, beni mutlu ettiği kadar canımı yakıyor da. Bir şehir ki içim kadar yakın, ayak seslerimde açılan sokak aralarında yaşanıyor, çöp tenekelerinde. Betonyol üzerindeki manavın tezgahındaki kereviz köklerinde, bir merdiven basamağında iyi akşamlar dediğim kızı düşündüm, geçip gitme gerekliliğini. Benim her belirişimde kaçışında hayatımdaki kedileri düşündüm, içinde kaybolunan sokaklara sarılı şehirleri. Hayatın içinde başka şehirler de başlar, ama yola çıkamadım işte. Bir kırmızı laleyle geçen ömürde, gün gelecek bu çiçeğe yılları sığdırmış olacağım sırdaşlığımızda. Sağanak yağmurun sesini hayal ettim, içimde yağarcasına. Onunla ıslandım bir kızı severcesine. Bir kadeh ahududu şarabı ile geceye sızıyorum ağır ağır, ıslanıyorum bir yalnızlığın damak tadında. Derin bir nefes alışımda bana kadehin serinliğinden kopan kokusunu bırakıyor, içime sızıyor. Ürperiyorum. Bir sızı ile paylaşıyorum gecemi. Yıldızlarım penceremin ardında, denizim, martılarım hep uzaklarda. Aşk bir insana içi kadar yakın olabilmek olsa gerek.
Bir mavi gövdeli balıkçı kayığı alıp götürse beni gözlerimden kaçan ufka. Bir nefes değil ay ışığı, denize yansıyışı. Bir nefes değil bana meltemi anlatan. Bir gülüş değil beni ölümsüz olduğum yalanına inandıran. Bir kız değil içime sızan. Bir dönüşü olmayan gidiş değil adımlar. Bir yanılış hiç değil kuşlar. Sevgili Kierkegaard bugünü de kaybettim beş senti kaybeder gibi. Arta kalan yalnızlığım, senin melankolin gibi en sadık dostum, terk etmiyor beni. Bir antik kentin geçmişi kadar sıcak taştan bir sütununa elimi koyduğumda, üzerine sıcaklığını koyacak bir kalp atışı yok. Kelimeli Kedi ürkekliğinde anlar kaçışıyor.

Kedi Masalı
02/03/2004

Biraz Önce Piyanist Filmini İzledim

Biraz önce Piyanist filmini izledim. Ruhumda öyle izler bıraktı ki. Yere yatırılıp kurşunlanan insanlar, balkondan aşağı atılan yaşlı adam, bir namlunun, soğuk ağzındaki ölüm öpücüğünün dokunduğu bedenlerde, bir sevenin dudaklarının sıcaklığını kaybedişi, bende o kadar izler bıraktı ki. Tüm yaşamını yitirmişler ve acı çekmiş olanlar için bugüne kadar hep farklı duygular ile dinlediğim Chopin’in çok sevdiğim piyano ezgileriyle yolculuk ediyor, onlara şefkatle gülümsüyorum. İçime dolanda insanlığımı sorguluyorum. Nice film çekildi bu vahşet üzerine. Her birinde insan bu inanılmaz çılgınlığın anlatılmasında, vahşet kelimesinin yetersizliğini görüyor. Okuduğum savaş dönemi yazarlarının bir yürek dolusu kelimeleri o kadar anlam kazanıyor ki. Var oluş parmakların gezintisinde açan seslerde, ve hiçlik gözünü kırpmadan ölümü çeken aynı elin utanç parmağında.
Böyle bir insanlık deneyiminden kurtulmuş bir toplumun, Filistin halkına hoşgörüsüzlüğünü de anlayamıyorum. Bir Alman için de güzel bir kadın değil mi hayat, bir Yahudi için de? Bir insan bunca nefret sonrası nasıl sevişir sevgilisi ile, evine dönüşlerinde? Bir ölüm olup gezerken nasıl sevgi olur kapıyı çalışı? Anlayamadığım o kadar çok şey var ki. Kendi çağımı da anlayamıyorum aslında. Anlamadığımı haykırıyorum ama yalnızım kendi çığlığımda. Bu sesi tarihten koparıp yaşıyorum ama çoğu kulakta sessizim. Neden o lanet olası paltoyu giydin sorusunun cevabı ne kadar da doğal ve içten, çok üşüyorum diye. Ben de çok üşüdüm o sahnede. Ben de üşüyorum çağdaşlarımın çaresizliğinde, açlığında. Bu kadar çarpıcı olmasa da, Naziler kadar acımasız yoksulluk, tutacak konservesi olmayan ellerde. Chopin’i dinliyorum. Bir kız, her halde seni seviyorum dememiş olmalı genç askere, yoksa nasıl bir kalbi öldürebilir? Bir salatayı paylaşabilmek coşkusunu tadıyor insan, piyanistin Alman subayının merhamete sarıp getirdiği ekmek ve reçeli yiyişinde. Birbirini ve yüreklerinin yakınlığını kavrıyor insan şükrederek.
Düşüncelerim denize gitti ve baktı gözyaşlarının ardından. Bebeği ölen kadının, bunu nasıl yaptım sorularının bitmez tükenmezliğinde, bir annenin duygularını sarındı ruhum. Annem de var, müziğin içime sızışlarında. Chopin’i dinliyorum. Seni seviyorum hayat diyorum, seni seviyorum anne. Sevdiklerin ölüme giderken seçilmiş olmak hayata ve yürümek! Yürümeliyim ve kaybolabilmeliyim daha bir çok ezginin sımsıkı kucaklamalarında. Bir kucak ekmeğin sıcaklığının ardından koşar insan, bir dokunuşun anlattıklarının peşinden ve bulamasa da teşekkür eder içinde hissettiğine. Sınırlarımız olsa da biz sevgiye doğduk. Geleceğin çocukları şeker de yiyebilmeliler Nazım Hikmet’in yürekten dileğinde. Büyümeliler ve aşık olabilmeliler yeşile, maviye, pembeye. Kırmızı kan olmamalı, tutkulu dansında. Kırmızı bir sevgilinin dudakları olmalı. Hangi dilde konuşursa konuşsun, bir öpücüğün ıslaklığında anlamalı insanı , tarihini, korkulu gözlerin de ölürlerken, kalplerinde aynı duyguları beslediklerini. Hümanizme daha sıkı sarılıyorum. Önce insan. Kimliklerimi bir kenara koydum yatıyorum, Nazi askerleri yürüyüp geçecekler, ben uyur gibi yaparken. Piyanist bana Chopin’i çalacak, kır çiçeklerini, olası aşkları. Piyanisti dinleyeceğim bir yıkık evin duvarları arasında. İnsandan ne çok şey geçiyor. Babamın düşünceleri farklı. O da kendi gerçekliğinde, ödemesi gereken faturalarla , pazarda bir şeyler satmaya çalışan Yahudiler gibi. Burada ben de bir Nazi gibiyim, onun yalnızlığında. Ama ben de gerçeklere döneceğim. Oyun sahneleri farklı olsa da aynı görüntüler içinde. Gözlerini alıp gitmek ne kadar kolay? Hümanizm bir gün para yok olacak , kâr etmek motivasyon olmaktan çıkacak , herkes insanlığın daha iyi olması için çaba sarf etmekten haz duyacak diyor. Dünya savaşları ekonomik kavgalar üzerine yükseldi. Maskeli baloda kölelik, demokrasi kıyafeti ile dolaşıyor. Chopin boş ver , haydi yatalım artık diyor. İçindeki çığlık idim, bu ezgilere dönüşmeden, hadi iyi geceler diyerek, bir anne sıcaklığını üzerime örtecek gibi vals ediyor. Kimileri Polonya’nın terörüne uyandı, bense bir gün daha bana armağan edilmiş ise, yarın güneşli bir pencerenin ardında uzanan yaşamın güzelliklerine uyanacağım. Hala bir kızın saçlarında, masaya birlikte tabakları dizebilmenin şiirselliğinde, bir ekmeğin dilimlerinde hayat heyecanla koşuşturuyor. Piyanist bana gülümsüyor. Chopin bana gülümsüyor. Hayat bana gülümsüyor. Ben de paylaşıyorum bir yudum ezgiyi kulaklarıma götürerek. İyi geceler Chopin, huzur içinde yat . Beni hiç tanımadın, ama ben sende buldum geceyle sabahın buluşmasını, kendimi.Bir filmin izlerinde sen doldun, sen doğdun, sevgi oldun. Anneme, sana sokulup yatacağım yalnızlığımla. Bir masal anlatıyor içimdeki küçük çocuğa, kalbinin sesi. Kapanıyor gözlerimin perdesi. İyi geceler sevdiklerim.
Tarih atmadığım geçmişimden bir yazı, TRT 1'de izlenmiş bir film sonrası...

Karşıyaka'lı Salı'nımlar, Beni Martılar Anlar

Salı sabahı Karşıyaka’da martıların çığlığında yaşadım denizin uyanışını, karşı sahillere kadar gerinişini. İşe gitmek üzere Konak vapuru için iskeleye doğru yürürken, martılar gözlerimde süzülüp, alçalıyordu. Kimisi denizin sakinliğine dokunuyordu. Hayatımdan geçenlere, sabah yürüyüşü yapanlara merhaba dedim. Uzaklara karışan vapurlara verdim duygularımı, gidişlere alıştırdım sabahımı. Bir gece öncesinde birkaç bardak birada boğmuş olduğum anların midemce anımsanmasında derin bir nefes alıp yaşıyordum yalnızlığımı. Bir kız ki, bana anlatmamış mıydı sahillerini Akdeniz’in, kumsalı giyinişinde. Bir kız ki, uzak değil miydi kalbime, uzaklarımda çay içişinde, kahvaltı edişinde. Bir kız ki, martı gibi düşlerime düşüp kaybolmuyor muydu? Bir kız ki beni hayat gibi yumrukluyordu. Bir kızın yokluğunda adımladım varlığımı. Bir kızın yokluğunda açtım ruhumu rüzgara, bir esişe bıraktım hayatımı. Bir şehrin taştan bağrına yaslandım Salılardan birinde, Emre’nin evinden dönüşte. İçim gökyüzü oldu, martılarla doldu. İçimin siluetinde yükseliyordu, bana acı veren bir otel. İçimde düşen İzmir bir başka yaşanıyordu, çünkü bende başlıyordu yeni bir güne. Bir kedi deniz kenarındaki beton duvar üzerinde gözlerimde beni yakaladı. Onu da geçtim, bir kızı geçer gibi. O da pek aldırmıyordu hani, keyfine de diyecek yoktu. Gözlerini atmıştı denize, bir kısmeti çıkardı elbet. Kedinin yalnızlığının mutlu eden bir sabah güneşi vardı. Sevgili martı anlamasan da yüreğimi mutlu ediyorsun beni seni tutamayışımda. Göğü dansa kaldırışında, imreniyorum kendin oluşuna, özgürlüğünce savrulup, belirişine, çığlığına. Aşk uçmak istemek, ve de bilmek bir martıda kanatlananı.
Bir vapur beni aldı götürdü Konak iskelesine. Takım elbisesinin içinde metroya yürüyen adamın yanında sohbet ettiği iş arkadaşı Ahmet, hangi dilde yaşıyordu Karşıyaka’yı. Martılar ona neyi anlatıyordu, o da yorgun muydu düşüncelerde? Ayrıldık metro girişine uzanan yolda, o onu işe alıp götürecek belediye otobüsüne yöneldi, karışmak üzere diğer insanlarla bir araya gelme olasılıklarında. Ben de kendi olasılık okyanusumda bir balık oldum, indim merdivenleri Üçyol 1 dakika yazıyordu. Uslu bir çocuk olup, kapıların kapanışına dikkat ettim, bir vagona attım kendimi hayat içinde, düşüncelerimi yasladım uğultuyla yarışan cama yansıyan yüzlere. İçimde bir kızın hayalinde uçan martılar vardı. Deniz de uzaklardaydı artık. Karşıyaka’yı da geçmiştim, bir kızı geçer gibi. İçime düşenden soyunamam ki, martılara da kızamam. Sadece yaşarım, bir Salıyı daha, bir Salıyı daha. Salıyı da geçerim, Çarşambayı da, sevgili kedi sen aldırma, gün gelir bir ömrü geçerim. Kelimeler de martı olur bir Karşıyaka dönüşü, ‘ölümü aşan yaşamda’*. Seni yine de severim, seni yine de yaşarım. İçime düşenle yaşlanıyorum, senin müziğini seviyorum hayat. Chopin beni ziyarete geliyor, annem de geliyor, sevdiklerim de. Yalnızlığım kalabalıklaşıyor, aceleyle işe giden balık sürüsünün telaşında gizemli bir kapıdan adım atıyorum belli belirsiz bir günaydınla iş dünyasına. İnsanların gerçeği nedense bana hiç de gerçek gelmiyor. İçime sıkışıyorum tehdit altındaki bir sokak köpeği çaresizliğinde. Üzerinde kuşlar uçsa da sokaklar güzel olduğu kadar acımasız. Şehrin sokakları bir kız kadar zor. Bir tereddüt çiçeği yargılarda solan, ne sevdiği işte ne de düşte.

25/02/2004
Karşıyaka’lı Salı’nımlar
Beni Martılar Anlar

Sıcak Size Neyi Anlatıyor?

Sıcak size neyi anlatıyor? Bir güneşin, kumsala uzanmış bedenlerin sırtına deniz kremini sürüşünü mü yoksa yorgunluk sonrası yudumlanan, bir bardağın içine sığamayan , buram buram kokan meyve çayının size karışmalarını mı? Sıcak renklerle koşuşturan kır çiçeklerindeki, bir okul avlusunu kaplayan küçük bedenlerin hayat çığlıklarının göğü coşkulu yırtışı mı? Canınızı yakan bir dokunuşun anımsanması mı? Bir karşılaşma anında engel olunamayan duyguların çekiştirmelerinde tökezleyip düştüğünüz anda sizi tutan içten bir gülümseme mi? Sıcak , soğuk ile geçirilen bir ömürde özlenen mi? Patilerini dizlerinize dayayan bir bakış mı? Her sabah dükkanlarını açmaktan bıkıp usanmayan canlı, umut dolu kasaba esnafı mı? Bir merhaba mı sıcak? Yoksa bir ayrılıştaki güle güle mi? Bir kelime mi anlamını arayan her yaşananda, biz insanlar gibi?
Sıcak sarı mı , papatyanın paylaşamadığı yoksa kırmızı mı her çiçeğe lalenin baharları caka satarak gösterdiği? Mavi serin gibi görünse de sıcak mı içine attığı duyguları ile? Kışın üşüyen portakal ağaçlarının ovuşturduğu turuncu mu sıcak? Pembe, bir sevilenin giysisinde ya da bir küçüğün pastel boyasında mı sıcak? Yıldızları parlak kıldığı için de sıcak mı siyah ona yapılan haksızlıkları kabul eden hoşgörüsüyle? Yeşil gölge etse de sıcak mı içindeki canlılıkla? Her rengin sırdaşı beyaz ketumluğunda ne kadar sıcak? Morun turkuazı dansa kaldırışı ne kadar sıcak yada başka çekingen renkler var mı içi içlerine sığmayan?
Bir annenin omzuna başını yaslamış bebeğin küçük elleri ile onu sevişi mi yoksa bu iletişimde duyguların aktığı yanaklar mı sıcak? Bir el mi sıcak elimizi elleri arasına alan, avucumuza dostluğunu sıkıştıran? Yaşıyor olmak mı sıcak dostum? Ölürken soyunduğu sıcaklığını bana vermişti annem sarınayım diye onun gidişinde. Bende unuttukları mı sıcak, uyandırdıkları mı?
Biraz önce içtiğim sıcak limonatanın boğazımdan akışı ile başladığım sıcak yolculuk hiç bitmeyecek gibi. Bir sandviç olacak arasında leziz domatesin peynirle uzanışında, sucukların kıskanışı olacak. Bir kalorifer peteği olacak tir tir titreyen bir öğrencinin hemen yıllardır görmediği dostuna sarılır gibi atıldığı. Bir Dvorak bestesi olacak bir annenin yitişinde çalan Slav Dansı’nda beni yaşamaya davet eden.
Sizce sıcak neyi anlatıyor? Sizi mi? İnsanı mı, hayvanı mı, bitkiyi mi yoksa bir evrensel kucaklaşmayı , sevgiyi mi?
Şu anda annem sımsıcak. Onun omuzlarına düşüncelerimle küçük küçük dokunuyorum. Bu dualar ‘benim’ dilimde, Dvorak’la annemin mezarı başında. Yaşadıkça sıcak kelimelerde güzel günler dileklerimle. Sevdiklerime, seveceklerime.
....Geçmişten bir yazı, tarihini hatırlamadığım.

Kısa Kısa Hayatın İçinden...İçime Sığmayandan

Seni düşünüyorum. İçime yakalanan kelimelerle müzik dinliyoruz. Günışığıyla seni özlüyoruz. Çaresiziz. Her sabah bir hayal beni erkenden uyandırıyor. Daha çok yazayım diye zaman ve beni hayata çalan bir kız yaman. Ben yine de bu masalı senden dinlemek istiyorum. Sevmenin bedeli üzülmek olsa bile.
07/05/2006
Yanı başımdaki yastıkta, güzel yüzünde uyumakta olan hatlarının dudağında kıvrılmış miskinlik edişlerini hayal ettim. Güneş odamda keşke o da olsaydı diyor. Parmak uçların günaydınım olsa.
07/05/2006
Rüzgarın okşarcasına yüreklendirdiği bir ten,
Zaman limanından keşfe çıkan bir yelken.
Nasıl ulaşırım sana?
Yüreğimi doldurmuş uzaklara.
Denizi olmayan kara, Ankara.
06/05/2006
Garajı kendime mabet yaptım. Gözlerimi kapama törenlerimde elimden tutuyorsun, beni taşırken müziğin araladığı düşlere. Kendimi onarıyorum. Arabamda, içimle baş başa seni anıyoruz. Capital Radio sığınağında ruhsal kayboluş kendini arayış.
03/05/2006
Bir adam, bir sokak, sıralanmış arabalar ve düşünceler geçip giden yüzleri aşarken sana ait olanda kalışım günaydınım. Günışığım özlem oldu.
03/05/2006
Zamana karşı birşey yapılamıyor. Herşeyi bırakıyoruz ona, kendimizi bile. Ama tutunma çabalarında da zaman hep çağırıyor, saçlarının üzerime dökümü bir gülümseme ağacı değilken. İçimin meyveleri karışıklık, biraz huzursuz rüzgarım.
02/05/2006
Gecenin dili olsaydı anlatırdı ne kadar kalmanı istediğini İzmir'in. Bir Salı seni alıp gidecek, iyi geceler demekle yetindiğim gülümseme.
02/05/2006
Bir burukluk kapladı, seni bıraktıktan sonra içimi. Düşünceli geçtim geceyi. Garajda arabanın içinde karanlığın doldurduğu koltuk seni anlatıyor.
01/05/2006
Ruhum biraz karışık günışığı. Yeni bir haftanın eşiğinde zihnim dolu. Günaydın uyanışım.
24/04/2006
Güneş yüzüme çok tatlı vuruyor. Bu sıcaklık inanılmaz keyifli. Yine abuk subuk konuştum her halde son aramamda. Açık hava, güzel bir yemek ve seni düşünmek.
23/04/2006
Yastığında yüzünü hayal ettim, yumulu gözlerini çevreleyen saçlarını. Seni izledim, seni saran, seni sen yapanda. Düşüncelerimle uzanıyorum yanına. Bir tebessüm takdir ediyor içime doldurduğun huzuru. Sabırla beklediğim gözlerini açışın günaydınım olsa. Dudaklarım kelimelere gereksinim duymaksızın seni seviyorum dese içten bir gülümsemede.
23/04/2006
Günaydın içim. Dün biraz düşüncesizlik ettim, geceyarısı olan özlemimde. Yastığım seni anlatıyor bana. Bir de sen beliriversen neler kaynatıyorsunuz bakayım diye.
22/04/2006
Yüzünü okşuyor düşüncelerim. Her sabahımdasın ya, kaplayıveriyorsun beni. Keşke bakışlarla örülü miskinliğin parçası olabilsek. Kokun kadar yakın olman için dualarım.
21/04/2006
Gözlerimi kapayış Ankara. Bir teşekkür yakınlığı özlenen. Sabah olduğu için karmaşık cümleler kuruyorum. Nasıl olsa uykunu aldın geceden. Bir günaydın dercesine hayranlık olabilecek mi seninle uyanış? Gelecek senin armağanın olacak mı, her anını büyük sevinçle açacağım?

18/04/2006

Bu sabah sana güzel bir günaydın için kelime beğendik camımda beni uyandıan günışığıyla. Keşke o da burada olsaydı dedi sabahım.
18/04/2006

Düşünce, İçime Bir Kız Düşünce!

Yenik düştüğümü itiraf eden bakışlarımda güçsüzüm. Masum bir gözlerini kaçırış kelimelerimin acizliği. Anlatamıyorsam, boşuna içimin sayıklamalarından senin için derlediklerim. Gülümsemene baka kalmış isem, bir fotoğrafta içime işlenişlerin, dokunuşların, derinlerim içinden çıkamadığım seni arayışlarım. Uzaklar senin, yakın benim gözlerim. Omzum senden dinlemek istiyor saçlarının fısıldamalarını. Bir nefes kadar sokul istiyorum hayatıma. Boynumda dolaşırken, kopar beni andan. Günışığının davet ettiği bir çiçek gibi açıl sabahlarıma. Doyamayayım seni uyandıran günlere. Elini uzatışına teslim olayım, teşekkür edeyim seninle uyanışlarıma. Saçlarını izleyeyim, seni kıskanırcasına sarışlarında. Tenin zaman olsun sonsuzlukla beni sürekli kandıran. Gözlerimi kapadığımda, içime dayanan şehirlere, denizlere, göğe delicesine seni anlatan geceye şükredeyim. Kendimi bırakabileyim beni kucaklayana. Düşebileyim senin beni sürükleyişlerine. Bu kovalama çocuksu bir heyecan olsun yüreğimde. Yeter ki sen beni kaçır uzaklarına. Beni bende bırakma. Ölüme yakın insanların fotoğraf albümüdür geçmiş. Yarınlarımda ne olur en azından birkaç hatırlanmaya değer kareme katıl. Korkularım sessizliğim. Büyüyoruz içimizde. Canlanıveriyoruz çiğ tanesinin ıslaklığının heyecanına kapılmış çiçek gibi. Tutamıyoruz küçük mutlulukları, can atışlarımızda. Cesaretleniveriyoruz yola çıkışlarda, yol uzadıkça hayal kurmalar günleri eklerken, düşüncelerde buluşuyoruz. Bir tutku kaplar ya sana yığılanı. Bir şehre sığmazsın o zaman. Gelip geçene dolarsın. Akarsın seni savuranda. Ekilirsin zamana. Fışkırırsın hayat olup, seni kutlayan mekanlarda. Bir gemiye biner bakışların, denize açılır. Şehir ışıklarını takıştırır süslenir. Sen sevdiğin için ona herşey yakışır. Bir iltifat değildir onda kutsanan. Bir kendinle karşılaşmadır sevilen. Bir şehri farklı yaşayıştır. Sokakların konuk etmek istediğidir. Bir doğuştur ölüme aldırmayan. Yıllar birikirken kalbe dolan zamandır. Dudaklarını kaçırışındaki çizgilerde kaybolan bir resimdir. Ressamın yırtıp attığı tuvallerdir an, sonsuzlukta kovalanan. Renk yakalanıştır. Kırmızı sıcaktır, turuncu, sarı, mavi içe anlatır durmadan. Ona severcesine dokunur giysisi. Kolyesi boynuna sarılır, göğsünü okşar. Küpeleri sırdaşıdır içinde sakladıklarının. Bense bir düşü takınmış, özlüyorum onu. Bir artı bir gönül benimkisi. Çoktan yerleşti içime. Yaz geliyor. Mavinin haydi gel oynayalım ısrarında siyah beyaz cümleler mantıklı. Duygu denizin yüzeyinde ışığa sataşıyor. Hayata açılırcasına yüzsek birlikte günbatımına. Saçlarını ıslatan Ege’yi tatsam dudaklarında. Bu denizin çocuğu olmanın mutluluğu olsa dibe kendimizi bırakışımız. Bir nefeste çıksak tekrar hayata. Hayatı sevdiren bir oyun arkadaşına ihtiyacım var. Kumsalıma çıplak ayaklarında anlat sessizliği. Bir seni seviyorum deyiş hikayesi benimkisi. Kendimi nasıl tanıtabilirim sana? Adım Erdem Ferit Başkaya. İçine doğduğum bu isimde sen de katıl bana. Keşfin kendisi yeterli değil senin için, varmak istediğinde buluşmanın bedeli özlem. Bir tatlı esinti yanağımda. Bir gözlerimi kapayış seninle doldurduğum. Elimi tutuşun kelimelerimde bırakmak istemediğim. Akşam çökerken sahile, kıyıya yansıyan resimde ışığı gözlerimizde ışıltı yapalım. Deniz ayak izlerini toplarken, biz kumsalı takip edelim el ele. Dağlar farklı tonları denerken üstünde gece öncesi, biz sarılalım birbirimize sıkıca. Ben küçük bir öpücüğe koyayım mücevher yaptığım sevgimi.Sen boynunda aç hayatın değerli dizilişini. İncini sakla içinde, mavi bizimle derinde. Ege’ye kat kokunu bu yaz. Ufka aşkını anlatan kızıllıkta yakalanacak çok an var. Deniz anlatırken çağın içinde kaybolanları, sen beni bırakma. Sen de katıl masal olan zamana. Korkularını yastığıma koy. Adını sakla benim için. Üzülmekse kaderim, hepsi seninle yolculuğum. Kelimelerin ardında bir pırıltı var, denize seni çağıran. Bir kez mantığından çık, aldan zamana.

07/05/2006

Kumsalla Sohbet

Sevgili kumsal, içim ve karanlığımla sendeyim. Hayal kırıklığında da yıldızlar vardır. Çizginin anlamını aradığı kıvrılışlarda göz dinlenirken, hepimiz bir hikayeye çekiliriz. Ağlamaklı olur içimiz Gecenin yalnızlığı kaldırım taşları olur, döner sokak başlarını, arar adımların geçen zamana yetişme çabalarındaki hazineyi. Sevgide bu kadar soru olmalı mı? Benim yorgunluğuma artık kelimelerim de yetişemiyor. Bir denizin heyecanını yaşayan martıda buluyorum uzaklığın kanat çırpışlarına seyirci kalışını. Bir çığlığı şehir yapan düşünceleri içimde ağırlıyorum. Nefes alışlarım bedenimle. Yaşıyorum burukluğu. Yaşıyorum sitem ettiğm, kelimelerimle kurduğum dünyayı. Tenin sessizliği sensizlik iken, senin bana verebileceğin sadece kaygıların var. Zaman beni alıyor farkında mısın? Bir ürperti yaşam olup, insana sokulduğunda hissedilir üşümenin sarsışları. Gece koynuna sızar sana hatırlatırcasına anı. Seninle buluşan gecelerde, benden sadece cevaplar beklemeni anlayamıyorum. Ben yüreğimde kalıyorum. Bir dokunuş kadar yalın ve derin iken sendeki yolculuğum, senin hayatla bitmeyen bir davan var. Gelecek bizleri kandırıyor kelime anlamında, geleceği belirsiz. Zamana bırakıyoruz elbet kendimizi, başka şansımız var mı? Benim de korkularım yok mu sanıyorsun, yatağımda ayaklarının bana değişinin kovuşturmasını istediğim. Sen uyanışlarım değilken, benden beni istiyorsun. Ben saçlarındaki gerçeküstünü koklarken sen beni gerçeğe davet ediyorsun.....

06/05/2006