İşlenebilecek En Güzel Günaha
Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.
Hakkımda
- Ad: Erdem Ferit Baskaya
- Konum: İzmir, Türkiye
I like dabbling in English. Words welcome people in me.
Perşembe, Ağustos 30, 2007
Ben Yalnızlığın Dolu Tarafıyım
Dokunulmak hissi kadar geçici bir ömürde yalnızlıklarına dönen onca insan. Buna rağmen karşılaşmalar hala utangaç. Bir ayçiçeği şaşırabilir mi güneşini? Yüzünü yalnızlığıma dönebilir mi? Olgunlaşan bir hikaye mi yazdıklarım? Bazı mahremiyetler acımasız. Kayıplar eklendikçe gelecek ile geçmiş iç içe geçiyor. Genelde psikologlar insanı küçüklüğüne götürür. Ben anaokulumdaki anımsamalara geri döndüğümde hala güçlü resimler, o yaşıma rağmen. İlk aşkım Pınar. Daha üç dört yaşında idim. Hırçın bir çocuk olan Olcay’a ilgisini hazmedemezdim. Küçücüktüm ama duygularım onlardan büyüktü. Uzanırdım yatağıma, hayal olurdum. Onu davet ederdim oyunuma. Bu his beni korkutuyor. Pınar’la ilkokul birde aynı sınıfa düşmüştük. Çine’de Atatürk İlkokulu’nun bahçeye bakan penceresinin derin pervazında oturuşu halen hayal meyal içimdedir. Sabahın ilk ışıklarını saçlarına alışı, beni onu izleyişimde uzak tutuşu. Onu sevildiğince bırakmak rüzgara, başımı eğmek masumca, gözlerim kadar dolmak içimde, bir anlaşılmama kadar küçüktüm o zaman. Yüzü geçmişte kayboldu, hissi içim kadar taze. Altı yaşımda içimleydim, otuzbeşimde de içimleyim.İlkokulda öğretmenim güzel bir bayandı. Okul çıkışında onu takip etmiştim. Kayboluşum gece olmuştu. Babam telaşa düşmüş, Çine sokaklarında beni zor bulmuştu. İlkokul ikide babamın Atça’ya tayini nedeni ile Çine’den Nazilli’ye taşınmıştık. Hep ilk görüşte seçerdim aşklarımı. Işıl sınıftan içeri girdiğinde kalbimdeydi. Anadolu liselerine hazırlanışımızda öğretmenimiz Nurdan Hanım birkaç sırayı sınıfın önüne çeker, küçük bilgi yarışmaları düzenlerdi. Işıl ile baş başa kalmıştık yarışta. Ne kadar da ağlamıştım ona karşı kaybettiğimde. Yenilgi göz yaşları değildi aşk. Ondan eksilmek korkusu idi boşalan, küçük gözlerimden yağan. Ona dokunmak isteyen gökyüzüydü fırtınalar. Dinmek istemeyen bir hırçınlıktı içimin gürültüsü, hissettiklerimin sessiz sedasız gürleyişi. Öğretmenimiz ikimizi de severdi. Sizi kan kardeşi yapıyorum demişti. Birbirimize küçük birer hikaye kitabı almıştık. Arkadaşlarım Ferit Işıl’ı seviyor diye dalga geçtiklerinde, utanırdım. Ne güzeldir sevip de utanmak. Ne değerlidir öfkene sahip çıkmak, kalbinin diline düşmek, alay konusu yapılan gecelerine taşıdığına laf söyletmemek. Kızlar neden hep sessizliğimin? O sıcakta Işıl’ı arardı evinin etrafında Ordu Caddesi’nde dolanışlarım. Hep düşüncelerim payını alırdı sevdiklerimden. Özel Türk Koleji’ni kazandım. Dört yıla mahkum etüt yattım. Anne ve babamdan uzak, yatılı bir okulun ranzalarında geceleri bir yorganın hikayelere çekilişi kadar yalnız yaşadım. Oyun bahçeleri çalınmış bir çocuklukta yaşama yabancı olmanın dilini öğreniyordum. İngilizce ödevlerim tekrarlardan ibaretti. Hayata alıştırılıyorduk. Tutsak hissetmenin sıralarında büyüyorduk. Yemeğe kızlar bizden önce götürülürdü. Halbuki her yemekten önce ellerimizi öğretildiği şekilde yıkardık ama dokunuşlarımız yine de büyüklerimizin zihni kadar kirliydi. Bir suçluluğu kazanmıştım. Cuma akşamları servis alırdı çocukluğumu. Beni aileme taşırdı çam ağaçlarının arasından. Işıl normal bir ortaokula yazılmıştı. Büyükler bir çocuğun duygularını gözden kaçırabilirler. Çocukların da yalnızlıkları vardır. Küçük bir yürek büyüdükçe anlamadığını düşündğün bir kızın kalbi gibidir. Pazar günleri rahmetli annem gömleklerimi ütülerdi. Televizyonda Pazar Konseri olurdu. Benden bir yaş küçük olan kardeşim Orçun ilkokul son sınıftaydı. Uçan Kaz adlı çizgi film başlardı ben giderken. Seyretmek isterdim, çizgilerinde kalmak ama gitmem gerekliliğine ayrılmış bir yerim vardı. Sorumluluk hissi için okuldaydık. Üretim ilişkileri için hazırlanan, asimile edilen diğer çocuklardan farklı değildik. Hiçbirimiz farkında değildik neye uğurlandığımızın. Bir kalbin isyanı büyüyebilir, duymak istediklerine dokunabilir. Yalnızlığından kaçmak için sevişebilir. Duvarları beyaz olsa da, karanlığın köşelerini gözlerini kapayışında kaybedebilir. Bir pencere açabilir gönlü yalnızlığın adına. Çocukluğumda Martı Adası adlı bir dizi vardı herkesi korkmak için televizyon başında toplayan. Annenin korktuğu hissinden başka bir konusu bile kalmamışken, hala martıları sevebilmek güzel. Her yaşanılan andan sen çıkıyorsun. Yalnızlığını iyi tanıyorsun. Sevilmek için yalnızlığını tanıştırdığın kızlardan hangisi şanslı? Çocuklar hep hemcinsleri ile oynamamalı. Bir anne baba buna dikkat etmeli. Ortaokulda da kalın gözlük camlarımda yansımaktan öteye geçmemişti yalnızlıklar ve prensesi kızlar. Bakir bir sessizliktir yalnızlık. Hiçbir zaman haylaz olmadım, olamadım. Neden efendi bir çocuk derler, hep içindeki efendisi ile gezdiği için mi? Yaşamla kirlenebilmeli çocuklar. Temiz değil hiçbir masumiyet. Benim değil bu yalnızlığa hakimiyet. O yüzden ağır anlatamadıklarım. On bir Kasımlar benim içimin günü. Yaşlanışım bir anlatamadıklarım sürgünü. Ben bir kızın elimden tutuşunu hak ederim, omzuma başını yaslayışının hakkını veririm çünkü yaşam benim dilim. Çocuklar büyüklerin iyi niyetinden kaçamazlar. Tercihlere yakalanırlar. Kendileri kadar küçük anılara savrulurlar. Kıymeti kayıp cennet aşklar bir gül dikeni gibi kanatır çiçeğin rengini. Sen adımlarının sesisin. Vakur bir bakış da küçücüktü bir zamanlar. Kalabalık içi gibi kayıp insanlar. Deniz dayanmış yüreğime. Ne de mavi masal. İnsanların hissettiklerinde kalp kalbi açıyor. Ben yaklaştıkça anlamlı yakın. Hislerimi yaşamla konuşturuyorum. Kelimelerim devam ederler yoluna, dinlediğim film müziklerinin yardımında. Çok ilginç çocukluk aşklarım şu anda İzmirdeler. İlkokul aşkım Işıl mimar olmuştu, şehrin en uğrak barlarından Biraver’i tasarlamış. Bir gazetenin Ege ekinde haberi çıkmıştı. Pınar’ın babası da burda bir eczane açmış. Babam bahsetmişti. Aynı şehrin köşelerinde karşılaşmadan geçiyoruz hayatı. Artık aşklarımızı da yolda görsek tanımayacak haldeyiz. Uzansam gözlerine ne kadar anlaşılabilirim ki? Duymaya hazır değilsen, sana sözlerimden ne taşırabilirim ki? Ben yalnızlığın dolu tarafıyım. Ben ölümün arka bahçesiyim. Yaşam çiçekleri dağıtırım gelen geçene. Bir ses uzatırım duymak isteyene. Yıllardan çıktım geldim yıllara. Tutkum yeter daha nice yıla. Olsa da her karşılaşılan göz bir sıla.
Kolay Değil Bir Papatyayı Kurtarmak
Artık Sadece Sessizliğimin Nasibisin
Özgürlük Mavisi Verin Yalnızlığıma
“Sevdiğin bir kızın kalbinden, sözlerin boş dönmek yazdıklarına kolay değil, anlasana. Mavime özlem karıştığından beri, rahat değil yirmi dakikalarım. Seni anlamak isteyişim kalabalık, seni sevmek isteyişim yersiz bir kıskançlık. Yazdıklarıma dönüyorsun da, bana gülümsemiyorsun. İçim Karşıyaka’ya yaklaşıyor. Senden de uzak kıyı. Canım tutsaklığımdan kaçıyor da, hedefler ve sürekli hesap vermeler beni yakalıyor. “
(Bir başka yazı cep telefonuma ne zaman kaydettiğimi hatırlayamadığım, acıları taze yakın geçmişimden. Gün bir diğerine benzerse kaybolursun zamanda. Anımsamalar tarihsizdir ve bir o kadar da talihsiz.)
“İçim de artık benimle konuşmuyor. Askerdeyken hissettiğim duygular beni buldu. Baskıcı, yaşamı esir alan, kurtuluşu bir takvime bağlı olan bir tekrar. Güzelim, eşsiz bir maviye bile heyecanlarını arayan bir kız gibi umursamaz bakar oldum. Her şeyin ortasındayım. Yaklaşmakla uzaklaşmak arasındayım. Cümlelerim de kalabalık ama iki kelimenin buluşması değil duymak istediğim. Karşıyaka yirmi dakikasına dayanmış hayatın. Bak rüzgar günaydın diyor. Sessizlik keyifsiz. Ona yaşadığını hissettiremedim. Ona bir umut olamadım öykümde.“
(Ayıkla geçmişin anını.)
“Eve dönüşü de sessiz, sınava girişi de.”
“Ölüme gittikçe daha yakınız. Pişman olsak da yok farkımız.“
(Dün gece yatağımda sol tarafıma döndüm. Boşluğun dili farklıydı. Anlatmak istemesi gerekmiyordu. Yalnız olunca sessizlik de çok net duyuluyordu. Yaşadıklarımız anlatıyordu seni bana. Uzandım sensiz bir iyi geceler deyişe. Uzandım ikimizi ayıran düşlere. Evin her köşesinden bir anımsama çıkıyordu. Gözlerimi kapadım, yine de kaçamadım. Uyku teslim almış olmalı yorgunluğumu. Sabah uyandırdı düşüncelerimi. Ziyaret ettim içimde bir günaydını kaybolmuş sesini. Seni duydum sözlerimde. Yine seni buldum gözlerimde.Gelecekte bir anı seslendirişimden kelimelere taşırdıklarımı okudum cep telefonuma parmak dokunuşlarımın kaçırdığı yalnızlıktan. 2033 yılını yaşayabilecek miyim, ancak hayat bilir.)
“Bugün gözlerimi kapayışım altmış yaşında. Sevgili Öykü umarım sana içimdeki korkuları miras bırakmıyorumdur. Kaybettiklerimi sana kazandırabilmiş olmayı diliyorum. “
Aşkın Üzen Yüzü
Salı, Ağustos 28, 2007
Sokuldum İçimdeki Resmine
(Salı sabahı, sekiz kırk Karşıyaka vapurunda)
Pazar, Ağustos 26, 2007
Bir İç Ses Olup Bana Dönüyordu
Aşkım, Derdim
Kokusu geçenim
Aşkım, derdim
Sonunda, evet sonunda
Seni yaşamak istediklerine verdim.
Resmini yalnızlığıma astığım
Yarama tuz bastığım
Aşkım, derdim
Sonunda, evet sonunda
Seni sensizliğme serdim.
Gerçek İki Kişilik Midir?
“Çoğu insan düşüncede özgürdür, yaşamda tutsak.”
“Kelimelerle baş başa iken yaşamdan ayrılık söz konusu.”
“Yazar kimliğinde inzivaya çekilmek var.”
“Bence ayrılık bir tereddüt, ihtimallerin çıkmaz bir sokak olduğu endişesi.”
“Karşıtı olmayan duygu yaşanmaz.”
Haklı İle Haksızın Arasına Sevgi Girmiyor
(24-08-2007 sabahı işe geç kalma riski pahasına yakalanılmış duygulardan.)
Cumartesi, Ağustos 25, 2007
Bir Aile Oluşta Karenin Dışındaydım
Bir Yıl Daha Sakladım Sana
http://duygumuzesi.blogspot.com/
15 Ağustos 2007 Çarşamba
Sevmek Konuşturur
Konuşmanın cezası kalbim.
Suskunluğun mirası söyleyemediklerim.
Ne diyeyim?
Seni sevdim.
Sanma Sözlerim Seni Sürekli Karalar
“Şiir duyguyu konuşturur.”
“Pişmanlık tercihi yapanın hakkıdır. Söz hakkı olmayan, üzülen taraf olmakla baş başadır. Zaten sevmek bir tercih değildir ki. “
“Yaşamın kıymetinde arkadaş mıyız? Kaç kere uyanır insan? Kendini benim ve denizin yerine koy. Ne kadar mavisin? Ayrı düşmüş yarınlar birbirini kovalar. Bilirim aldırmazsın. Düşüncelerin sormaz beni bu aralar. Sanma sözlerim seni sürekli karalar. Sensiz geçmez bu yaralar.“
(Ayşegül’ün doğum gününü içimde yalnız kutlamaktan İstanbul’a kaçışımda, Kadıköy’de Denizatı adlı kafede Sevinç ile buluşmayı beklerken, etrafımla ilgileniyordu gözlerim. Rüzgar benden daha yakındı uzun saçlarından hiç şikayeti olmayan güzel omuzlarına. )
“Bu şehirde sevişmek kadar güzel kadınlar. Yanımdaki kadının kırmızı elbisesi hala İstanbullu olmak konusunda düşünceli misin diye soruyor.”
İyi Ki Uyanışıma Girdin
Çarşamba, Ağustos 22, 2007
Bu Mu Kader?
Salı, Ağustos 21, 2007
Belki Zaman İyi Gelir
Bu Yalnızlık Hiç Sobelenmez Mi?
Sana saklandım tüm gece
Beni görme diye
Bulmanı istedim yine de
Sevgimi içinde
Sadece Sevildiğinden
Hakkından fazlasını aldın kelimelerimden. Sadece sevildiğinden.
Üzülmemi istemiyor muydun? Denizim gibi miydin? Beni kıyında dolandırıyordun.
Gece geç dönmüş olmalıydın. Doğum günündü. Sevdiğin bir uykuya armağan kimde açılıyorsun? Bu soru kalbimin mi, yoksa yalnızlığımın mı? Hakkım mı, haksızlığım mı? Unutmak sevmekten zor.
Şiir Oldu Susmam Gerekliliğim
Yalnızlığıma özelsin
Onun için güzelsin
Gözlerimi kapayışım seninle seviştiğinde
Düşüncelerim yokluğunda sana eriştiğinde
(Sabahımda da içimle konuşuyorduk. Gömleğimi ütüleyip, traş olup çıkmalıydım halbuki. )
Yatağıma kardın.
Beni kaplarcasına yağdın.
Gelinlik beyazım.
Değilmişsin alın yazım.
(Şiir oldu susmam gerekliliğim. Şiir oldu yalnızlığım hak edercesine. Şiir oldu yokluğunu hakkıyla yaşayışım. Gece bedenim oldu. Gözlerimi kapayışımla tutturulmuştum düşüncelere, beni süren zamana.)
Kıymetinden Sen Eksildin
“Bu gece belki adını kıskanacağım bir arkadaşında kalır.
Bugün belki onu tüm yalnızlıklar tanır.”
“Kıymetinden sen eksildin.”
“Yalnızlığımın oynadığı renklerden birini onun için seçmiştim. Siyah dolanıyordu belini, göze cömert, kalçalarına cimriydi. Bir oyundu uyanmak. “
“Mesafe girmişse dokunuşlara ve dokunulmayı özlüyorsan sürekli, uzaklık ayrılığa dönüşür yavaş yavaş. Ten zihni yorar. Sevişmeler adını arar karşılaşılan her suskunlukta. Bir bakış kadar masum olabilir tutku. İstemek yeterli olmayabilir istenmediğinde. Dudakların mühürlediği her sırrın paylaşanı mutlaka vardır. Gece ve gündüz yalnız hissediyorsan, gözlerini kapayışına aralıdır. Bir adım açabilir içini. Bir elini uzatış ile gidebilirsin, duygularınla götürülmek istercesine.”
Pazartesi, Ağustos 20, 2007
Artık Oldum Onun Dünü
Yoksa yaşadıklarım mı?
Bu geri sayım hüzünlü.
On ikiye bırakıyor Ayşegül'ü.
Çünkü bugün onun doğum günü.
Sessizlik Dar
Yalnızlığıma kollarını sar.
Sessizlik dar.
İçimi öyle sıkar.
Kalbim zor da olsa anlar.
Artık bana olmayacak yar.
Bu Günü Geçmeliyim
Onu düşüncelerimden atmalıydım.
Beni yoran sevgime batmalıydım.
Geceme onsuz bir düş katmalıydım.
Ama yapamadım.
Henüz bir başka kadına tapamadım.
Bugünü geçmeliyim.
Kendime başka bir aşk seçmeliyim.
Sesimi Açmadı Doğum Günün
Bu nasıl bir armağan sunuştu.
Gözlerim de, sözlerim de doldu.
İçim dayandı saatin on iki oluşuna.
Anlayamıyordum bize ne oldu.
Katlanmaya çalışıyordum Ayşegül'ün soluşuna.
Yarın Kör Bir Sessizlik Düğümü
Güle güle İstanbul, yakında görüşeceğiz. Yaratıcılığıma kaçıyorum. Hayatın ritminde buluşacağız, bir kişiye daha tahammülün var mı? Genç hissediyorum. Yok oluş tesadüf değil. Daha fazlası yok. Kaybolmak isteyen gözün adresi vardır. Daha azıyla yetinebilirsin sırrın. Sevişmek isteyebilirsin utanmadan. Belki son gece sana kalan. Tenine sızdı gözlerim. An yaklaşanları durduruyor. Teslim alınışın muadili yok. Bakışlar birbirlerine sokuluyorlar. Daralan nefes alışlarla mekan genişliyor. Ritmin çekiştirdiği karmaşanın ucu bucağı yok. Seksi ve sonsuz bir kaynaşma. Adsız ve kışkırtıcı gece ormanı. Dansın kökleri yok. Gürültü derinleşiyor. Çekim alanında kimse, kimsenin hiç canını yakmamış gibi masum. Kimse dürüst olma kaygısında değil. Yeniden tanımlanıyor bir arada olmak. Kaçış dakikaları eksiltiyor. Her kalp sevişmek istediği kızı seçiyor. Sessizlik meyveleri ham. Dalında bir tutku güzelliği. Sancılı çıplak omuzları ve kırmızıyı sırtına bırakan daveti. Bir kalemin düş kurması, tüm kelimelerin ifade mahkumiyeti. İstanbul’da taze öğütülmüş sıradanlık kokusu sıra dışı. Kadın kokusu kadar güçlü yayılan. Sokaklar yaşamaya hasret kalmış gibi canlı. Çarpışmalar bir bakışça evime bırakılmak isteyişim oluyor. Öykü çıkmaz bir geceden. Herkes unutmak mı istiyor? Yorgun vahşinin evi sabahı. Masum bir sevda uyanış. Yastığın sıkıcı mı? İçin çarşafın gibi gergin mi? Bir sevişme kırıştırabilir yalnızlığını. Herkesin adının bir posta kutusu var. Artık faturalar geliyor firmalara olan aşkından. İlişkiler de birer alışveriş merkezi oldu. Kalabalık ve çekici, son satın alma gibi geçici. Serin ve hijyenik birbirinde yerleşmeler. Bedelini ödediğin sürece güvenli yarına kalışlar. Düşüncelerimle karanın bizi uğurlayışına geldik. Saat üçü beş geçiyor. Mavi yaşadığım hissine dayanmış. Otobüsten inip gemilerin uzağı paylaşışında yerimi aldım.
(Vapurla karşıya geçiyorduk. Yanımdaki bir tesadüften fotoğrafımı çekmesini rica ettim. Adının Alaattin olduğunu öğrenmiştim bir teşekkür edişle başlayan kısa bir sohbet sonrası. Bir fabrikada çalışıyordu, tatil için İzmir’e akrabalarının yanına gidiyordu. Molalarda bana arkadaş olmuştu. Hayat içinde kaybolacaktık ama gülümsemelerimizi paylaşmıştık. Terk eden kızların vedasına da hoş bir karşılaşma gibi bakmalıydı. Deniz bizi karşıya yaklaştırırken otobüste yerimi almıştım. Eminim yanımda oturan genç bu adam sürekli ne not alıyor diye içinden geçirmiştir.)
Saat dörde çeyrek var. Kümeste gibiyiz. Yerimizi aldık bizi bekleyen varış istikametinde. Pencere kenarında düşüncelerim. Bir resim gibi anları karşılayışım. Benim umurumda benim olandan pay alışım. Yaşanan anların yedeği var mı ki, ben arkadaş olarak kalayım. Ne söz ne de suskunluk sahibine ait. Konuşma, bir cevap gibi doğan. Karşılıklı büyütülen bir iletişim diyalog. Suskunluğun tek tarafında, sana anlamak istediklerin kalıyor. Gözlerimi kapayışımda gece oluveriyor. İçinde aktığımız trafikten bakışlarımı bir an içime çeviriyorum. Görmek istediğim düşle baş başa kalıyorum. Omuzlarından sıyrılıyor geceliğinin ince siyah askısı. Sırtın yalnızlığımla konuşuyor, içinden hiç sır vermiyor. Beline iniyor duygularım. Seni hissetmek istediklerinde yalnız bırakmıyor dokunuşlarım. Benim kalan bir yalnızlığın prensesisin. Sınırlarını kendin belirliyorsun. Yatağıma adını veriyorsun. Hikayeni giyinip sen de gidecek misin? Beraber merak edemeyecek miyiz hayatı?
(Otobüs Bursa garajına vardı. Yarım ekmek döner ve ayranla karnımı doyurdum. )
Akşam saat beşte Bursa’da yarım saatliğine mola verdik. Benim için anlamı olmayan bir şehir, yaşadığım son ilişki ile hayatıma girmişti. Ayşegül ile paylaştığımız gibiydi inişim. Karanlık ve aydınlık gibiydiler, kara çarşaflı kadın ve annesini göremeyen, onu yok eden örtüsüne tutunmuş, sevgi taşan, güleryüzlü güneş gibi bir çocuk. Yıldızsız bir gece gibiydi etraf. Kadın tutlması yaşanıyordu gözlerde. Omuzları yazı yaşamayan kadınlar da vardı. Seçimler her zaman paylaşılmıyordu. Hava yürek gibi açıktı. Gözlerine sıkıştırılmış kadınlardan birkaçı ile otobüse bindik. Daha uğrayacak başka şehirler vardı. Hikayemizden inenler olmuştu. Yanıma hayat kadar gerçek bir amca oturmuştu. Esmer teni, kırçıl bıyıklarıyla bir kadının kendisini terk etmesinden üzüntü duyacak gibi durmuyordu. Otobüs sert bir viraja girdiğinde, iki farklı dünyanın insanları gibi yan yanaydık. Ben kulağımda kulaklık, film müzikleriyle hissettiklerimden kelimeler kaçırırken, o ellerini kavuşturmuş önyargılarımdan habersizdi. Bu suskunluk Ayşegül ile aramızdakinden farklıydı. Siyah pantalonu ve beyaz çorapları kadar gerçekti. Elleri hayatın içinde güçlendiğini ele veriyordu. Benim hikayemi anlatsaydım her halde bana gülerdi. Teyzeleri bol bir otobüste Beyoğlu havası dağılıyordu. Gözün dokunduğu uzaklar yeşildi. Otuz dört yaşım İzmir yolunda ilerliyordu. Düşüncelerimin koltuk numarası yirmibirdi. Bir kız yirmi altısını terk ederken, beni diğer yaş günlerinden alıkoymuştu. Bir başkasıydım, bir başkası gibi yaşayacaktım. Herkesin alışkanlıklarının cenaze töreni var. Yaşamımıza gömüyoruz kaybedilenleri. Mezar taşlarında kalmış adlar, unutulanlar rehberi. Yaşamın kıymeti bir demet çiçekle varır bir annenin mezarının başına. Bir anda solmaz kırmızı güller. Saat altının etrafında dolanıyor. Daha on dakika oyalandı. Masallar yaşlanıyor. Ne çok düşten eksiliverdin. Sahnelerden silindin. Oyun ikimiz için de oyuncusuz kalmaz. Yalnızlığın sesi kesildiğinde, ses kaynağından özgürdür. Sesleniş duyanların olur. Bir gün gözlerini kapayışının olursam, adıma çiçekler getir. Senin kalbin ekin denizine bakıyor, ben Ege kokuyorum. Hayallerim zeytinyağlı. Hala avuçların terliyor mu? Kaç farklı yüz ile karşılaştık kim bilir. Aile gülümsemeleri bir araya getirir. Öykü’nün henüz okul çantası yok. Bir anne bulamadık kelimelere. Saat altı otuz beş, haraların yanından geçiyoruz. Çitler arasında atlar dolanıyorlardı. Yaşam turunda kalemim tarlalardaki mısır ordusunu selamlıyordu. Aşk rüzgarın emrini bekliyordu. Artık gözlerimi kapayacağım. Yarın Ayşegül’ün doğum günü. Yarın kör bir sessizlik düğümü. Yarın kalbimin yalnızlık düğünü.
Bir Yalnızlık Vardı, O Da Adında Kaldı
Dün dört kadeh beyaz şarap içtim. Kadıköy otobüsünün bir an önce otelime beni bırakmasını istiyordu uykulu gözlerim. İstanbul gecelerin hakkını veren bir şehirdi. Sanat Restoran’ın terasında kalabalık beni köşeye sıkıştırmıştı. Ne heyecanlı bir kovalamacaydı Beyoğlu. Sokaklar sanki yaşamak isteyenleri kavuşturmuştu. İhtimalleri cömert bir şehrin farklı bir çekiciliği vardı. Beni çağırıyor gibiydi. Kıyıları sevgi gibi karşılıklıydı boğazın. Boşalan bir kadeh gibi doluyordu otobüsler hayatla. Beşiktaş’a geçmek için Üsküdar vapurunu bekleyişimden bile sırlar geçmişti. Ağaçların gölgesinde insan yalnız hissetmiyordu. Rüzgar umut verici esiyor, mavi bir sevgili gibi sokuluyordu. Bir yedekmişsin hissini vermiyordu kızlar. Herkes yaşamak için uyanmışçasına çıkmıştı sanki. Otelim Kadıköy’ün kalbindeydi. Duvarlarım beni bu güzel şehre bırakıyorlardı. İçimdeki duyguların tutsağı hissetmiyordum. Kahvaltı yaparken gelip geçenleri izleyişimde, bu şehre yeniden dönmeli miyim diye soruyordum kendime. Tekrarımdan vazgeçmeli miydim? Bu şehirde hayat onu yaşamak isteyenlerin miydi sadece? İyi ki beni mutsuz edecek düşüncelerden kendimi bu içten teselliye atmıştım. Otobüs yolculuğunun yorgunluğuna değmişti kendimle buluşmam. Artık kalbim aldırmıyordu kimlerle bu şehre konuk olacağına. Onu adına teslim etmiştim bu hafta sonu.
Öğlen saat 14.00 otobüsü ile dönecektim İzmir’e. Çıplaklığım ve yatağım benimdi. Kelimelerim rahatlamıştı. Bundan böyle bir sevgiyi anlatmak zorunda değillerdi. Birazdan otelin lobisine kahvaltı yapmak için ineceğim. Yalnızlığıma bir hayat beğeneceğim. Yaşamak istediklerimi kendim için seçeceğim. Sevilmek için ısrarın yalnızlık olduğunu anlamıştım. Duşun suyu günaydın derken, aynada suskun bir yansımam vardı. Bir öykünün başlangıcı olduğumu hissetmiştim. Güzel şeylerin sonunda da ben vardım. Artık sevmek kadar hafiftim. Yeni bir gün kadar dinçtim. Bu şehre kulak vermeliydim. İnsanın içi gibi hiç durmuyordu. Güzel olan her şey İstanbul’u yalnız bırakmıyordu. O kadar kalabalıktı ki, yaşam kadar yakındı insanlar. Gelip geçmeler rastlantı tohumlarını ağırlıyordu gizem bahçesine. Bir seçim değildi göz göze gelişler. Ayrılışların bekleyişi yoktu. Takdir edilen hürdü. Davet milyonlarındı. Kıymetini bilebilir miydim bir bakışın? Adım ihtimalini bulabilir miydi bu şehirde? Bir kayıp masal düşürmüş müydü tarih bu canım şehre? Gönlün sultanları nerde? Deva mıdırlar hükümsüz bir derde? Senin olsun yaşamak istemediklerin, yakında kapını çalar yaşamak istediğin.
Mobilyalara bakılırsa otel benim yaşım kadar eskiydi. Desenleri bizim yazlıktaki kanepeninkine benziyordu. Odam oldukça temizdi. Kahvaltı salonunda kendim için güzel bir ziyafet hazırlamıştım. Çayımı hayatın tadında yudumlarken etrafımı izliyordum. Yan masada Fransızlar vardı. Ne güzel olurdu, ihmal etmemiş olsaydım içimin gözü gibi baktığı bu dili. Düşüncelerim konuşmak isterken, devamını getiremeyeceğim endişesinde vazgeçtim seslenmekten. Güzel bir kahvaltıdan kalan boş tabaklarımı yaklaşan garson kıza uzatmıştım. Gülümsememiz kadar insandık. Bir teşekkürde dokunulmak ve içtenlikle cevap vermek. Ne de güzel bir masaldık. Pazar keyfimde ekmek paralarını kazanan bu insanlarla Aden Otel’de buluşmuştuk. Kahvaltımı yaparken fark ettiğim hoş bir garson kız daha vardı. Ekmek almak için masamdan kalkışımda o ekmek yerleştiriyordu. Affedersiniz diyecek kadar yaklaşabilmiştim. Birkaç dilim ekmek alıp uzaklaşışımda üzüntüleri olduğunu gözlerinden okuyabiliyordum. Mutsuzluğunuzun adı nedir diye soramadım. O zihnini meşgul ederken, ben masama dönmüştüm. İlk geçişinde düşünceli haline dökülen saçlarını ekmek yerleştirirken toplamıştı. Beyaz gömleğinin güzel omuzları sakladığı belliydi. Çıplaklığı da kalbi gibi gizliydi. Güzel olanla tıka basa dolmuş, iyi günler diyerek kalktım masamdan. Masa örtülerini değiştiren erkek bir garson iyi günler efendim diye uğurladı beni. Efendim kelimesine takılmıştım. Bir gecelik otel parasını verdiğim ve bir gün konakladığım için efendi olmuştum. Bir selamlaşmada bile mesafe girmişti aramıza. Hayat nasıl bir oyundu? Dün Temel, Cevahir Alışveriş Merkezi’nde, Mado’da oturmuş dondurma yiyişimizde masanın üstü kalabalıklaşınca, garsonlara şurayı toparlasanıza, öyle bakıyorsunuz diye yaklaşınca farkımızı anlamıştım. O neden kariyerinde yükselmiş, ben neden gerilerde kalmıştım ayırt etmiştim. Onun gibi olabilir miydim, olamazdım. Ferit İstanbul’a gelmesin, onun için İzmir daha iyi deyişinde belki de haklıydı çünkü ben gülümsemem kadar insandım. Hayatıma karışanları da öyle karşılıyordum. Gerektiğinde can yakamıyordum. Çevremi iyi günler, günaydın demeden geçemiyordum. Kalemim susmuyor ama bugün hüzünlü değil. Yarın ben de kaybettiğim bir kızla yeniden doğacağım. Doğum gününü kendiminkiymiş gibi kendi başıma kutlayacağım. Benim bir psikoloğa değil, yaşamaya ihtiyacım vardı. Benim şehirlere sözüm vardı. Tekrarımdan uzaklaşmış, kendime bir armağan sunmuştum. Yol yaşamak istediklerime sapıyordu. Bugün aynaya yansıyışımı sevmiştim. Sevdiklerim artık özgürdü. Birazdan odamı toparlayıp inecektim resepsiyona. İstanbul’a gelme kararım, beni iki sıcak tebessümün konuğu yapmıştı. Unutulacağını bildikleri için, adlarını israf etmemiştiler. Sahne dönüşümünde misafirlerini tüketirken, zaman oyunculara replik yetiştiriyordu. Hayatımda bir ten eksikti, aldırmıyordum. İstanbul gözlerimin kapanışını anlamıştı. Mavi gibi duyumsanıyordum. Kız Kulesi, seni seven bir kızla dön dedi merhabama. Kalbim iki kişilikti. Aşka adımı ayırmıştım. Kalbim sessizlikti ama bir kız bir gün en güzel kelimelerimi yine seçecekti. Bir gün bir kız birlikte güzel bir kahvaltının kıymetini bilecekti. Yolculuklarımda bir gün omzuma başını yaslamak isteyen, daha fazlasına dur diyebilen, beni kalbimin onun için atışlarında dinleyen, diğer sesleri bana olan sevgisinde susturan bir kız yol arkadaşım olacaktı.
Uzak yakınlaştıkça katılırken bize
Hayatta yol alacaktık göz göze
Ne gerek vardı daha fazla söze
Yaşamak bir dize
Sevmek armağan size
Katılın bir nebze
Unutmayın siz de bir gün olacaksınız teyze.
Bir armağan gibi yaşamalıyım, sevişmeliyim, konuşmalıyım, duraksamalıyım. Açılmak istercesine saçılmalıyım, katılmalıyım, yazılmalıyım. Söz verircesine saklanmalıyım, beklenmeliyim, tutulmalıyım. Sevdiğim kadar sevilmeli, kıymetim kadar bilinmeli, adım kadar sorulmalıyım çünkü ben yaşam düşürdüm gözlerime. Kalbim hep sevdiğimin gittiği yerde. Bir yalnızlık vardı, o da adında kaldı.
Cuma, Ağustos 17, 2007
Yarın Sevilmek İçin
Hayli zor.
Sen daha kalbini yor.
Hep seni neden sevmediğini sor.
Gençlik elden gidiyor.
Hayat, üzülmeye değmez diyor.
Görme artık seni sevmek isteyenleri hor.
Yarın sevilmek için.
Perşembe, Ağustos 16, 2007
Hayli Zor
İşte Bu Gerçek Yalnızlık
Salı, Ağustos 14, 2007
Yokluk Bu Gece De Seni Bana Verendi
Pazartesi, Ağustos 13, 2007
Bugün De Kelimeler Yağdı Sessizliğime
Pazar, Ağustos 12, 2007
Her Dem Yeni Bir İç Ses
Henüz Adın Yok
Pazar, Ağustos 05, 2007
Bir Masal Fısıldadım Hayatın Kulağına
Bir Hayal Sokuldu Söze
Bir "Dost" Daha Ne Fark Eder
Sözlerin duygularını toplamış gelmiş içinde inler.
Ne fark eder, hepsi iyi birer dost olup gelsinler.
Ne de olsa sevgime yenik içimdeki tüm kinler.
Farklı Frekanslar
Kalbim ne kadar bağırırsa bağırsın.
Yarınım ne kadar çağırırsa çağırsın.
Gecemden daha sağırsın.
Duymuyorsun hislerimi.
Geceler Seni Sevildiğin İçin Karşılasaydı
Zamanında Adımızdaydık
Şimdi neredeyiz?
Düşüncelerde miyiz?
Yoksa bir başkasının kalbinde mi?
El ele değil bakışlarımız,
Işıl ışıl gecelere çıkışlarımız.
Sır vermiyor sözü sessizliğe tıkışlarımız.
İki arada bir deredeyiz.
Vaktinde Öleceğiz
Ketum Katlanışlar
Aşk Düş-eş Midir?
Odamda Bir Rastlantı Yok
Adımı Uyanışlarında Saklayacak Bir Kız
Her şanslı olduğun on yılda nice hikayeler gelir geçer hayatından, belki çocukların olur, düşüncelerinde koşuştururlar. Bir kaldırım kulvarını izleyen kalabalığın geçirgenliğinde, gelip geçişlerin içinden sıyrılan bir karşılaşma kim bilir bir gün seni bir geçmişle buluşturur. Bu sabahın sıradanlığında telefon her zamanki gibi çaldı. Nurdan Abla’nın sesi heyecanlıydı. Ferit oğlum hemen gel, baban birden fenalaştı, tansiyonu yükseldi, sürekli kusuyor dediğinde, bir Cumartesi sabahının seyri bir anda değişivermişti. Olası olan, gelişiverişinde bir hikayeyi dayatıyordu. Ayşegül’ün yarın sınava gireceği düşüncesi bana günaydın demişken, içimi onu özgür bırakmak için ikna çabamda kardeşim ve eşiyle kahvaltı yapma hazırlığındayken alelacele çıkmam gerekmişti. Bilgisayar masamın başındaydım ve son girişimde bana oldukça acı veren Ayşegül’ün sayfasından uzak durmaya çalışıyordum. İçimi bastırmak için mantıklı olmaya çabalıyordum. Duygularım zihnimin seçtiklerinde derlenen senaryoda karışıyordu. Ona asıldığı bariz bir kişiyi ne kadar da çabuk arkadaş olarak sayfasına eklemişti. Çok değerli bir dostu olduğumu söylediği beni ise göz ardı etmişti. Neden kaybedilenle hesaplaşmaktaydım ki? Neden hala uzaklığında hak iddia ediyordum? Bugüne kadar kalbim beni hiç yanıltmamıştı. Sessizliğimde neden bir iç ses olmasına izin verdiğime anlam veremezken, kardeşim kapımı aralamış ben kahvaltı için bir şeyler almaya iniyorum demişti. Muhtemel, o ana kadar hiç ipucu vermiyordu, ta ki telefon çalana dek. Hemen giyinip yola çıktım. Babamı kaybetme kaygısıyla onun bitkin haline vardım. 112’yi aradık, yüksek tansiyon, kusma gibi vakalarda ambulans gönderemediklerini belirtmişlerdi. Tekrar arayıp, telefon konuşmalarınız kayıt ediliyor diye belirtiliyor, babama bir şey olursa devlet bu durumun vebali altında kalacak mı diye çıkışmıştım. Kızcağız ben sadece telefonları karşılıyorum dediğinde, özür diledim ve içimdeki tepkiyi yumuşatıp sağduyuma döndüm. Hemen özel bir ambulans şirketini aradım. Siren sesiyle aşağı indim. Komşular da kötü habere yetişmişlerdi. Merak edişlerinden ayrılıp, babamı Özel Ege Sağlık Hastanesi’ne götürdük. Acil servis söz konusu olduğunda Emekli Sandığı ile anlaşmaları yoktu. Kendim karşılayacağımı belirttim. Herkesin öncelikleri farklıydı. Ambulans şirketi de parasını alma telaşındaydı. Cüzdanımı açtığımda, Ayşegül’ün vesikalık fotoğrafı rahmetli annemin fotoğrafının yanında bana gülümsüyordu. Duygular birbirlerini geçerken, bir ses benden kredi kartı numaramı istiyordu. Sevdiklerini kaybetmek korkusunda kendini kaybetmenin bir önemi yoktu. Tahliller, bekleyiş öğleni bulmuş, gün farklı bir senaryoyla sonuçlanmıştı. Babam doktorlar benim durumumu değil, ne kadar para alsak onu tartışıyorlardır diye şaka yaptığına göre daha iyiydi. Bir taksi ile eve döndük. Ertelenmiş yalnız kalışların provasında ölümlerin bizi insan yaptığını anlıyoruz. Yalnızlığın sırrı bu yüzden zor. Yok oluşumuzu dayanılır kılan ölümü birlikte aşmak istediğimiz candan bir sevginin ve kaybedilmeyecek kadar derin bir güvenin yokluğunda bu yüzden ızdırap çekiyoruz. Bir anın buluşturduğu insanlar, bir anın ayırdığı insanlara dönüşürken, arada kalan duraksayış hayatın haydi deyişiyle, bir adıma daha cesaret ediyor. Bir gülümseme sevilebileceğine sürükleniyor. Gece yaşanacaklara bileniyor. Ayrışmış ihtimallere de kalan bir öykü var. Her seçimin sabahı farklı şeyler anlatıyor. Yaşamın gizemi yaşanacaklara yetmiyor. Payına düşenle kaçışında, bir köşe senin olduğunda, her on yılda nice hikayeler kayıpların içinden bir gün daha kazanacak. Birkaç kelimeye sığınabiliyorsan yaşadıklarından, anlaşılmak umurunda mı? Bir şarkı dinler gibi seviyorsan, bırak o da kalabalığında yüzmeyi öğrensin. Kalbin artık onu kendi tercihlerine uğurlasın. Güneş de gurbete çıkıyor her gün. Sevgi doğduğu yerden uzaklaşıyor. İçin yıllara bir bakış saklıyorsa, bir burukluk duygularına çörekleniyorsa toz kondurup da, öfkeyle kirletmediğin sevgin kıymetlidir sende kalan her parçasında. Hepimiz unutuluşumuzca seçileceğiz. Zaman hatırlamak isteyenlere acımayacak. Yaşamın tadından insanca geçenlerin adlarının ne önemi var. Yaşadıklarımız da, yaşayamadıklarımız da bizim. Yaşamak için uyanıyoruz. Uyku uyanabiliyorsan düşler sunar. Otuz dört yaşımdayım, hayat babamı hala kahvaltıya kaldırdığı için minnettarım. Bir kız kalbimle gözlerini açmıyor diye hüzünlensem de, yaşam kadar güçlüyüm. Bir on yıl sonrasının satırlarında kalabilirsem, kelimelerimde yalnız olmayacağımı hissediyorum. O zaman hikayedeki yerim başka olacak. Sevdiğime şehirler seçeceğim. Bir öykünün sokaklarından evimize döneceğim. Sesler, sessizliğe katılışlarında gürültülerini bırakırlar huzura. Kendimi duyuşumda, sessizliğimi sahipleniyorum. Yastığıma baş koyuyorum. Seni seviyorum anne diyor gözlerimi kapayışımın duaları. Seni seviyorum baba diyor yaşadıklarım. Seni seviyorum kardeşim diyorum umutla. Bir gün kulağıma bir kız da seni seviyorum diye fısıldayacak, beni yaşamak istediklerinde bulacak. Adımı uyanışlarında saklayacak.
Cumartesi, Ağustos 04, 2007
Yarın Sana Bir Kız Yüz Verecek
Kimse Yalnızlığıma Uğramıyor
Sustu yanlış anlaşılacakmış gibi.
Beni çağırdı gözlerinin rengi.
Kalbim bir türlü gidemedi.
Hayat bana neden seni seviyorum demedi?
Masal Gibi Soyun Gecelerimde
Gece bulunca bir yıldız
Kulağına fısıldar sevdiğin kız.
Yaşamak, yaşamak isteyene haktır.
Şehir Düşünceleri Uğurlarken
(İşe giderken düşüncelerim de bindi sekiz kırk vapuruna.)
03-08-2007
Sabah Sana Bir Yalnızlık Hazırladım
Yaşam Yine De Bulur Beni
Yarın her zaman yeni.
Giden aratmaz geleni.
Yaşam yine de bulur beni.
Elbet bir gün unuturum ben de seni.
Arbede
Düşüncelerin ne de geveze.
Yalnızlığın duyulmuyor kuru gürültüde.
Hiç bitmiyor içindeki arbede.
Benimle konuşmuyor gecesi.
Yetmiyor anlatmaya
İçimin Türkçesi
Yetmiyor kötü günleri atlatmaya.
Cuma, Ağustos 03, 2007
Ayna Yüzünü Sana Veriyor
Perşembe, Ağustos 02, 2007
Duygular Kelime Kaybediyor
Çarşamba, Ağustos 01, 2007
Suskunluk Kaç Ev?
İçim tepelerin buruk şarkısı.
Bugün yalnızlık da İzmirli.
Tıpkı benim gibi.
Senin kadar acımasız dili.
Senin kadar iyi konuşuyor sessizliği.
Sessizlik Laf Taşır
(Bu yazı sabah evden çıkmadan, geç kalmak üzere olduğum duygusunda kelimelere sakladıklarımdan. Altı buçukta cep telefonumun alarm saatinin çalmasını dikkate almayan uyanışımın dokuz dakikalık ertelemelerle saat yediyi bulmasıyla yatağımdan kalkışım, bir gömlek ütüleyişim, ütüye azaldıkça su ekleyişim, sonrasında pantalonumu da ütüleyip, banyoya yönlenişim, duş alışım, kurulanışım, aynanın aşina olduğu yüzümü köpürtüşüm, traş oluşum yalnızlığım beni işe uğurlarken, sabahımı yalnız bırakmayan tekrarlar. )
Kendi içinde sürgündesin. Artık ait hissettiğine dönemezsin çünkü sınır dışısın. Senin sınırlarınsa mavi, her an gelecekmiş gibi. Senin düşüncelerin deniz. Uyanışı bana günaydın demiyor artık.
(Sabah evden çıkışım tekrarın ezberini kuvvetlendirirken, elimde 1 YTL fırından kepekli bir kumru aldım, ceketim elimde. Hızlı adımlarla metroya indim, görevliye yine bir ben günaydın dedim geçerken, yürüyen merdivenler de düşüncelerim kadar derine iniyordu, bu sefer şanslıydım beklemedim, kapılar açıldı, yüzlerceydik, cama yansıyan benim yüzümdü, benim yüzümdendi her şey, Konak’ta ayrılmak bir tercih değil, gereklilikti, adımlarım bu sefer de geç kalmış, sekiz kırk vapuruna yetişmiştim, yine iki küçük şişe su vardı maviyle yola çıkışımda, çabucak yiyivermiştim kumrumu, fırının adı vardı kese kağıdında, güzelce katlayıp onu çöpe atışımda, yine uzaklara dalıp gitmeler kelime çıkarıyordu denizden.)