İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Cumartesi, Ekim 21, 2006

Unutulsa Da Bu Dans Benim

Artık yastığa teslim etmeliyim kendimi. Yorgunum kelimelerden. Başımı bırakmak istemeyen bir gece. Koynuma sokulan bir yalnızlık. Üstümü örten müzikler bir anne şefkatince. Aynaya yansımakta olan, ardımda bırakacaklarıma sabah uyanacak mıyım? Odalarında kutulanmış insanlar her boyda gecelerine kaldırılmışlar. Geleceğe mi saklanmışlar? Geçmişe kıvrılmış uyuyorlar. Belki unutulmuşluklarından hiç kalkamayacaklar. Kelimelerin içine ne tıkıştırdın öyle yine, safsata mı? Hiç uyandırılmayacağını bildiğin cümlelerde mi çıkmak istiyorsun kendinden? Bu bir günaydın deyiş değil. Her iyi gecelerde, seni hatırlaması için can attığın günışığına muhtaçsın yüzünü yıkayabilmek için hayatta.

Haydi Kalbini Uyandır

Ne zaman açıvermiş apartmanlar, bahar mı geldi gündüzlerime? Gülümsercesine günaydın dedi sokağım, beni ilk kez görmüşçesine. Bugün bir farklı, sanki uyanmışçasına. Üşüme hissim yasemin kokulu. Deniz benim için harika bir sabah hazırlamış, ne martısı eksik, ne de rüzgarı. Bir uzağı, bir yakını varmış, masal bu ya, canı bu sefer de farklı başlamak istemiş güne. Ayak sesleri heyecanını geçmeye çalışıyormuş, binalar kaldırımlarla yarışırken. Kovalamaca hiç son bulmayacak gibiymiş. Bir hayat gibi çıkılmış yola. Göz dursa da, gönül koşmuş her açılana. Renkler manavı sormuş. Bakkal gazeteleri ayırırken, tezgah gelen geçeni ağırlıyormuş. Sabah telaşlı insanlar için hazırlanıyormuş ki, fırından kaçan sıcak ekmeğin kokusuna yakalanmış. Yol kenarında park etmiş araçlar oyuncak sepetinden çıkmış gibi dizilmişler. Her biri oldukça kendini beğenmişmiş renginde. Bir çocuğun elinden tutar gibiymiş hayat, büyüklere hoş geldiniz derken. Sanmayın "saçları deniz kokan (*) " hiç güzel kız geçmez bu sokaktan. Kelimeler yer ayırır sessizliğe hükmeden güzellere. Şimdi de kalbini uyandır bakalım.

Deniz Varsa Yalnızlığında

Deniz varsa yalnızlığında, uzağı senden iyi anlayan yoktur. Bakışlarında çekersin maviyi. Dalıp dalıp çıkarsın günbatımına. İçin konuşur, sen dinlersin. Yeter dese de, yetmez düşüncelerin. Sen martıya bırakmazsın gemilerini. Bir kızı takip eder gibi süzülürsün dalgalarla. İçine vurur Karşıyaka. Aldırmazlığa bir bilet almak istersin, elin varmaz. Uzakla hesaplaşır durursun. Serinliğe serpilmiş bir şehirde toplarsın bakışlarını. Dönmek gerekir gecenin eşiğinde. Boş kalan ellerin saklanmak ister ceplerinde, utanırcasına akşamı sarınan aşıklardan. Deniz uğurlar seni tek başınalığına, bir daha.

Can Pazarı

Seçmece bunlar. Gel vatandaş yaşa anı! Seçmece bunlar. Denize gel! Güneşe gel! Sevgiye gel! Gel, ne olursan ol gel!

...Sen de gel güzel kız.

Bir Varmış Bir Yokmuştan

Yeter ki sen beni hiç bırakma.
Yarın gelmezse diye de kafana takma.
Yeter ki sen çık gel geçmişten,
Bir varmış, bir yokmuştan.
Yeter ki beni al gözlerine
Yarın gelmezse diye de uzağa bakma.
Yeter ki ben gelene dek kalbinden çıkma.
Senin için derlediğim hayattan asla bıkma.
Yeter ki her gelişimde aç kollarını.
İçine koyduğun yürekle gözle yollarımı.
Yeter ki beni al sözlerine.
Yeter ki sen beni hiç bırakma.
Yarın gelmezse diye de kafana takma.

Satır Yorgununun Baharı

Satır yorgunu eller, hep yazan, hep yürekli
Nedense düşünceler beni bırakmıyor sürekli
Hala geçmişim yarınlarıma ekli
Belli ki, zaman daha etmeyecek beni emekli
Ne güzel gözlerin, baharım gelmiş çiçekli

Atı Alan Duyguları Geçti

Atın kendinde duramayışına sığmayan bir vahşilik var. Şahlanışına yakalanan, onunla yükselene basarken, kopuşuna eklenen zihin gıpta ediyor uzakları yakın kılan, hızına erişemeyen özgürlüğe. Güneş damlaları yelesinde, rüzgarla beslenen bu asalet doğasında göğe sevdalı. Günü keşfetme arzusunda koşuyor bir sabahtan diğerine. Gözlerinde kişniyor, içinde bir türlü tutamadığı hayatın canlılığı.

Buyurun dostlar, buyurun (*)

Her hikaye zengin bir sofra gibidir. İnsan tuzu, biberidir hayatın. Lezzet katar denize karışan güneş. Dmağda, damak tadı bırakır yaşamın gözlerden içilişi, derinliğince koklanılışı. Zamanın kaşığını daldırdığımız her anda, yaşam tutan elimizdedir heyecanı Halil İbrahim'in. Bu masalda çocuklara olduğu gibi büyüklere de yer vardır. Bir aile olur kelimeler, her zaman olmasa da geleneksel. Sindirimi kolay bir huzurla başlayalım, biraz sevgi uzatır mısnız?
(*) Barış Manço'nun şarkısından

Doya Doya

Tenin susadı mı bana? Dokunsam gözlerin anlatacaktı. Suskunluğuna işlediğin gecelerde, seni ziyaret eden düşüncelerimle baş başayım. Nefes alışlarıma bırakıyorum bedenimi, her yeri kaplıyorum içimin almadığı duygularda. Müzik ne de güzel akıyor Albinoni'nin çağlayan gönlünden. Dans edercesine dalıyorum, içimin çiçeklerinde renklenen kırlara özgürlük hissi uyandıran gökyüzü örtülü alana. Yıldızlar sabahı uyandırdığında ayaklarına değse yalnızlığım. Kana kana hissetsem seni. Soluğum kesilircesine, bir derin nefes alışla gelende, herşey çıplak ayaklarının yere basışlarında hatırlanmak istiyor. Gitme dercesine bir başını öne eğiş. Bir teselli yaşamak isteyiş. Bir teselli şehri aralayan eller. Pencerelerin ardı aşina. Evim kovalanan sokaklar. Bir çocuğun saflığında, gözlerince ışıldayan saklanmışlıklar yuva. Bulmak istercesine ellerim ceplerimde, dudağımda bir ıslık. Adımlarım göz kapaklarımın ardında, beni kayıp bir şehre götürüyor. Hayal meyal bir gezinti çizgilerini davet ediyor. İçimle oynayan bir kedi yavrusu gibiyim. Parça parça taşımışım kanatlarımda maviyi. Bir hayat örme çabamda biriktirmişim yığdığım anları. Geleceğe salıvermişim bedenimin heyecanını, uçarcasına. Düşüvermişim kollarına sevgilinin. Çıplaklığından bulutlar geçirip, gerçeküstü sanmışım titreyişini. Omuzlarına kanmışım, saçları göğüslerine dökülürken. Gülümsemesini ödünç almışım dudaklarından. Karnına vuran bakışlarımda bir gece doğacak gibi sancılı. Kasıklarında duramayan huzursuz kemikleri hiç de utangaç değil rehberliğinde. Diz kapaklarına inen bir düşle kaplı karşılanan. Bir elini uzatış kadar yalın sesleniş. Tenin hala sessiz.

Yakışırız İçimizi Uyandıran Sabaha

Biz duvarları kaplamasını severiz. Yaşamın uğradığı her köşede buluşuruz. Randevu veririz geleceğe, bir gün çıkıp gelmeyeceğini bilsek bile. Biz titremesini severiz denizin türküsünde. Biz içimize sızan rüzgarda saklarız yaşam pınarının fısıltılarını. Kalp atışlarımızla yoğururuz martılarımızın çığlığını. Biz diz çöküp de baktığımızda uzaklara, bir bakış gönlümüzü gözlerimizden kaldırdığında aşkla sarılırız konuklara. Biz unutulmak istemezcesine hatırlandığımızda yakalanırız anılara. Biz yaşıyorsak gözyaşı gibi süzülürüz mutluluktan. Damıtılmış bir güneşle sarhoş ederiz günü. Biz kendimizi kaybederiz zamanda, bir yürek sesimizi bulsun diye. Biz ıslanırız yağan yağmurda. Biz gönül damlalarını bırakmayız penceremizin heyecanında. Açılırız kuş sesleriyle yarışırcasına. Yakışırız içimizi uyandıran sabaha. Biz aşkla kaçarız andan. Biraz ondan, biraz bundan. Var ışığım sen de "oyalan". Biz geçiyoruz kendimizden. Gökyüzü şarabı gibi, yıllanan bir ufka batan günde kızıllığın doyumsuzluğunca yaşam, damarlarımızda sıcak. Gelip geçenlerin hikayesini anlatırcasına biz kızlarımızı kaplamasını severiz.

İçim Seni Kayıp Düşlerde Bulsun

Mahrem bir deniz mi gözlerin?
Beni biraz olsun saklamaz mı gizlerin?
Al da git, senin olsun.
Kalbimi bırakmayan bana cimri sözlerin.

Al da git duygularımı,
Gece hırsızı uykularımı.
Al da git içimin ürpertisini.
Sadece bana bırak gerisini.
Sabahım sensizlikle dolsun.
İçim seni kayıp düşlerde bulsun.

Hayat Oyunundan Sonra

Büyüklerin legosu kelimeler. Hergün oyuncaklarımı topladığımda derli toplu hikayeler "uslu" bir yazarın dağınık duygularından.

Gözyaşı Kardeşim Fulya'ya

Dostluğum sana haksızlık. Korkularımca dolu, cömert şefkatin bana haram. Kapımı çalışın, bir yolcunun yola çıkışı kadar yakın. Bakışın geleceği anlatır gibi anlayışlı. Bir sitem seçili kelimelerde benim için. Hayatları içlerince derin insanlarda gözlerin tercihidir suskunluk. Müzik olur paylaşılan, bir anlam seçer yalnızlığımdan. Anlaşılamamak oyununu oynarız birlikte. Şikayet etmeden kabul ederiz anları oyun bahçemize. Yıllarda demlenen bir söze doldurulan teşekkürü içen yürek, zamanı basamak yapar gözlerini, dinlemekten yorulmaz içtenliğini. Bir hediye almışçasına açar arkadaşlığını günlerim. Nice yıllara gözyaşı kardeşim. İçine hem hüzün , hem de sevinç koymuşsun sevginin.
Albinoni'nin ezgilerinde, beni hiçbir zor anımda yalnız bırakmayan, tanıştığımız andan bu yana yılları benimle aşan, bana herşeye rağmen katlanan değerli dostum Fulya'ya minnettarlığımı dile getirme çabasındaki kelimelerin buluşmasının doğum günü 21 Ekim'i kutluyorum. Aramızda kan bağı olmasa da gönül bağı var.

Ankara, Uzağın Başkenti

Mesafe, düşünce kilometrelerince. Ankara, uzağın başkenti bir kızı saklıyor gözlerimden. Birçok gerekçe var olabildiğince mantıklı. Hayatı duygulardan arındırmışız, içine yalnızlık koymuşuz. Gecelerimizi sabaha eklemiş, ömrümüzü pamuk ipliğine tutturmuşuz. Hala olabildiğince mantıklı geleceğimiz her an sürpriz yapabilircesine muzip. Bize sadece beklemek kalıyor günışığını.

İçin Isınsın Yarınlarına

Güneşe kendini sevdirmelisin, yalnızlığına saklanma. Çık oda hapsinden. Bırak seni baştan çıkartsın denizin mavisi. Uzaklara aldanma. İçin ısınsın yarınlarına. Suyla oynarken sabah, bir deniz kenarında karşıla günün ilk ışıklarını. Uyanmak isteyen kim varsa kalbinde günaydın desin sana.

Pembe Açmış Çiçeğimiz Beril

Maşallah dedirtiyor pembe açmış çiçeğimiz Beril, rengarenk gözlerinin duruluğunda. İçinin saflığınca kucaklıyor çiğ tanemiz gözlerimizi. Bir müjde gibi gülümsüyor. Kolların hiç bırakmak istemediği sıcaklık eriyor bedenimizde. Yıllar onu sevgiyle büyütmekte. Yürüme çabasında yollar onu gözlüyor olacak. Küçük elleriyle tutunmaya çalıştığı zamanla dostluk halini alacak. Sevildikçe açacak bir gelecek bugün kalbimizde misafir. Tüm aile onu sevinçle ağırlıyor. O da müteşekkir etrafa hayat saçıyor.

Çarşamba, Ekim 18, 2006

Tanrının Tozlarıyla Baş Başa

Geçmiş yazılarımdan, tarih atılmamış, muhtemelen 2003 yılında...

Bir öpücük heyecanla tırmanıp merdivenleri
Kapımı çalardı bir zamanlar
Göz kapaklarımı kapattığımda
Ruhumun koridorlarında bir sevgi dolanırdı

Kapıdaki öpücük
Kutsal merdivenler
Bir hayal kutusunda, çatı katında
Tanrının tozlarıyla baş başa

İkimiz De Camlaştık Sanki

İkimizde camlaştık sanki. Her an kırılacak gibi duruyoruz. İkimiz de soğuk, ikimiz de buzlu. İkimiz de ışığı seviyoruz, onunla oynuyoruz. Ama kıpırdayamıyoruz.

İnsan kültürünün ürünüdür.(*)

26/08/2003

Bırak Ağlarını Geçmişin

Bırak ağlarını geçmişin, acıyı çekme artık
Denizkızı yaşayamaz seninle, onu yakalamaya çalışma yazık
Bırak o düşlerinde yüzsün, mavi olsun
İçine rüzgarla dolsun

Sen istemezdin kırlarında o solsun
Bırak ağlarını geçmişin
Göz yaşlarını denize bırak
İçinle açılan bir yolsun
Sevgin ve ateşin ışığın olsun

Prensese Son Mesaj
O bana "birlikte güzel şeyler yaşamıştık ama geçti ve bitti, dahası da olamaz, eski Özge de çoktan soldu ve öldü, lütfen sen de değişmeye çalış, dünyamı karartma, kendine iyi bak" diye yazmıştı, 13,45'te. Ben ona bu son mesajı yazdım. Beni hiç sevmedi, hep yargıladı. Bana güzel kelimelerde hep cimriydi. Tahtta bir devrim şart. Sevgiyi hak edene vermeli.
31'11/2003

Bir Yıl Daha Terk Ediyor Beni

İçimi neden saklarım ki senden
Dokun isterim yanağıma
Bakışlarımı kaçırışlarımda ne anlarsın
Aldırmazlığını alıp gidişinde
O gururlu yürüyüşünde
Bir hayatı benimle yürür müsün diyemeyişimde
Senin için değerli olanı kıskanırım
Sen de bilinmeyen olacaksın
Niceleri gibi
Ben de yalnızlığın geceyle karışması
Hep aynı şehir, hep sıra sıra ışıkları
Sahile sarılışında deniz, aşk, sessizlik
Bir yıl daha terk ediyor beni
Kalbimdeki kızlar kadar acımasız

10/12/2003

Gözler Ona Dokunuyordu

Elleri cebinde çıktı kalabalığın arasından. Gözler ona dokunuyordu. Kaldırım eşlik etti düşüncelerine caddeye kadar. Gelincik tarlası gibiydi gece.
10/10/2006

Varmak İstercesine

Göğe hırçınlık mı öğretiyorsun?
Seni tutamayanda özgürlük
Kızıllığınca sokuluyor ufka
Heyecan tuval oluyor aşka
Bir vapur gözlerinden geçiyor
Varmak istercesine

10/10/2006

Ne Güzel De Kandırıyorsun

Ben, gözlerimin içinde dondum kaldım. Şehre, içinde bulunduğum saatlere yakalandım. Kıpırdayamıyordum, gece beni bırakmıyordu. Hafif bir titremeyle rüzgarı kokladım. Ne varsa gelen içime çektim. Geçsinler istedim, geçsinler. Yerimi vermek istemezcesine inatçı, olduğum yerde dokunulmadan. Bir ses beni yaşatan. Çal bana içimi. Çal parmaklarınla ne seçebiliyorsan duygulardan. Haber sal ölüme, gelemiyor diye. Gözlerimin vardığı yerde buluşalım seninle. Beni kucakla bakışlarında. Kalbin koşarcasına çarpsın. Saçların savrulurken, boynuna sızan sokak lambası ışığında unutulacak ne varsa yaşansın. Artık bir adım daha yaklaşabilirsin. Etraf olanca hızıyla kaçıyor. Sen yıkılıyorsun dalga dalga içime. Gözlerimi kapatıyorum. Dinlerken gelişini sende uyanıyorum. Kokunu omzuma gömdüğünde, yiten ne varsa şehirde. Seninle bitiyorum inatçı. Kollarımda...
10/10/2006

Düşmanca duygularla uyanılmayacak kadar güzel bir sabah. Seviş benimle!

10/10/2006

Müsvette Bir Sabah Daha, Ne Yazık!

Sen Göz Yaşlarına Bile "Sahip" Çıkamıyorsun

Şaka Gibi Geliyor Ölüm

Göğsünün inip yükseldiğini görmek, yaşadığını hissetmek bile büyük bir mutluluk. Ancak bir gün gelecek, bizleri terk edecek. O günün yakın olduğunu bilmek acıların en kötüsü.

Annemi unutur muyum diye korkuyorum, kaybetmekten korktuğum kadar.

Ağlamak onu geri getirebilir mi?
Sarılmak ona olan özlemi dindirebilir mi?
Şaka gibi geliyor ölüm.
Yakın bir zamanda tükeneceğini bilmek mum gibi.
Şaka gibi geliyor.
Ama bu gerçekle yaşıyoruz.
Yaşamaksızın yaşıyoruz.
Gün sayıyoruz.
Gelecek gelecek ve annemi alacak.
Ve geriye yalnız onun boşluğu ve hatırası kalacak.
Ne bir sıcaklık sarılacak.
Ne de bir anne yaşanacak.

30/05/1998


Bu yazıyı kaleme aldıktan bir hafta sonra 7 Haziran 1998'de annemi pankreas kanserinden kaybettik. Sanki içime doğmuşçasına yazmış olduğum bu yazıdan sonra aramızdan ayrıldı. Şaka gibi geliyor ölüm. Ölümü aşarcasına çıkılan her sabahta,

Allah rahmet eylesin!

Bir avuç zamanın var
Günün ilk ışıklarıyla
Yüzünü yıkayabileceğin
Gençlik akıp gidiyor
Aynaların şahitliğinde
Her sabah
Saatler, dakikalar, saniyeler
Parmaklarının arasından sızıp giden
Ve bir serpinti
Bir serinlik hissi
Arta kalan
Ve bir de yalnızlığının aksi

18/05/1997

Kimsin sen?

Sokak lambasıyla arkadaş
Pencereden dışarı bakan
Zamana uzanmış elleriyle
Hıçkıra, hıçkıra umutsuzca
Ben kimim diye soran kalemiyle
Sessizce yok olan
Yalnız ve korkak
Gençliğini savurganca harcayan
Sefil, uyan!

Sesler ve gölgeler
Ağaçların peşi sıra
Koşarak kaçılmıyor
Sokaklarda hep beni kovalıyor
Aklımda, yatağımda takipte
Sinsice sokuluyor koynuma
Kulağıma uzanıp hep aynı soruyu fısıldıyor
Kimsin sen?
Ve neden varsın?
Dalgalar kadar hırçın
Rüzgar kadar özgür
Dağlar kadar engin
Sabah kadar umutlu
Gece kadar gizemli
Su gibi ağlamaklı
Kimsin sen?

18/05/1997

Neden Günü Kaçırdık?

Bir domatesin tadında
Doğranmış maydanoz kokusunda
Tüm rahatlığıyla uzanmış denizin omzunda
Güneşle kol kola
Yaşamak varken
Neden günü kaçırdık
Neden pencerelerin ardında
Zamana mahkum ettik kendimizi
Neden?
Gardiyanlar bedenimi ziyaret edip
Hapsolmuş ruhuma kahkaha kahkaha acı serpiyor

18/05/1997

Trenler dolusu mutluluk kalkıyor
Her yüzde bir insan saklanmaya çalışıyor
Kimi yorgun adam gibi yapıyor
Kimi neşeli maskesini takıyor
Bense gözlerimdeki çocuğu sobelemeye çalışıyorum
Kaçmadan, mutluluk trenindeki gizemli vagona atla
Ve bir rol oyna
Penceresinden el salla geçip giden hayata
Güle güle diyen dışarıdakilere uzan
Ve kaçırdınız de
Kaçırdınız hayatı
Tren içindeyken de kaçıyor
Nereye gittiğini bilmeyince

...

Yazdıklarımdan hiç hoşnut değilim.
Düşüncelerim sızıp gidiyor.
Elekle su taşımak gibi düşünceleri yakalamak
Ne yapsam?
Yazmasam, sadece düşünsem ve yok olsam.
Yoksa bu kendimden hoşnut olmadığım için mi?
Her neyse...

18/05/1997

Herşey Bir Çiftte

Bir çift elde
Bir çift gözde
Bir çift kulakta
Bir çift insanda
Herşey bir çiftte
Bense bir çitte
Yalnız dolanan
Hırçın bir at gibiyim
Hayatım
Boşa atılan bir çifte

18/05/1997

Anların Peşi Sıra

Bir kapı ve ötesi
Yaprak hışırtıları
Ve karanlık
Sessizliğe gizlenmiş bir ses
Ve ben
Uzanıp gidiyoruz
Zamanın bizden çaldığı
Anların peşi sıra

18/05/1997

Renkler Seni Çağırıyor Dostum

Gelecek geçmişe karışıyor
Daralan zaman içinde
Bir hayat var olma çabasında
Renkler seni çağırıyor dostum
Koş denizin mavisine
Sımsıcak güneşin sarısına sarıl
Yeşili kucakla sımsıkı
Fırçanla boya kendini
Kimliğini karala
Anlamsızlığa anlam
Anlama anlamsızlık kat
Karışık olan aklını
Karıştır yeni renklere
Ve unut maviyi
Unut kendini
Sarı neonlarla uyan
Beyaz yorganında öl
Özgür olmadığın doğanda
Resimler yap
Onları şöhret için hücrele
Alkışlar arasında
Neonlar altında
İşte anlam naraları at
Kendimi buldum diye
Resimler sat
Satabildiğin kadar değerlisin
Sat anasını sattığımının dünyasını

18/05/1997

Çarşamba, Ekim 11, 2006

Yoksa Sen Değil Miydin?

Ayak seslerinde çoğalan bir şehirde, sokağın başında heybetlice dikilmiş bir apartmana baktığında, ışığı kendinde insanlar ne yapıyorlar acaba diye düşündüğünde adımların seni sürükler sıradaki bekleyişe. Geçer gidersin sessizliğinden gelip geçenlerden. Hızlıca yakınlaşır heyecanın. Başı önüne eğilmiş bir hikaye daha kaybolur uzağında. Yüzün nasıl unutuluyorsa, hatırlayamayacağın bir hikayeye karışırsın gecende. Kelimeler yeterli midir anlatmak için? Anlatılanda biriken, dizilişinde ne bekler geleceğinden? Merdiven boşluğunda elin ışığa vardığında üzerinde sadece elbisen mi vardı? Tenin güneşi Akdeniz kıyılarında mı bıraktı? Çıktığın her basamakta düşünceler seni var olduğun bilincine mi taşıdı? Kalbin çarpıyor muydu coşkuyla? Yoksa...evet yoksa sen varsın. Haydi denizin mavisince uzanalım.Göz kapaklarımızı hayatın seslerinde bırakalım.

Sözlerim Sevgilim

Her ekranı olan insan gömülmüş tek başınalığına. Kahvehaneler değil, internet kafeler toplamış gençleri. Benim de hissem var bu yalnızlıkta. Sanal mandrada bağlanmışız internete. Ne şehir gözlerimde, ne de sevdiğim. Sözlerim sevgilim. Sanki kırılacak dilimden düşürmüyorum.

Yarın Ver Bana, Biraz Daha

İftar vaktiydi, TRT 1'de bir vapurun güvertesinden yayın yapılmaktaydı. Akşam tüm güzelliğiyle boğazda ağırlanırken ışığın sarıverdiği kıyılarda İstanbul bir başka güzeldi. Gerçeğini bağrına basmış masalsıydı. Gözlerim hayatın değerini anladı. Günün yorgunluğunda geleceğin belirsizliğini taşıyordum. İş başvurularında bulunmuştum. Benim de döndüğüm bir gecem var. Benim de içinde kendime hayat sakladığım sokaklarım var. Zihnimi açtığım uzaklarda yakaladığım bir şehirde içime vuran ne varsa kelimelerle, bir internet kafede. Kulağıma çalınan Nirvana'nın Unplugged albümünden ezgilerde nerelere uzandım bir bilseniz. Rüzgarı bırakmak istemezcesine, bir üniversite öğrencisi isyankarlığınca bıraktım kendimi ODTÜ'den içimde kalana. Çimlere yayılmış zaman savurganlarının güneşi sevmelerince özgür aradım tadını geçmişin. Yarına uyanacak gibi açacağım kapımı. Kelimelerden bir kale yaptım anlatmak istediklerime. Yıkılacağını bildiğim bir kumdan inşa ettim cümlelerimi. Denize yakınlığınca mutlu şehirleri hiç bırakmak istemedim. Bir arabanın içinde damarda duramayan kan gibi sıcak caddeleri müziğin çekiştirmelerine bıraktım. Akıp gidende ne söylediğimdeydim, ne de söylemekten aciz olduğumda. Suskun bir şaşkınlık olmak istedim hayatın bana vardığı her noktada. Sustuğumda yargısızdı dudaklarım. Sustuğumda sen dolduruyordun gönlümü. Bakışlarımı var eden güzel şehirlerde kendimden geçerken, sen akşamına almak istemez miydin bir gözlerini kaçırışı? Kapı çalındığında bir şehri boşaltmak istemez miydi gözlerin? İçeri girmez misin derse dakikalar, ne anlatmak isterdi yüreğin? Kulak ver dansa kaldırdığın ezgilere. Gönül ver seni uyandıran sabaha. İçinde yalnızlık varsa, haydi kalk gidelim bizde başlayana. Gözlerimizi kapadığımızda esintinin dilinde yaşadığımız anları çekelim denizden. Yaşlanırken göze gelelim. Zamanı harcarken geçmişi biriktirmeyelim. Yarın ver bana, biraz daha.