İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Cumartesi, Mart 31, 2007

Deniz Saklı Kumsal

Senin adın senin yalnızlığın. Senin bakışların benim sessizliğim. Senin anlatmadıkların benim duymak istemediklerim. Bize hayret eden rüzgar esiveren düşünceler gibi, gelip geçici olanın gecesi yıldız çekerken karanlıktan, şehir sakin bir melodram. Şarkıma geliyorsun hayatın seslerinde. Bir kumsal arıyor ayaklarım yaşamak istercesine. Dalgaların sesinde ay ışığına saklamak istiyorum seninle sınırlı bir yalnızlığı. Saçlarından bir gözlerimi kapayış aralamak istiyorum, kulağına fısıldarcasına sokulmak, kum taneleriyle seni paylaşmak. Beyaz köpüklü uzakların bizi kutlarcasına gelişinde, uğultunun içinde boğulan gece parmaklarımızın kenetlenişinde sırdaşken suskunluk değişimimize, seni seviyorum demek gelir içimden dudaklarına. Aradığın çığlığı bulmuş gibi sen kollarını bir an açmışken, sende yakalanan katılır içimdeki huzura. Bir an olsun kaçabilmiş olmak senin sevgine bizi bırakmayan delilikten, bir an olsun seni elinden tutup sürüklemek ömrümün kovaladığı kumsalı boynunda denize, bir an olsun ayaklarımızın ıslanışına yaşadığımız hissiyle uyanmak, bir an olsun bakışlarınla kaplanmak, kalamayacağımızı bilişimizin dileği.

31/03/2007

Ferit'in Yeri'ne Hoş Geldiniz

Bir ihtimalin tanığını dinlemekteyiz. Senin olan ve olmayan seçimlerin seni taşıdığı mekanlarda başka seçimlerin hikayesine aldırmazlıkla bir arada, akışın ortasında, ya da, kendini de hemen yazıyorum diye olayın kahramanı yerine koyma kim bilir belki de akışın kıyısında, bilmiyorsun seni arayanı. Sende bulunuşun bir tesadüf de olsa, göz göze verişler bir gerçek. Bir mesafenin koordinatları bakışlarını çekiştire dururken, deniz uzamında algıyla dalga geçercesine sonsuzluğu kovalıyor. Martılar kaplamını yeniden tanımlamak istercesine kanat çırpıyorlar. Senin adımlarını dinlemeden geçtimse, düşünceliyimdir. Bir adım daha yaklaş, bir adım kaç oyunu oynarcasına meydanlarda, hadi birbirimize sır vermeyelim tıp dercesine büyümüş yürüyen merdivenlerde sıralı, adım adım saçılmışlığımızda ihtimaller kadar şanslı, olabilir kadar sürpriz dolu ve ketum, yaşam avındayız. Herkes bir an yakalıyor bu zaman hasadında. Ömrün varsa yarın bereketli. Gözlerine serpilmiş olan hareketli, yakalanan yakalayana teslim, bir ihtimal zincirinin halka halka değişken kodlarında. Adını bilmiyordun seni karşılayanların, sanki hayatın içine hoş geldiniz diyen bir ihtimal daha vardı. Bir ihtimal daha vardı elbet. Sen adını söylemiştin, ben de karşılık vermiştim. İhtimallerimizi planlamıştık, karar vermiştik adresini bildiğimiz bir tekrarda bir araya gelmeye, karar vermiştik adımlarımızı bir gülümseyiş olup sürmeye. Gelip geçişimize konuk olan karar mekanizmaları kurulu adım oyuncaklarıyla oynuyordu çocuk kalmış gözlerim. Neler buluyordu kelimelerim, yine suçu dinlemekte olduğum müzik parçalarına mı atacaktım. Zihnimin muzipliği neden yine üstündeydi, siyah saçlı bir kız metro çıkışında merdivenleri çıkmakta iken benim, modernleşirken ilkel kalsak herkes çıplak olsa ne garip olurdu düşünceme yakalanmıştı. Normal olan giyinip çıkmıştı, geceler de normaldi, ihtimal tecridi yalnızlıklar da. Herkesten yalıtılmış duygu ve düşünce geçirmiyordum, anımsama işçiliğimde sana cümle örüyordum. Ev erkeği olmuştum. Hafta sonu insanlar gülümseme alışverişindeydiler. Herkes şahitlik ediyordu ihtimal buhranına. Duru değildi söz, neden dinlemekten vazgeçemiyorduk. Sessiz de çekilmezdi anlar, kalakalırdık belki de, saplanırdık suskunluğumuza. Oysa fotoğraf yalın ve gerçekçiydi. Güzel bir kadını olduğu gibi anlatıyordu ama bakışlar yazılanı okur gibi çözüyordu içine ekili olan gerçeküstünün yeşerişinde. Fotoğraf sıcakkanlı bir anlatımdı hemen dile getiriveriyordu anlatmak istediklerini. Söz öyle miydi, tutardı seni saatlerce. Debelenir, çekinir, geveler durur da yine de tam tasvir edemez gerçeğini. Müzikse içinde edebiyat olan bir fotoğraf. Göremediğin her karesinde çeşitlenen, içinin çerçevesine yakışan. Gözlerini kapayışının çıplaklığına sokulan bir ten gibi sarmaş dolaş, sıcak bir anlatım melodi. İçinde ritim olan bu gizem de bulanık ama sende arıtılır ne demek istemediği. Bir ihtimali avutur gibi yastığa baş koyduğunda seni uyutur ezgi. Bu delicesine sezgi hayat kaçırıyor bir yerlerden, içime sızan günden, seni arayan geceden. Herkes ihtimalleri bölüşüyor. Sona kalan dona kalıyor bir fotoğraf albümünün unutulmak üzere kaldırılmış karelerinde. Bir tesadüfün ağıtı oluyor unutulmuşluk. Kimin umurunda. Yaşam fotoğrafları sevmiyor, yaşayan onları çıkarsa da geçmişten. Yaşam yazanları da sevmiyor, gerçek hırsızlarını. Yaşam bir şarkı mırıldanan gezgini seviyor çünkü yaşamakta olduğumuz anda insanlar müzik gibi akmakta. Tekrar notaya dökülebilir ama hayat her günü doğaçlıyor mesafesi bir ihtimalle ölçülen karşılaşmalarda. Ben de sürükleniyorum düşüncelerde. Yaşamın dışında mıyım? Kulaklarımdaki lezzete kendimi bırakmış hayatın içinde miyim? İçimleyim, dışımla değil. Bedenimdeki his tufanında yazı, fotoğraf, dokunulmak özlemine miras dokunulmuşluk kalıntılarınca körüklenen yalnızlık ve onu aralayan, düşüncelere yer açan müzik savruluyor. Duvarlarının arasında, hücrelerinin içindeki akışkanlığa dönüyorsun bu kez. Ferit’in Yeri’ne hoş geldiniz. Kendimi yiyip bitiremedim henüz.

31/03/2007

The Music Hides The Tides Of A Deep Soul

Ne zaman ki anlara karıştık, unutulmamakla yarıştık. Bir ömür bizi aldatana dek. Bir kışkırtıcı ses akışını kaynağından soran, bir derleme içine sızabileceğin.

İnanmak İstediğin Senindir

Yanlış olan bazen iki kişilik bir doğrudur. İnanmak istediğin senindir, inanmak istemediğin de. Bir düş kurarsın uzaklara, yalnızlığın ardına. Sen çılgınların en çılgınıydın hani. Hani saçların sen kokuyordu. Sormak istediğinde cevabım yoktu. Yorgundum, yoksa normal değil miydim? Çıplak ayakların yere sağlam basıyor mu? Yerin serinliği sana yaşadığını anımsatıyor mu? Kalmak isteyişin göz kapaklarında beni mi bekliyor? Güzel olduğunu söylemeseydim de sen bilmez miydin? Ben anlamak ve yaşamak istercesine sessizim. Bana varana teslim, ardıma yakın olana sonsuz durmaktayım. Dudaklarım kelimelere direnirken, elin uzanır mı beni titreten yaşama? Elin anımsatır mı tenime avuçlarının sıcaklığını? Gözlerimi hiç açmak istemeyişimi doldurur musun nefesinle? Bana sarıldığında zamanın bizi istemediği gerçeğinden beni saklayabilir misin ana? Unutulanın adı yarına kalsa ne olur, bir sır versen omzuma. Duvar saatine mesafeli, pencereye göreceli, düşüncelerine saplı kıpırdamıyorsun. Hesaplamıyorsun, tutamıyorsun kalp tanelerini. Sen yalnızlığına kelimeler bulamıyorsun. Bakışlarını gözlerinden tadıyorum. Çıplaklığını beline kadar kovalıyorum. Pink Floyd’un Comfortably Numb eserinde oturmuş içimden neler çıkarıyorum. Gözlerimi kapayışımın çizgilerini takip ediyorum soluk soluğa, içim ürperirken beni saran hissin düşünce bulutunda. Sanki nereye uzansam günışığını çeken zeytin ağaçlarının kara taneleriyleyim. Bir yaklaşmayla kendimi aksimden tanımaya çalışır gibi heyecanlı ışıltı şaşkınıyım. Bir patika kaçıyor orda uzaklarda, bir orman yolu arıyor göğü. Bir şehir üzgünüm diyor. Bir kız ne de büyüleyici doğmuş, suskunluğu perçinliyor. Susturuyor tüm kelimeleri, geceyi ben anlatırım diyor. Beni yıldızın san diye fısıldıyor. Çıplak olduğumu gözlerin bilmese de, soyunurum teninde dercesine sokuluyor. Boynumu soluyor sanki ölümsüzmüşüz gibi. Güzel olduğu gerçeğini bir fotoğrafa ayırıyor, takdir ve hayıflanma saklı yarınlara. Hayatım nasılsın diye aramıştım. Yağmurdan kaçan insanların gerçek dünyasından elimde şemsiye ile hızlıca oturduğum apartmana girmiştim biraz önce. Yağmurun sesi Cumartesiydi.Yine saçmalamakta mıydım, yine hayal mi saklamıştım gerçekten.

31/03/2007

Cuma, Mart 30, 2007

Bir Düş İçin Ağıt (*)

Gerçeğin kaybolma sınırının ötesinde yaşananları, yalnızlığından kaçma çabasındaki insanların dünyasını içe saplayan bir düş ağıtını izledim. Her karesinden dönüşü olmayan hayallerin ısrarında kendini arayanlar vardı. Seçimin tükendiği anda, olabildiğince cömert çaresizlik avcılarının sunduğu gerçeküstünde tek başına kalmışların hikayesi çarpıcıydı. Ne zaman ki sesleri görmeye başladılar, artık dönüşümlerin kurbanıydılar. Doğru hiçbir zaman bizim olmamıştı ama yanlış da soğuk ve acımasızdı. Vaat edilmiş bir yolculuktan geriye dönemediler. Korkunç bir keşfin miras bırakılacak gerçeküstü yoktu. Adı yalnızlık olsa da, düş değildi. Kendi kaplı bir adım kaçmaya yeterli olamazdı. Göğüslerinde yaslı geçmişle geleceğin anı sancısına kıvrılmışlardı sessizlik uykularında. Hançer gibi çektiler acıyı düşlerden. Masum bir gözyaşı da temizleyemezdi kirleneni. Bugün gözlerimi kapayışıma farklı bir filmin izlenimlerini saklamış olacağım. Algının çarpıldığı mekanların duvar arası koridorlarca taşındığı anlatımlarda kızın yürüyüşünü asansörle buluşturan farklı bir boyuttaymış hissi, düşün bölünmüş gerçek tanelerinde kar beyazı yağıyordu sorularımı üretişime. Gece ne de sırlıydı. Kapısı kilitli hikayelerin hiç açılmamış odaları vardı. Kelimesi olmayan seslerin uğradığı insanlar suskunluklarına sarılmış, bir düş sokağının yegane sakini olmanın yalnızlığında bir nebze gerçeküstü çekiyorlar bakışlarında onları yakalayan uzaktan. Hiç gerçek değilmiş gibi mi yaşamak istemişlerdi? Çıkarken gerçeklerden bir düş bırakmıştı ona anlayamayacağı. Sevmek bir zaman ustalığıydı. Öğrenmek istemişlerdi ve sırra güçlüce sarılmışlardı. Ayrıldıklarında dönülecek bir gerçek kalmamıştı. Kaybedilmiş sıradanlık delicesine sıra dışıydı yıkıma uğramış düşlenenin gerçek çöplüğünde. Sadece kokuya dokunuyordu, acı içinde müebbet. Kendi parmakları parmaklıkları olmuştu. Bu anahtarı olan yalnızlıklardan da beterdi. Her insanın hayatında saçlarına dokunan bir gerçek olmalı. Yalnızlığın suça bulaşmışsa sevgiyle de temizleyemezsin vicdanını. Gardiyanın gözlerine yerleşir sen göz kapaklarında mahkum yatarken. Yargıcın olur haklı haksız oluşunun karmaşası. Gece savrulur, söz seni bulmaz. Bir düşün sınırına asla katlanılmaz. Gerçeği yoran düşlerin yazarları yalnızlıkları ile baş edebilmiş olmalarından dönerler. Gerçeğin ardında kalmak istememişlerdir elbet. Sana başka bir düş sesleniyor, yoksa hala görüyor musun? Daha çok gençler ama martısı olmayan bir denizin düşüyle zehirlenmişler. Gözlerim sana yardımcı olsun isterdim diyebilirsen, belki çağırabilirsin kaybolanı düşlerden, gerçeküstünde yitmeden.

29/03/2007

Pazar, Mart 25, 2007

Hikayeler Gelip Geçer Yalnızlığından

Geç gelen yalnızlığı ancak aşk affettirir. Gözlerini kapamak yalnız senindir. Yatağından kakıp da, perdeni bir an araladığında sokak sana yaşadığını hatırlatır. Tekrar sessizliğine uzandığında, dalıverirsen uykuya gece avutur düşüncelerini. Korunursun seni yorandan. Kimileri dua eder, kimileri masal okur. Bir çocuk sonsuzluğa yakın büyür. İçi geçmiş saklar gelecekten. Emeklerken yürür, adımlarına güzergah bulur. Hikayeler gelip geçer yalnızlığından. Ayak sesleri merdivenleri çıkarken adam oluverir çünkü annesi bir zamanlar ona tembihlemiştir.

25/03/2007

Oyun Arkadaşım Düşünceler

Yalnızlık mesaisine mi kaldın? Güzel olduğunun farkında olan kaç kişi adını biliyor? Her adımı farklı bir bakış olan mesafeler daralıp açılırken, hayat sarhoşlarını konuk ediyor kadehte yansıyan. Işığın oyun arkadaşı olan şarap geceyi kokluyor. Bu masa kaç gülümsemelik? Başımı çevirişler bana varan sahnelerde beni ağırlarken, kalabalık sese gömülüyor. Yaşamakta olduğumuz sevinci rezervasyon yaptırmış Kordon’da. İzmirliler gecelerini kuşanmış çıkmışlar denizin sevdasına. Sen yarın kadar güzelsin. Ben unutsam da, sen hatırla.

25/03/2007

Sizi Tekrar Edene Takdim Edeyim

Yaşamın içindeki tekrarlarda bir kişi yemek hazırlıyor olmalı, belki de bir hostes gülümsüyor ne alırsınız diye, kim bilir bir çiftçi toprakla boğuşuyor kan ter içinde, belki de bir çocuk açlık çekmekte çok uzaklarda, iki sevgili oturmuş öpüşüyor da olabilirler, aramıza yeni birileri de katılıyordur sevinç gözyaşları arasında, aramızdan ayrılanlara ağlayanlar olduğu gibi. İnsanlar bir düğün töreninde heyecanlı bir araya geliyorlardır. Bir otobüs kalkmak üzeredir içinde yerleşmekte olanların hikayeleri koltuk numaralarını ararken. Ben de odasında bilgisayarının başındaki binlerden bir tanesi olabilirim. Yarın binlerce bankacıdan birisi olacağım, binlerce kravatlı takım elbiseliden biri. Telefonun ucundaki bir sesten görüşme talebinde bulunacağım. Bir başka hikayeye önemsiz bir rolde katılacağım. Siz de tekrarlarda yerinizi aldınız mı? Gece gündüzü kovalarken, ben senin tekrarının yabancısıyım. Gözlerim bana gelenden toplar detayları arıtılmış izlenimleri. Bir his içime yerleşir sanki benimmiş gibi. Uzak benimmiş gibi yakın durur. Adımlarım tekrarlanır yürüyüş olur. Yaşadığım her an ömür olur. Tekrar beni bırakır ismimde. Birileri bir yerlerde dua ediyor olmalı. Bir kız bir oğlana aşıktır. Bir kadehin manzarasıdır günbatımı. Dur acele etme, bu tekrar hepimize yeter. Söyle bana gece gözlerini kapayışına ne der. Kumsal sonsuzluk tanelerinde sıcak olmalı. Gökyüzünü sırt üstü konuk eden bir adam mutlu olmalı. Biliyorum bir yerlerde. Bir yerlerde piyanonun tuşlarında, bir yerlerde parmak uçlarımda, bir yerlerde dudaklarında, bir yerlerde rüzgarın esişinde, bir yerlerde kuşların kanatlarının peşi sıra, tekrar içimin ürperişinde masal olanda. Suskunluk tuvalinde bir arada. Resim kalabalıklaşıyor her renk canlıda, her ahenkli nesnede. İstanbul Boğazı’nda bir gemi naz ediyor olmalı, biraz daha bakabilmek için Kız Kulesi’ne. Tango dansının ateşinde bir ten tutkulu seriliyor olmalı kolların söyleşisine. Sırt dekoltelerinin milongasında ayakkabıların ışıltılı akışında tekrar kendinden geçmiştir her halde. Evet, bir yerlerde.Seni seviyorum diye tekrar ediyorum.

25/03/2007

Ara Verdik Kelimelere

İnsanın ruh hali ne kadar da değişkenlik gösterebiliyor. Evimi temizleyen Gül Abla'ya akşam vermek için para çekmem gerekiyordu. Metrodaki ATM'ye gittim, hava güneşli, açık ve güzeldi. Dışarı çıktığımda yazdıklarım üzerine düşündüm. Herşey nasıl yaklaştığımızla ne kadar da ilişkili idi. Gül Abla çalışıyor olmaktan şikayetçi değildi. İş bulamadığında kirasını ödeyemiyor olmak, ve çocuklarına birşeyler satın alamıyor olmak onun için daha zordu. Demirbank Gıda Çarşısı Şubesi'nde çalışırken şube müdürüm Şebnem Hanım, Ferit değiştiremeyeceğin gerçekler için kendini üzüp yorma, kaybeden sen olursun demişti. İçine doğmuş olduğumuz bu eşitsizlik ne de olsa milyonların derdi. İyi bir insan olma çabasında, yarına güzel duygularda çıkabilmek önemli. Dinlemekte olduğum müzikleri suçlamıştım, beni düşüncelere sürüklüyorlar diye. Aynı müzikler eşliğinde de bilanço ve gelir tablosu kalemlerini girebiliyordum. Kafa yormuyordum, düşlemiyordum da. Olabildiğimce gerçektim. Birazdan öğle yemeği yiyeceğiz. İnsanın iştahını kabartan kokular da yaşamı güzel kılan anların bir parçası. İşte böyle anlarda içine katıldığım her cümle aslında beni hayatın dışına itiyor diye düşünüyorum. Güneş yüzüme vururken sessizdim. Hayatın içindeydim.

On İki Oldu Varmak Üzere İken

Aman ölüm yok ya ucunda diyordu herkes. Yalan söylüyorlardı. Saat on ikiye gelmek üzereydi. Pazar sabahı benden geçti. Hiç dinlememeliydim belki de film müziklerini. Beni yapmam gerekenlerden uzaklaştırdı ezgiler. İçimin vadisine bahar geliyor yalnızlıkta. Kapısı kapalı odamın komşusu olduğu duvarların ardında temizlik sürüyordu. 40 YTL içindi yorgunluk. Y abenim yorgunluğumun bedeli ne kadardı? Ne kadar ucuzduk herşey ateş pahası iken. Yaşama şansı yoktu teslim olmaktan aciz olanlara. Sen kul köle olmasan nasıl sefa sürer başkaları. Yalnızlığın ve eşitsizliğin bölüşümü ekonomi. Senin payına düşenle bir teselli alabilmiş olmalısın ki, gerçeküstüne taşımışsın gerçeğini. Bir an düş kurma yanılsamasında köşene çeklmiş saçmalayabilme özgürlüğünü yaşıyorsun. Hedefler, sorgulamalar seni çizgiye çekiyor. Bir yere sapmayan çizgi gibi dosdoğrusun. Hizaya gelmişsin ne güzel. Tahmin edilebilir ve verimli acı çekiyorsun güneş gibi sarılmak isterken denizlere. Hesap vermez bir rüzgar gibi uzak olmak istiyorsun gözlerden. Yorgunluğunu alan mavide kanat sesi olmak, yarına hayat açan çiçek gibi dolmak ve sevda gibi yüreğine saklanmak arzun. Bir diz çöküş teslimiyet değil. Başını kaldırış neden soruna cevap bulamaz, sen içindeki aşkı aramadıkça. Bu oyalanmanın dilini konuşmak istemiyorsun biliyorum. Hep uslu olmalı mı sözlerin. Anlamasa da seni büyüklerin, sen isyanına ses ver martılarda. Bir not ol yarına, seni sürükleyen nereye varacağını bilmeyen bir şişede. Hesabı tutlmasın artık yalnızlığın. Yaşıyor olmak gözlerini okşasın. Ne yazık ki gerçeğin bir bedeli var. Her demir aldığın gerçek gemilerini limanda yakıyor. Sen düş toplamak zorundasın teselliden. On iki oldu. Artık susturacağım yüreğimi. Parmaklarım bilanço ve gelir tablosu girmemek için direnseler de, ben onlara acımasızım.

Bilgisayarımın Başına Teslim Olmak İçin Gelmiştim Oysa

Mevsimi değildi ama birden anımsamalarım lale açtı. Ruhum bedenime hapsolmuş düşüncelerle donattı tutsaklığını. Yeşil aldı hayal paletinden, karıştırdı yüzümün tebessüm edişine. Günışığı gibi eğildim içimi kaplayan taçyapraklarına, kırmızısını, morunu severcesine sır verdim çekingenliğine. Dans edercesine dolandım etrafında, sıcak ve sokulgan bir melodi gibi. Onda huzurluydum, bende bıraktıklarında. Kendimi unutmuştum. Unutulmuşluğum düşlemek kadar uzaktı içimde. Bugün saatlerimizi ileri almıştık. Bilgisayarımın başına oturmuş, önümde yığılmış bilanço ve gelir tablolarının arasında kendimi ikna çabamda, taşıması güç sorumluluğun verdiği tüm yabancılaşmışlığımca devşirilmiş çalışıyordum. Herkes ne kadar da hırslısın diyordu. Bu hırs değildi oysa, ne işi yapsam vurdumduymaz değildim. Kraldan daha mı kralcıydım yoksa kraldan daha çok mu inandırılmıştım bu oyuna? Hiçbir şey uğruna tükenilecek kadar değerli yaşanmıyor muydu? Birinin yorgunluğunda başkaları dinleniyordu. Bu oyunun acımasızlığının farkında olabilecek kadar zeki, farkında olmayanların ya da farkında olsalar da ellerinden bir şey gelmeyenlerinin acılarını içimde hissedecek kadar vicdanlı çaresizim. Rolleri benden de kötü olanlar var. İyi ve kötü göreceli olsa da, seçeneği sınırlı insanları anlamak zor olmalı. Bugün Gül Abla temizlik için bizde. Tüm gün ekmek parası diye yorgunluktan bitecek., bedenen yıpranacak. O bir iş bulabilmiş olmaktan minnettar iken, başkalarını kullanma sanatına biz paylaşım adını koymuşuz. Alınması gereken temizlik malzemeleri vardı. Bir anlığına gerçek olmayandan çıktım. Zeytin ağaçları altındaki kırmızı laleler de gerçekti ama bugün geçmiş mevsimi değildi. Bugün yorulma zamanıydı. Bugün bir avuç para için geçmişe yarınlarını ödünç verme zamanıydı, geri alamayacağını bile bile. Denize bakan Akdeniz evleri gibi tembel ve rahat hayatı olduğu gibi konuk edemedik. Çalışma gerekliliği içinde işlenmiş okullular, kültürlülüklerince sancılı. Fırsat eşitsizliğinin kurbanları ise kendilerini biraz daha şanslı sanan orta sınıfça beslenen sefa vefasızlarına hizmet etmek için var kalma mücadelesinde ön saftalar. Bu cephede ilk düşen hep onlar. Gerçekten de biz eşitliği arzuladık mı? Gelişmenin bedeli bu eşitsizlikle vücut bulan kırılganlık ve devinim mi? Dengenin bozulması ile akışkanlık kazanan durgun ve sakin bir suyun çıldırması gibi mi bir anda kendimizi bizim dışımızda gelişene savrulur bulmamız. Dinlemekte olduğum parçalara sığınıyor olmam ne kadar gerçek? Parmaklarımın ucu ihanet edercesine yazarken, kime faydası var kelimelerimin? Ben de bir nebze ayrılmışım diğerlerinden. Her insanı gelip geçişi gibi mi yaşamalı. Sahip olunanın hakiminin demokrasisinde en iyi yönetim şekli diye öğretilmedi mi bize, daha katlanılabilir olsun üretim ve bölüşüm ilişkileri diye. Gönlünden kapılmış olanın boşluğunda lalenin kırmızısı aldırmaz rengindeki kan kokan toprağın mazisine. Bir kırmızı gülün uzanıveriş kadar heyecanlı vardığı parmaklarda renk hikayelere bölünür. Bir köşe başında duvar önünde kurşuna can veren isyankarın bedeninden sızan kan uzanıveriş kadar uzak olur. Güçlü her zaman güçsüzü ihtiyaç duyduğu anda bulur. Akıllı olmak ile akıllı olduğunu sanmak arasında kurban nicedir. Herkes adımlarında bir gün tükenir. Biz masal olmak için doğmuştuk değil mi? Çam ormanları şehre yaslanmışsa bugün, yarın senin gözlerin benimkiler kadar şanslı olmayabilirler. Ben Güzel İzmir’i miras alamadım, büyüklerimin düşüncesizliğinden. Kadın teni gibi bakışlarımın bende bıraktıkları. Gece Akdeniz rüzgarı gibi benim. Ürperir gibi uzaklaşmışım yıldızlara. Bir anı işlerken yalnızlığım, anımsanmak değil lalenin derdi. Gözlerinde karşılanışım hikaye eder anlatamayacaklarında birikeduran kelimeleri. Elimi tutuşun sessizleşmişse, cesaret edemeyişimiz kaybolmuşluğumuzun içimize salmış olduğu korkudan mı? Bedenine dayanmış bir sırrın aralanışından geçmek mi seni korkutan? Rüzgarın okşadığı her saç, yüzü saklıların arkasında savrulur. Başını çevirdiğinde, gözleri sesi olmayan bir hikayedir. Suskunluğu ömür, eceli hiç anlaşılamamış olmasıdır. Bir satır olmamış adımlarında tekrar onu kaybetmiştir. Can çekişen sokaklar, can veren yıldızlar gibi ışıltılı. Geçiveren çiçeği nazlı. Kırmızı şimdi de dudaklarına mı konuk oldu? Başını çeviriverdiğinde hikaye seni parça parça ederken, her bölüm en heyecanlı yerinde bitmiyordu. Her şey ne kadar sıradandı. Sırası gelen sıradanlaşırken, sıra dışı olan beni bir an olsun kaçıran gözlerindi. Gerçeğim yanı başımda. Beni baştan çıkaran film müziklerine ara vermeliyim. Yapmam gereken o kadar çok iş var ki. Sözümde duramıyorum, hep söz veriyorum. Artık yazmayacaktım, hiç söz vermeyecektim hikayeme. Ayaklarım çıplaklığında basmalı yere. Aklım bir karış havada etrafta ne olup bittiğine bakmıyor. Kaçıp saklanmak için bir hayalin varsa, neden sokulmuyorsun dudaklarıma? Bir fısıltı gibi sevişen sır, duyulmaz korkma. Gerçek gerçeküstü olmuş, gerçeküstü gerçek kimin umurunda. Vakti gelen yalnızlık gözlerini kapayışına bir başka düş sığdıramadığında hesap vermekten kurtulur. Unutulacak olmak zalime de zulüm görene de yürek açar. Haklı oluş da, haksızlık da bir nefese veda eder. Bu sahnede sen bana doğru bir adım atıyor muydun? Ben yazmadım ki bu masalı, sen oynamak istediğince özgür değil misin? Bil ki gerçeğime olmasa da , gerçeküstüme davetlisin. Irak karıştı. Kırmızı laleler yediveren utancı oldu insanlığımızda. Kurşun sesi çocukların kulağına bizim olmadığını sandığımız bir masalı anlattı. Ne roketler ne de askerler oyuncak değildi. Sokakları harabe olmuş şehirleri bize ulaştırılan haber kanallarının karelerinde gülümseyen Iraklı kız çocuğunun gülümsemesinde savaş yoktu. Güçlü olanın demokrasisi oraya da uğramıştı. Ama o gerçeğin şarkısını dudaklarında söylüyordu. Yarına çıkabilirse, bir göz onu büyüyüp güzel bir kadın olduğunda gecesine aldığında, farklı bir hikaye düşecekti omuzlarından. Irak halkı bir Amerikan kabusu görmüş gibi uyandığında, utanç sahipleri de nefes vermiş olacaktı kaderine. Paris’te bir fincan çayın yudumlanışında bir kırmızı lale bulursan bir gün elimde, onunla ne konuşuyorum biliyor musun, seni bulan yalnızlığımı. Yeterince zaman kaybetmiş olmalıyım. Şimdi parmaklarım görev başına dönmeliler, bilanço ve gelir tablolarındaki finans dünyasının gerçeklerine hizmet etmeliler. Ten korkusu sarmış gözlerimi yangınından kaçar gibi. Takım elbisesi, ütülü gömleği, ve kravatıyla hayatı kovalayan adam, elinde bir uçak bileti masal seçiyor farklı dilde konuşulan düşlerden. Anlamak istemiyor olmalı ki, anladığı dillerden kaçıyor. Kendi sessizliği hiç susmuyor. Hikayem Türkçe dile gelirken, içim suskun kalsa gözlerimde. Anlamak istemesek kırmızı lale suskunluğunda dinlensek, dinlesek baharı telaşlı günleri. Bir böcek uçuverse gözlerimden, uzak beni saklarken. Çam ormanının kokusu kaç adet olduklarını bana saymayı öğreten okulun izlerini ruhumdan arındırsa. Kaç günüm kaldığını bilmeden yaşayışım gibi yaşasam uzakla buluşmalarını. Yanıma otursan yalnızlığıma bir sessizlik gibi. Bana katılsan zengin suskunluğumda. Elimi tutuşun parmaklarımı meşgul etse de, beni kurtarsan kelimelerimden.Sadece içimi karıştıran bir parça olsan dudaklarının sessiz şarkısında.

Pazar, Mart 18, 2007

Bu Hayal Kaçıncı Oldu Yalnızlıkta?

Bir vapur Karşıyakalı
Dönüyor seferinden geri
İzmir’i dinliyor gözleri kapalı
Seni sevdiğinden beri
Bu hayal kaçıncı oldu yalnızlıkta?
Yüzüm aynaya vurdu.
İçim seni buldu sonsuzlukta.
Bakışlarım beni geçen trenin camına yansıdı.
Sesim yetmedi kalabalıkta sana.
Elim bir çiçek sundu uzanışında.
Kırmızı bir lale gibi sessiz ve sevdalı
Kara gözlü zeytin ağacının dalı
Boynuna dolanan şalı
Kıskandırmak ister manzara masalı


İşe gidiş dönüşlerimden, hissettiklerime karıştırdığım duygularda öylesine yazdığım dizelerden ve merhum şairlerimizi ziyaret ettiğim saygı ve sevgiyle ağırladığım mısralarından

Ne De Çabuk Geçti Kelimeler

Zaman ne de çabuk geçiveriyor. Bir yılı biriktiriverdim blog sayfamda. Sevgili dostum Fulya'nın yüreklendirmesi ile paylaştığım on yıla kök salmış duygulara yeni izlenimler eklendi. Kelime kelime derlenen hayatın cümlelerime konuk oluşu kısa makbul bir ziyaret gibi bizi ağırlayan sonsuzlukta. Çabuk geçiveren bir ömrün yarın aralığında durmuş bakabiliyorsam yüreğime, dokunduğum tuşlarda yıldönümlerini kutlayacaktır içim. Belki bir on yıl sonrasına varır bende saklayamadıklarım. Belki de miras kalır yalnızlığım çocuklarıma. Bir masal için her zaman gece vardır.

Gerçeğe Davet Eden Bakışlar

Sadece gülümsemişti. Üşümekte olduğunu itiraf edecek kadar da dürüsttü titreyişi. Hayat onun küçücük bedenine acımasız davranmıştı ama o sıcak gözlerinde küsmemişti. Utandırırcasına derindi bakışları, üstünü başını yırtmış saplanıyordu vicdanıma. Ona acımaktansa, kendime acıyordum onu yalnız bırakmışların bir askeri olarak. Bir sokak masalının saçlarını okşamak geldi içimden. Çocukluğunu kaybetmişti yollarda. Evi yalnızlıktı belki de. Bir yürek arıyor olabilirdi sözleri. Köşelerine çekilmişlerin rahatlıklarında bir ses olabilir miydi? Uyandırabilir miydi onları vurdumduymazlıklarından? Neden duygularımızda kaybolan adaleti aramayacak kadar yorgunduk hepimiz? İşimize gelmeyende işimize gidiyorduk. Bir tekrarın rahatında geçiyorduk sokakların evsiz barksız çaresizliğini. Bir de yokluğun sakladığı uzaklar vardı. Ne sesleri duyuluyordu, ne de soğuk geceleri. Adımlarım adımlarını dinleyemediğim öykülerden geçti. Sonra da düşündüm ben neler yazıyorum diye.


18/03/2007
İzmir

Ele Vermem Aşkımı

Susuz mu kaldı yüreğin?
Bensiz mi kaldı sözlerin?
Hani dönecektin gözlerime.
Bir gece ağrısı yalnızlık.
Hece hece eklenir sensizlik.
Ben bilmem haklı mıyım
Hala sende saklı mıyım

Suskunluk Kokusu

Sen yalnızlık işçisi ne zaman yorgun düşeceksin kelimelerinde? Sokakların kerametinden kana kana içtiğin nefesin nefasetinde denizin sana şarkı söylediğini iddia edecek kadar mecnun, Leyla olacaksın sözlerinde. Yaşayacak kadar ayık, bir kadeh bulacaksın şerefine. Şarabın kırmızısında ağırlayacaksın duygularını. Yıllandıracaksın dünü bir mahzen karanlığı içinde, yarına varan hayatın tadında. Güzel bir kadın gibi kokacak suskunluğun. Tutkun, rüzgarın kışkırtmasını bekleyen durgunluğun. Bir yaprak sevdasında savrulur adımlar. Sesler karşılaşanları ağırlar.

18/03/2007
İzmir

Yasla Bakışlarını Bana

Hızlı hızlı adımlar ile uzaklaşmakta olan sarı saçlarında nefes alıp veren bir kız, bıyıklarının altından gülümsemeyen bir adamı geçerken bir telaş çalkalanıyordu. Bakış ne seçiyor ne de tercih ediyordu beliriveren hayat akışını. İçine arkacasına sızılan zerre aldırmazlık, bir yerlere yetişmeye çalışırcasına varma heyecanındaydı. Hiçbir şeyi umursamazcasına oturmuş olanlar birer gözlemci edasında sakin, sessizliklerine gömülmüş zamansızlık çiçekleri gibi gözlerini açmışlardı sabırsızlıklarında huzursuz insanlara. Yarınlara taşınan duyguların kahramanları adlarını sahnede bırakacaklardı bir gün. Korku kimin rolüydü, üşümüşlük, çaresizlik, aşk ve keder. Gözlerinin içinde durdurmuştu düşüncelerimi. Ardımda kalanla, adımlarıma çıkan arasında bir an beni saplamıştı dakika bozgununa. Ses yağıyordu şehirde, ışık saçılırcasına kök salıyordu uzaklarıma. Güneş kanat döküyordu. Ben düşüncelerimi kaybediyordum, aşk gibi kaçılan yalnızlıkta. Ağıt ve kutlamaların arasından yürüyordum sessizce. Duyulmak isteyen de, duyulamayan da adımları giyinik sarılmaktaydı yarını bekleyen şehre. Sokaklar bir çiçeğin kırmızısı gibi yakalayabilir seni albeni ormanında. Biraz yavaşladığında için hızlanır. Farkında olabilmenin özgürlüğünde, geçenler sarmalında dolana dolana seni dolaştırandan ayıklarsın gözlerine söz vereni. Gözlerini kapayışına kaçış geçililebilir, sende bırakılan bir gün anımsanabilir. Rengini geceye dönüştüren bir akşamın tekrar geleceğim dercesine vedasında, ışıklarını omzuna almış bir kıyı esrarında, sen bende ne unutabilirsin söyle. Çekinmen geri vermem diye mi? Bizden alınacak bir hayatı tutkuyla sevebiliyoruz da, neden bu kadar sahiplendik gizemi. Bir piyanonun tuşlarında unutulmuş bestelerde uyanışım neler uyandırabilir sende, bak hayat günaydınların en güzeli diye. Bir mırıldanış gibi belli belirsiz gelip geçen masal. Duymak isteyiş hep uykudan önce. İçe dokunan içe sığmayanla kırılgan. Her parçada tadına varılan, bir lezzete insan olan. Göz nefasetinde yalnızlık aşk. Söz deliliğinde bir sükunet. Birer köstebek gibi kaçışıverdik metrolara. Birer yalnız gibi dağılıverdik otobüslere, bizim dediğimiz otomobillere. Güzel olan, güzel olduğunun bilincine varmak için sokaktaydı. Yakışıklı olan da gözlere borçluydu farkında oluşunu. Birbirlerini arar gibi sessiz, davetliydiler buluşmalarına. Ellerim cebimde geçiverseydim bir kedinin bakışları ile paylaştığım sokağı. Rüzgar bir hıçkırık gibi dolduruyorsa kumsalı, deniz anlatmaktan yorulmamış olmalı. Avuçları büyüyen bir çocuğun elinden tutmalı, onu günbatımında geceye kavuşan yıldızlarla tanıştırmalı. Üşümeli insan olduğunu hatırlarcasına. Ürpermeli hayatı ansızın bulmuşçasına. Sevmeli, adını kaybetmişçesine. Dinlemeli, her çırpınışa sevdalı anların peşine takılırcasına. Yakan omuzlarını açtığında, tenin bana sır vermeli. Ben saçlarının şahitliğinde kulaklarına fısıldamalıyım sende kaybolmak istediğimi. Kalp çarpışlarında kurulu düzen. Elbette olacak birileri seni üzen. Yasla bakışlarını bana, bir pencere bakarken hayattan yana.

18/03/2007
İzmir

Teslim Al Beni Yalnızlıktan

Sessizliğimi kalabalıklaştırıyorum. Adımlarımın tanışmadığı sokakların sakinleri bir bir belirmekte iken gözlerimde, hangi kelime anlatabilir ki suskunluğuma yakınlaşanı. İfade etmek isteyiş zanlılarının suçu dile getiremediklerinde saklı. Anlatılamamış olana sözünü geçiremeyen kendimi arayışlarımın teselli bulduğu bestelerde gözlerimi kapatıyorum. Hiç isyan etmemiş gibi köklü, yorgun düşmüşlüğüme insafsız düşüncelerle yüklü dokunuyorum yalnızlığın klavyesine. Derlenmişin avutulduğu sözlerden taşan da anlamsız geliyor zamanla aralananda. Acımasız bir tekrardan kaçarken yine yakalandım. Beraat edemedim dünden. İçimin infazını bana bıraktılar. Gönüllü dönüyorum dört duvar arasına, anahtarı olmuş olmamış fark etmeyen kapıların ardına. İnsanlar, nesneler, kitaplar, anımsamalar, güzel bir kadının bakışında dinlenmeyen odamı paylaşmış köşeler, uyanmışım ara vermiş olduğum yalnızlıktan. Uzanmışım komodinimin üzerindeki aşinalığa savrulmuş gece kalıntılarına. Sürekli dönüp duran akrep ve yelkovanın zaman kandırmacasına ne çok insanı gömmüşüz. Dokuzu beş geçe de durabilir kalbimiz. Kollarımı açmışım uzaklara, rüzgar gibi serseri. Deniz gibi uçarı, kanat olmuşum ele avuca sığmazlığıma. Bir noktaya bağlanmış duruşuma sığdırmaya çalıştığım her anda şehir bana katılır. Ekmek kırıntıları gibi savrulurken martılar, gökyüzü paylaşılır. Gece akşamı ağırladığında teninin suskunluğuna aldırmazdı bakışlarım. Saçlarının omuzlarına bıraktığı kelimelerde okurdum gözlerinin sırdaşı gülümsemelerinin arkadaşı sessizliği. Bir ses gibi sokulurdu elim unutulmuşluğumuza davete. Hatırlanmak istemezcesine kaybolurdum buluşmamızda. Yarından kaçar gibi yaşanmaz ki. Bir adım gibi cesaretli gelmelisin bana. Her perde aralanışında insanın içi bayram etmez. Pencereler de bir gün çiçek açar elbet. Belki kışkırtıcı bir kumsal seni çağırır maviye koşan umutlara. O gün günışığı seni gülümsetir. Tutsaklığın seni kustuğunda rahatlarsın belki içinden attığın hastalıktan kurtulmuşluğunun hafifliğinde. Yormazsın bundan böyle ruhunu. Köle olmazsın başkalarının hırslarına saplanmış hayatta kalma oyununda. Vicdansızlığımızdan kurtulabilmiş bir kuşun şarkısında sen de katılabilirsin belki huzura. Her pencere yeniden doğmuşçasına aralanmaz. Aç pencerenin kanatlarını, uçmak istercesine yarınlara. Çiçekler olsun bakışlarında. Güneşi severcesine dokunsun uzakları armağan ettiğim çıplaklığın. Bir heyecan gibi yaklaşışında bekleyeyim sürpriz kayboluşları. Her şeyin gülümsemeye değer olduğu bir dünyada yeşil kalsın uyanışlarım. Yağmur gibi ak dudaklarıma. Gözlerimi kapatışıma ses ol. Teslim al beni yalnızlıktan. Ben bakışlarının beni götürmek istediği yere adresini şaşırmış bir mektup gibi gelirim.

18/03/2007
İzmir

Çarşamba, Mart 14, 2007

Hayal Kelimelerini Buldu, Yalnızlık Oyununda

Bana bir şans tanımayacak mısın? Öylece yürüyüp gidecek misin? Sormayacak mısın? Hiç durmayacak mısın? Yoksa sen de, benim gibi hayattan daha mı acelecisin? Apar topar uzaklaşışından hatıra kaldı unutmak üzere sakladığım, saçlarına gizlediğin bakışın. Bir adım daha seçtim biraz ötesinden, sokak bana gelirken. Bir söz dizdim kelimelerden sen giderken. 13/01/2007 İzmir

Yalnızın Halinden Aşık Anlar

Karanlığa yıldız banmış yalnızlığımın o aç gözleri
Sen yine de savurganca saç canım, yadigar gündüzleri
Bana ayırdığında en güzel, en içten sözleri
Düm düz eder yüreğim bize engel tüm pürüzleri.

13/03/2007
İzmir

Pazar, Mart 11, 2007

Lütfen Düşlerinizi Bağlayın

Hayat bana günaydın dedi. Onca insana yetişemedim, bana varanda oyalandım. Uçağa binmekte olanlar merdivenlerden çıkıyor olmalılar. Onları uzaklara davet eden gökyüzünde kaybolmak için sabırsız olmalı kanatlar. Ben dilini anlamadığım ülkeleri gerçeğimi arar gibi severim. Farklı gelir başka dillerin konuşulduğu sokaklar. Yabancı olduğum için kendimi oralı hissederim. Her yabancılaştırılmışın vatanı olur uzaklar. Sanki bırakmayan tekrarın dışındaymışım hissine kapılırım. Aynı şeyi anlatsa da, farklı dilde duymak güzeldir insanların gülümsemelerini. Kalmak istemeyişim varmak istediğim gecelerce huzursuz. Ellerim ceplerimde, düşüncelerim doyumsuz. Sınırların üzerinde uçabilmek şansına sahip olanlar bir düş için havalanmak üzere olmalılar. Her dilde seni seviyorum der gibi uyanmak istiyorum. Yarını arayan bir seyyah gibi dünde kalmam mümkün değil.

11/03/2007
İzmir

Gerçek miydik?

Hayat ne söz verdiğin gibi, ne de sözlerdeki gibi. Gerçek seni uyandırdığında sen yine de duymak istediğin masala geliyorsun büyümek istememiş bir çocuk gibi. Yalnızlığın kaçışı yok, seni sende bulacak geceler. Ben sana sesimde sokulsam da, sen kendi gözlerinde karşılayacaksın duygularını. Göğsümde duyamazsın aşkımı. Suskunluğuma sorsan da söylemez, kelimeler geri durur sesimden. Ne geliyorsa içimden sessizleşir. Gerçek paylaşılamayan bir masal gibidir. Tebessüm ettiğinde, tebessüm edersem bir parça düşürürüm içimden. Küçük bir sır gibi yakalayabilirsen bende bir armağan açabilirsin sözlerimden, sana gerçek değilmiş gibi gelen. Sana vardığında gerçek olan, seni hayal kırıklığına uğratmasın, parçalarım gönlüne batmasın. Seni seviyorum demenin farklı yollarını bulmuştur dudaklarım, düşüncelerin beni bırakmasın.

11/03/2007
İzmir

Portrelerden Kaçışlar Adını Sordu

Anahtarını çıkardın, kapıyı açışında seni karşılayan sessizliğin ışığını açtın. Ayakkabılarının içinden çıkan sen değil miydin? Adının Ferit Başkaya olduğunu sanıyordun. Herkese de öyle olduğunu söylemiştin, seni adında bulabilsinler diye. Gece topluyordun şehirlerden. Güzel kadınlarla paylaşmak istemiştin sana emanet edilen adını. Koridor seni bilgisayarının başına taşıdı. Bu gerçek miydi, yoksa tekrarın anımsanması mı? Dün gibiydi bugün. Seni bulamasınlar diye sevdiğin parçaların seni saklayışına bıraktın gözlerini kapayışını. İçin tekrarı bozarcasına sürüklüyordu duygularını. Melodi seni harmanlarken zengindi. Aşina olduğun her şeyden seni uzaklaştırmak istiyordu. Terliklerinin içinde sadece kaybolmak istemen yeterliydi. Yorganını araladın, çarşafın yalnızlık kokuyordu. Yastığına yasladın düşlerini, adın uyanacak mı bilmiyordun. Yakındığın tekrar seni terk edebilirdi. Erkek kadının, kadın da erkeğin kaçışı ya da insan. Ben bir kadını sever gibi okşuyorum kelimelerimi. Yalnızlığımın anahtarı sende. Gir içeri, bu tekrar seninmiş gibi. Adının ne olduğunu sanıyorsan san, kendini bulduğun zaman gel. Vardığın doğru adresmiş gibi yaşıyorsan, yalnızlığıma istediğin gibi seslen.

11/03/2007
İzmir






Yalnızlık Mekanın Çiçekleri

Sadece karşılaşmıştık. Mekan yalnızlığa sahne oluyordu. Bakışlarında yağmurun sesi hayal kurmak için yeterli olabilirdi. Güneşli de olabilirdi düşlerin. Oyun senindi. Onu davet edebilirdin, yürüyüp geçebilirdin de sessizliğinden. Hayat hem senin, hem de onundu. Güzeldi, gizemliydi de. Konuşmadığı sürece sen yazıyordun öyküyü. Belki hikaye edişinde sana katıldığında bocalayabilirdin. Ne de olsa suskunluğun güvenliydi. Varlığından çaldığın her andan hoşnuttun. Gözlerine saklıyordun güzel kadınları. Yüzü yoktu kalabalığın. Kalp atışların hızlı hızlı çarpışında bugün İzmirliydi. Sen sınırlarını kaybedebilmiş ender insanlardansın. Başını çevirdiğinde bakışı seni yakaladığında, dudakların sana ihanet ettiğinde, suskunluğun farklı bir dili konuştuğunu ele vermez. Güzel olan tek bir dilde yaşanır. Müzik gibi sokulur gecene hayranlık vericiliğinde büyülendiğin. Sen sessizliğinden çıkarırsın dünü. Kelimelerin çağırdığı karakterler içinde filizlenirken, yalnızlığın bölünür, çoğalır yarattığın her hayalde. Asansörde yakalanmış iki suskunluk gibi birbirlerinden kaçan bakışlar denizi bizim. Sessizliğimiz sırrımız kadar değerli. Geldiğimizde yabancıydık. Dilini konuştuğumuz hayatı bizim sandık. Sır vermeyecektik, sır olduk. Bir sonraki yarına çıkmıyormuş elimizi uzatışımız. Birlikte inebilirdik sevgiye. Adımı sorman gerekirdi yine de.

11/03/2007
İzmir


Bir Söz Bıraktım Yalnızlığıma

Gülümseyen insanları seviyorum. Masaları neşeli kılan yüzleri takip etmek, yazın sıcaklığını ağırlayan beyaz Bodrum evlerinin maviye yaslanmışlığında gelip geçeni izleyişi kadar keyifli. Hayat güzel bir kadın gibi bakışlarına sokulduğunda, var olduğunu hissediyorsan ve seni sende yaşatan yalnızlığının kıymetini bilebiliyorsan, bir adım daha varabilirsin yeşile omuz vermiş sırtlara. Ben susuyor olmaktan asla hayıflanmam. Burukluğum nice elveda gibi doluysa yaşanmışla, sana gözyaşlarında da, sevinçlerinde de katılabilirim. Seni deniz kenarındaki mutlu bir masa gibi dinleyebilirim. Anlatmak istediklerini de, yaşatmaktan çekindiklerini de konuk edebilirim. Ben kelimelerimden de vazgeçebilirim. Ben hem gökyüzünde hem de sırrın sularında maviyim. Derinleşen de, uzaklaşan da benim sessizliğim. Güzel olanı takdir edercesine yaşar gözlerim. Seni bırakmıyorsa sözlerim, yazmak benim kaderim. Ben seçmedim sana dokunmadan geçmeyi. Ben adım olmadan da yaşayabilirdim. Bir parça simit attım martılara. Kapışmak istercesine çığlık çığlığa sarıverdiler düşüncelerimi. Bir söz bıraktım yalnızlığıma, belki sen okumak istersin diye. Bir gonca gül kırmızısında beni sorarsan, adresim yarın. Beni bulamazsan hayat beni cümlelerime bırakmıştır. Gözlerim güzel bir kadını düşlerken kapanmıştır.

11/03/2007
İzmir

Söz Sana Adımı Söylemem


Sessizlik tutku tadında. Bugün kimler davetliydi düşüncelerine, paylaşamayacağın kadar sır mı seni sarıveren yalnızlık? Bir gözlerini kaçırış seni tutup da götürüyorsa içinden çıkılmaz uzaklara, asla ses vermez adımlarla yakınlaşan iç hesaplaşmalar. Bir sonrası da suskunluğuna katılır, seni bir bir geçen bakışların hiç yaşanmamışlığının esrarında. Her detay sana yüklendiğinde, saklayamayacağın kadar bölünmüşsen kelimelerinin acizliğine, ne kıymeti var anlatılana sürekli ödün vermenin. Seni konuşturmak isteyen hislerinin, dinlemekte olduğun her müzikçe kışkırtılmasında dokunuyorsan klavyenin tuşlarına, bir asrın kelebekleri gibi talihsiz ve tarihsiz uçuyorsun seni bekleyen sonrasına. Bugün seni adımlarına çıkarttım bir ten okyanusunda. Gözlerimi bir isyan gibi kapattım ardı benim olmayana. Ürperdim ama çıplak değildim. Koptum ama çığlık değildim. Ben duygularımı ne zaman kaybettim. Ben senin yarınlarının farkında olmadığımda, sen adını sır gibi sakladığında korkuların yetmez sonsuzluğa. Hatırlanması güç karışıklık yığılıyor her izleyenin içine doğduğu dönüşümlere, karmaşık olanın zerresi zihne damladığında gözyaşınca özetlenebiliyor bir anın sonu kovalaması. Yıllar güzel olana da acımasız. Kıyı şeridi alacakaranlık içinde dans ederken denizi takip edişinde, omzuma dokunduğunda çıkar gelirim rüzgarın beni sevişinden. Söz sana adımı söylemem. Biliyorsun ben zamana tekrar dönemem. Bana unutulmuşluğumda katılmazsan, yarınlarımı kaybediyorum inan. Sokaklar çalkalanıyor, insan seli nereye aktığını bilmeksizin her günaydın deyişe doluşuyor. Kelimeler birbirini tanıştırdığında cümleler de kalabalıklaşıyor. Gözlerinden geçerken bana acıma lütfen. Biz kalamayacağımızı bilerek geldik bu coşkuya. Martılar veda edişinden bir teselli gibi kanatlandığında, yalnızlığın bir ömür olduğunu anlamış olmanın bilgeliğinde gülümsersen, kumu hisseden ayaklarının üstünde yaşlanırken denize savurabilirsin hikayeni.

11/03/2007
İzmir

Perşembe, Mart 01, 2007

Suskunluk Albümünden

Üzgün olduğunu biliyorum. Adın da olmasa eminim kaybolurdun. Seni sana ödünç verilmiş olan yaşamda buldum. Ne yazık ki kimse geri vermemezlik edemiyor. Bir bu konuda herkes oldukça borcuna sadık. Asla sözünden dönemiyorsun sığındığın onca sessizlikte. Herkes yalnızlık anıtı gibi dikilmiş bir sonraki ana kalıyor. Göze çarpan afallıyor. Bir kadın sanki aldırmazmış gibi geçiyor. Benim farkım ne? Sözler dertli sır verememekten. Gözler sancılı yetişememekten. Ben sanki ayrıcalıklı mıyım? Ben de sizler kadar yalnızım. Saklanmıştık ama bizi seçilmişliğimizde buldular. Bize masalın adresini sordular. Demek sen de gerçekçisin canım. Ölüm sende ikamet etmiyor mu? Ben güzel olduğuna tanıklık ediyorum. Bakışlarına liman oluyor yüreğim. Kelimelerimi suskunluk albümüme kaldırıyorum. Yazılamamış olan bir gün unutulana dair. Beni adım yokmuş gibi sevebilir misin?