İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Temmuz 09, 2006

Göz Kapaklarının Ardında

Kendimden korkuyorum gözlerimi kapadığımda. Bir takım şekiller görüyorum, havada asılı balonlar gibi salınan, birbirine sıkı sıkıya yapışmış. Yüzler çıkıyor arasından. Bir ışığın göz kapaklarımın ardında aldığı çeşitli renklerde, geometrik şekiller kayıklar gibi kıpırdanıyorlar sabırsızca. Derin derin nefes alıp verişlerime, uzaktaki bir ambulansın yırtıcı sireni karışıyor ve perdenin rüzgarla dans ettiğini zihnimde hatırlatan sesi. Van Gelis Prelude ile herşeyin farkındayım. Çekyatıma uzanmadan çıkarmış olduğum bir çift deri terliğin, açık balkon kapımdan esen rüzgara sarılmanın heyecanıyla yerinde duramayan mutlu perdemin yere düşen sürekli değişken aksinin, girişimlerinin, oyunlarının. Göz kapaklarımın ardındayım ama içimin ve dışmın farkındayım. Sadece hayal edebiliyorum Narlıdere’de açık olması muhtemel pencereyi, ardında olası bir uzanışı, göz kapaklarını. Artık birçok şey gibi bilemiyorum bir arabaya binip, gidip gitmediğini Didim’e yada başka şehirlere. Bir tek bildiğim göz kapaklarının ardında geceleri bir sevginin uyuduğunu içinde atan kalple. Tıpkı dışımdaki perde gibi kendince bir dili konuşuyor. Shiva’nın burnunun sıcaklığını kıskanıyorum göz kapaklarımın ardında. Kıskançlık bile masumiyet kazanıyor içine sevgi karışınca. Kelimeler dolar insanın yüreğine, bir rüzgarla perdenin masalında. Sadece çiçekler yok hayatta, sadece esintide geçmiyor zaman. İnsana düşen gerçek ama onun ötesinde başlayan da. Sen bana aldırma. Bir gün zihin de yorulur, kalp de. Güzel olan hayattır. Sığınılmış bir yamacın yeşilinde, karanlığın içinde bir ağaç altıdır. Kaybedilmiş Simba’nın arayışlarındaki telaştır ve bulunuşunda paylaşılan rahatlık. Güzel bir geleceği müjdeleyen, güzel olan yaşanmıştır ayrı dünyalarda da olsa. Yerçekimini Newton’un bile yaşayamayacağı güzelliklerle anlatan bir kendini bırakıştır. Birçok kişi jant kapağını kaybedebilir ama bu kaç kalpte bendeki anlamını kazanabilir. Herkes kendince anlar ve anlamaya devam edecektir. Boş sokaklarımda sen olmasan da, yaşattıkların yağmurla tanışan doğanın harikuladeliğinde seni en güzel şekilde bana yaşatacak. Bu benim göz kapaklarımın ardında kimsenin çalamayacağı bir hazine. Arasında bazen güzel müzikler dolaşıyor. Sevgi bir peri, dokunduğunda dünya bir başka dönüyor. Kıskançlık insanın içsel hazineyi çalma girişimi. Bir sarılışın gözlerinde görülür ancak içsel derinliklerin berrak sularında. Onu çalmaya çalışmak bozar büyülü birlikteliği. Su bulanır, zihin de. Bir sarılış da göz kapaklarının ardındadır.

(2003)

Plastik Düşler

Orada mısın?
İçimde kıpırdanan huzursuzca,
Sen misin?
Düş müydü kapı açıldığında,
Yüzüme vuran rüzgarın soğukluğu?
Düş müydü yaşadıklarım?
Endişelerim,
Direnişim,
Ve pes edişim?
Değişim teşhisi koydu hayat
Plastik yüzlü insanlara,
Direnişlerine,
Endişelerine,
Pes edişlerine.
Tek şey
Değişimlerin kovalamacası dedi hayat
Yüzlerin dönüşümü.
Dansın kırılganlığında
Akıp giden bedenler,
Karışımlar,
Uzanışlar,
Ve yok oluşlar.
Orada mısın?
Yoksa duyguların değişmedi mi?
Sevgin değişmedi mi?
Sen değişmedin mi?
Hayat değişmedi mi?
Düşler?

(geçmiş yazılarımdan...)

Cumartesi, Temmuz 08, 2006

Bugüne taşınan en eski mısram...

Günahlarımla sevişmek korkutmuyor beni
Cehennem de ateşliyse senin gibi

12/01/1994

Bir Dokunuşta Gizli

Kendi derinliklerinde boğuluyorsun
İmdadına koşacak bir kız
Seni senden alıp çıkarabilecek mi?
Dalıp gittiğin boşluktan
Seni koparıp çekebilecek mi?
Tüm sorular cevapsız alevler gibi seni yakıyor
Cehennemin kapılarında günah bekçileri
Seni cennete mahkum ettiler
Halbuki kurtuluş işlenmemiş en güzel günahta
Kutsal olan herşeyde sen yoksun
Hep o korku var
Varlığının belirsizliklerinde suçluluk hissine gömülmüş
Kendini bulamıyorsun
Kayıp cennet sensin
Onu ayetlerde arama
Kırık kalbin duyumsamıyor
Aklına hapsolmuş, hayatını sorguluyorsun
Halbuki hayat kollarında kucak kucak
Bir dokunuşta gizli
Bir sarılışta alabildiğince içten
İşte sen
Eğer duyabilir, duyumsayabilirsen.

07/06/1997

Bir Kuş Gibi Özgürce

Gel gör
Neler çektiğimi
Acıdan da öte
Varlık sancısı
Bir kuş gibi özgürce
Konabilsem ellerine
Fısıldayabilsem kulağına
Seni ne kadar sevdiğimi
Sen de bilsen yalan söylediğimi
Ama yine de
Sevsen beni
Ben olduğum için
Ve izin versen
Uçup gitmeme
Bir kuş gibi özgürce
Ellerinden
Demirleşmeden

07/06/1997

Sen Açıldın Düşüncelerimde

Sen açıldın düşüncelerimde
Kapının eşiğinde
Gölgeni boyadım renklerle
Bir çiçek uzattım sana
Ellerimle
Ellerimle uzandım karanlığa
Kapıdaki hayaline dokunurum diye

02/12/2000

Adı Olmalı Mı?

Kumda güneşlenen renkler
Denize giren mavi
Hayatın ıslak dokunuşunda
Kendini bulan Tanrı kaçkını
Bir oraya bir buraya koşuyor
Çılgın bir köpek gibi oynuyor
Zamanı eşeleyerek
Bulup da çıkardığı birkaç mutlu an
Ağzında
Kumda güneşlenen renklere
Denize giren maviye
Tanrı kaçkınına, bakıyor.


(Geçmiş yazılarımdan...)

Geçmişin Satır Aralarında

Artık kalbin bana Chopin çalmak istemiyor. Gökyüzüne bakıp da, iki kuşun uçuşunda beni yaşamak istemiyor gözlerin. İçinden geçen bir şehir vapuru beni getirsin diye bakmıyor maviye. Birlikte alışveriş yapmak bile bir tat olmaktan çıktı hayatından, birbiri ile buluşan Alsancak sokaklarında. Bir takım elbise alırken paylaştığım yakınlığını özleyen ruhumda senin fikirlerini dinlememiş olmanın sonuçlarını bizzat yaşarken, seni arıyorum seçimlerimde. Bir alışveriş merkezinin süpermarketinde dolaşmanın bir masal olduğunu anladım, yalnız yürürken renkli rafların içimle konuşmalarında. Benim için sıcak bir çorba pişirmek istemiyor özgürlüğün, ellerin gururlu. Bir kapı zili çaldığında, bir başkasını bekliyor hislerin. En azından beni beklemiyor, merdivenlerin koşarcasına çıkışında kapına.
Piyanonun sesinde güneş odamda beni teselli etmek istercesine. O kadar ses karıştı ki hayatıma, senden sonra. Ama senin sesin hep uzaklarda, kendine saklı, kelimelerde cimri. Duyglarımı, hep güzel kelimeleri koydum arayışlarımda. Birçok kişi söylüyor sen de değerlisin diye. Öyleyim biliyorum. Değerli dişlerim ağrıdığında, bir başka diş hekimine gitmek durumunda olmak ne acı bir tecrübe. Bir zamanki duyguların olsa, dokunurdun omuzlarıma. Beni yaslayıp koltuğuna, dalardın içsel denizlerime. Birkaç teselli edici sözün eşliğinde ilgi olurdun. Kaldırımlar bizim için yapılmamış; köprüler, üzerinde altımızdan akıp giden bir yabancı ülkenin nehrine birlikte bakmamız için inşa edilmemiş;sokak lambaları ışıklarında ellerimizi birleştirelim diye dizilmemişler; banklar yürünen hayatın ve akşamın yorgunluğunda birlikte oturalım diye sıralanmamışlar sahil boyunca; ağaçlar, ellerimizi gövdesine koyup, gülümsememizi bölüşelim diye dikilmemişler; konser salonları senin ellerini Chopin’in ezgilerinde tutayım diye beklemiyormuş artık; sinema salonlarında şehrin, senin sıcaklığın bundan böyle bana karışayacakmış; sokak satıcılarının seslerinde duyamayacakmışız hayatı, dört kilo domatesin bir milyon lira olduğunu; kırmızısının yeşilini kıskandığı biberleri, pazarcının üzerine serptiği sularla neşeli marulları, gövdesinde hayatın yansıdığı iri patlıcanları, hayatın renklerini giyinmiş meyveleri konuk edemeyecekmişiz pazarlarımıza; elimizdeki torbaların içinde, hiç durmaksızın konuşan hayatı işitemeyecekmişiz; sen arabanın bagajını açmayacakmışsın, ben elimde rokalarla maydanozların, nanelerin, dereotlarının biraz ilerlesene çok sıkıştık deyişlerini dinlerken; biz bir aile olamazmışız, bir yemeğin tadını birlikte yaratamazmışız; bir soğanın gözyaşı olup da yanaklarıma süzülüşünde parmaklarının nazikliğini hissedemezmişim; bir yağmurun yağışını konuk edemezmiş penceremiz; ormanın dağa uzanan patikalarında, bir kayanın altındaki kır çiçeklerini eğilip de sevemezmişiz; sadece birbirimize yaslanıp gökyüzünü örtünemezmişiz; bir televizyon programından hangisi izlenecek diye tartışamazmışız; bir bebeğin ilk kelimelerini bekleyemezmişiz, ilk adımlarını sanki ayda ilk kez yürüyen bir adama bakar gibi gözlemleyemezmişiz; ilkokula gidecek bir küçük bedenin yakasını ütüleyemezmişiz; biz bir kalpte atmamışız. Daha yazabilirim, çünkü hayat kelimelere sığar mı, hele içinde sevilmiş olan varsa?
Chopin beni dün izlediğim Piyanist filmi sahneleri arasında dolaştırıyor. Sen piyanona oturup, dokunuyorsun tuşlara, müziğin sihirli yayılışında notalar beni arıyor birkaç rakamın ardında. Bir el çekip alıyor beni kalabalığın arasından, yürüyüp giderken bilinmeyene. Biliyorum yollarımız farklı. Biliyorum bunun adına özgür irade diyorlar. Biliyorum yere uzanmış bekleyen bir adamın seçme hakkı özgürlüğüm bedenimle sonlanan. Bir savaş alanındaki kimliklerimizle, eşsiz bir piyano valsinde dans etti yüreğimiz. Senin müziğini yaşayamayacağımı biliyorum. Gözlerimi kapattığımda, nefesinin bana yakın olmayacağını anlıyorum. Hayatın adı Özge değilmiş. Tanrının da doksan dokuz güzel adı varmış, belki daha fazla. İçinde Tanrı’yı kovalayan adam anlamış ki, bir kızın özgürlüğü demirleşen parmakları arkasında tutsakmış. Bir kuş olup, uçup gidişinde ardında bıraktığı zamana bakmış ve kanat çırptığı geleceğe. Yine de mutlu olmalıymış, onun havalanırken düşürdüğü gülümsemesinde. Bu hayatın gizemiymiş, bir kızın acı da olsa en güzel şekilde sunduğu. Yudumlanamamış bir şarapmış, çekiştirilememiş bir pike, içinde kıpır kıpır yürek kuşu olunamamış bir siyah saçlı çalıymış sevgiyle yumşayan. Bu bir masalmış Diş Hekimliği ülkesinde, bir prenses varmış diye başlamış anlatanın dudaklarında bir çocuğa, sonra da bir soru olmuş sen hiç deniz kızı gördün mü diye. Öykü anlatanın gözlerine bakmış, anlamadığını belirten bir ifadeyle. Anlayacaksın der gibi akmış bir babanın gözyaşları, bir Öykü yazmak o kadar kolay olsaydı. Kısadır öyküler insan hayatı gibi, seçilen kelimelerde ve yollarda zenginleşir. Anlatılacak çok şey vardır yaşam geçerken. Bir anda oturur da yazar, anlaşılamaz ama yine de aldırmaz. Bilir ki adımların berisinde ve ötesinde hep kendisiyle baş başadır. Chopin içindedir ama kimze göremez. Annesi ona sarılırken, hayat kaygılarını kimse paylaşamaz. Yürür gider niceleri gibi. Hayat açılır kaçarcasına, ama yine de düşer ona. Bir şehrin kaldırımlarında yazar hayatı, herkesin kovaladığı o lanet olası sineklerde bile dans eden hayatı takip eder gözleri. Ara sıra bir çöp kamyonun ardında bıraktığı iğrenç kokulara katlanır. Yürümeye devam eder, hayat onundur. Ona karışanda bir çiçek olur. Her çiçeğin koparılamayacağını bilir. Kalbi kırık olsa da, sever laleyi, onun morunu, kırmızısını ve tonlarını. Başka çiçeklerin de sevilebilir olduğunu tekrarlar durur ama bir kırda laleyi anımsar ve tebessüm eder. Ölürken insanlığını toplayıp gidecek bir hayattan kaçırabildikleriyle. Bir hoca anlamadığı bir dilde onun için bir şeyler okurken, o mavinin dilinde, yeşilin hışırtısında, bir nefesin fısıldayışında gülerek ayrılacak. Gece ve gündüz, ölüm ve yaşam arasında insan olmanın coşkusunu Chopin’le kovalayacak. Bir gün yaşlı bir adam olabilirse, hayat içinde topladığı çiçek demetinde Davut misali ateşle dans edecek. Beni şu ana kadar hiç reddetmedin hayat diyecek, sen hiç yorulmaz mısın? Seni kalp atışlarım kadar sevmeye çalıştım, dursam da biliyorum sevileceksin başka kalplerde ve atışlarında. Tıpkı benim Chopin’i sevdiğim gibi seveceksin içine düştüklerini. Milyarlarca yıl geçse de, yorulmayacak sevgi. Milyarlarca yıl geçse de, dans devam edecek. İnsanın doğuştan getirdiği şiirselliğinde, açan Tanrı çiçeklerine müteşekkirim. Sevgi olup dönüyorum kelimelerin pervane olduğu gönlümle. Işığım kelimelerimi öldürüyor. Dalgalar gibi dönüyorum, dağlar gibi yükseliyorum, yürünmemiş yollar gibi saçılıyorum, gidilmemiş şehirler gibi özlemim. Ben hayatım, ayak seslerimde. Kaldırım taşlarında seçimlerim.
Sen uzun yazıları sevmezsin. Biliyorum kararlısın. Bu tür yazılara “deneme” dense de edebiyat dilinde, ben buna benden geçen bir şiir diyorum. Her insandan geçerken hayat şiir olur. Ben sadece benden geçenleri yazdım. Dün arayışımın nedeni de senin için tasarlanmış kartta gece ile gündüz arasındaki alacakaranlık oluşumdu. Gece gündüze dokunur ama birbirleri olamazlar. Yakınlaşıp ayrılırlar biz gibi. Bir günbatımının aldatıcı tonları bile değiştiremez bu gerçeği. Kutuplaşırlar, biri güneye çekilir, diğeri kuzeye en uç noktalara. Kendileri olarak yaşarlar tüm gün boyunca. Biri geceyi bilir, diğeri de gündüzü, imkansızlğı. Hayat ne olursa olsun, ikisiyle anlamlıdır. İkisi de denize yakındır, dağlara, ormana. Bu bir hayat masalıdır anlatacağımız. Bu bir akıştır parçası olduğumuz. Gündüz görünmeseler de, bildiğin yıldızlarımı seninle paylaşmak istedim. Bu satırları yazarken ben yokum.
(2003)

Sen Hala Oturmuş Ne Düşünüyorsun?

Oturmuş ne düşünüyorsun?
Yaşlı bir adam olacağını mı?
Hayat sana asılıyor.
Gece göz kırpıyor,
Bir kaçamak için.
Sen hala oturmuş ne düşünüyorsun?
Yaşlandığını mı?
Işık seni çağırıyor.
Kırmızı kulağını ısırıyor.
Mavi sırlar gülümsüyor,
Beyaz dişlerle.
Sen hala oturmuş ne düşünüyorsun?
Haydi gel,
Kalkıp gidelim hayata.
Haydi gel, düşünme kırmızı.
Sır olalım birlikte.

20/10/2000

Portakal Ağacı

Portakalın rengine aşık yeşil
Utandığı için karanlıkta sevişiyor.
Günahın dizginleri,
Kamçılı gençliği
Yeşil portakal ağacına asıyor.

20/10/2000

Kapıdan Çıkıp Gitti hayat

Kapıdan çıkıp gitti hayat.
Masamda, ben ve şarap,
Geceye ihanet ettik.
Esintiye kulak verip,
Döndük durduk kafa misali

20/10/2000

Seni Hayal Ettim

Seni hayal ettim.
Atina'da.
Seni hayal ettim.
Bir anne olarak.
Seni hayal ettim.
Yanımda bir ömür boyu.
Seni prenses,
Yağan yağmurun sesinde,
Seni hayal ettim.
Gecenin içinde,
Yatağımda tekrarladım durdum
Seni seviyorum diye
Kulaklarımdaki gök gürültüsüne.

Düşüncelerim sana sarılıyor.
Geceyi aşıp omuzlarına dokunuyor.
Uzaklığın canım,
Uzaklığın hiç çekilmiyor.

Dışarıda yağmur yağıyor.
İçimde sen.

Aklım çalındı.
İçeri sen girdin.

20/10/2000

Senin Gibi Güzel Karadeniz

Karadeniz’e bir düş kalkıyor.
Yakalamak ister,
Vadilerinde benimle evlenir misin?
Derelerinde bir fırtına kopuyor.
Sığınmak ister misin,
Yeşilliklerine benimle.
Çiçeklerinden bir demet olup,
Süslemek ister misin hayatı?
Karadeniz’e bir düş kalkıyor,
Her gece.
Vadilerinde bir kız koşuyor gönlümün.
Sevince yeşil hayatın yamaçları.
Senin gibi güzel Karadeniz.
Sevince, sevilince.

20/10/2000

Eğer Seninle Olabilseydim

Güneşin omuzlarını uyandırdığını görebilseydim.
Ayakların ayaklarıma değseydi.
Sabahın ilk ışıklarında,
Sıcaklığını çekseydim üzerime.
Nefesine karışabilseydim.
Basit bir masada,
Basit bir bardak olup
Dudaklarına değebilseydim.
Senden kaçan gülümsemeleri toplayabilseydim.
Eğerlerim olmazdı.
Eğer seninle olabilseydim,
Bebeğim.

20/10/2000

İçinde Sen Olduğun İçin

Ellerini seviyorum.
Senin olduğu için.
Gözlerini seviyorum.
Gülümsedikleri için.
Hayatı seviyorum.
Niçin?
İçinde sen olduğun için.

20/10/2000

Yürüyerek Geçtim Hayatı

Saat on iki.
Bir adam geçti,
Elleri cebinde hayatımdan.
Bir kedi siyah.
Parlak gözleriyle bana baktı.
Üşüyerek geçtim,
Hayatından.
Yürüyerek geçtim,
Bizim sokağı.
Yürüyerek geçtim,
Hayatı,
Gecenin ürpertisini,
Seni,
Düşüncelerimi.
Karanlıktan kopup,
Geceye karışan
Hayatları geçtim.
Bir yudum al,
Geceden.
Bir yudum çal,
Benden,
Hayatımdaki kediden,
Ve elleri cebindeki adamdan.
Sende kal sevgilim,
Gecenin içinde.

14/12/1999

Kalemin Var Mı?

Bir ağaç çiz.
Bir de ev.
Bir de bir aile.
Çocukları olsun.
Bir hayat çiz.
İçinde senin olduğun.
Bir kız çiz.
Seni seven.
Bir bira çiz.
Soğuk olsun.
Bir şiir çiz.
Mutluluğu anlatsın.

(Önceden yazılmış bir yazı.)

Bir Kayboluştur Benimkisi

Bir kayboluştur benimkisi.
Bir kayanın altında, ürkek bir kırçiçeğiyimdir.
Bir el uzanır da heyecanlanırım.
Bulutlara aldanırım.
İçimde açarım acılarımı.
Çekip gitmeyecekler sanırım.
Bir denizi aşarım.
Martıların kanatlarında.
Özenirim çığlıklarına.
Kopmak isterim bir seslenişle köklerimden.
Dökülmek isterim saçlarında.
Saçılmak düşüncelerimce.
Sevgiyi doldurdun dudaklarımdan.
Sadece hissin kaldı.
Islaklığın kadar çabuk gittin.

(Önceden yazmış olduğum bir yazı)

Cuma, Temmuz 07, 2006

Toplayalım Yıldızları Düştükleri Yerden

Acılarımı bir kenara attım.
Seni bir kenara.
Işık yeni bir kız bul gel.
İçimdeki karanlığa.
Tutsun ellerimden.
Taşısın beni aydınlığa.
Toplayalım yıldızları düştükleri yerden.
Asalım her yana,
Hayata.

19/11/2001

İzmir Bırak Beni Artık

İzmir bırak beni artık
Sevdiklerimi aldın
Bari beni bırak
Dans edeyim senden uzaklarla

19/11/2001

Yalnızlığımdan İçeri Girdiğinde

Yalnızlığımdan içeri girdiğinde,
Üzerinde sadece gece vardı.
Yıldızlar sıyrıldığında omuzlarından,
Bir dilek tuttum utangaç.
Kalbim atarken gözlerinde,
Sustum sessizlik gibi.
Korkularını çıkar dedi.
Bu ilk deneyimin belli.
Bırak içindeki denize,
Sevişmelerinde kendini.

04/05/2002

Bir Sahil Kafesi Masalı

Verecek hiçbir şeyim kalmadı,
Gözyaşlarımdan başka.
Seni gönlüme gömdüğümden bu yana,
Tereddütlerin koleksiyoncusu oldum.
Her gün açan yokluğunda.

Bir sahil kafesinin masasında,
Garson kızın gözlerinde teselli avcısı
Seyre daldığı ilk günün ışıklarıyla
Çeker bir doğum sancısı
Bilir dinmeyecek acısı

Verecek hiçbir şeyinin kalmadığının bilincinde
Bir gün daha ekler
Her gün açan yokluğuna
Sadece hep bekler
Çiftleri izleyen tekler
Ve terk edilen erkekler
Bir sahil kafesi masalında
Sipariş vermeyi bekleyen yürekler

04/05/2002

Karanlığın Işığı

Sarı bir çember güneş olup da,
Parlarken zihnimde.
Bir melodi kaçar delicesine.
Şarap ve kapı,
Sıralanır önümde.
Gece der gidelim.
Işığın evine.
Dostumdur benim yokluğumda,
Varlığımda parlar zihnimde.
Şarap ve kapı,
Önümde.

16/10/1999

Nasıl Da

Nasıl da geçti yaz
Nasıl da geçti yıllar
Nasıl da
Nasıl
Bitti

16/10/1999

Pazartesi İş Var

Gözler masanın üzerinde.
Akıl kaçmak için kapıda.
Kulaklar duymamazlıktan geliyor.
Ellerimse artık dokunmuyor.
Hayatın kokusu uçup gitti,
Kırık kanatlarıyla,
Sabah olup da.
Cebime koyduğumda duygularımı,
İşe çıkıyorum
Merdivenlerden inerek ağır ağır.
Hayat kapanıp açılıyor.
Duygularım şıngır şıngır.
Dönüyorum geceleri,
Yine evime.
Çıkıyorum ağır ağır merdivenleri.
Gözüm masanın üzerinde.
Aklım kapıda kaçmak için.
Kulaklarım ve ellerim ceplerimde,
Sabahı bekliyorum.

16/10/1999

Neden?

Uzaksın,
Sesin alıp götürüyor seni uzaklara.
Git der gibi konuşmaların.
Soğuksun.
Kaçıp gidiyor sıcaklığın.
Bir fincan çaydan kaçan ısı gibi
Tütüyor sıcaklığın.
Ama soğuyorsun.
Kaçıyorsun.
Uzaklaşıyorsun,
Sesinle, ısınla.
Kendini alıp gidiyorsun benden.
Neden?
Hayatında daha değerli şeyler olduğu için mi?

İzmir Kalesi'nde Deniz Çığlıkları

Terliklerim bile yanımda,
Ya sen?
Düşüncelerimden bir kale.
Deniz ötesinde.
Sen ötesinde.
Dalgalar ara sıra vuruyor.
Ayışığı geceleri uğruyor.
Ya sen?
Terliklerim bile yanımda.
Bense tekim.
Ya sen?
Düşüncelerimden bir ben.
Deniz ötesinde.
Sen ötesinde.
Hep vuruyorsun içime.
Gece hep benimle.
Ayışığı içimde.
Terliklerimle yalnız,
Bekliyorum,
Dinliyorum
İzmir Kalesi’nde deniz çığlıklarını.

21/02/2002

Dönerken

Dansa kaldırıyor müzik düşüncelerimi,
Elimden tutan kadınla akıyor zaman.
Gözlerimin içine bakıyor sanki Tanrı.
Melodi ne kadar kıvrak,
Yakalıyor hemen ruhumu.
Elimden tutan kadına karışıyorum,
Dönüyorum hayata.
Dönüyorum, dönüyorum, dönüyorum.
Bir gülümseme eklemek geldi içimden,
Tam bu mısraya dönerken.
Sana, çıplak ayaklarına
Savrulan eteğinde açan rüzgara
Sahilin büyüsüne
Tam bu mısraya
Seni seviyorum diye eklemek geldi içimden.
Dönerken sarhoş yıldızlar,
Ruh
Dünya
Tanrı
Sen
Dans
Dönerken karışık aklım.
Dönerken umutlu sabah.
Dönerken sendeleme zamanı.
Dönerken huzur.
Dönerken sevgi.
Dönerken bulantı.
Dönerken karışıyorum elimden tutan hayata,
Sana,
Tanrı'ya
Dansa.
Bu dans hiç bitmese.
Bizi tek bir insan gibi algılasa yerliler.



21/02/2002

An-layış

İşte o an bitti.
Sevişmeler.
Karanlığı sarınan dağlar.
O an bitti.
Soğuk bir tarlada koşan kız.
O an bitti.
Korku,
Derin derin nefes alıp vermeler,
Kaybolmuşluğun hissi,
Çığlık.
O an bitti.
Yapraksız ulu bir ağaç,
Dalları arasında ayışığı,
Kuşku.
O an bitti.
Çiçek o an bitti.
Sordu doğru hayatta mıyım diye,
Güneşe,
Toprağa,
Bir zamanlar bir kızın koştuğu gönül tarlasına.
İzmir o an bitti.
İşte o an,
Ve ben arta kalan.

21/02/2002

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

Öylesine

Öylesine yazdım.
Öylesine yaşadım.
Öylesine gidip geldim.
Öylesine derken,
Öylesine bitti.

Vestiyer

İsterseniz ceketinizi alayım.
İsterseniz yalnızlığımı alın.
Korkularımı da.
Unutursam çıkarken almayı
Sakın ha hatırlatmayın.
Beni unutan kız vermişti.
Oldukça yeni.
Hiç eskimeyecek gibi.

04/05/2002

Niye Yalnızlık?

Üç sandalye,
Dört de olabilirdi.
Bir ben,
İki de olabilirdi.
Bir gece,
Olmayabilirdi de.
Yeniden.
Üç sandalye, ben ve gece.
Dönüyoruz geçmişe.
Neden iki değil de bir.
Dört değil de üç diye.
Niye?
İki değil de bir.
Dört değil de üç.
Cevabı güç.
Niye?

22/05/2001

Yeniden Çocuk Olsak

Yeniden çocuk olsak,
Kağıttan bedenler yapıp,
Fırlatsak gökyüzüne.
Kağıttan kalpler yapıp,
Taksak göğsümüze.
Yazsak yeniden,
Bahsetsek sevgiden.
Yeniden çocuk olsak,
Kağıttan sevgililer yapsak.
Boyasak
Safça, temizce.

22/05/2001

Seninle Uyandım Yine

Seninle uyandım yine.
Denizin sesi oldun.
Estin içimde.
Uçsuz bucaksız sahiller gibi,
Özlem oldun.
Seni aradı ayaklarım.
Seni aradı ruhum.
Elini sırtımda hissettim.
Zamanı durduran gözlerinde,
Bir çocuk gibi kayboldum.
Koştum durdum,
Seni bulamadığım düşüncelerimde.

Seninle uyandım yine.
Ve sensiz.
Ufka bakan kumsal gibi,
Gelmeyeceksin biliyorum.
Biliyorum gözyaşı.
Tıpkı annem gibi.

Güneş olup gülümsediğinde,
Seninle ısınıp, yanacağım.
Geceleri kendime dönüp,
İçimdeki muma seni anlatacağım.
Bir daha.
Bir daha.
Bir daha.
Yine seninle uyanacağım.
Bende çıkarken unuttuklarınla.
Anılarınla, dokunuşlarınla.
Seninle uyandım yine.
İçimde.

Tükenmek için koştum.
Ormanları geçtim inanılmaz bir hızla.
Mor laleler ile göz göze geldim.
Buruk bir tebessümle.
Üzülme kır çiçeği dedim.
Hayat içinde yorgun sevgimiz.
Bir yerlerde düşeceğim.
Sen üzerimde bittiğinde,
Dağda gezen duyguların masalını,
Seni nasıl sırılsıklam ısladığını,
İlk görüşte aşkını,
Severken solduğunu,
O uyuduktan sonra ağladığını,
Onu üzmemek için
Her sabah gülümsediğini,
İçindeki fırtınayla günaydın dediğini,
Gece gündüz dinleyeceğim,
Bir el seni koparıp,
Gerçek dünyaya götürene dek.
Her kalpte bir hikayenin,
Her pencerede bir arayışın,
Her uyanışta bir yokluğun,
Her kadında bir acımasızlığın,
Bir gururun, küçük kaprislerin,
Güne merhaba dediği evlere.

Seninle uyandım yine.
Benimle sevişecek kadar,
Beni korkusuzca sevecek kadar,
Beni hırçın dalgalar gibi saracak kadar,
Sabahım olsaydın.
Günışığı üzerimize düşerken,
Bana sarılsaydın.
Üzerimde bitseydin,
Ve bana mor lalenin aşkını yaşatsaydın,
İki kişinin konuştuğu bir dilde.

İnsan giyindiğinde Gerçek oluyor.
Biliyorum,
Bir kenetlenmede dünya,
Sanki uzaklaşıyor.
Olup bitenden habersiz,
Birbirine karışan bedenler
Masal oluyorlar
Uykudan önce.
Uyuyan güzel gözlerini açtığında,
Çıplaklığından utanıyor,
Gerçek oluyor,
Ve prensi düşlerinde bırakıyor,
Unutulduğu masalda.
Anlatıla duran kahramanımız
Kelimelerde prensesini çağırıyor.
İki şehrin hikayesinde,
Gerçek aynaya soruyor,
Var mı benden yalnızı?
Ayna Gerçeküstü diyor.
Yedi pembe çiçekle yaşayan,
Bir yalnız prens var.
Her sabah imkansızla uyanan.

Seninle uyandım yine.
Sorularımla.
Yine sınıfta kaldım.
Başarısız bir öğrenciyim.
Hayalciyim.
Bana doğru yürüyorsun.
Bende başlayan topraklarda,
Çıplak ayaklarının her yere basışında,
Geliyor, geliyor
Diye haykırıyor içim.
Ruhum uyanıyor.
Bana karışmaktan korktuğunu bilerek,
Sonbaharın hüznüyle,
Yaprak yaprak ateş sağanağında,
Göz yaşlarımla söndürmeye çalışıyorum,
Kızıl ormanı.
Benden uzaklarda mor laleler açacak.
Bir el onları toplarken,
Bir sır daha başka bir sırra kavuşacak.
Gerçeküstü de giyinip işe gidecek.
Çıplak olmayacak.
Ve sevgilisi “Prens giyinik!” diyecek.
Mor lalelerin sadece birer çiçek olduğunu söyleyecek.
Gerçekten kaçan gerçeküstü,
Zihne, varolabildiği yalnızlığa dönecek.
Orada laleleri anlatacak,
Her sabah uyandığında.
Seninle uyandım yine,
Diye
Konuşacak,
Konuşacak,
Konuşacak.
Kendisiyle.
Ve yazacak.
Siz de inanmadınız bu masala değil mi?
Çünkü okurken gerçek dünyadasınız.
Ben de içimde koşuyor, koşuyor, koşuyorum.
Bir yerlerde düşeceğiz.
Toprağa karıştığımızda biz de bir mor lale olacağız.
Ve bir sır olarak seven birinin elinde,
Onun heyecanını yaşayacağız.
Gülümseyeceğiz.
O zaman gerçeküstünde buluşacağız.
Bir dağ masalında,
Mor lale dilinde,
Seni seviyorum hayat diyeceğiz.
Beni beslediğin acılarınla,
Tatlı anlarınla.


( Eski yazılarımdan...)

Çoban Yıldızı

Bahar ağladığında,
Çiçek olur gözyaşları.
Bir kızın ardından,
Dökülür şehrin kaldırımları.

Hayat masalını anlatıyorum size,
Bendeniz duygusal soytarı.
Nedenlerimle oynarken,
Takıldım sokaklarında seke seke
Bir düşün peşine.

Gözyaşı oyununun mızıkçısı oldum.
Sana kimse inanmaz dediler.
Ben yine de yazıyorum.
Çobanın kırmızı yalanlarını.
Bir kızı kapan zamanı.

Uzak olsa da,
Yaşıyorum yakını.
Göz kapaklarım aralandığında.
Sıcak bir melodiyle,
Tadıyorum sabahı.

Çobanın yalnızlığı,
O kadar gerçek ki.
Uykularında saydığı koyunları güderken.
Masal karışır, bir kurt çıkar gelir.
Anlatır ona kırmızı başlıklı kızı.

Çoban içine düşen boşlukta,
Kovalar hayaline düşen yıldızı.
Sizce de yalan mı?
Anlattıkları, haykırışları.
Venüs dedikleri, güzellik tanrıçası
Çoban yıldızı.
Hayat karıştığından beri,
Sizce de yalan mı?

Önce aşk vardı,
Sonra sorgu bulutu.
Birbiri etrafında dönen gezegenler,
Kavuştuklarında ölürler.
Sizce de yalan mı?

Kralın Askerleri

Geliyorlar!
Geliyorlar!
Geliyorlaaar!
Kendini arayan adamı almaya.
Duydunuz mu, almaya geliyorlarmış.
Kimi?
Kendini arayan adamı.
Aşık diyorlar.
Günlerdir yemiyor, içmiyormuş.
Kimseye de faydası yokmuş.
Kendisine de olmadığı gibi.
Akılları karıştırırmış.

Aslında kimseye de zararı yoktu.
Kendini aramak suç mu?
Suç kardeşim.
Kendini arayacağına,
Çalışsın, yararlı olsun içinde yaşadığı topluma.
Zehirlemesin genç beyinleri.

Dağılın!
Almaya geldik
Kendini arayan adamı.
Nerede yaşar bu miskin?

Orada, tahta masasında yaslanmış
Tahta iskemlesinde.

Bulaşıcı mıdır acaba,
Kendini arama.

Atlar bile yavaşladı,
Kendini arayan adamın bakışlarında.
Çekil sersem,
Yıkıl çaresizliğinle.
Kralın emri var elimizde.
Tanrıyı ve onda kaybettiğin düşleri arıyormuşsun.
Bizim bulduğumuz bir gerçeği,
Nasıl cüret edersin aramaya,
Basit bir iskemle ve masada.
Tanrı saraylarımızda.
Ulu binalarımızda.
Senin gibi bir sefili ne yapsın,
Günahlar bile korkar senin yalnızlığında.
Belki bulursun aradığını,
Majestelerinin iskemlenden lüks zindanlarında.
Farelere anlatırsın aşkını.
Karanlığı çekersin üstüne.
Hiç göremeyeceğin günışığıyla,
Yaşayacağın sonsuz geceleri.
Anlarsın o zaman haddine miymiş,
Aramak kendini.
Seni çiçekle konuşurken görmüşler.
Güneşe de dönermişsin yüzünü,
Ayçiçeği gibi.
Hep anlamsız sözler mırıldanırmışsın.
Utanmadan prensesin adını sayıklarmışsın.
Hadi becerebilirsen kalkmayı,
Gidelim.
Zayıf bedeninin taşıyamadığı
Ağırlaşmış ruhunla.
Hiç aklıma gelmezdi,
Acıyacağım bir kimseye.
Nice savaşlar yaşadım.
Nice canlar aldım.
Nice beden denizine daldım.
Kılıcım bir gemiydi,
Kanlar içinde.
Cesur yüreğim,
Görmedi senin gibisini.
Bana kalsa uğraşmam seninle.
Bırakırım seni,
Kaçamayacağın içinde.

Salı, Temmuz 04, 2006

Tanrıyı Aramaya Başlıyoruz

Hoş geldiniz,
Karanlığa.
Tanrıyı aramaya başlıyoruz.
Siz efendim,
Katılır mısınız bize?
Bulamamaktan mı korkuyorsunuz,
Tıpkı aradığınız sevgi gibi?
Gelin çekinmeyin.
Bizler şovalyeleriyiz tahta iskelenin.
O da arar durur Tanrıyı
Bakıp durduğu denizde.
Arar arar hüzünlenir.
Sizin gibi şüphelidir.
Yaslanırken dalgaların sesinde,
Tanrıyı sorar gizlice.
Her gece,
Belki der bir hece.
Bir araya gelirsek kelimelerde,
Kendini arayan adamın defterinde.
Tanrıyı aramaya başlıyoruz.
Düşüncelerimizi sürüyoruz hayata.
Korku kişnemekte,
Ay parçalanmakta,
Yıldızlar yağmakta.
Denizi savurup da,
Sarındığımızda sırtımıza.
Çıkacağız keşfe.
Yitirilmiş ve kazanılmış aşklarla.
Gelin efendim.
Bırakın elinizdeki şarap kadehini.
Düşlerdeki okyanusu içelim.
Bir yudumda boğulamazsınız.
Tanrım!
Nerdesin? Nerdesin?
Depremi hisseden atlar gibi huzursuz,
Çıkıyoruz sefere,
Kopan zamanda,
Patlayan anlarla.
Kendini arayan adamın defterinde,
Yalnız bir orduyuz.
Hisler ormanında yol alıyoruz.
Soyut bir tabloda gibi koşuyor atlarımız.
Şair,
Tahta iskele,
Aşklar,
Çarpıyor bir bedende.
Tanrıyı aramaya başlıyoruz.
Katılmaz mısınız?

Vakit Geçiyor

Babam vakit geçirdiğimi söyledi.
Vakit öyle de , böyle de geçiyor.
Başarıdan başarıya koşarken vakit geçmiyor mu?
Babam şurada hayır yapıyorlar, alıp gelsene diyor.
Hayır yapanların vakti geçmiyor mu?
İnsanlar gelip geçiyor.
Vakit gelip geçiyor.
Ömür geçiyor.
Annem de geldi geçti.
Ona söyleyemediklerimse gelip geçmiyor.
Ona sarılmadığım anlar hep benimle.
Onu merdivenlerden indirişimiz,
Hastalıkla mücadelesi,
Bakışlarındaki masumiyet ve kırılganlık,
Hep benimle.
Kendimi geçip giden ömürde kaybettiğimde,
O hep benimle,
Ve beni sarsıyor.
Beni kendime çağırıyor.
Akıntıdan sıyrılmam için bir sevgi dalı olup,
Beni vakitsizce çağırıyor,
Tekrarlı sıradanlığın dışına.

Tanrıyı Hissetmek

Masanın üzerindeki ellerim hala genç.
Aynı ellerin üzerinden otuz yıl geçtiğinde,
Kalbim kaç kez attığını unuttuğunda,
İyi günde, kötü günde, yitirilen son nefeste,
Yazdıklarım benimle mi olacak?
Beni çekip alan düşünceleri,
Kim çekip alacak?

Tahta İskelede Bir İskemle

Buyrun oturun lütfen,
Kendini anlamaktan aciz,
Adamın iskemlesinde.
Sakın ha aşık olayım demeyin,
Kendisine.
Güzel bir bayana benziyorsunuz.
Hata edersiniz.
Kapılırsanız dehlizlerde,
Acıklı sesine.
Kendini anlayamadığı gibi,
Sizi de anlamayacaktır.
Kim oluyorum da, ahkam kesiyorum sizce.
Güzellerin koruyucu meleği,
Hiç değilim.
Sadece onun korkularıyım.
Hemen yerimi veririm,
Her gelen bayana nazikçe.
Sormadan edemeyeceğim.
Ne buldunuz boş iskemleden,
Ve bendeniz korkularından başka.
Önümüzde uzanan denize aldanmayın.
Gece ve yıldızlar sizi yanıltmasın.
Ağaran günde pişman olursunuz,
Gerçekler belirdiğinde.
Neden bir tek iskemle,
Hiç dikkatinizi çekmedi mi?
Siz varken, o içindedir.
Gecedir,
Yıldızlardır,
Denizdir,
Korkulardır.
Gerçek olan, iskemlenin yalnızlığı
Ve öyle kalacağıdır.
Derin dehlizlerde.

Sevgi

Çılgınsın bir at gibi,
Nereye koşacağını şaşırmış.
Deli dolusun.
İçindeki vadide,
Ağlar gibi dört nala,
Hüzünlü bulutlarla yarışıyorsun.
Ağlar gibi koşuyorsun,
Gem vurulmuş duygularınla.
Kan çiçekleri açıyor ardında.
Sen tükenmek istercesine,
Kopuyorsun,
Seni yakalamak isteyen yerden.
Hırçın ve terli,
Şahlanıyorsun bir kabustan.
Acılarınla mı kaçıyorsun?
Acılarından mı?
Yoksa kamçılı yelelerinden mi?

(…Geçmişimden, ne zaman yazdığımı tam bilemiyorum. )

Sen de Yanıl

Şiir bir yanılgı,
Gerçeğin yanıldığı aynada.
Hayattan kopanların kendini gördüğü,
Ve kaçamadığı bir görüntü.
İş bir gerçek, gidip gelinen.
Yaşamaya gelince,
O da bir yanılgı.
Duygular gerçek.
Yansıma,
O da bir yanılgı.
Mavi bir kumda sıcak bir uzanışla,
Tükenen herşey,
Yanılgıya boğuluyor.
Pazartesi olduğunda,
Kravatını takan,
Takım elbiselerini giyen yanılgı,
Gerçek oluyor,
Aynada traş olurken.
Kendini görüyor.
Yanılgıyı, kopuşu.
Sokağa çıkarken,
Ceplerini yokluyor.
Bulabilir miyim diye,
Mavi kum tanelerini.

Sen de yanıl.
Sev beni.
Bir gün çıkarken,
Bir avuç mavi kum tanesi
Bulduğunda gel yanıma uzan.

Mor Ötesi

Gecenin derinliğine çarpıyoruz.
Hafif bir ışığın okşamasıyla,
Gerçek ne kadar gerçek?
Ellerim ne kadar gerçek?
Gözlerimi kapadığımdaki akışkanlık,
Ve mor güneş,
Ne kadar da gerçek.
Gecenin derinliğinde savruluyoruz.
Yağmur taneleri açıyor kaldırımlarda.
Su birikintilerindeki aksim,
Ne kadar da gerçek.
Ayaklarımı aldım gidiyorum.
Gökyüzünü açmış,
Adımlıyorum zamanı.
Geçmişim sırtımda,
Pencere sağnağında,
Atıyorum kendimi sokaklara.
Gözlerimle karşılaşıyor karmaşa,
Aleviyle sarıyor duygularımı,
Bedenimden kurtulmak arzusuyla,
Yumrukluyor içimi.
Haykırıyor içinde olduğum hayata,
Yağan yağmura,
Mor güneşe,
Su birikintilerinde boğulan aksime,
Ve ceketimden sızan gölgeme.

Gerçek ne kadar gerçek?
Sen ne kadar gerçeksin?
Ağaçlarda artık sen açmıyorsun.
Boynumdan içime sızan damla,
Bana ihanet eder oldu.
Gerçeklik aldı başını gidiyor.
Göz kapaklarım aralandığında,
Güneş sararıyor.
Hayat akmıyor.
Sadece yansıyor.
Sen akmıyorsun.
Sadece yansıyorsun.
İçime çarpıp savruluyorsun.
Güneşin dokunuşuyla kaçıyorsun.
Sıcaklığını toplayıp gidiyorsun.
Bir bavula doldurup kalıntılarımı,
Gidiyorsun,
Su birikintisindeki aksinle.
Gidişin de gerçek,
Belirişin de.
Titreyişin, ağlamaların,
Üzüntülerin,
Ve mor güneşin.
Gerçek ne kadar gerçek?
Ve sen,
Ne kadar gerçeksin güzelim?
Gidişin ne kadar gerçek?
Gözyaşların ve yağmur damlaları,
Ne kadar?
Söyle, ne kadar gerçek?
Akıp giden pencereler ve şehir,
Sabah beni bekleyen işim,
Bilgisayarım,
Akşam eve dönüşlerim,
İçimdeki fırtına,
Ve bakışlarındaki dinginlik,
Bedenimde eriyen sarsıntın,
Kaçışın,
Kaçışın,
Ve geriye gelmelerin,
Ne kadar,
Söyle ne kadar,
Gerçek
Mor ötesi sokaklarda zaman
Gözlerinde bitiyor,
Gerçeğin eşiğindeki yanılgının,
Kollarında bir yağmur tanesinin rahatlığıyla.

23/10/1999

Kendini Arayan Adamın Defterinden

Bir el olup tut götür,
Beni hayatın yollarında.
Bir dokunuş ol,
Düşlerimde geceleri.
Bir öpücükle mahkum et,
Beni kendine.
Hayallerimde.

Bir umut kaybettiğim,
Br acı leke kalbimde.
Kendini arayan adamın,
Sokakları hayat,
Evimi bulamadığım,
Herkesin yabancı olduğu kentte.

Kayıklar ve Yakamoz

Bana sevdiğimi getirin,
Kayıklar ve yakamoz.
Bana sevdiğimi getirin.
Acımayın benim gibi yalnızlara.
Süzüln içime,
Sevdiğimle sessizce.
Yalnız değilsin deyin,
Artık bu gece.

Gölgeleri Utangaç İçimden

Mum ışığı hiç sıkılmaz mı sarıdan,
Yalnızlığından?
Tükenirken titrer durur.
Kifayetsiz ateşinde.
Soğuk bir karanlığa isyankar,
Gölgeler toplanır etrafında.
Dans ederler alay edercesine,
Mumla kendilerinin de,
Yok olmakta olduklarınn
Farkında olmaksızın.
Sevşirler
Onun romantizminde.
Ne gölge siyahtan vazgeçebilir,
Ne de mum ışığı sarıdan.
Birlikte var olup,
Birlikte tükenenden,
Sıcak bir çabadan,
Arta kalan geceden,
Gölgeleri utangaç içimden.

Gece Kızın Omuzları

İçimde yeşeren ekinle
Yarını beklerken,
İzmir Kordon’da,
Yüzler tarlasında Tanrıyla,
Dans ediyor çılgınlık.

Kaldırılan kadehlerde,
Kahkahalar karışıyor,
Yitirilen sessizliğe.

İçimde oturan ben,
Dalıp gidiyorum.
Bir kızın çıplak omuzlarında.

Kayboluyorum,
Dışarda yağan yağmurla.

Bir barın köşesinde,
Savruluyorum.

Gece,
Kaldırılan kadehlerde.

Aklım,
Kızda.

Sarsılıyorum.

Aheste,
Kafeste,
Gönlümce.

Tanrı nice,
Her sevişte,
Sevilişte.

Omuzlarında,
Yarını beklerken.

18/04/2002

Cam Adamın Çiçekleri Hayat

Bir çiçek,
Cam gibi,
Düşündüğünde.

Bir kız,
Cam gibi,
İçinde.

Bir cam,
Cam gibi.

Bir cam,
Bir çiçek,
Bir kız.
Hayat gibi.
Kırılgan kalbinde,
Keskin hislerinle.

Cam parçaları,
Taç yaprakları.
Anlar,
Anılar,
Yapboz gibi.
Seninle dağılan,
Parçalanan herşeyde.
Hep aynı soruyla,
Yağan yağmurda.
Pencerelerde,
Şehirlerde.

Seviyor,
Sevmiyor.
Seviyor,
Sevmiyor
Seni gece.

Buruk Bir Tebessüm

Annem resminde hiç ölmemiş gibi gülümsüyor.
Hafif bir tebessümle onu kucaklıyorum.
Gözyaşlarım düşmekten korkarcasına,
Sarılıyorlar bana sıkıca.
Ben de anneme,
Özlediğim sesine.

Ne kadar erken terk etti.
Hayallerini, bebeğini.
Ansızın gitti.
Öykü bitmeden.
Ansızın çarptı beni hayata.
Ansızın küstürdü anları,
Yaşamı.

Düşmemek için sarılıyorum sana,
Resmine,
Ve geride unuttuğun sevgine,
Gözyaşlarıma.

Hepimiz düşmekten korkuyoruz,
Senin boşluğunda.
Sarılıyoruz hayata,
Buruk bir tebessümle.
Öykü bitmedi anne.

Benimle Dans Eder Misin Hayat?

Şekillerin dansı,
Yapışıyor bilincime.
Kaynaşıyor renkler, üçgenler, eğriler.
Yabani ot olup uzuyorlar,
Güneş olup, beden olup,
Eriyorlar sıcaklıkta.
Sarının eli mavinin omzunda.
Yeşilin eli kırmızının belinde.
Mor bir öpücük konduruyor,
Dörtgen çembere.
Karmaşa dinleniyor kanepede,
Elinde gazetesi,
Sakinliğin keyfini çıkartarak.
Kahvenin kokusu tütüyor,
Gözümde.
Sarhoşluğun, girişimlerin saldırısında
Don Kişot birasıyla koşuyor
Renk değirmenlerine.
Diz çöküyor,
Gerçeğin kapısında,
Kendi içinde.
Şekillere benimle dans eder misin diyor.
Benimle dans eder misin hayat?

Aldırmazsan

Uzandı yanıma,
Sevişmeksizin.
Bense aldırmıyordum.
Acılarımı topluyordum,
Gidecek gibi.

Yanımdayken çıplaklık,
Ben düşüncelerimde giyiniyordum,
Gidecek gibi.

Geceyi sarınırken,
Sırtımı dönmüş,
Düşlerimdeki kızın
Ayaklarına dokunuyordum.
Döndüğümde,
Yalnızlığım vardı.
Bu gece de sende kalacağım dedi.
Aldırmazsan.

Acı Çekenlerin Destanı

Acı çekenlerin destanı hep hoş gelmiştir kulaklara.
Ezdikçe suyunu çıkardığımız duygu bağlarının üzümleri,
Tanrıyı ve aşkı arayanların kadehlerine dolmak şevkiyle,
Atılmışlardır ileri, büyük bir hevesle.

Acı çekenlerin destanı böyle başlar.
Bazen bir annenin mezarının başında.
Bazen bir oyunda, kendisini iten küçük kızın bakışlarında.
Düşlerde devam eder.
Bir tahta iskelede, yalnız bir adam olur.
Bir barda çağdaş bir yalnız.
Bir isyankardır, tüm cezalarının bilincinde,
Terk edildiği aşklar sonrası.
Bir tövbekardır, günahları öncesi.
Arayışları gibi, sonunu getiremediği mısralarıdır.
Bir kız onu sevdiğini söylediğinde,
Kendini unutandır.

Acı çekenlerin destanında kaptan gemiyi en son terk eder.
Küçük bir çocuk alıp da okuduğunda,
Kendini arayan adamın seyir defterini,
Merak eder o Akdeniz’de kayıp iskeleyi,
Ve ardındaki kayıp şehir Atlantis’i,
Prensesini.
Tam o sırada, küçük bir kız onu iter.
Düştüğünde,
Görür gözyaşlarında gömülü gizemi.
Azgın sularda boğuşan gemiyi.
Ürperir bir anda büyümenin korkusuyla.
Kırmızı ayakkabıları ile dikilmiş kıza,
Canını yaktığı halde kızamamasına anlam veremez.
Niceleri gibi.

Acı çekenlerin destanında,
Birçok hikaye vardır.
Birçok kayıp.
Birçok Tanrı.
Birçok kız acımasız.
En son ayak sesleri terk eder iskeleyi.
Yalnızlık hissi bile yalnızdır artık,
O gittiğinden beri.

Bak gözlerime,
Benim adım Apollo.
Dolaşıyorum şehir şehir,
Arayarak kaptanın seyir defterindeki şehri.
Düştüğümde bulur gbi olmuştum.
Ama gururumdan ağlayamamıştım.
Sadece bir takım ayak seslerini duydum.
Düşlerimde,
Beni alsın diye yakardım.
Küçük kızın gözlerine.

2002'ye Bakış

Birgün gelecek yaşlı bir adam olacağım. Bir yerlerde oturup, düşüneceğim geçmişimi. Oturduğum yerde, bir gecede yaşlanmışım gibi mi hissedeceğim acaba? Sevinçlerim, pişmanlıklarımdan fazla mı olacak? Yalnız mı olacağım bakarken denize, bulunduğum kumsalda? Bir çocuk koşarak yanımdan geçtiğinde, yada iki sevgili el ele, içimde gökyüzü gürleyecek mi? Gözlerimin daldığı noktada, aklım hangi anıları yüzeye çıkaracak? 2002 nerelerde olacak? Bir ses bana dede diye seslenirse eğer, kendime gelecek miyim ironik bir şekilde? Kendime, geçmişime, kırdıklarıma, kaybettiklerime, korkularıma, eğerlerime gülümseyip geçecek miyim hayatı? Final Cut albümünü hangi hislerle dinleyeceğim ölümü aştığım her gecede? Balık yediğimde kedilere artanları verirken nasıl bir duygu içinde olacağım? O zaman da gelceğe dair mi yazıyor olacağım? Belki de sadece insanın dışı yaşlanıyor ve bir de pişmanlıkları. Ruhunda aynı duygular yürüyecek, koşacak, dans edecek ve de ağlayacak. Yıllar ve geçmiş de uzak olacak, 2002 ve o yılı yaşamış ben gibi.

Pazar, Temmuz 02, 2006

Sorma, Sensin Sessizliğim

Seni özledim göz kapaklarımın ardı. Beni, duygularımı, düşüncelerimi, hayatımı toparlamana o kadar ihtiyacım var ki. Bazen o kadar kalabalık ki beni karşılayan anlar, sende dinlenmeye gereksinimim var. Bugün dakikalarca resmine baktım. Sende kalana hapsoldum. Gözlerine işlenmiş yaşamı izledim seni bırakmayan özel bir ışıltıda. Dudaklarının kıvrımlarına inen yanaklarının dolgunluğunda bir tebessüm içime dolarken, düşüncelerimi boşalttım senin için. Düşlerime yerleştirdim sende açılanı. Seni zamanın ötesine taşıyan bu karenin parçası olmak arzusuyla yanıp tutuştum. Ancak bir resim anlatabilir seninle arkadaşlığımda aradığım duyguların ifade oluşunu. Kelimeler asla çizemez seni karşılayan bir anın arkeolojisini. Bazen seni sorularımda yoruyorum ya, sana bir resim gibi cevap veremiyorum. Biz cümlelerde kayboluyoruz. İçim bana da böyle sıcak bakıyor musun diye soruyor. Bense hiçbir dilde duymak istemiyorum cevabını. Bir buluşma gibi sıcak göz bebeklerinin zamana yaslanışı. Hatırlanacak o kadar çok şey var ki, dönüp bakacak zamanımız yok yalnızlık albümüne. Geçiveren çiçekler gibiyiz, kokumuz fani. Bir sokuluşa sızan sonsuzluk, sonu saklayan hayal. Tembelliğim dağınık. Bir serinlik hissi ile döndüm maviden. Suya teslim ettim bedenimi, sırt üstü bıraktım kendimi güneşe. Kum ayaklarımda sıcakken, sen bir fısıltıydın. Yaşamın güzel bir anına devrilmiş beyaz teknenin üstündeki, turucunun eşlik ettiği havluma uzanıp da, ufka baktığımda sendin sessizliğim. Zamanın acımadığı, sevgili annemden yadigar bir yazlıkta eşyalar da nasibini almış yıpranmışlıktan. Yine de güzel bir oyun alanı yaz. Hala konuksever geçmiş masalı, geleceğe kucak açtığı her anda. Ben dün senden dinledim gecemi. Ayakların ayaklarıma değerken, seni karıştırdım içime. Sıcak benden giysilerimi almış iken, senin tenini örtünmek istedim. Saçlarına bırakabilseydim sessizliğimi. Dudaklarında saklı kalsaydı cevapların. Boynumu sorsaydı nefesin, düşler sabaha açılırken. Sen bahçemdeki incir ağacı gibi uyansaydın armağanımda. Beni heyecanla açsaydın. Zamana saçsaydın beni ölmsüzlük tohumu gibi. Resminde yeşeren kokun beni büyülerken, ben bakışlarına yerleşmek istiyorum. Sende değerlenen, sana yakalananda korkularımı bırakmak istiyorum. Uçsuz bucaksız bir hayat meşgalesi, belirsizlikler içindeki bizleri tutuşturuyor. Ben senin gülümsemende aydınlanmak istiyorum iç tanem. Bir salkım gelecek sun, hayat sarhoşuna. Cennetin asmalarında mevsim senin gözlerin. Yalnızlık hasatı sıcaklığın. Taş seni sığdıramadığım gecelerimden gündüzlerime. İçime karıştığın gibi karış bedenime. Benden çıkart bulmak istediklerini. Derinlerim senin biliyorsun. Bazen sorumsuzca sevmek istiyorum günbatımını. Duygularımı takip eden Ege sahillerinde mantıklı olmak istemiyorum. Yarına çıkacak bir başka Pazarım. Seninle anlamlanmasını istediğim bir günde, kendimi kandırıyor olacağım başkalarının oyununda. Günışığım, seni kovalamak istiyorum oysa her anda. Seninle varmak istiyorum kızılca bir akşam masalının omuzlarına. Göğsünde, kalbinden dinlemek istiyorum bizi geçen saatlere aldırmayışımızı. Yeniden doğmuşçasına çıplak karşılasak hayatı. Kim hatırlar ele ele yüzdüğümüz bir masalı? Kim hatırlar bizde unutulan bir resmi? Biz unutulmazdan çalsak anları. Bizde yok olacağını bilsek de, gözümüz gibi baksak hayata. Ben sende biriktirsem her anını. Seven bir adamın günlüğü olsa seni anlata duran zaman. Yılların soldurduğu bir gül gibi saklansan yüreğime, itinayla, kırılmadan. Saatlerin içinden ayıkladığım ne varsa seninle sevgimde.Kalbindeki diyalogları merak ediyorum. Düşüncelerin sana neler anlatıyor? Benimle hiç paylaşmıyorsun sessizliğini, sende konaklayan zamanı. Kırmızı, senin de göz kapaklarında başlayan bir hikaye olmalı. Benim gecelerim seni arıyor dudaklarında.