İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazartesi, Şubat 26, 2007

Göze Alsan Da

Bakımlı ve hali vakti yerinde, belli ki hedefleri var ya da öyle öğretilmiş. Dikkat çektiğinin farkında ve buna alıştırılmış pekişmiş memnun olma halinde. Çekici olduğu duygusunu özenle taşıyor bir sonraki durağa. Ben bakışlarından Konak'ta iniyorum. Yeni bir haftaya vapur açık bir havada yaklaşıyor. Göremeyecek kadar alıştırılmış olmak zor gelmiyor mu Karşıyaka'ya. Şık mahkumların marka parmaklıkları kadife gibidir. Esaret zamanla sevilir. Gözlerini kapayan dur der dışına, içine dayanan dünyaya. Gözlerini açtığında içinden geçirdiği ne varsa gülümser rüyaya.

Pazar, Şubat 25, 2007

Zaman Temizliği

Neden yazıyorum diye kızsam da kendime, aradan yıllar geçtikten sonra bir zamanki hissettiklerime döndüğümde o zaman içinde bulunduğum duyguları o duygulardan çıkmış iken değerlendirebilmek bir başka deneyim. Bu düşünceler, bu kelimeler benim mi diye sorduruyor bazı hislerim. Yaşanmış da olsa bir duygu, esaretinden kurtulunulmuşsa asla o zamanki gibi dile gelmez yıllar sonra. Kelimelere hapsolan insan değildir sadece. Bir başka duygu anahtarı olur yalnızlığın. Özgürleşen bir başka hikayeye esir düşecektir. Şu anda dinlemekte olduğum "Nazende Sevgilim Aklıma Düştün" parçası eşliğinde kalbimin tavan arasından öyküler çıkardım gece vakti. Yaşamla kol kola hep açık yürekli bir insan oldum. Hiçbir zaman sansürlemedim yaşanmışı. Durduğum noktada anlaşılamamak pahasına da olsa dilime gem vurmadım. Vicdanıma yer verdim aşkta. Neden yaşıyorum diye sorduğum her anda, yılsam da sevgi benim kelebeğim. Anlamayacaklarını bilsem de anlatacağım. Sözlerin kırılıp dökülmüş sen neden toparlıyorsun. Geleceği geçmişe süpürüyorsun.

Tarihi Olmayan Duygular

Derin derin nefes alıp verdim. Gözlerimi kapadım ve kayboldum. Bir süre sanki yoktum. İçeri bir kız girdi, yüzünü seçemiyordum. Yaklaşsın diye bekledim ama yaklaşmadı. Zaman içinde uzaklaşıp gitti, içime girdiği andan ötelere. Bekliyorum. Kimi, kendimi mi, yoksa beni sevecek birisini mi, ya da her ikisini de mi , sadece birisinin yeterli olduğunu bile bile.
Bizim sokakta ne çok ses var. Bizim sokakta hayat var. Hala içimdeyim. Uzaklarda seslerin çağrıştırdığı arabaların geçtiğini hissedebiliyorum, eğer muzip biri motor ve korna seslerini kaydetmiş , müzik setinde dinlemiyorsa.
Masamdaki bir not gözüme ilişti, bugün yazdıklarımı, kendimi toparlamaya karar verdim ama yine erteledim diye. Duş alıp bir öğleden sonrasına çıkacağım. Artık yazmak istemiyorum. Biraz yaşamda sahneler toplayayım, şehir metrosunda farklı yaşlarda, cinsiyetlerde, kıyafetlerde, düşüncelerde insanların arasında olayım, düşüncelerimi okuyamadığını bilmenin rahatlığı ile insanların yanında durayım ve onları kendi dünyamın oyuncuları yapayım. Hayatın beş dakikasını bilinçsizce paylaşalım ve ben çıkıp gideyim bir daha rastlamayacağım ya da rastlasam da hatırlamayacağım yüzlerin dünyasından. Onlar da yüzlerini alıp gitsinler başka mekanlara. Bir tercih olmaksızın sıralanmış insan damlacıkları ile metronun ağzından şehre akayım, kendimi fuardaki ağaçların altına atayım ve kendimi başka bir gözlemcinin kahramanlarının toplandığı, hayata dair bir oyuna ve repliklerine bırakayım, içimde daha önceki günlerde kitap okurken üzerime pisleyen kuşun kaygısıyla. Akşam olunca da, tamamı ile yabancı olmasa da , sadece bir dansın paylaşıldığı yüzlerle bir araya gelip, merhaba tango melodileri diyeyim. Sonra da geceye , bir başka günün uğurlanışına döneyim, metroyla şehrin damarlarında insanlarla akarak, çarpışarak, bir tercih olmaksızın sıralanmış yüzlerle.
Şu anda şehir ne çok düşünüyor ve ne çok konuşuyor. Ne kadar çok şehir var. Birbirine karışmadan akan insanlar ne çok. Aynı dili konuşan yabancılar ne çok. Olasılıklar ve açılımlar ile yaratıcı bir enerji serseri bir şekilde dolanıyor. Gülümsememi alıp da çıkıyorum hayata. Başka izlenimlerde buluşmak üzere.

Kime yazıldığını arayan satırlar-yalnızlığımdan arta kalanlar...

Yalnızlık olarak atan yüreklerin öyküleri kitap olur kavuşamayanların içsel kütüphanelerinde. Kaç geceyi sıraladığını yorgunluktan unutmuş düşünceler, zihnin yanılsamalar üretmedeki çalışkanlığına şaşar. Gecem olmayacağını bile bile, gitmek yine, düşüncelerde ayaklarının bastığı yere. Dolaşmak hayal denizinde iç gürültülü imgelerin belirip kaybolan aydınlığında. Arada sevimli bir kedicik dolaştırmak, yalnızlık kütüphanesi koridorlarında, küçük bir huzuru içe davet etmek istercesine . Bir kedi gibi sevilmenin yoksulluğu özlenen sırnaşıklık, şımartılma.
Tercihler yalnızlığı çizen bir kalem. İçine sınırlanmış bedenler akışkanlığını arayan su gibi kabında durgun kendini unutuyor. Affedilen hırçınlığında imkansızın belki de o çağıltılı nehir ile bilinmeyene gitmek isteği yılların dinginliği. Bir küçük şarap kadehinin kırmızısında paylaşılabilecek sevgileri görmek, bir elin onu en güzel şekilde tutabileceğini yaşamak bakışın anı yakalayışında. Yalnızlık ise eve dönüşlerde Şirince’ye sarılmış güzel olanı sadece bir odanın duvarları arkasında tek başına yaşıyor olmak. Yeşilin gözlerden kopuşunu uzaklara bir içten dokunuşta buluşturamamak. Özgür bir çocuksu uçurtma olamamak seni maviye salan, sevgilinin seni bırakmayacağım diyen ellerinde. Yoldaki simitçileri , dolmuşları, bankları, ağaçları , kaldırımları, hayatı bir heyecanın içinde aşıp gelsin istedi kalbin. Onun yalnızlığını doldurmasını istedin, yazdıklarını dokunuşlarla değiştirmek. Bir sıcaklığın akışına zamanı sığdırabilmek. Unutmayı ve unutulmayı öğrenebilmek. Kelimelerinle ancak yalnızlığını yazabiliyorsun. Genişlemeyen sınırlarında içine doldurduklarınla daralıyorsun. Bir sevgi seni dağıtsın , saçsın istiyorsun. Bir çarşafın kıvrımları gibi dağınık ve özgür seni toplamasın. Sana sızsın, uzansın, dağlarla nehirlerin hayata sürünüp geçişlerinde coşkulu hikayelerini büyülü bir şekilde anlatsın. Bir gecenin ardından güneş gibi seninle uyansın. Sorumluluklarını giyinip gidişinde bil ki gece ve gündüz gibi dönecek yine sevgine sevgisiyle. Bil ki gidişinde bile özlem var. Bil ki güzelliğinde dönmesini istiyorsun kapının ardında kaybolan hatlarında, yalnızlığında arta kalanlarda. Ne zamandır imgelerinden uyanamıyorsun. Gece gündüzleri, gündüzleri de geceyi yaşamak alt üst olanların trajedisi. Gerçek ile gerçek üstünün dansında farklı bir dili konuşuyor olmak, anlayıp da anlamamak istemek. Ağlar gibi sokaklar seni çıkaramadıkları için sevgilere. Şehir milyonların sırlarını paylaşıyor. Çöp tenekelerinden atlayıp koşuşturan sokak kedileri ile paylaşıyorum dönüşlerimi yinelenen gecelere çıkan merdivenlerin başlangıcında. Birkaç merhaba, iyi akşamlar karışıyor içimdekilere. Ayak seslerimde geçip giden anlarımı geçiyorum. Adım adım yaşlanıyorum düşüncelerimde. Dinlediğim iki yabancının şarkısı aşk bir bakış kadar uzaklıkta derken ben duvarlarıma gülümsüyorum. Bir arkadaşım, Ferit yalnızlık senin tercihin demişti. Ah, şu tercihler. Dünyanın en tehlikeli ve zor oyunu doğumla ölüm arasına sıkıştırılmış. Pişmanlıklar, hayıflanmalar, keşkeler olan tercihler. Tercihler gerçek hayatın kelimeleri. Yazılacak olanlarla, ve silinemeyenlerle bir yaşam öyküsü kendince, becerebildiğince yazılan. Küçük bir deniz kabuğunu içindeki denizin sesini duymadan kaç kez geçtik. İçinde bir okyanusun çığlığını sakladığını kulağımıza fısıldadıklarında hissettik. İyi bir yalnızlık senaristi, kötü bir oyuncu yine tıkır tıkır içindeki selleri kelimelere ısladı. Sıralanışları unutulsa da, kelimeler de anlar gibi korkulu dağlar olur anlamlı heybetliliğinde. Korkularımı güvenli bir sevginin içine koyamadım gecelerimde. Bir kalp çarpışının sıcaklığına huzurla sığınamadım. Bana siyahı anlatacak beyazı, kendimi yaşatacak kendim olmayanı bulamadım. İçimdeki sifonu çekip, deniz diye kendimi kandırıyorum işte. Yalnızlık bir gidişte. O gidişin kopuşunda ise yalnızlığımdan arta kalanlar. Bir bakışın kökleri geçmişte olabilir, ya da gelecekte. O anda geçip gittiğin derinliğin içinde bir sırra saklanmış ne dile gelmeyen yaşanmışlar var. Dokunsan ağlayacak belki de sarılacak. Boğulmak mı korkuların, düşmek mi o bakışa, karanlık boşluğuna, gizemle kayboluşuna? Pencerelere yansımalar, uçup süzülen kuşlar, havanın hissedilen sıcaklığı, müziklerim ve ben hayatın bir yüzüyüz. Yüzler yap bozun parçaları gibi uçuşuyor. Herkes el atmış parçalara bir resim oluşturma çabasında. Pazarda elbise seçen kadınlar gibi havada parçaları saçıyoruz. Gerçek darmadağınık ve gürültülü. Rengini beğendiğin bir hayat parçası elinden düşüp, duygu yığınına karışıyor, samanlıkta bir iğne oluyor.Halbuki hayatın gerçek resmi diye ne kadar da kandırmak istemiştin kendini. İnsan olasılıklarıyla zengin bir fakir. Bir kız tercihlerinde kaybolurken yalnızlığında hayata yer açabilmek zor bir ders. Bir martının vapuru selamlayan haykırışında ona mutluluklar dileyebilmek zor bir erdem. İnsan yaşadıklarında çoğalıyor, bir kızda olduğu gibi. Samimiyetle ile ilgili kuşkular korkulu yelkenlere doluyor. Bu rüzgarda tahta iskelenin huzurundan uzanmak ötelere hayatın bir başka açılışı. Yüreğinden bakışlarına doğan ışığıyla , çıplak ayaklı bir kızın sessiz sokuluşlarında bir içtenliği, sevginin sarhoş ediciliğinde sunmasını istiyor düşlerin. Hayat bir yaz serinliğinde kaybolmak kadar güzel ve kısa. Yalnızlık kuruyan dudaklarının bir öpücüğün geçici ıslaklığının kalıcı hissini özlemesi. Yalnızlık bir kızın tercihleri kadar güçsüz olmak. Yalnızlık yüreğinde sevgi bakakalmak şaşkınlıkla ama yine de kızamamak. Yalnızlık gidişlerinde onu anlamak ve bunu ömür boyu taşımak. Dostum yalnızlık kendin olmak. Oyun içinde deniz kabuğu gibiyiz. Sessizliğimiz içimize sakladığımız sesimiz. Geçip giden dokunuşlar, öpücükler, acılar ülkesinde bir varmış bir yokmuş diye başlıyor masallar. Masal bu, prensler hep yalnız, prensesler hep acımasız. Bir çocuğun kral çıplak deyişince ne biçim masal bu ya? Kendi içinde oluş kadar masum, parçası olamayacağın heyecanlar kadar uzak. Sevgi kendisi çıkıp geldiğinde içten ve doyurucu. Mecnun Leyla’yı aradığınca kaybetti.

Sevgilerimle, yalnızlığımca içimden.

19/09/2004
İzmir

Tek Taraflı Da Olsa Geçmiş Aynasında

Sevgili Banu,

Bugün ailemle Seferihisar yolu üzerinde yer alan Köylüm adlı bir yere kahvaltı yapmaya gittik. Güzel bir bahçede , lezzetli domatesler, peynirler, sahanda yumurtalar, bal ve kaymaklar, zeytinler ile donanmış bir sofrada bazen hafif çiseleyen yağmurun toprağın kokusunu davet edişinde, bazen güneşin yeni bir günü uyandırışında, göğe dallarını açmakta olan genç bir ceviz ağacının hayatla yeni tanışan yapraklarının altında yanı başımızdaki suyun sesinin eşliğinde kahvaltı ettik. Pazar günü de erken kalkıp geldiğimiz için bahçe sakindi. Zamanla masalar dolup taştı. Serin bir yere devrilip yatmış köpeklerin kimseye aldırdığı yoktu. Arada başlarını yeni gelen arabaların motor gürültülerinde kaldırıp, mahmur mahmur bakıyorlardı. Böyle mükellef bir sofrada da eksik olan bir şeyler vardı. Yine seni düşüncelerimin ve kelimelerimin parçası yapmıştım. Nurdan Abla’nın bir zamanlar Özge’den hep bahsettiğin gibi farkında mısın son zamanlarda hep Banu’dan bahsediyorsun, oğlum biz senin yine üzülmenden korkuyoruz demesinde kendime bir takım soruları soruyordum.
Seninle bazı duygularımı açıkça paylaşmamın ne kadar doğru olduğunu da kendime sordum. Telefonda sesini alçaltıp kısık sesle konuşman benim içimi ve duygularımı karıştırıyor demem sonrasında bir bahane yaratıp Cumartesi aşağıda konuşmanda, ben gitmem gerekliliğini bir kez daha fark ettim. Bir yanlışın içimde çığ olmasından kendimi kurtarmam gerekliliğini anladım. Bugün de arabayla pratik yapalım mı dediğinde, hayır demesini öğrenmem gerekiyor diye cevap verdiğimde, nedense hep bende öğreniyorsun deyişinde biliyordun ki sana hep evet dedim. Ama yine de bunu büyük bir ustalıkla söyleyebilmen karşısında çaresiz oluşum bir acizlik mi diye sordum kendime. Seninle birkaç anı daha paylaşabilmek için evet demişken, peki o zaman beni Kadriye Hanım’ı bıraktıktan sonra alırsın diye belirtmende bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Şefkatli ve iyi bir sürücü kursu hocası olmak pek de hoş duygu değildi. Belki sen de, benim acemice yalan söylemeye çalışmamda farkında idin, tamamlamam gereken çevirilerin birer bahane olduğunun. Yine kendimi çocukça bir oyunun içinde buldum. Halbuki o akşam üstünü seninle yaşayabilmeyi gerçekten de istiyordum. Gönlünden geleni yapmakla mantıklı olanı yapmak arasında yine doğru olup olmadığını bilmediğim bir davranışta bulunmuştum. Sen hep açıkça hislerini belirttin. Yine de ben kendimi kandırmakta diretiyorsam bu benim sorunum. Açıklıkla dile getirmesek de, hepimiz farkındayız. Dile getirmesek de, biliyoruz ya da güçlü bir şekilde sezinliyoruz. Sevdiğim kızların benim onlar karşısındaki güçsüzlüğümden haz duymalarını ben bir türlü anlamlandıramıyorum. Bir kişinin duygularını ele geçirdiğini hissetmek nasıl bir güç ki, bundan vazgeçilemiyor? Senin şaka olarak, gülerek yüzüme bakabilirsin deyişinde, içimi burktuğunun bilincinde olduğunu sezinlemek, bir an önce duygu ağlarından okyanusa açılabilme isteğini güçlendiriyor. Burada hassas bir çizgi var, değer ile değersizlik, tutku ile kopuş, özel olan ile sıradanlık, coşku ile incitilmişlik, saplantılar ve sevgi arasında. Senin uzak oluşun, paylaşılan bir gecenin ardından, yüzüne dokunmayı isteyiş ve akabinde sadece güzel bir geceydi teşekkür ederim diyebilmek kadar gerçekti. Ellerim saçlarında kaybolmayı, vitesi değiştirdiğinde parmaklarını hissetmeyi isterken, senin bu duyguları paylaşmadığını bilmek mantık ile sevginin yolculuğunun hikayesi. Oto parkta şehrin gerdanında ışıklar bir mücevher gibi parlarken orada farklı duygularda seninle buluşabilmeyi düşlemek ve uyanacağını bilmek de senin turlamalarında benim sessiz düşüncelerimdi. İzmir’in sıradanlığında yine birbirimizi anlamıyorduk. Ya da anlıyorduk. İçimizdeki sesleri duymuyorduk. Ya da duyuyorduk. Bazen çocuklar gibi, bazen de yaşlılar gibi. Asla bir yetişkin gibi değil. Birlikte turlanmış sokaklar, caddeler, gizemli saklambaçlar içinde iki farklı dili konuşan kalpler. Sessiz ve hayatın içinde, kendi duygu köşelerinde. Arta kalanlar, geceye bulaşan yanık lastik kokusu ve ani kalkışın çığlığında farklı dillerde yaşanmış anlar. Birlikte dolaşılmış yanılsamalar sonrası seni kendi gerçeklerine bırakış. Aynı sokak, aynı duruş, aynı ardına bakmadan kayboluş, aynı hatırlamalar, aynı geçmişler, aynı uzaklaşışlar, aynı yalnızlıklarda tek başına yol alış. Şehrin ne çok sokağı var. Balık kokusunda aşılan Sahilevleri kareleri hafızalarımızda bizlerle yaşlandığında, sessizliğimizin parçası olacaklar. Karelerden inşa etmiş olduğum anımsama duvarlarım bir iç ekrana dönüşüyor. Bana hep geçmişleri yaşatıyor. Yalnızlığın görselliğinde hapis olup, sorularımı başımdan savamıyorum.
Kendime birçok sorular sordum. Bir cevap beklediğim için değil ama zihnime engel olamadığım için. Belki de acı olan cevaplarının olmayışı ve bunun farkında olmam. Neden hasta olduğunda benim onu hastaneye götürmemi istiyor da, hayatında daha özel kişiler varken onlardan yardım istemiyor, hayatında ona araba kullanmayı öğretecek başka arkadaşları olmalı gibi bir sürü anlamsız sorular kıskançlık ağacının meyveleri oluyorlar. Bu tür sorular hayatımdan hiç eksik olmadı ve hep cevaplayamadığım sorularda üzüldüm. Değişmem gerektiğini ve değişemeyeceğimi biliyorum. Bunu ne yazık ki sevdiğim kişiler de biliyor. Ben umursamazlığı ve unutmayı hiç öğrenemedim.
Bir mavinin uçsuz bucaksızlığınca gidebilmek dileğim uzaklara. Müziklerimde içimde çoğalan bir sevgi ile uyanabilmek arayışım. Bir dokunuşta güven duyabilmek, bir heyecana bir yudum çayı karıştırabilmek, bir gülümsemenin içtenliğinde geçmişleri unutabilmek, bir sıcaklıkta geleceği eritip şekillendirebilmek sevgiyle ve yürüyebilmek yüreğince, tüm masalım bu. Heidelberg’te bir kız beni bu çocuksu yalana inandırabilecek mi? Sınırlarımı bir uçağın kanatlarının ardında bırakabilecek miyim? Kelimelerim farklı bir dilde anlatabilecek mi içimdekileri? Almanya ile ilgili de bir takım beni bekleyen zorluklar var. Orada kazanmayıp, hep harcıyor olacağım, ve her özgürlüğün bir bedeli var. Aileme ek yük getirecek olmam beni düşündürüyor. Maliyetleri minimumda tutunca, orada dileğince kendini bulamamak, Türkiye sıradanlığını Almanya’ya taşıma ihtimali var. Bugüne kadar kendi yanlışlarımın bedelini hep babam ödedi. Bu ne kadar ahlaklı bir tutum bilemiyorum. Acılarınla, aptallıklarınla, ve vermiş olduğun kararların sonuçları ile kendin olmak doğrusu. Senin takdir ettiğim yönlerinden bir tanesi de, kendin olma başarın. Hayatında zor kararlar vermiş ve sonuçlarını taşıyabilmişsin. Sanki biraz plansız gidiyorum gibi geliyor. Bu seyahat belirsizliklerde macera kimliğine bürünüyor. Umarım her şey iyi olacak. Doğum günümü Almanya’da kutluyor olacağım. Hayat sürprizlerle dolu. Tercihler, kararlar ve açılan yollar. Anlarda yol alıyoruz, anlıyoruz. Artık çemberin içinde olmak istemiyorum. Sorumsuzca sevebilmek ve sevilmek ümidiyle İzmir’i şehrin ışıklarında bırakarak gitmek istiyorum. Senden seni düşüncelerimde yargıladığım için özür diliyorum. Bu zayıflığımın ve kıskançlığımın sonucu. Sen iyi olduğumu söylesen de ben senin gözünde canlandırdığın gibi iyi birisi değilim. Bunlar sağlıklı bir insanın düşünceleri ve hisleri olabilir mi? Kurgularda yaşayan, sağlıklı olmayan bir kişi ne kadar iyi olabilir? Seninle bir araba kullanma masalında bilinmeyenlere açılmak, önümüzdeki bir arabaya çarpacak mıyız korkularını yaşamak güzeldi. Güzel olan içinde olduğu anlara da güzelliğini taşıyor. Bir çiçek renkleri ve güzelliği ile dalında canlı. Varlığına aşık olup, onu kendinden ve duygularından koparmak bencilce. Sevgiyi öldürmemek yaşamasını dilemek zor ve öğrenilmesi gerekli bir ders. Çiçeklere tutunamayacağını bilen bir rüzgar gibi esip gitmek fısıltılarda. Yaşanmıştan aldığın, hırçınca rengini zor topraklarının zenginliğinde özgür bırakmak başka rüzgarlara, benim hayat derslerimden. Vazoya ıslanamayacak kızlardan biri olarak, kırlarında mutlu ol güzel çiçek. Ben gidişimde seni anımsamalarıma ıslayacağım. Koparmak istediğim sadece seni yaşamış olmanın hayali, hırçınlığının rengi. Vahşi doğanın zenginliği benim dinginliğimi zenginleştirdi. Hepimiz binlerce gece masalının çocukları değil miyiz? İçine doldurduğumuz terk edilmişlikler, yalnızlıklar, ağlamalar, sevinçler ile kendimizce bu masalı yazmıyor muyuz? Bazen kullandığımız dili bir tek kendimizin anladığını düşünmüyor muyuz? Kuşkular, korkular, ihtiraslar, beklentiler denizinde sevgimizi pusula yapıp da hep kaybolmuyor muyuz? Düşüncelerin dili olsaydı , benim kadar çok ve anlamsızca konuşur muydu? Dünya birbirlerini öpücüklere boğan sevgililerin ve yalnızların karışımında bir birine devrilen gecelerde zaman içinde ötelere dönüyor. Bu öteler diyarında nice şarkılar geçti. Bir dansın parçası oldu aşklar ve özlemler. Tarih çoğunu unuttu, unutamayanları yuttu. Bir çok insan sevinçleri ve çektikleri acılarıyla kayboldular. Dünya kaybolanların masalları ile ilgilenmiyor. Dünya ve geceler dönüyor. Düşünceler, hayatlar, dervişler hep dönüyor. Bir tek zihinde kaybedilen sevgililer dönmüyor, yaşanmış geceler gibi. Bir nefes yolculuk, bir nefes sıcaklık ve bir nefes yalnızlık. Hepimizin buğulu hayatları var, tanrıya şükür yaşıyoruz. Ve tanrıya şükür yeni bir güne gülümsüyoruz. Daha geceler tükenmedi. Sevgililer dönmese de, dünya martılar gibi özgür dönüyor. Tanrıya şükür sersem olsak da bir aşkta başımız dönebiliyor. Bir başka gecede çocukça buluşabilmek dileğiyle, sevgiyle. Hayatı içenlerin mutluluktan sarhoş oluşlarını hep ayıklar kıskanmış ve yargılamışlardır. Bazılarının başı ve dünyası hiç dönmemektedir. Bilginler dünyanın döndüğünü iddia ettiğinde, sofular ilahi bilgeliklerinde buna karşı çıkmışlardı. Başkalarını ateşe atanlar kendi iç ateşlerinde kavrulan zavallılardı. Ne geceler tükendi ne de zavallılar. Birileri hep ateşe atıldılar. Çığlık hiç dinmedi, özgürlük hep için için yandı durdu. Gözler hiç affetmedi belki, ama hep arzuladı. Ahlaklı görünenler aslında en ahlaksız olanlardı. Senin yaşadığın zorlukları ben anlayamam ama yaşanmış en aydınlatıcı ışıktır. Benimse korkularım ve karanlığım yaşanmamışlarım. Çelişkilerimden ötelere uçmak istiyorum. Bir çok akıllı bu yazdıklarıma gülerdi. Akıllı mı olmalı ya da özgür mü olmalı? Özgürlük de bir yanılgı mı? Bu sabahki küçük ceviz ağacı kadar uzak bir kıza oturmuş ne saçmalıklar yazıyorum. Okunmakta olan ezan, akşamın alaca karanlığı, çocukluğa köydeki yaşantıya uzanan zihin ve dönülen an birbirlerine girerken, sen de şehrin bir yerlerinde gizemli bir yolculukta olmalısın. Ben bu satırları seninle paylaştığımda bir gece daha geride kalmış olacak. Ve bir gün gelecek bir hayat daha geride kalmış olacak. Seninle araba kullanılırken geçirilmiş geceyi diğerlerinden ayırt edilebilir kılmanın değerini sana basit bir teşekkürde anlatabilmem mümkün değildi. Akıllı bir adamın aptallığında, aklımca küskün ve incinmiş adamı oynayıp seninle paylaşılmamış bir başka gecede aslında seni değil kendimi cezalandırmıştım. İçimdeki yargıç da şaşkın. Karanlık günah yangınında kendi de aydınlanır. İç yangınlarımda kendimi acı çeksem de daha iyi görüyorum. Ruhsal çözümlerim bu ateşte. Özgürlüğüme vize almak için yarın sabah konsolosluk kapısında olacağım. Almanca öğrenmek sınırlarımın ötesinde bir yalan. Ben kendimi öğrenmeye gidiyorum.
Seni saran geceye, sen de sarıl. Kıskanıldığın için şanslısın. Sen güzel bir ateşsin. Seni yargılayanlar bırak kendilerinde, senin aydınlığında özlemle yansınlar, yaşamadıklarında ya da yaşayamayacaklarında. Bırak onlar iyi ve yalnız olsunlar. Sana karşı acımasızlıkları, kayboldukları sıcaklığında kavrulmaları.
Almanya’da bir günah kadar özgür olmak dileğim, karanlığımdan soyunup içimi yaşamak. Bu toplumun yargıcı olmaktan istifa edip, sevgi kadar çıplak olmak. Bir ateşte geçmişimi yakıp geleceğimi aydınlatmak. Ben hep iyi bir çocuk oldum ve takdir edildim. Sen hep yargılandığın için ne kadar şanslısın farkında mısın? Sen bir boyalı kuşun acılarınca kendinsin ve renklisin. Seni aşkla yok etmek isteyenlerin tutkularında varsın ve bunu yaşayabiliyorsun. Bu mücadele etmesi zor bir enerji ama seni güçlendiriyor. Bir geceyi kelimelerle doldurdum yine. Tıka basa yazılara doldurulmuş duygularımı yakıp da, bir sıcaklık olup kaybolabilsem bir sevginin aldırmazlığında.

Sevgilerimle,

Erdem Ferit Başkaya

26.09.2004
İzmir

Yine Eskilerden...

Yıllar yüzümüze hayatı işliyor. Zamanın içinden gözlerin içime uzanıyor. Bu tam bir çılgınlık. Zihnim ışıkları söndürdüğünde, sen belirmiyorsun yanı başımda.

Belki De Yazmak İçine Düştüğün Hal Komedisi

Hep bir düşler gezgini oldum. Gerçekten tutku ile sevdiğim kızlar hep benim değişmemi istediler. Bu bende normal olmadığım duygusunu kuvvetlendiriyor, içimdeki korkuyu büyütüyor. Bir gün gerçekten beni olduğum gibi sevebilecek, benim de güçlü duygular ile sevdiğim bir kız karşıma çıkacak mı acaba? Yoksa sen kehanetinde haklı mı çıkacaksın, hayatımın geri kalanında düşüncelerle mi boğuşacağım? Hep mutsuz mu olacağım? Şu anda Sarah Brightman’ın güçlü sesinde kayboluşumda sana anlatamadığım ve hiçbir zaman da anlatamayacağımı bildiğim ne çok güçlü duygu var. Bir zaman balıkçısı, güne çektiği, öleceğini bildiği anılarla uğraşısında kaybolmuş, denizde dans edercesine seyreden anların hayat dolu yitişinden uzak. Dün izlemiş olduğum Kral Arthur filmindeki siyah atın parlak ve hırçın bedeninde çarpan yırtıcılıkta, özgürlüğün içe sığmaz coşkusunu yaşadım. Onun gibi yırtıp gitmek istedim mekanı. Ayaklarım beni tutan bu topraklardan kesilsin istedim küçük anlarda. Ben içimde denizler ile uyanıyorum, yağmurlu bir günde rüzgar beni sahilde düşüncelerimde yakaladığında, buğulu körfeze yaslanmış gemilerde, geçen insanlarda, yalnızlığımda bana düşenleri içimde diğer günlere taşıyorum. Olgunluk hakkında söylediklerin üzerine düşündüm. Delilik sınırında yaşayan biri olarak, rakamlarda kendimi nedense tutsak hissediyorum. Rakamlar senin uzaklığın kadar kesinlik içeriyor. Sabah sen işe geldiğinde, sana günaydın deyişime sıcak bir sarılışı eklemek isteyişimin imkansızlığını bilmem de bu kesin ve mantıklı sınırlar içinde. Her şey ne kadar gerçek. Yüzüne dokunmak isteyişimi seninle paylaşmamam gerekliliğinin bilincime yapışması, çıkıp gittiğin anlarda seninle gelebilir miyim diyen anlaşılmaz içim, senin gerçekliğinde ve farkında olduğum duygularında bittiğini bildiğim gerçeküstülüğüm. Bazen bakışlarında cam gibisin, şeffaf, kırılmasından korkulan, keskin,soğuk,ışıkla dans eden. Bu anlaşılabilir bir duygu. Bir beden masalı yarım yamalak öğrenilmiş bakışların dilinde bir solukta okunmaya çalışılan. Gecelerimdeki korku ve sevgi arayışı gibisin. Hep içimdeki çılgın at gibisin, yakalayamayacağımı bildiğim. Gözlerime düşen bir ürperiş idi filmde bana seni yaşatan. Eski çağlardan bana akan tutkuda seni özledim. Yağmurun saçların ile buluşmasında yanında olmak istedim. Bir sinema salonunun hayal oyununda sıcaklığını ellerinde bana avuç avuç içir diye can attım. Bir tango dersinde acemiliğime nefesin kadar yakın ol diye arzu ettim. İçimde bunca duygu ile hayatı, çiçekçilerini, sokaklarını, gecelerini yalnız geçip gitmek bana ağır geliyor. Farklı olduğumun farkındayım. Ama tüm sevdiğim kızlarda hayatımın parçası olsunlar istedim. Değişmek istediğimden emin değilim derken, aslında senin ifade ettiğin kadar tutarsız değildim. Bir dediğin bir dediğine tutmuyor dediğinde haklıydın. Ama tutmayan aslında içimdeki ses ile dışımdaki ses. Dışımdaki sese çevremdekilerin sen normal değilsin bakış açıları karışıyor. Bunu bir seste telkine dönüştürmeye çalışıyorum ama ruhum beni hep çekiştirip duruyor. İçim değişebilir mi, farklı bir oyunu oynayabilir miyim? Hayat beni heyecanlandırdı, hep şaşırttı. Bunca güzel olan şeyde yalnız uyanmak belki de benim kaygılarım. Burada korkularım var, son derece insani. Sen de sevdiğim de, onca zorlukta yılmayışın, kendin olma yolunda bitip tükenmek bilmeyen isyankar koşun. Hayatın dizginlerinde ben ehlileşmek istemiyorum. Haklısın başka Aysunlar, Banular da olacak, sevme ve sevilme gereksinimi olduğu sürece. Hayatımızdan hep belediye otobüsleri gelip geçiyor. Bir gecede senin yakınlığında, farklı bir anlam kazandı bu sıradanlık, tekrarlılık. Her neyse, yolculuğumuz devam edecek. En hırçın at da koşusunda yorgun düşüyor. Özgürlüğü ciğerlerinde tükenircesine hissetmek bir var oluş. Ben biliyorum ki senin duyguların bana çıkmıyor. Artık bana inanmıyorsun belki, ama seni gerçekten içimde bir dosta dönüştürmeye çalışıyorum. Bunun doğruluğundan emin değilim ama seçimler hayatın kelimeleri. Art arta sıraladığımız anlarda kendimizce bir hikaye yazıyoruz. Bilgisayar ekranıma balkon kapısından düşen gökyüzü yansımasında bir kuş hızla geçti arkamdan, farkındalığımdan. Meyveli hayal kırıklıkları, bir mutfakta yazılabilecek ne çok oyun var. Oynamak istememek de insanın en doğal hakkı. Üzülmek de hak mı, yargılardan uzak kendince. Değişmelisin diye buyurdu insanlar jürisi tüm iyi niyetiyle. Hayat boyu mahkumiyet cezası için büyümeli insan içindeki yılkı atı ile terbiyeli bir şekilde. Sen kapılarımı arala istedim. Benimle bir hayatı koş. Ama seni anlıyorum, sana tüm bunları işyerinde nasıl söyleyebilirim duygusallaşmadan. Seninle bir şeyleri paylaşmam, sana bir takım duyguları dayatmak istememden değil. Ne kadar birbirimizi anlamıyor görünsek de, aslında birbirimizi anlıyoruz. Umarım bu imkansızlığın ötesinde bir gün bir dostane duyguda buluşuruz. O zaman birbirimize anlatacak farklı masallarımız olur. Belki de sessizlik oluruz gerçeküstünde. Gerçek insanla sokağa çıkan nefeste sıcak. Herkes son gerçeğine kadar yaşıyor. Bir içsel gecede dün yine müziklerim örttü üstümü. Yalnızlıktan düşlere geçişimde, ve her uyanışımda kendi hayatımı yazıyorum. Seninle bir parçasını, bir parçamı paylaşmak istedim. Sıkılıp da bırakmıyor muyuz her romanı elimizden. Hayat kendi satırlarımızda, çıktığımız duygularda. Gerisi kandırmaca. Bir gün pazarlarımı doldurmadığında, bir kehanetin ötesinde farklı yaşlarda, yine çılgınca hep bir özgürlüğü yaşamak ve yaşatmak, acı verse de akıllanmamak, bir gün bu tatlı ve yorucu koşuda sevgiyi yanımda hissetmek, onun rüzgarı ile zaman içinde yarışmak dualarım. İçimdeki tanrı beni anlıyor. Bir gün basamakların beni götürdüğü bir kapıda bir zili çalışın ardında gizem gülümsüyor olduğunda haklı olup olmamanın önemini anlayacağım. Bir gün seni kıskanmıyor olduğumda dost olabileceğimizi biliyorum.


07/11/2004

Hala İzmir...Sarah Brightman Las Vegas Konseriyle Yolculuk-Hoşça Kal Deme Zamanı

İçimdeki Savaş Arşivlerinden

Sevgili Banu,

Bu bir hayat yolculuğu. Yalnızlığıma dönüşlerimde, içimdeki şehir ışıltılarında, araba kullanırken önümde akıp giden arabaların kırmızı far ışıklarının içime sızışlarında bana karışan düşüncelerde hep değişmem gerekliliği ile boğuştum. Almanya gerçekten de beni saran sınırların ötesinde mi? Geleceğim mi, hatırlamak istediğim yeni bir geçmişin yaratılış destanı mı? Yoksa ötelenen, bende yaşayan, beni mutsuz eden geçmiş yap bozunun ta kendisi mi? Bir kız mı hep sevip çoğalttığım, yanılsamalarıma dönüştürdüğüm? Bir uçak beni, kaybetmeyi öğrendiğim şehirden uzaklara uçuracak. Kendi kelimelerimden ördüğüm yabancının çözüleceği, farklı dilde yaşanacak sessizlikte kendimi yeniden bir öykünün parçası yapabilecek miyim? En azından bana sen iyi bir dostsun cümlesini yineleyenlerin bunu Almanca dile getiriyor olmaları her halde daha katlanılabilir olabilir.
Dönünce arar mısın soruna dürüstçe aramayacağımı belirtmek durumundaydım. Bu bir sitem ya da tepki değildi. İçini yakan bir şeyden uzak durmaya çalışan bir çocuğun dokunduğu tecrübeden öğrendiklerinde dile gelen bir cevaptı. Özge’li geçmişime dönüşlerimde oldukça kendime acı çektirmiştim. İçimdeki isimleri farklı kimliklere, ete kemiğe büründürsem de biliyorum ki benim çabalarım bir sıcaklıkta veya güvende buluşmak kadar masum. Bu yaşanan yakın geçmişte yapmış olduğum hatalarda kendimi haklı çıkarmak değil. Yalnızlık hissi yeterince geçerli bir mazeret değil belki de. Özge’yi 8 Eylül’de doğum gününde bir dost olarak aramıştım ama sesinde anladım ki geçmişimi aramak son derece anlamsız. Ben sevdiklerim için hep en iyisini dilemişimdir. Dönünce aramayacağımı belirtirken, içimde senin tanrının sana sunduğu güzellikle hak ettiğin mutluluğu yaşaman temennisi hep vardı. Daima da olacak. Sen bana karşı hep açık oldun. Sen biliyorum ki sadece kafamda yarattığım bir sarılıştın. Turkuaz’da sana sarılmak isteyişimdeki uzaklığında ve soğukluğunda, senin kelimelerde bir türlü anlatamadıklarını anlamıştım. Doğru bu duyguları Aysun için de besledim. Sergilemiş olduğum tutum nasıl adlandırılabilir ki, aptalca, beceriksizce, acemice, safça, komik? Hele bu iki güzel yüz birbiri ile yakın iki kişi olunca ne kadar da zor bir durum? Yaşananlardan bir şeyler öğrendim mi, yoksa farklı isimler hayal kırıklıklarına bir bilet daha mı aldım? İnsan yokluklara alışıyor. Bunu annemin kaybında öğrendim. Yoklukların anlamlı ilişkiler ile doldurulamaması ve bunun kronik yalnızlığa ve kendi içine dönüşlere dönüşmesi insanı hayat adımlarında ürkek ve güvensiz kılıyor. Ben içinde kolay kaybolan bir insanım. Yapım itibariyle duygusal ve sıkıcı bir insan olduğumun farkındayım. Belki de sevdiğim her insan için bu yüzden sadece iyi bir dost oldum. Özge benim daha aktif , daha eğlenceli bir kişi olmamı hep beklentilerinde yaşattı, hayal kırıklığı parçalarındaki bütünde. Benim nazik, düşünceli kimliğimi hep takdir ediyordu ama daha fazlasında buluşamadık. Kendim olmanın yalnızlığı ile gitmenin sokakları artık İzmir’in esintisine çıkmayacak. Ruhunu alıp kaçmak hıçkıra hıçkıra ağlayan annesini değil de güveni ve sıcaklığı kaybeden bir küçük çocuk gibi. Hayatı, korkularını paylaşacak bir kız bulmak o kadar kolay değilmiş.
Gitmem gerektiğini hep düşünüyordum , sizler yaşananları kafamda büyüttüğümü düşünmenize karşın. Hiç aynaya baktığında bu ben değilim hissine kapıldın mı? Tanrım bu sağlıksız düşünceler benim mi diye vicdanında hiç kendini yargıladığın oldu mu? Tanrı bir takım şeyleri günah kıldığı için değil de, kendi yalnızlığının cehenneminde günahlarını yazdın mı hiç? Ben bu duygular ile günler önce içimde yola çıktım. Bugüne kadar yaşanmışlar ve gidecek olacağım güne kadar yaşanacakların arasında içimde biriktirdiklerimle bu kelimeleri içimden geldiğince akışına bıraktım. Sen bu kelimeleri okuma sabrını gösterebilirsen, ben uzaklarda senin ve Aysun için en iyi dilekleri içimde kendimce dualara dönüştürerek kendimle bir yolculukta olacağım. Özge için dağda büyük bir heyecanla mor laleler toplayışımın ardından, koşarcasına inişimde kapısına bir heyecanla ulaşmamda yarattığım masalın, hayatın gerçeklerinde koparılmış kır çiçeklerinin engel olunamayacak soluşları gibiydi resimli bir pasta ile yapılan yolculuk. Hep küçük heyecanlar kafamda büyüttüğüm. Aptalca bir masal kendimi geceleri çocukça kandırdığım. Hayat güzel kızlar kadar gerçek.
Pencerenin kenarında durmuş dışarı bakarken, sana duruşunun beni etkilediğini söylediğimde sen bunları bir başkası bana söylemiş olsa çantamı kafasına indirirdim demiştin. Bu cümleyi beni tahrik ediyorsun manasında dile getirmemiştim. Sadece uzaklara bakan güzelliğinde ruhumun karıştığını dile getirmeye çalışmıştım. Belki bu nedenle seni izlerken hep acemice yakalandım. Seni izlemek bazen içime düşenleri aptalca ve yersiz, küçük kıskançlıklara dönüştürsem de hayat vericiydi. Şarkı söylemelerini yaşamak, yerinde duramayıp oynayışlarını, şişeden soda içmeni, masana yaklaştığımda elbiseni çekiştirmelerini gözlemlemek, bir sigara daha yaktığını söyleyen çakmağının sesini işitmek, sevildiğin için katlanılabilir olan hırçınlıklarını paylaşabilmek, yeğeninle ilgili duygu ve heyecanlarını coşkuya dönüştürüşünde çocuklaşışını gülümseyerek takdir edebilmek anlara benim için güzel sıfatını kazandırmıştı. Ben sendeki farklılığı sevdim. Özge’deki ve Aysun’daki farklılığı da sevmiştim. Yalnızlık ve farkındalık ve gitme zorunluluğu tanıyamadığım yüzümdeki iç mücadelelerin yorgunluğuyla. Hep mum ışığı yalnızlarını anlatıyorum. Hala sabredip okuyor musun, ya da gülüp geçiyor musun çocukluklarıma? İçimdeki ışığa sağlıksız düşünceler hep pervane oldu. Saplantı sineklerinden kurtulmanın yolu, içini karartmak düşünceler dağılana kadar. O gün ısrarla Ferit sen daha çıkmıyor musun diye sürekli sormanda, onun için özel birini bekliyor olmalı düşüncesinde aptalca üzülmemde kendi hastalığımın teşhisini koymuştum. Ne zaman bir yanılsamayı sevmekten kendini kurtaracaksın dedim. Sen boşluktasın demiştin sahil kenarında konuşmamızda. Özge ile ayrıldıktan sonra içimde solmayan boşluk çiçeklerini hep sorguladım. Gönlümde açanlar gerçekten de boşluk çiçekleri miydi görünmeyen kırlarımı masalsı bir şekilde kaplayan? Özge’nin elleri hep soğuktu. Ellerimin sıcaklığında özlediğim paylaşılan bir serinliğin özleminde açan çiçekler boşlukta mı saçılıyorlardı? Ben gerçeğin neresindeyim? Bir yudum suyun damağımdaki hissinin farkındalığında yalnız olmalıyım ki, bunca anlamsız kelimeyi bir araya getirebilecek zamanı yaratabiliyorum güzel bir yaz bitiminde. Neden tükettiğin güzelliğin için üzülüyorum ki? Sabahları uykusuzluğu ve yorgunluğu işlediğin yüzünde yıprattıkların için neden kaygılanıyorum ki? Makyajla canlandırmaya çalıştırdığın bitkin ifadende, maskelerin için neden keşke diyorum? İçimdeki bir ses, sen kim oluyorsun da onu yargılıyorsun düşüncelerinde diyor. İşte acı çekmeler bu noktada başlıyor, hakkın olmayan düşüncelere karşı çıkan vicdani hesaplaşmalarda. İçinde bir düello sürekli devam ediyor. Kim iyi, kim kötü bilemiyorsun. Her iki taraf da kendi parçan. Eğitimli kimliğinle, Türk toplumunun erkek kimliğinin izleri seni çelişkilerde , ruhsal bir savaş alanında karşılıyor.
Sıkıca sarılmak istediğin bir kişinin gözlerine bakma cesareti gösteremeksizin , trafikle ilgilenir gibi yapıp, dönünce seni aramayacağım demek kadar basit olsaydı keşke her şey. Bu nedenle sana yazmak istedim. Gizem seyyahları anlarda karşılaşıp ayrılıyorlar. Hepsi bu yolculukta kendileriyle tercih denizindeler. Yollar yalnızlık oluyor, özlem oluyor. Unutulanda unutulamayacak olan başlıyor. Her insan geceleri içindeki sırla bir başka güne gözlerini kapıyor. Uyanışında ya bir yalnızlık ya da bir sıcaklık dokunuyor sabaha. Artık geleceğimi aramak istiyorum. Aslında hep aradım. Bir türlü geleceğimle geçmişimi buluşturamadım. İkisi ölüm haricinde de bir sevgide buluşabiliyor olmalı. Belki sonsuzluk bir atın özgürce varlığını yırtarcasına yelelerine sarınması kadar yanıltıcı. Bir gün sonsuzluk boynuma sarıldığında biliyorum ki geçmişimi geleceğimin başlangıcında unutacağım. Bir gün bu sonsuzluk hayattan beklentilerim kadar küçük olacak. Bu sonsuzluk o kadar geniş ki, içtenliği tüm sevilenleri iyi dileklerle kapsayacak.Bu sonsuzlukta hiçbir şey anımsanmayacak ama yine de umursanmayacak. Onsuzluk sonsuzluk olmadığında içim araladığında huzurlu bir nefesi hissetmek dileğim. Artık yazmayacağım demiştim. Ne zamandır da parmaklarımı uzak tutmuştum düşüncelerimden. Yazılanlar boşlukları dolduruyor. Hele benim kadar çok boşluğun varsa yüreğinde.
Şarkı benim için ağlama Arjantin diyor kaybolduğum mısralarında. Andrew Lloyd Weber derinliklerinden bir takım duyguları taşımış bu güzel parçaya. Müziklerim, çelişkilerim, başarısızlıklarım, duygularım, düşüncelerim ile Yunus Emre’nin dilinde anlamlandığı gibi “bencileyin”. Bu topraklarda üzülmüş olsam da, dönüşüm yine bu denizlere. Ara sıra insan köşelerine kaçıp içinde yağmuru yaşamalı. Kendi duygularında ıslanışlar güneşle gökkuşağında buluşuyor. Renkleri yaşamaya değer olmalı.
Giymiş olduğun birbirinden farklı, şık ayakkabıların kendine has yankılanan seslerinde anılarla yaşlanacağız. Sesler zaman içinde kaybolsa da, paylaşılan kaybolmuyor. Sen arasan da , aramasan da benim için değerlisin demiştin. Sen de benim için değerlisin. Dünyadaki yedi milyara yakın insandan kaç kişiye yüreğimizi açıp, içtenlikle bunları söyleyebiliyoruz ki? Rastlantısal karşılaşmalarda hayat sürprizler yapıyor insana. Bir Endotek hikayesinde sizler ile tanışmış olmak bir tesadüf ile başlamadı mı? Arkadaşım Erol , Moşe Bey bir eleman arıyormuş, sen de kendisini tanıyorsun ne dersin diye bana telefon açmasaydı farklı açılacaktı patika. Kierkegaard’ı daha iyi anlıyorum dış iç değildir, keşfetmek için tesadüfler gerekir deyişini. Onun sizler ile çok sevdiğim, yüreği dolu iken dudakları sessiz betimlemesini paylaşmıştım. Ben böyle bir insan hiç olamadım. Belki de aptal durumuna düşmelerim hep bundan. Kelimeler beni ele geçiriyor. Bazen çok konuştuğum gibi çok da yazıyorum.
Farklı olduğumuz ve seni mutlu edemeyeceğim konusunda haklı idin. İşin ilginç yanı hayatının bir parçası olmak istemiyorum deyişinde Özge de haklıydı. Aysun da haklıydı. Belki ben de haklıydım. Nasreddin Hoca insanın gizemini , trajik komik yanını fıkralaştırmış. Gülüp geçebilmek anı. Özge’ye hep gülümsemeni giy de çık hayata diye yazardım. Doğru çok şey yazdım. Bir zamanlar “korkutmuyor günahlarımla sevişmek beni, cehennem de ateşliyse senin gibi “ diye yazmıştım. Bir arkadaşım da yazmayı bırak yaşamaya bak demişti. Yazdıklarım içim , yanılsamalarım, yalnızlığım, gerçekliğim. Kelimeler hayatın dışında, aldatıcı. Uzaklar gerçekken, yazılanlar yakın. Geçmiş yazılanlar olurken , gelecek umutla aydınlanıyor. Uyandığın günlerde mutluluklar.

Sevgilerimle.

Erdem Ferit Başkaya

13/09/2004

İzmir-içimden geçenler.

Geçmişte Hissetiklerine Biraz Ara Verebilmiş Olmak

Dönüp de geriye baktığında neler görüyorsun? Heyecanla aramalarını beklediğin kızları mı, bir elin eline dokunuşunun ve kavrayışının seni saran hayalini mi? Bir Pazar günü daha oturmuş yazarken, için onu aramak için can atarken, bir ses içinde, hala ders almadın mı diye seni ikna etmek isterken sessizliğe, artık eskisi kadar cesur değilsin. Artık öyle bir çekingenliğe büründün ki, zamansız sevgini dile getirişlerinden canının yanışlarında. Gitar ezgileriyle dolduruyorsun bir başka yalnızlığı. Hiç bilemeyeceksin neler düşündüğünü, bu kendini kandırma oyununda. Belki de hiç bilmek istemeyeceksin. Sadece düşlerine konuk olan kızlar, sana bir sesle sarılmayan kıpır kıpır bir yürek. Sen onu düşünüyorsun da, dostum anla, o kendi sokaklarında, kendi güneşinde. Bir bakışla getirmiyor şehri sana. Sana yaşamı hissettirsin hayata dair küçük gürültülerde, kapı aralanışlarında diye içinden geçirsen de, sadece sessizliğine dolan cümleler var, bir başka müziğin tesellisinde. Sadece sessizliğini paylaşmak istiyorsun saçlarının masalında. Sen de biliyorsun, çıkıp gelirdi eğer içinde Akdeniz’den bir ateş olsa. Artık gerekçeleri olan kızların dilini anla.

19/06/2005

Eskiden Yazılmış Yazılara Devam...

Odam bilgisayar ekranıma yansırken, yararsız kelimelerim ile baş başayım tekrar. Sabah babamın yüzü inanılmaz şekilde kötüydü. Bir şeye canı çok sıkılırsa esmer olan teni daha da koyulaşır. Yine mektup yazmışsın kıza diye başladı söze, ve beni öldüreceksin oğlum diye devam etti. Onu anlamadığımı vurguladı, mesaini iş bulmak gibi faydalı işlere harcamak yerine sana değer vermeyen, senin hayatının parçası olmak istemiyorum diye belirten, seni sevmiyorum diye ifade eden, olmayacak bir duaya amin dediğimi , bunun da onu çok üzdüğünü söyledi. Söyledikleri bununla da kalmadı, tam düzeldin diye bizler sevinirken böyle bir yazı ile odanda karşı karşıya gelmek sevincimizi kursağımızda bıraktı dedi. Ya ben ya o durumuna geldi her şey. Babam dün hiç uyumamış, ekonomik kaygılar ve bir de bu mektup yüzünden. Gerçi sadece ilk paragrafta birkaç satıra gözü ilişmiş. Zaten hepsini okumaya kalbim dayanmazdı dedi. Daha da üzüldüm o sinirle ve tepkiyle kullandığı birkaç kötü sıfat için. Babamla onun arasında bir tercih yapmam güç. Ona bu mektubu bana dön diye yazmadım ama bunu anlatamıyorum. Öyle bir tonu var farkındayım. Bitmiş bir ilişki doğru. Onlara bunun sadece o anda içimden geçen duygular olduğunu anlatamıyorum. Nurdan Abla yeni bir kızla başladığında kalbinin bir köşesinde hak etmediği halde Özge mi duracak dedi. Ben bu soruyu dürüst bir şekilde cevapladım. Onu tamamı ile silmem mümkün değil dedim çünkü o değerli, beni sevmese de, beni hakir görse de. Bu normal bir durum değil oğlum diye üzerime geldiler. Haklı olmak, normal durumlar benden ne kadar uzak kavramlar. Yeniden başlamak değil bu ama yine de anlamsız bir yazı çoğuna göre. Nurdan Abla yazıp çekmecene atsaydın, neden gönderiyor ve kendini küçük düşürüyorsun dedi. Rahmetli annem de hep dedim dedileri ile öldü gitti bir tanem. Babam da hep ölümden bahsedip beni psikolojik anlamda sıkıştırıyor. Bir satranç gibi oldu hayatım, hamle yapmam gerekli ben hala düşünüyorum taşlarım üzerine. Ama hayat sabırsız beklemiyor, kaybedeceğin piyonlarını istiyor, ve hadi gel artık diyor. Gönlünde ne varsa alacağım, seni mat edip kölesi yapacağım oyunun. Kalkıp gidemiyorum masadan çünkü oyunun dışında kaybedilmesi olası hayatlar var. Benim hayatım kaybedilmiş bir önemi yok. Ya ben, ya babam, ya da o. Bunu görmek ne kadar zor. Bu nasıl bir seçim. Doğru belki Özge hiç okumadı yazdıklarımı. Okumuş olsa da kararlı beklediğim üzere. Babam haklı sekiz ay oldu, hala çalışmıyorum. Hala yazıyorum. Babam tükendi, çaresiz. Vicdanım , içselleştirdiğim değerlerim ve kapitalizm. Ahlak kavramına bakışım çok daha farklı. Adalet kavramına. Kim suçlu, toplum mu, yaşattığı sistem mi, yoksa içindeki bizler? Sevgiyi bile anlaşılmaz kılıyor.
Dün seni aramak istedim. Ben üç beş satıra sığdıramıyorum içimi. Yine de yazdım anlamsız iki mesaj. Gece eve dönünce yazarım dedim ama çok yorgundu zihnim. Bu sabah bunları yaşayacağımdan da habersizdim. Dün babamın duygu dünyasının da farkında değildim, bilmeme karşın son günleri uykusuz geçirdiğini. Chopin dinliyorum, bu ne komik bir durum. Yüzyıllar öncesinin bestecisi ben boş kelimelerle bilgisayarımın başında iken benim yanımda. O da anlamıyor benim gibi, babam hayatla boğuşuyor. Bense onun parçalanmasına seyirci kalıyorum, anlıyorum diyorum, biliyorum diyorum ama eylemsizim. Artık akıllanmalı kalbim, bir babanın kalbi durmadan. Babamın karnıma ağrı giriyor, başım çatlıyor serzenişlerinde seçimsiz ruhum. Sonra da düşünüyorum benim yazdıklarım da derin bir sevgi ifadesi olarak aynı babamın yaklaşımı mı gibi mi. Evet amacım Özgeyi böyle açmazlara sürüklemek değil aslında. Onun seçmek istemediğine götürmek değil. Gereksiz paylaşımlar insanın içinde kalmalı, sessizlik olmalı. Beni seven ailem kelimelerinde sertleşiyor. Onlar da anlatamamanın çaresizliği içerisinde, bırak artık yalvarmalarında ben kendimi kaybediyorum. Seçim yapıldı ya’lar arasında, ben gidiyorum.
Hakan, o senden nefret ettiği için uzak durmuyor , ama senin, onun seni unutmasına izin vermediğin için tepki gösterebilir dedi. Zamanla geçer dedi. Aslında geçti , biliyorum kelimelerim aksini söylüyor. Dünkü mektup benim yalnızlığımın sesiydi. Dışarıda güzel bir güneş var. Ben odamdayım işsiz güçsüz bir adam. Babamlar Nurdan Abla’nın kolundaki bilezikleri satmışlar bense, Hümanist Düşünce Topluluğu, Karşıyaka Rotaract Kulübü yemeklerindeyim, onar on beser milyon veriyorum. Nasıl olsa babam ödüyor. Hiç anlamamışım. Sistem değerleri ile beni esir alıyor, arkadaşıma gönülden yardım ettiğim anlarda hata yaptığımı bana öğretiyor, ama kalbim öyle demezken. Beni değerlerimden soyunduruyor hayatın her anında , ilişkilerimde. Temlimdeki hayvanın üstüne inşa ettiğim insanlığımı içgüdülerimle patlatıyor. Ölmek de bir seçim olabilseydi ama acı çekse de insan yol almak zorunda. Bir Nazi subayının gövdesine girip bankacı olacağım ve ilk kurşunu birkaç yılıma sıkacağım ta ki şarjör bitene kadar. Bana para verecekler ve bir gün özgürlüğümü satın alacağım. İnsanlık ile özgürlük ve yaşama hakkı arasında bir değiş tokuş. Kelimelerde kaybolmamalıyım. Değişmedim her halde. Bu sabaha kadar sorumsuzluğun rahatlığında huzurluydum. Ben sadece Özge’nin diş hekimliği kartını bana veren Bilge’nin tasarımındaki sevimli pembe kulaklı tavşandan ve dünkü filmden yola çıkarak duygu yoğunluğumu kaleme almıştım. Onu hala seviyorum ama otobüste bir kızın saçlarında da kaybolabiliyorum.Ben sevilmek istiyorum ve yalnızlığım hep beni elimden tutup en yakın yaşanmışa Özge’ye götürüyor. Burada da bir çelişki var farkındayım. Sevilmeyi ararken neden seni sevmeyene gidiyorsun o zaman. Ona gitmiyorum aslında, onda bir zamanlar bulunmuş ve tutunulamamış yaşanmış ama kaybolmuş bir sevgiye gidiyorum. Mecnun Leyla’yı bulamayacaktı ama yine de yürüdü çölü tüm kavurucu sıcaklığıyla. O da düşüncelerinde yürüyor güneşi hissetmiyordu. Onu ne sevdiğini söylediği Leyla ne de güneş anlıyordu. İçini taşıyordu zamanda. Benim halim onunkinden daha zor çünkü yalnız yürüyemiyorum. Caddeler, sokaklar kalabalık seslerin saldırısında. Mecnun İnsan Kaynakları ekine bakmak zorunda değildi. Sadece bir efsaneyi yürüyordu o kadar. Daha fazla saçmalayıp, mesai harcamayayım boş şeylere. Biliyorum babam haklı, biliyorum beni seviyor ve üzülüyor. Sevip de üzülmek sendromu. Bu yazılanlar bir salatanın paylaşımına, onun yarattığı güzel yaşama ihanet belki. Nurdan Abla’nın hiddetle vurgulayıp söylediği gibi tavır almak gerekli ama ben sevgiye tavır alamıyorum ne yazık ki. Bu normal değil, bu normal değil sesleri. Ortam öyle bir hal aldı ki, sonra Nurdan Abla gelip bana sarıldı. Dövüş Kulübü’nü yaşadık bir şekilde. Herkes kendi sorunları ile sonsuz bir kavga içinde idi. Nurdan Abla’nın oğlu da kendi işini kurdu, kıt kanaat geçiniyorlar. Üç gün önce bürolarına hırsız girmiş öğle vakti ve dükkandaki beş yüz milyon lirayı alıp gitmiş. Bu da üzüntü oldu . Fazla bir para değil ama onlar için önemli bir rakam. Onun parası da İmar Bankası’nda kaldı , hala alamıyor. 2003 öyle bir yıl oldu ki, dersler yılı. Bir yılda hızlandırılmış hayat dersi aldık. Savaş devam ediyor. Chopin’in güzel ezgilerini de ekleyebilseydim belki daha katlanılır olurdu yazdıklarım. Senden özür diliyorum satırlarımdan dolayı. Bir gün daha güzel şeyleri de paylaşacağız. O günlerde ben tam özgür bir insan olmasam da, yaşadığım zamanlarda sana yazacağım.

Sevgilerle Ferit

Eski Yazılarımdan Bir Tanesi Daha...

Kaç insan kendini yalnız hissediyor acaba? Sinemadan çıktım ve hızlı hızlı yürüdüm fuarın 9 Eylül Kapısı’na doğru. Bir çift bana Golf Restoran’ın yerini sordu, ben de düşüncelerimden sıyrılarak bilmiyorum dedim. Sinemada gözlemlediğim insanları düşündüm, arkamda oturan adını bile bilmediğim , bana biraz eğilir misiniz lütfen diyen sarışın kızı, yanımda oturan siyah saçlı , uzun boylu erkeği ve kız arkadaşını, yerini beğenemeyip oturup kalkanları ve hayatlarını. Fuardan çıkıp da yaya geçidine geldiğimde de bir insan kalabalığı içinde idim. Yolumun üzerindeki otobüs firmasının bürosunda bir erkek görevli oturmuş bekliyordu. Bu bekleyiş ne kadar anlamlı diye sordum kendime. O sırada bir erkeğin boynuna sarılmış asılı duran bir kızı fark ettim. Onların hayatı daha anlamlı diye geçirdim içimden. Metroya inerken de insanlar vardı çevremde. Önümde duran vagonlardan birinin içine daldım. Yine farklı insanlar, farklı yüzleri ve ardında sakladıkları gerçeklikleri vardı. Benim için önemli olan kişilerin yürüdüğü yollarda kimler karışıyordu acaba hayatlarına? Herkesin yüzü yalnız mıdır, biri dokunsa da ? Bizler de birbirimizin hayatında Golf Restoran’ı soran insanlar gibi miyiz? Metroda evime gelirken karşıma oturan adamın da benim gibi anlamsız kaygıları var mıydı, yoksa bıyıkları hakkında önyargılı mıydım? Bıyıklı adamların felsefesi olamaz mı? Onlar hayat kadar gerçekçiler mi? Bıyıklı adamlar gidip geldikleri işin anlamsızlığını sorgulamazlar mı? Geleneklerin mi bıyığı olur? Benim gibi bıyıksız aptalların yalnızlığı hakkında düşünmediğine emindim. Yazmayacaktım, hele sevdiklerime hiç yazmayacaktım.
Eve geldim. Yıkanmış perdelerin takılmasına yardımcı oldum. Yorucu bir iş, tıpkı sabahtan beri temizlik yapan Aysun Abla’nın yaptığı iş gibi. Perdeleri ona taktırtabilirdik. Hayat bu değil mi, birbirinin esareti üzerine kurulu. Sevmediğin işleri bıyıklı insanlara yaptırtabilirsin. Bıyıklı olanlar alınmasın, dedim ya önyargılıyım ve köleyim aynı zamanda. Bir de kendini akıllı sanacak kadar küstah. Prenses acaba perde takar mıydı? Perdeleri taktık ya, gece giremez artık benim gibi romantiklerin dünyasına.
Göz doktorum , göz tembelliğimi fark edemeyip benim hayatımı değiştirdi farkında olmaksızın. Bir keresinde ben bu çocuğun göz tembelliğini nasıl fark edemedim demiş aileme ve benim hayatta muvaffak olamayacağımı söylemiş. Belki de kehanetinde haklıydı. Farklı görüyorum, ne karanlık ne de aydınlık hayatım. Alacakaranlık gibi hiçbir yere ait değilim. Geçiciyim çalıştığım mekanlarda, sevdiklerimin hayatında. Sesleri, görüntüleri, hayatı içime atıyorum. Bir şeyler satmayı çalışan insanları, çabalarını anlayamıyorum. Bir işletmeci olarak kar etme motivasyonum yok. Doktorlarımız bile benden daha iyi işletmeci, bugün sağlık gereçleri satış elemanlarının anlattıklarına bakılırsa.
Yazmayacaktım değil mi? Otuz bir yaşıma doğru, insanlar gelip geçerken hayatımdan daha fazla sorgulamamalıyım. Artık biliyorum bir perdeyi asamayız. Hayatın içinde yürüyorum. Zihnimde denizler, karanlıklar, dalgalar ve nice anlamsız gezintiler. Kaç sessizlik geçti hayatınızdan? Sesli zihinleri dilinin ucunda insanlar gözlerini kaçırdı mı sizden? Bakıp da daldınız mı yalnızlık oyununda insanların yüzlerine cüretle? Kaçına sevdiği bir kız yada erkek aynı hisleri paylaşmadığını söylemişti onlara? Hangi oyunları oynayarak dönüyorlardı başka oyunlara? Kapıyı çaldıklarında eşleri yada sevgilileri mi açacaktı kapıyı, yoksa yalnızlığın soğuk anahtarlarını mı taşıyorlardı ceplerinde? Bugün ben de bir oyundan döndüm. Otuz yaşımın son günlerinde bir işim var oyununda başarılı mıydım? Depodaki tüm cerrahi aletleri satsam heyecanlanmayacak iken, ben kimi kandırıyordum? Alt komşularımız da mutlu oldular, işe girdiğim için. Belki de hep sormaktan yorulmuşlardı, ne oldu işe girdin mi diye? Bir de evlenirsem ne çok kişi kurtulacak yorgunluklarından. Belki bir gün ben de bıyık bırakırım. Mutluluğun bıyıkları varmış erkekler dünyasında. Kadınların onları terk edişinde bu kadar parçalanmazlarmış. Zaten onlar genelde terk edenlermiş ve güçlüymüşler. Duygusallık saçları döktüğü gibi bıyıkları da dökermiş ve bu yüzden onların hayatında yeri yokmuş. Hem önyargılı hem de zırvalıyor diyebilirsiniz. Kaç bıyıklı kendini yalnız hissediyor acaba? Palabıyıklıların denize bakıp da hüzünlendiği olmuş mudur?

Uykusu Gelmiş Sözler

Önce hangimiz konuşmalıyız sence. Haklısın herkes birşeyler anlatmakta. Bir suskunluğa gizlenebilirsin elbet. Kırmızı laleler zeytin ağaçlarının altında, papatyalar etrafında. Şirince köyü yolunda virajı alan anımsama bir kadeh kırmızı şarap tadında varıyor yalnızlığa. Diyaloglarda adını kaybetmişleri mi arıyoruz satırlarda. İçime lezzet veren Al Di Meola ezgilerine iyi geceler deyip yatmalıyım artık. Saat bir buçuk oldu. Gözlerimi kapayışım tüm bunların sorumlusu.

Yalnızca Delicesine Sevmek

Sana dokunmamam için araya sözler koydun. Ben ancak sessizliğimde kucaklayabilirdim seni. Bir kız ile bir erkeğin muhtemel karşılaşmalarına ses olabilseydi kelimeler.
...Bazen kendimi karakterleri konuştururken buluyorum. Bir anda içim kalabalıklaşıveriyor. Herkes ne kadar da söz almaya sevdalıymış. Kendi kendine konuşanlara deli derler ama bence yalnız demeliler. Çok tekrarladığım yalnızlık kelimesini herkes genelde olumsuz algılıyor. Yalnızlık bence her insanın kendisi ile tanışması. yalnızlık sadece insanın kendisine özeldir. Delicesine bir iç konuşmadır.
/
Kısmet kara deliği kızlar, ışığın karardığı anlarda çekiciliklerinin farkında gece açıyorlar. Kaçamayacak olan bakışları topladıklarının bilincinde, emin adımlarla güzel oldukları gerçeğini taşıyorlar. Çiçekler yaklaşılmayı severler. Kadın gibi renkli beklerler. Detay ilgiden deliye döner. Görmek isteyene sunuludur cazibemiz. Siz de geçip giderseniz, kırılır, sizden kopuşlarında solarlar. İltifat lütuf değil bir haktır, henüz hayatın teyzeleştiremediği bayanlara. Yaşlanmayı bilebilir, becerebilirsen yıllar sende haz olur.
...Dün gece yatmadan cep telefonuma yazdığım satırlara, sabah servisle garaja giderken parktaki turuncu çiçeklerin fısıltıları karıştı.

Cumartesi, Şubat 24, 2007

Kelimelerin Buluşma Sendromu

Bir başka uyanışta yazılacak, uyanmak kısmetse. Biraz düşünmek kafi. Biraz da yaşam çalınırsa söze, el verir düşler bize. Yakında buluşmak dileğiyle, mesafe bölündükçe.
/
Bugün kırk dokuz yaşında kalp krizinden hayata veda eden amcamın oğlunun köydeki evindeydim. Sabahın erken saatinde yola çıkmıştım. İndi bindi olunca bir buçuk saatlik yol üç buçuk saati buluyor. Aydın'a kadar otobüs ile gittim. Sonra da dolmuşla köy yoluna vardım. Vasıta yoktu ben de hava güzel olunca iki kilometrelik yolu yürümeye karar verdim. Manzara beni düşündürdü. Çocukluk arşivimden zihnimin çıkarmış olduğu anımsamalarla adımlamakta olduğum yol arasında inanılmaz bir fark vardı. Her taraf çöp içinde can çekişiyordu. Asıl darbeyi bir zamanların pırıl pırıl akan çayının zift siyahı rengi vurdu. Şehirlerimizdeki dereler çoktan zehirlenmişti de, ya köylerimizin bakir suları ne zaman kirletilmişlerdi. Birkaç zeytin işletmesi varmış atıklarını dereye boşaltan. Amcam Büyük Menderes'in suyuyla tarla bahçe sulamak katliam dedi. Nasıl temizleyeceğiz insanımızın ruhunu. Biz böyle bir millet miydik? Kokuşuyor, çürüyoruz. En acısı umursamazız. Sadece İhsan Abi'nin cenazesine gelmemişim. Babamın köyünü de gömmüşüz. Yol bana annemin mezarına kadar eşlik etti. Elimdeki beyaz ve kırmızı karanfilleri annemin ve babaannemin mezarlarına koydum. Fazla kalamadım, baş uçlarındaki zeytin ağacı daha vefalıydı. Birkaç dua mırıldandım. Diz çöktüm mezar taşının başında, konuşmaya çabaladım. Bir anlamı yoktu sayıklamanın. Komşu tarlada toprakla boğuşan köylülerin sesi bir dua gibi sokulmakta idi mezarlığa. Beni uzaklaştırdı adımlarım. Birkaç dakika içinde bir odaya toplanmış ağlaşmaların içindeydim. Nasıl bir sahnedeydik. Etrafa saçılı akrabalarımın arasında sessizliğimle baş başa bir ölümün hikayesini dinliyordum. Duvardaki resimlere bakarken ilk kez geldiğim bu evde kendi hayatımı sorguladım. Yazmakta olduklarımı düşündüm. Ne kadar gerçek ki bu oyalanmalar. Annem de erken ayrılmıştı aramızdan. Ben yazdıklarımdan fazlasıyım. Kimseden yok farkım. Yol kenarında kuru incirin kokusuyla karışmış papatya kokusu nasıl da hoştu. Ne hissetiğim benimdi. Düğünler ve ölü gömmeler, bizi içine alan törenler. Ağızdan çıkan söz söyleyenin değil sanki. Pekiştirilmiş tesellinin kulağıma çalınışında annemin cenazesi aklıma geldi. Herkes ölüm Allah'ın emri diyordu. Hatta bazıları emri kelimesini bile telaffuz etmeden ölüm Allah'ın deyip geçiyordu. Dostlar sağolsun. Bir gün öleceğini bilenlerin öğrenilmiş tekerlemeleri hiç de çocuklara göre değil. Birkaç gün sonra hayat eski akışında kalanları avutacak. Rahmetli annemin dediği gibi üç gün ağlayıp unutacaklar. Geçmiş yaşanmışı sindirecek. Toprak içine alacak son bulan yalnızlıkları.Kelimelerin buluşma sendromu böyle anlarda daha güçlü. Duygularım geç kalmak istiyor söz verdiğim randevulara.

Ne Müzik Susar Ne Yürek

Yastığım gülümsememi seviyor. Gece beni sabaha veriyor. İyi geceler Yann Tiersen. Her insan gibi sen de bir yalnızlık bestesi olmalısın. Akordiyonun senden de heyecanlı anlatmak istediklerine sığdıramadığı dile gelişte. Hayatın susturamadığı bir yürekle işliyorsun melodiyi. Ben sadece gözlerimi kapayabiliyorum. Ne müzik susar ne yürek ama uyumak gerek. Üşüdüm. Sıcak yatağıma varmalıyım, beni kaplayan tek başınalığa.

Size İyi Geceler Diyeyim Mi?

Günahın yakıştığı kadınlar, bol sorulu hayatlar, güneşli kediler, tılsımlı sokaklar, büyücü deneyimler, karmakarışık bir keder, alın ve ter artık yeter, ne olur beni bırakın kelimeler. Müzik de ser verip sır vermiyor Yann Tiersen'in akordiyonunda. Saat bir oldu. Yalnızlık dağıtılacak kadar boldu. Size iyi geceler diyeyim mi? Ne oldu? Sözlerine hayat mı doldu? Biz sapana kadar bu doğru yoldu.

Bir Adım Daha, Ne Korkuyorsun Yaklaşsana

Sen bir adım daha yaklaştığında ben sadece gülümseyeceğim ve susacağım. Sen sessizliğimi üstüme örttüğünde, yaşadığım hissiyle çıplak, gözlerimi kapayacağım. Her an bir öpücüğü bekler gibi sabırlı kıpırdamayacağım. Bir melodinin kulaklarımda gezinişine bırakacağım bana rehberlik eden duygularımı. Sen de gözlerini kapadın mı bilemeyecğim. Aldırmayacağım dışımın ne anlattığına. Senin bana taşıdıklarına kulak vereceğim. Sevilircesine akışkan, kaybolurcasına devingen ve yürekli yol vereceğim beni geçişine. Elimi tuttuğunda, ters yüz olmuş bir bedenle, bizi ayıran tende karşılayacağım sıcaklığını. Bana sıkıca sarıldığında inat edeceğim gözlerime. Yaşadıklarımı esir etmeyeceğim sözlerime. Sen ve gece, hece hece. Ben de bilmiyorum bu yalnızlık nece. Uyku düş oluyor seni giyinince.

Nokta Koymak İstediğim Cümleler

Sözlerim gürültülü mü? Kelimelerim duyulabiliyor mu? Bazen kendimi kapamak istiyorum, söz vermemek. Birçok defa söylüyorum sanki. Beni yoran tekrar ile içimi taciz eden esrar sürekli tartışma halinde. An yineleniyor da ben yenileniyor muyum? Eksilen gelecek eskiyen geçmiş. Yalnızlık nostaljisi ne yapıyorum ben alerjimi azdırıyor. Zamanın telkin edebileceği ne kaldı. Nadasa mı bırakmalıyım ruhumu, hala yaşam sürüyorken. Hayat gerçeği koparılıp da kelimelere konduğunda soluyor zamanla. Alında sevmek varken gülü, ne gerek var koymanın virgülü.

Cuma, Şubat 23, 2007

Hoş Görme Bozukluğu Tedavisi

Hoş görme deyişine bayılıyorum. Yaşamdan zevk alan bakışlarla çıkabildiğimizce gözümüz gönlümüz açılacak yarının bereketinde. Bazen kalbini isteklendirmek zor olsa da, haydi de yalnızlığına. Haydi hoş gör martılar gibi. Deniz kokla gündüzleri. Sev uzak yakınına vurdukça. Dinle ufka serili maviyi. İçine alamayacağın kadar güzel yaşam. Neden dostum, söyle neden yalnızlığın bu kadar dar. Daha tadılacak neler var. Farkında mısın yaşadığın her an kar. Bakarsın yarın olmaz sana yar.

Göz Düğümü

Aşk sözleri kelimelere dilmek
Çözmek yaşananı ilmek ilmek
Kolay sanma kendini bilmek
Bir kalemde unutuluru silmek

İşe Gelişlerimde Ve İşten Çıkışlarımda Sözlere Kaçırabildiklerim

Neden kimse gülümsemiyor diye sadece ben mi merak ediyorum.
/
(Sabah Üçyol'dan Konak'a metro ile giderken herkes suratını asmıştı.)
/
Tercihlerin talep edilebilir payları...
/
(Bazen kendimi başkaları ile kıyaslanır bulurum. Bazen de kendim bu hastalıktan bitkin düşerim. Genelde mezun olmuş olduğum üniversite nedeni ile benden beklentiler yüksektir. Müdür olmuş arkadaşlar, babamın oğulları üst düzey yönetici olmuş arkadaşları hep birer emsaldirler. Değer vermiyor olsam da para ne yazık ki, belli standartlarda yaşamanın aracı. Ne yazık ki içinde inanılmaz bir canlı çeşitliliğini barındıran yağmur ormanlarından tutun, balık serpili okyanusların sırrına ortak olan denizlere müjde veren ırmaklara değin her takdire şayan insanın yok edici hırsından müzdarip. Tercih razı gelme halini alırken, herkes farklı besleniyor bu teslimiyetten. Ara sıra yarışmak istemeden soluklanmak erdeminde durup düşünebilen aşağılanabiliyor anlam irtifa kaybederken. Bu düşüncelerle kendi payımdan utandırılmak istenmem ile mücadele etmeyişim bir dikkate almayış. Bir avunma değil aslında duruşum. Unvanların esirgenmediği bu oyunda ben kendi alanlarımın dingin gözlemcisiyim. Adımlarımı hapsedişim beni aşan yıkıma sessizliğim. Vicdanım ağır. Sevgim derin. Önünde duramadığım bu açgözlülüğün mühendisliğini yapmasam da, işçiliğini yapıyorum. Yeryüzü Belgeseli'ni izlerken doğaya haksızlığımızdan utanç duyuyorum. Biz tercih sahibiyiz, diğer canlıların kaderi olmaya hakkımız var mı? Eşitlik, adalet gerçekten de bir ütopya mı?)
/
Umarım size zararımız dokunmaz güzel martılar. Vapurun terasında ben de onlardan biriymişim gibi yakınlardı bana. Bir onlar hayat dolu. Bir bardak çayın sıcaklığında rüzgarın günaydın deyişi ne kadar hoş. Peynirli poğaçamdan ikram ettim bana maviyi ballandıra ballandıra anlatan dostlarıma.
/
(Sabah Konak'tan Karşıyaka'ya vapurla geçerken)
/
Sen çiçeklere bakmadan geçebiliyorsan, ağacın dibinde yatan kedi yavrusu umursamazlığınsa bana daha fazla anlatma, sadece dinle kaybolmuşluğunu. Sorabilirsen sor sokaklara.
/
(Vapurdan inmiş bankaya doğru yürümekte iken, çiçekçideki rengarenk sümbüller, papatyalar ve kasımpatılar gözüme iliştiler. Biraz daha ilerlemiştim ki, bir kedicik palmiyenin dibine kıvrılmıştı. Geçemedim satırlarımdan. Sokaklar beni yaşatıyordu ama ben bir günü daha kurban edecektim Tanrılara. Hala ilkeldim, hala yalnız. Çağdaşlık kansız hallediyordu artık herşeyi. Dolar yeşil ve demokratikti. Kedi hala kediydi, çiçek hala çiçek. Sadece insan devrilmişti, evrildiği düşünde. Birkaç adım daha dayandım. )
/
Öbek öbek diyalog. Herkes bir köşede bekliyor. Yürüyen merdivenler öykü taşıyor trenlere. Metro istasyonlarında gündüzün varisleri gece kumarında.
/
( Konak'ta Üçyol'a gitmek için metrodaydım. Daha altı dakika vardı. Ben de etrafımı izlemeye başladım. Düşüncelerim oyun alanımdı. Kimseyi davet edemiyordum ama gözlerim sataşıyordu adı bağışlanmazlara. Aramızdaki mesafe açılıp kapanmakta olan akış rast gelişinde bir tesadüftü farklı tekrarlarda. Söz miras kalıyor. Gözün mülkiyeti yok. Sen sahip olamadıklarını karşılıyorsun buluşmalarda. Nice karşılaşma bekleyiş alameti. Dakikalar insanları sayıyor. Sen geçiyorsun ya zaman da durmuyor. )
/
Sabah ve akşamımla demlenen hislerimin kokusu sözlerime geçmişti. Biraz daha nefaset kattı yaşadığım duygusu. Müzik beni kışkırttı gecenin tahrik edici yalnızlığında. Öncesi daha öncesinin sonrası olurken ben de aralandım birden. Kimbilir içeri girmek istersin benden, gece devranken. Uzaklar büküldü, senden yıldızlar döküldü. Katlanan yaşlandıkça örgüden söküldü. Katıla katıla yaşıyoruz hayatı.

Perşembe, Şubat 22, 2007

İyi Geceler Perşembe

Yalnızlıkla nasıl dalga geçiliyor bana öğretsene. Yorgunluğun sildiği bir gecede sokuluversene sessizliğime. Yıldız bıraksana bakışlarıma. Başımı önüme eğişimde, gözlerimi kapayışımda her an gibi hissetsem geliverecekmiş gibi adımlarını. Geceyarıları nice dile çevrildi. Herkes seni seviyorum diyebilirdi. Güzel bir kadın gibi kararlı yürüdü dakikalar. Anımsayan, anımsananla dertleşti. İçine ayırdın kaygılarını yarına kalmaz diye. Arta kalan kelimeler de bozulur unutulanda. Korkmuş halin yalın ayaktı. Karanlık ayakta dikilmekte oluşunu içine aldı. Seni düşüncelerine saldı. Bir kızı arıyordun. Adı tutsaklıktı. Derin derin nefes alışların seni uyumak isteyişine bıraktı. Sen bir sonsuzluk bulabilirdin öykünden. Avuçların sıcaklığını yaşamla doldurmuş, parmakların kalakalmış hiç yazamayacakcasına. Kelimeler bulunagelmiş ama yazılanı beğenmemiş kendinden geçen. İyi geceler demeliymiş Perşembe'ye. Yarın uyanmak kolay değilmiş. Direniş kırılmış sözde. Teslim oluş isyankarlığın yatıştırılmış sağduyusuymuş. Varanlar haklı olmanın kıvancıyla mutsuz kabul işçileriymiş. Her parçası olduğunda parçalandığınca, bir zerre dokunabilirsin geçen saatlere. Razı olduk övünülesi göz yumuşlara.

Buluşma Noktamız Hayatın Kısalığı Olsun

Sessizce doluştuk gülümsemeden. Yüzlerimizin asıklığına istiflendik. İfadeleri uyanmamış insanlar telaşlı işe gidiyorlar. Vapur bugüne seçilmişleri getirmiş. Yetişme çabalarında başarılı olanlar 7.15 vapurundalar. Kimileri sigara içmek için güvertede, kimileriyse benim gibi mavi avcısı. Her güzelliğin bir yeri var manzarada. Martıların dostu rüzgar benimle arkadaş olmaya meraklı. Yönetiliyorsan hesap vermek zorundasın. Hesap verir durumda yakalanıyorsan, işe gidişlerinde bir parçanla daha kopuyorsun sende saklı şehirden. Gemiler de olmasa uzağın ölçüsü yok. Göz çok çözülende. Yarını aramızda pay edeceğiz. Kimilerimiz nasiplenemeyecek. Ben martı çığlıklarında bir kez daha vardım Karşıyaka'ya. Bugün Perşembe. Sahil iskeleden kıvrılarak uzaklaşıyor. Sıraları gelenler de mutsuzlar.

Çarşamba, Şubat 21, 2007

Yorgun Söz Sessizlik

Yürüyen merdivenlerde işlenmek üzere geceye çıkıyor yalnızlığımız.
(Salı gecesi Üçyol metro çıkışında)
...
Ecel sonun tekrarı karşılaması. Yalnızlığın kabusu aşk. Bir ümit yaşlanmak. Sümbülün moru kadar güzel yarına çıkmak.
(Çarşamba sabahı vapurla işe giderken.)
...
Metro istasyonunda biriktirilmekteyiz. Treni beklerken akşam yorgunları bir arada. Birazdan doluşacağız birbirimizin bakışlarına. Cama yansıyorum. Yaşım otuz dört. Son istasyonda indik. Adımlarımıza itaatkar yine çıkıyoruz yürüyen merdivenlerde. Kalabalık, adı saklılar.
(Çarşamba akşamı Konak metro istasyonunda bekleyiş)

Islanmışım

Naz içinde aşk
Kalbinden kırılmış bir çiçek
Zamanla boynunu bükmüş
Solgun kanatları sanki ona yükmüş
Söyle ne zaman bitecek
Bu akıl almaz gelecek

Kimimiz ölümün eşiğinde
Kimimiz hayatın beşiğinde

Salı, Şubat 20, 2007

Bir Çay Kaşığı Zaman

Gidilecek yerlerden geliyor olmalılar. Kalıyor olma mağdurları arasında, yaşam bandı telaşında seçim tüketilişin. Göz tekrarın içinden ayıklayabildiklerini söze dönüştürürken, Salı kovalamacalarından birinde daha martılar mesaide. Balık kılçıklarını verdiğim, çöp tenekesinin etrafına doluşan kedicikler gibi hepimiz bir parça kapıp da ürkekliğimize çekilme kaygısındayız. Kavga eder gibi yaşıyoruz. Dolup dolup boşalan tekrarlar insan zindanı. Karanlığıma yıldız olma vaktin gelmedi mi? Ecel düşünceleri mi döküyorsun? Sen geçim hırsızı hayatımdan çalıyorsun. Koklanmamış çiçeklerin sırrında, adımların hesap vermez özgürlüğünde bir vadi yeşille kucaklarsa gönlünü, belki bir an sığınabilirsin sonsuzluğa. Sonun tekrarında bir vaat ardımız. Varış inşasında bir ötesi işçiliğimiz. Hergün aramızdan bir suskunluk ayrılıyor. İç gömme törenlerinde gözü yaşlı müritler, yalnızlıkların hiç ölmeyecek gibi güzel kadınları. Sokakların çekiştirmesinde uzayan uzaklığın bölünmüşlüğüne karışan kaybolma sevdalılarının saklı adımlarında yine Karşıyaka'da. Bu tekrarın çıkışı nerede? Yoksa aşk mı?

Pazartesi, Şubat 19, 2007

Vapurda Derlenip Toparlanmalar

Sonsuzluk kırıldı, bir parçası da benim payıma düştü. Her son biraz daha sonsuz, doğan her parçada. Bir sonrasına taşınıyoruz, zamanı aşan yaşam değiş tokuşunda. Herhangi biri o kadar önemsiz mi? Milyarlarcayız yıldız seçen gözlerimizde. Bugün başını yastığına koyan, içi düş kokan yerini almış durumda, gözlerini kapayınca sona kalan sonsuzlukta.
...
Uzaklara dalışın denizi sevdiğini söylüyor. Gemiler ne güzel. Birden çocuk oluveriyorum. Öyle huzurlu yatıyorlar, hiç gitmeyecekgibi değiller. Bu sefer 7.40 vapurundayım. Nereden gelmekte olduğunu merak ettiğim uçağın anlatacak çok şeyi olmalı. Yalnızlık insanın sessizliğini konuşturuyor. Herkes bir hikaye için evinden çıkmış.
...
Bugün günlerden Salı. Kendimi zorlamamalıyım, içim her küskün gibi anlaşılmaz ve suskun. Martıların kanatlarının arasından zihnime yerleşen gemileri de, kendini bırakmış bir insan sakinliğinde izliyorum. Vapurdaki salgın sessizlik yüreğime de bulaştı. Örselenmiş ruhlar, elleri çenelerine dayalı dalıp gitmeleri yalnız bırakmayan motorun homurdanışı. Cellat olsam da işimi en iyi yapmak isterdim her halde. Bu kendini kaptırmışlık kelimelerini kaybettiğin an. Seni tüketenin dışı varsa da, sen içinde kalma tercihindesin. Bu yaşanması gereken mi, yoksa senin korkaklığın ve vazgeçemeyeceklerin mi? Sen berbat bir oyuncusun, kalabalığın arasındasın. Ne geçiyor eline? Koşarak geçen amcanın bıyıklarında geçmiş yıllar.
...
Bugün Çarşamba'yı sel alacak gibi. Hava kapalı, kara bulutlar şehrin üzerinde. Deniz vapur penceresinden uzaklara bakanların. Birbirlerinden uzaklaşan vapurların arasında açılan şehir beton gibi kas katı. Ne de yakışırdı yeşil yağmur tanelerine. Bugün sevgililer günü. Yalnızlık armağan ettik birbirimize. Vapur yolculukları kısa ama huzurludur. Doku halk koktuğundan mı bilinmez, insanı kucaklar. Ahşap pervazlar insana sıcak bir sergi salonundaymış hissi verir. Deniz her tonunda insanı uzaklaştırır. Durmak seçimse, varmak kader olabilir mi? Göz yağmurunda ıslanmak üzereyiz. Ben gelemezsem yarına, sen hayatı bekletme.
...
Bir araya gelmişiz işte. Sen ne dersen de. Hepimiz farklıyız sessiz kalmış kalplerimizde.
...
Bizimkisi varış mühendisliği. Plan, proje, kaynaksızlık, dert yanışlarla yol alışlar. Yeni bir hafta, içim artık sitem bile etmiyor. Hangi yüzüyle el sıkıştığını bilmediğin insanlardan uzak duramıyorsun. Yüzüne gülen kendi olamayanlar. Adım adım arınmak için sokaklar zamansız. Kaybolmakta olanın büyümekte olan çocukları.

Pazar, Şubat 11, 2007

Yabancılaşma-Hayatın Dışına Taşma

Sadece haftasonlarında yazabiliyorum, bir de sabahları işe gidişlerde Konak Karşıyaka arasındaki yirmi dakikalık vapur yolculuğu esnasında, bazen de yatmadan önce müzik dinlerken beni uykusuz bırakan kağıt kaleme kısa sarılışlarda. Gün içinde bankacı gibiyim. Bir gerçeğe insan kendini bu kadar inandırabilir. Tutsak olmayı öğrenmişler, kendini kandırabilmişler saygın ve kravatlı. Ben de bu itibara gölge düşürmemek için gömleklerimi ütülemeliyim. Kusursuz olmalı yalnızlığım. Kaybettiğim günler kadar uzağım içimden. Ayaklarım beni teslim ediyor adını sorumluluk koyduğum mahkumiyetime. Yolda içimi susturuyorum. Kelimelerimle kavga ediyorum, artık susun diye. Her yazılan içimdeki sırdan sızan. Ben hep adımlamalıyım şehrimi, ben hep davet etmeliyim göğümü göğsüme. Ben içime çekmeliyim nefes alan yarınları. Yine de bırakıyorum sabahımı akşamıma. Hayatımı kazanıyorum hayatımı satarak. Yağmur yağıyor bazen çelişkilerime, bazen de güneş açıyor cevapsız kalan neden böyle soruma. Ben tembel olmadım asla. Ne var ki inanmadığın bir değer uğruna çalışmak da yoruyor gönlünü. Bizim masalın gözü dönmüş cadısının küreselleşmesinde yokoluşumuz görünüyor da, acı kahkalarından kimse kurtulamıyor. Bu tahribatın işçileri oluşumuz , yönetici diyerekten kandırılışımız da geleceğe miras bırakmakta olduğumuz utancımız. Vicdanı olan bu aldatılmışlıkta kendine hesap veremiyor. Sesi çıkmaması gerekenler ordusu kelimeleriyle baş başa, duyuramayacağı kadar yalnız. Ben yakınan bir kişi değildim ama yabancılaştırılmamdan da ne kadar memnun olabilirim. Aitlik kültürü beni ve benim gibileri biriktirip tüketiyor. Acısı benden daha büyük olan asgari ücretliler var. O kadar ucuzlattık ki herşeyi, hayatı bile değersiz kıldık. O kadar üzücü ki, insan olmaktan yıldık. Kendimizi gerçekleştirebilmek düşünde sabır taşına oyuyoruz maskelerimizi. Bankacı gibiyim her hafta içi.

Keşke Sessizliğin Ellerimde Olsa

Yağmur taneleri kadar küçük, bir araya gelişleri kadar dolu yansımalar, düşünceden daha derin şehir kareleri, hafızadan güne taşınan mevsimler, ıslanmışlık içinde uzak kalıntıları, gözyaşı sohbetleri, yalnızlığın kadar güçlü duruşun, ayakta kalışına varan geçmişin, kapın çalınmadığında içerde oluşun, çağa saklanmışların sağanağında aksedene katılmışlığında kelimelere sığınmışlığın, dalgaları bırakmayan gecelerin sesinde var oluş üşümeleri, sır vermeyen yürekler, içi cız eden sessizlikler, can atan bakakalmışlıklar, durup durup yinelenen uzanmışlar bereketi, gelip geçenin söz hasatı, usanmışların bıktırıp da bıkmayan yakınmaları, geleceğe üşüşen var kalma pervaneleri, yok oluş ustaları, insanın içini teselli eden ezgi cennetinin hurileri, gerçekten yalan çıkaran zaman sihirbazları, aşk katılmış sessizlik, yolculuk saçılmış uzak, adını bilmek istemeyen tutsak, unutulmanın unutulamayanda eriyişi, gözlerin sözlerde bitişi, ardı ardına eklenmeler nereye kadar dostum. Bu gerçek bugün sekiz buçukta mı uyanmıştı? Bu gece erkenden mi yatar? Bir kadeh şaraba mı söyledin yoksa. Sevişmelerine gizlenmiş insanlar, tene yansıyan loş sırlar. Ayağına değen, seni senden kaldıran bir gülümseme var mı hayatında? Sırtınla örtünmüşlüğünün birlikteliği kaç yaşında? Sen yalnızlığından da mı büyüksün? Keşke sessizliğin ellerimde olsa.

Haydi Dercesine

Beni yorgun düşüren anlarda kapanırım düşüncelerime, içimde dinlenebilir miyim diye. Sınırlarım olmaz hislerimin beni götürdüğü yerde. Gidebilmek güzel de, geride kalan bırakmaz seni adımlarına. Yüreğin hesap veremez ne kendine ne de başkalarına. Yatağın seni koklar omuzlarında. Gerindiğinde seni uyandıran sahne farklı değilse dünden, tez gitmelisin bugünden. Saçlarına gömülmeli hatırlanmayacak olan. Unutulmuşluk tarihi olabilir mi? Geçmiş yaşanmış aktarımının zaman içinde yiten yankıları. Sen bir ses yakaladıysan yüreğinde kalması için ısrar etme. Gözlerini açtığında bırak seni geçeni huzurla. Bu şehir nice sabahın ışıklarında farklıydı. Zaman içinde otomobillerimiz oldu, cep telefonlarımız da ama her zaman yıldızlara bakmışlığımızda yalnızdık. Bırakamadığımızda ağırlaştık, sahip olduklarımız esir aldı yarınlarımızı. Uzaklaşmak da çare değildi ne de olsa sahipleri vardı sınırların. İçini hafifletmek istiyorsan özgür maviye bırak gözlerini. Herkese açık bir yalnızlık, kamulaştırdığın kelimeler, özelleştirdiğin iç hapsin seninle var sen bir sonraki ana uyandığınca. Hayallerin dönüşmüş, içine doğmuşluğun değiştirilmiş, birikegelişin kültür olmuş seni çerçeveleyende. Bu resim bize yansıyanın. Bir kez daha göremeyecekler senin gözlerinle, bir daha duyamayacaklar senin sözlerinle. Sen bir adım daha ötedesin, onlar bir adım daha yakın. Bakışlarımız karıştı da, adresimiz yarın mı yolculuğun sır vermez. Üzülür de yıkılmazsan elini tutabilirsin sessizliğin. Seni yakalayanı aceleyle doldurabilirsin duygularına. Gözlerini kapatabilirsin. Aynı dilde suskunluğumuz. Deniz İngilizce mi konuşuyor sanıyorsun. Sen ayakkabılarının içindesin ne tuhaf. Boğazlı kazağın, kadife pantalonun, saatin, gözlüğün, cebindeki bozuk paraların, sokakların, düşüncelerinde taşıdığın sorunların, adı konmuş ikametin, ayrıştıramadığın ifadelerin, bitmez cevapsız kalışların, biraz olsun seni derinleştiren dinlemekte olduğun müziklerin, seninle hatırlanmayacak olana çekilişlerin, insan olma sorumluluğun akşam oldu. Evde yıkayıp ütülemen gereken gömleklerin var. Üzülmüşlüğü yüzünde, çaresizliği yüreğinde kıyamadığın bir baban var. Kendine çıkışlarında yalnız bıraktığın, sesinde keder yakaladığın babana yardım edemiyor oluşun, annenin yitişinde aldığın derslerin işe yaramayışı, kardeşinin uzaklığına sevgiyle dokunamayışın, hak etmediğine mahkum oluşunda isyanını saygında bastırışın, anlam veremediklerinin bir parçası kalışın, hafızana dönüşün, bugünü geçmişten çıkarmak isteyişin, bir bilet de yüreğine alamayışın, seni terk etmeyende. Kelimeler hiçbir zaman gerçekle kavuşamadılar. Çaba yaklaşılabilir olanla bütün sevdasına düşen aşktır. Ne vardı sözlerinde anlam ifade eden. Geçmiş oymacılığı, kültür oyalanmacılığı. Biz masalız her halde, gelecek bir uzanmışlık içinde usul usul sokuluyor düşlerime. Herkes katılıyor gönlünce. Her söz deşiyor anlamı, yaşamın köklerinde. Senin de sırtın çıplak mı? Yastığına gömdüğün bugün ne anlatıyor düşüncelerinde? Komik olmalıyım hayat içindeki rollerimde. Ben olmayanı ne kadar da yüzsüzce taşıyorum. Gözlerime bakışlar bende bir gece olduğunu biliyorlar mı sanki. Yaz yaz saklan, daha nereye kadar. benim isyanım dağlar, benim isyanım insanlar. Benim yarışım kelimeler. Benim çığlığım , benim duyulamayanım. Benim hızım, senin güneşin. Ufkun kaçılamayan hapsinde, benim derinliğim tenim.

Sen De Aç Gözlerini Artık

Gözlerin ne kadar da çılgın. Yaşamın her karesine atılışın bir sırra kavuşmak gibi coşkulu. Güneş var yalnızlığında. Sana yaşadığını hatırlatan bir için var gözlerini kapayışınla arkadaşlığında. Bakmak senden geçmek için yeterli. Kollarımı açmak bir çiçek isyankarlığında, kırı ciğerlerime çekmek için yeterli. Acımasızlığı arıtacak kadar yürekli gülümseyebilirim. Ben sevdikçe sevilebilir, verdikçe zenginleşebilirim. Sen içmek ister misin sözlerimden? Bu hayat kana kana akmıyor mu susuzluğumuza? Ne kadar da hasretmişiz sevda masalına. Damarlarım özlemiş doğanın kokusunu. Binalar beni yıldıramamışlar. Bir parça kopmuşum bütünden, bir parça bulmuşum senden. Savrulmuşluk kendini ifade ederken, rüzgar koymuşum adını hislerimin. Üşürken vurmuşum suya. Korku vermişim toprağa, benim için gelecek açarken. Sevmişim renk saklı baharı. Uzaklardan çaldığım ne varsa aşkla saklanmış. Sakın üzülme dercesine elim uzanmış bilinmeyene. Bu inanılmazın inandırıcı olma kaygısı yok. O içine doğanlara o kadar cömert ki. Sen de aç gözlerini artık.

Cumartesi, Şubat 10, 2007

Göz mü koydun ufka, heveslenme senin olamaz.

Bugün Yarını Göremez

Perşembe gecesi saat onbiri geçerken anneannem fenalaştı, ambulansla hastanenin acil servisine götürdük. Sabah dörde kadar oradaydık. Hasta yağıyordu. Ölümü ensesinde hisseden insanlar ve gözü yaşlı yakınları içini parçalıyordu insanın. Doktorların kurtarma telaşı kaygılı bakışlarla kalabalıktı. Tiryakinin son sigarası gibi bir gece olabilirdi. Cep telefonuma anlattım koşuşturma arasında bulduğum bir anda bana dokunanı. Halbuki sabah erkenden işe gidip tamamlamam gerekli kredi paketlerini yapacaktım. Bir ders almak için hastanedeydik. Yarın savurganlığına zaman yok.
"Ölümün kol gezdiği yerde insanın gerçekle yüzleşmesi var. Gece bire geliyor acildeyiz. Anneannem yine ölümle pençeleşiyor. Doktorlar, hemşireler her gün bu kavganın içindeler. Cahil hasta yakınları, çaresizlik içinde oluş, hastanelerin içinde bulunduğu durum, çabalayan doktorlar ve uykusuzluk."

7.55 Vapuru

Bugün 7.55 vapurundayım. Hava o kadar ılıman, deniz o kadar sakin ki. Şanslı bir azınlık uyanmış bu büyüleyiciliğe. Dinginlik, martıların süzülüşüne o kadar yakışıyor ki, bir resme dönüştürüyorum içimi çerçeveleyen huzuru. Motor sesi, duman kokusu, uçsuz bucaksız bir tablo. Şehir birazdan kalkar karmaşaya. Hangi kelimelere sığar ki bu teslim alınış. Kendini bırakmak istesen de ifadeye, dilin varmaz demeye. Bir hatıra gibi bakışlar. Parmak ucumda sabahlar. Karşıyaka beni karşılıyor. Ben benimle kavuşanı harmanlıyorum söze. Yanılırcasına yaşıyor, yazıyorum. Cep telefonuma işliyorum hayatla buluşmalarımı. Bir sabahım var. Birazdan varacağım hayatımı kazanma oyunuma. Adı saklılar güvertede toplandılar. Birbirimizi geçiyoruz. Sevimli, beyaz bir sokak köpeği yaya geçidinin başında etrafı izliyor. Hangimiz hayat dedektifiyiz? Palmiyelerden de yüksek özgürlükleri. Ben ancak bakışlarımda yakalayabilirim içime vuranı. Sen biraz yalnız mısın?

Hala Kelimeler Uğruyor Gecelerime

Kalbin ne konuşuyor? Utangaç mı için? Kelimelerini karıştırdın ama ben yine de seni seviyorum deyişini buldum peşinde. Yediveren yalnızlığın düş tohumları, gecenin gün doğumları. Hala kelimeler uğruyor gecelerime.
Geçen hafta içinde bir geceden...

Söz De, Göz De Yiter

İçinde kaç farklı insan yaşıyor? Sadece biz değil, içimiz de büyüyor. Yatağımızın sıcaklığında, gözlerimizi kapayışımız düşünce üretmeye başladığında, geçiveriyoruz gizemli kapsanmalar diyarına. Sonsuzluk, yakalanamayanda hissettiriyor kendini, yakını biraz daha yakına devirirken. Bitmeyen takip yorgunu varabildiğinde kayboluyor. Kalmak isteyişler de, kaçıp uzaklaşmaklar da yakanda. Başını çıkarıp bakabiliyorsan hayata, gözlerin seyir bahçıvanı. Mutlu olmalısın ve seni sevenle dolmalısın. Ufkun bakışlarını okşayışında, martılara simit parçaları atışında, seni saran kanat çırpışlarının bir an sonrası uzaklar oluyor. Geçmişi gelecek yapıp, kendini geçmiş yapıyorsun. Uzanmışlık sadece gemilere mahsus mu? Deniz yatağına vuruyor, zihnin dalgalı. Aşk mahzeninde yıllandırıldıkça, sarhoş edebilirsin kelimelerini. Yeri gelir saçmalayabilirler. Söz de, göz de yiter. Kaybolmak için içine doğmuşluk yeter. Arayıp dur yüreğini. Çarşaflarına bürünmüş hikayelerden ne anlatabilirim. Ben de sır otuyum rüzgarla savrulan. İçimi duyabilirim ama şarkısını size söyleyemem. Omuz omuza vermişliğimizde gece olduğumuzda, fısıldaşırız sık ekili tarlada. Zamanın bizi sevdiğince salınır, yarın elverdiğince arsızlaşırız. Yaşamı seven biri kaybolmuş, bulabildiniz mi? Yoksa onu içinize mi sakladınız? Yanlış yapıyorsunuz, onu hayata geri bırakmalısınız. Bir balık denizi olmadan yaşayamaz. Ondan maviyi esirgeyemezsiniz. Çırpınışlarının dilinde tüy bitti ama birer birer yakalandılar. Kimse onları zamana bırakmadı. Sözden çıkmış balık gibi kala kaldılar. Kendini size yalnızlık diye mi tanıştırdı?

Anlat Bana Biraz

Tarih atılmamış, yakın geçmişten bir yazı. Yatmadan önce, yatağımda geçen hafta içinde beni kalemle buluşturan his sarmalında içimin bana anlattıkları:
Bir somun ekmek elinde. Bir bardak su masanda, tabağının yanı başında. Mekan seninle hikayende. Usanmadı yıllar tekrarın içinde. Yarınlar gibisin gözlerinde. Düşünce saplanıyor zihnine. Kanırtıyor geceni, seni duygulardan çıkartmak istercesine. Seni üzen ayışığı olamaz. Var ettiğin, senin olanın karışanı çok. Dili tutulmuşluğunun anlatamayacağı bir bakakalış bu. Baban mücadelesinde yorgun. Annen kalamadı seninle. Hala gelecek kaygı veriyor seçtiklerine.

Kelimelerin İz Düşümünde Kalbe Alınan Notlar

Akşam işten çıkmış, vapurla Karşıyaka'dan Konak'a dönerken güvertede cep telefonuma yazılmış bir not:
Şehir gözleri parlayan bir karanlık gibi. Vapurun suyu yarışı, gecenin sessizliği yutuşuna katılıyor. Eve dönüşümde sahilde arabalar ışık nehiri. Herkesi bıraktı varış. Yine yarış.
...
Vapurdan indim, metroya ilerledim. Duygularım yine beni bırakmadı. Sadece insanlar değil, kelimeler de sıkışıverdi araya. Herkes kapıların kapanacağına dikkat ediyordu.
Biraz yarın , biraz korku, biraz ten.
Sanki bana biraz küçük bu beden.
Metroda treni beklerken.
Yarın yine kalkacağım erken.
Yalnızlık hep senken.
07/02/2007

Bir Ömürsün Valla

Çarşamba sabahı başka bir yineleme. Oyunculara siz de aşinasınız artık. Bu alışkanlık bizlerin. Martılar suyun yüzeyindeler. Denize açık hava katıldığından oldukça mavi. Motor kenara çekilin diyor martılara. Yine yolumuz aşikar, ne de olsa adı rota. İzmir taş kesilmiş. Her uzaklaşma bir yakınlaşmadır. Karşıyaka beni bekliyor diye kendimi kandırmaktan ne çıkar. Varmak üzere oluş müdavimleriyle yoldayız. Sessizliğimizi tüketemedik. Gidecekleri belli gemilerde oyalıyoruz gözümüzü. İçimiz kapalı, düşüncelerimiz açık olsa da. Biz ketum kataloğu gibi, vapurda inceleniyoruz. Bir bedava eğlence. Merak başa bela. Az kaldı her halde, yaz kışa haber saldı. Güneş şen şakrak, deniz de kıpır kıpır. Kısa varışlar, geldik karşıya. Bir işim var masabaşı, herşey hayat kısalığında. Bir ömürsün valla. Yalnızlığı çağıran denizde daha çok hikaye var. Hala sokaklara güneş vadileri gibi bakabiliyorum. Demek ki yaşıyoruz. Sadece gözlerimizi mi kaçırıyoruz?
07/02/2007

Gözlerimi Kapatışıma Geldin

Gözlerimi kapatışıma geldin. Düşüncelerim seni bırakmak istemedi ama uyumalıydım. Yaşlananın yarın sarfiyatı artıyor. Sabah geceden çözülüyor. Hayat göz açıp kapayıncaya dek geçiyor.
06/02/2007

Hayatı Bekletme

Yorgunluğum seni fark edemezse aldırma. Bil ki kendimi unutmuşumdur, hayatın tüm hatırlatma çabalarına rağmen. Kaptırmışımdır kendimi yaşamın tarumar edilişine. Aşk keşmekeşi içinde miyiz? Gözlerimi kapadığımda anladım ki, sessizliğim iyi geceler. Yalnızlığı dize getiremez dile gelişler. Ses düzenbazları, akıl cambazları ve o kalabalık tarzları işkence eder. Bir gün daha, sabah kalkışında olur heder. Söyle bana içine sakladığın yüreğin ne der. Hadi canım yine mi keder. Artık şikayet etme, ne duruyorsun hayatı bekletme.
07/02/2007

Kelimelerin Anlatamadıkları Yalan Mı Oluyor?

Mavi örtmüşüz utancımızın üzerine. Gözü üzen beton mezar taşlarına dek, martılar eşlik ediyorlar düşünceye. Vapurlar kaçarcasına ayrıldı iskeleden. Yeşili gömmüşüz geçmişe. Körfezin ardı yolculuk ama adımlarım yeterli değil. Yıllar geçti, feodalite kimlik değiştirdi. Yine sınırlarımıza doğuyoruz. Adı yok yalnızlığımızın. Mücadele insana karşı. Doğaya zulmediyoruz. Ölen de, öldüren de biziz. Vicdanı sessiz askerler gibiyiz. Sesimiz kan, çığlığımız merhametsiz. Acı ekmişiz korkulara, kaygı hepimiz. Ya sevgi deseniz. Biraz kendinizi bilseniz. Soğuğun kamçıladığı güneşle Karşıyaka'dayız. Yeni bir hafta, ben de gönüllüyüm tutsaklığa. Kelimelerin anlatamadıkları yalan mı oluyor?
05/02/2007

Pazar, Şubat 04, 2007

Cumartesi Sabahım Kelimeler

Nazlı sır gelmez kelimelere. Eceli kadar yalnızdır ömür. Sabah soğuğu karşılarken, sıcak yatağımdan çıkmak istemiyorum, bir yürekte kalmak istercesine. Düşünce sınırlarını arıyor göz kapaklarımda başlayan içim karışırken. Karanlığımı toparlıyorum. Sözler sessizlik bahçesinden bir demet çiçek zamanın soldurduğu. Sen kokanda kısa güzellik. Bir kır vedası ömür yalnızlığa ıslanan. Sen anlayamadan herşey gün ışığına çıkıyor. Günaydın diyor pencerem. Hala sıcaklıkla sarmaş dolaş, atamıyorum kendimi terliklerimin içine. Soğuk beni yıldırıyor. Yaşamın sesi uzaklardan duyuluyor. Araba sesleri, şehre inat aralıklı öten bir horoz. Bir hamlede kalkmalıyım düşüncelerimden. Dün kendime haksızlık ettim. Nasıl bir bilinçlilikse, yazılarımı paylaşabilmek için dün gece ciğerlerimi zehirledim internet kafenin duman altı dayanılmazlığında. Tenimi bile esir aldı nikotin kokusu. Duş alsam da kalacak aptallığımın tortusu. Göz göre göre nasıl da iki saat katlandım. Nasıl da ihanet ettim kendime. Bu teslimiyetler son bulmalı, içine düşmemeli düşüncesizliğin ve kabulün. O kadar da tutsak değiliz aslında, tercih pazarında. Gün be gün değer kaybetse de, hala sınırlı da olsa seçim, gücümüz var. Artık suya sabuna dokunma zamanı. Öksürüşüm bana sitem ediyor. Nefesim kirlendi. Ya dilim temiz mi? Kelimelerim öksürüyor. Ruhum yarın altında kaldı.
03/02/2007

Cumartesi, Şubat 03, 2007

Nasıl Bir Giz Bu

Bu şehir senin hikayeni sevebilirdi. Hızlı adımlarla evden çıkışın bir başlangıç olabilirdi. Sen sözlerine alabilirdin hayatı. Hala içinde saklanışın, yalnızlığında derlenişin, uzakların göz hapsinde kendi cezana dönüşlerin, tekrara boyun eğercesine suskun kalışın sana kalmayacak. Bir ah ile meşk eden vah içini dergah bellediyse yol seni bırakmaz. Gece günü kovalar da, yarın seni bulur sorularında. Sen duramazsın zaman zincirinde. Koparsın sesinden çığlık denizine. Bir varış gözlerini kapayış olsa ne arardın yalnızlığında? Yumruğunu sıktığında, bedenin sana yaşadığını hatırlatır. Nasıl bir giz bu, beni soluksuz bırakır. Ancak hayranlık duyabilirim sana ve sadece kaybolabilirim bir kadeh hayat şarabında.
28/01/2007

Cuma, Şubat 02, 2007

Vapur Sefer Notları

Bakakalmışların mavisinde feryat figan bir siren daha. Yağmura hasret bir kış, güneş toplayan martılar ve dönüp duran çığlıklarını kıskanan motorun homurdanışı kalabalık yine. Kimse gülümsemiyor. Herkes ölümlü olduğunu hatırlamış gibi sessiz, düşünceli oysa deniz olabildiğince mavi. Karşıyaka, vapurun pencerelerinde yerini aldı. Martılar hala hayat dolu, kanatları güneşin sıcaklığını hissediyor.
...
Bugün içim benimle konuşmuyor nedense. Alışkanlıklarım ilerledi mi? Sessizliğe batırılmış düşüncelerin buluşmasında davetlilerin kaderi mi bu yolculuk? Yola çıkışın kahramanları isimlerinde. Ben de kendi adıma saklanmışım. Söz dinlemeyi öğrenmiş çocuklar hala yabancılarla konuşmuyorlar. Martılara sinen güneş, mavi yalnızlığı ve varış. Her zamanın içindeki aldanış, birbirine uzaklığın sakinlerinin akıl almaz yaşamları, düşünce ve duygu bezeli. Bir ömür sır, söz geçirilemeyen. Hayat savurganlığı
...
Vapur uzaklaşırken kıyıdan, zengin bir insanlık kütüphanesi görüyorum sehirde. Her apartmanı başka bir bölüm, her kat ayrı bir raf ve her odada farklı bir hikaye. Hava kapalı, deniz kül rengine bürünmüş ama yine de güzel martıların gönlünde. Vapur yakınlaşıyor, mesafe kaybederken. Zaman kırıntıları atıyoruz martılara, uzak bölünürken. Yakalanmışlık, doğmuşluk ve yalnızlık, tozlanan bir şehir sırrı. Bugün yağmurlu bir masal. Biz üzülmekte ne kadar da başarılıyız. Deniz kenarında adımlar ne güzel. İnsanla dolu hayat. Geceyle ıslanmış bir sabah.

Azar Azar

Bilirim kalbin yalnız onu atar
Gönlüne bazen hayal kırıklığı batar
Gece olur da düşlerinde yatar
Azar azar seni yalnızlığına katar

İlk Perde

Sen yalnızlık beğen gecelerine
Daha bu ilk perde
Düş koy gerçek yerine
Sevgilin nerde

Beni Sakla Sözlerine

Nasıl anlatsam bilmiyorum. Önce birer kadeh şarap mı içelim? Sonra da kendimize kelimeler seçeriz. Bak bu ifade sana yakışır. Ben huzur aradığımda bir kırmızı laleyle bakarım içimin sırtlarına. Klasik gitarın tellerinden ezgi dökülür sözlerime. Ben yıllardır heyecanıma gizlenirim. Fırsat buldukça hayretle bakarım yağmur seven şehir sokaklarına. Su taneleri yaşamın sarhoş eden kokusunu kutlarcasına dans ederler. Benim anlatmak istediklerim sessizliğim. Kalabalıklaşan dinginliğimde göz kapaklarımın ardını bekletiyorum. Sadece müziği davet ediyorum. Yalnızlık da mı yaşlanıyor? Seni düşünce koleksiyoncusu hiç çıkmıyorsun hislerinden. Geçmiş yine tedavülde. Belki yarın sana ayışığı ısmarlamayacak. Nefesimin sıcaklığında dinlemek ister miydin beni? En güzel yalnızlığımdan ikram ederdim sana. Özür dilerim kalamayacağım. Bu gece hiç soru sormayacağım. Bir suskunluk kadar eski şehirlerde tadacağım göz alıcılığı. Beni yüreğinin sırrı ile tanıştırmayacak mısın? Gecenin ışıklarını omuzlarında taşımaktan yorgun düşersen, şehir adımlarına sığmazsa, yalnızlığın yakamozla varırsa bir düşünceye, kadeh yap içimi kaldır yıldızlara. Bakışlarımı hatırla uzaksan yakınıma. Beni sakla sözlerine.
28/01/2007