İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Perşembe, Ağustos 30, 2007

Bir Gece Sana Dokunsa Kıskanırım

Müzik kendini kaybetmiş gibiydi. Alkolün etkisindeydi tüm eller. Ritmin çalkaladığı birbirine karışan yüzler arasında, ten yangınında bakışlar bir diğerini söndürüyordu. Yazı geceyle buluşturan giysilerde kadını yaşıyordu gözlerdeki sessizlik. Kimse adıyla gelmemiş gibi rahat, bırakıyordu kendini. Baştan çıkarıcıydı omuzlar. Kadehler dolaşıyordu, yalnızlığın içine aldığı insanların ellerinde. Bira şişeleri tombul olmaktan memnundu. Mekan kalabalıklaşıyordu. Beğenildiğini hissetmek isteyen tüm kadınları süzen erkekler dikilmişlerdi ayakta. Bir sahil kasabası konuklarının damarlarındaydı. Akışkan bir kayboluş yüzleri içine sindiriyordu. Herkes sevişmeye hazır gibiydi. Yalnız çıkanlar da olacaktı. Unutmak için gelmişlerdi. Unutulmak kimsenin değildi derdi. Bir dansa sığınmıştı yalnızlığının farkında olanlar ve olmayanlar, ayık bir uyanışı sıkıcı bulanlar. Gözlerin dokunuşundaydı tüm erkekler ve onları aratmayan kadınlar. Herkes yalnızlığın haksızlığındaydı.

Ben Yalnızlığın Dolu Tarafıyım

( Rastlantılar aynı döneme doğanlarındır. Kabul meyve verir. İhtimaller yaprak gibi dökülürler her mevsim. Her evinden çıkışının sayfa açışında bir çiçeğin taç yaprakları olursun. Öykü bahçesinde buram buram hayatın diğer çiçekleri ile buluşursun. Düşünce goncalarını açtıran bir sohbette, internette anlatan ve dinleyen rollerinde bir araya geldiğim Bursa'dan Zübeyde Hanım’ın içimde, hissettiklerimde İzmir'de ağırlanışında, diyalog kelimeleri kabul ediyordu. Beni içimdeki duyguları, çocukluğumu yazmaya davet etmişti bu sabah. Beni aralıyordu ona kendimi anlatışım. Sizin derdiniz sevdiğiniz kızlar değil. Başka bir sıkıntınız var gibi geldi bana. Nasıl desem, yaşam şeklinizi belirleyen bir şey, biri siz ve diğeri içinizdeki siz diye yazmıştı önceki sohbetimizde. Siz anlatmayı seviyorsunuz. Hayatı ciddiye alıyorsunuz diye yazmıştı bir diğerinde. Ondan kendime yansıyanda hikayemin başka sayfalarını görüyordum. Bana tuttuğu aynada kendimi biraz daha karşılıyordum. )


Dokunulmak hissi kadar geçici bir ömürde yalnızlıklarına dönen onca insan. Buna rağmen karşılaşmalar hala utangaç. Bir ayçiçeği şaşırabilir mi güneşini? Yüzünü yalnızlığıma dönebilir mi? Olgunlaşan bir hikaye mi yazdıklarım? Bazı mahremiyetler acımasız. Kayıplar eklendikçe gelecek ile geçmiş iç içe geçiyor. Genelde psikologlar insanı küçüklüğüne götürür. Ben anaokulumdaki anımsamalara geri döndüğümde hala güçlü resimler, o yaşıma rağmen. İlk aşkım Pınar. Daha üç dört yaşında idim. Hırçın bir çocuk olan Olcay’a ilgisini hazmedemezdim. Küçücüktüm ama duygularım onlardan büyüktü. Uzanırdım yatağıma, hayal olurdum. Onu davet ederdim oyunuma. Bu his beni korkutuyor. Pınar’la ilkokul birde aynı sınıfa düşmüştük. Çine’de Atatürk İlkokulu’nun bahçeye bakan penceresinin derin pervazında oturuşu halen hayal meyal içimdedir. Sabahın ilk ışıklarını saçlarına alışı, beni onu izleyişimde uzak tutuşu. Onu sevildiğince bırakmak rüzgara, başımı eğmek masumca, gözlerim kadar dolmak içimde, bir anlaşılmama kadar küçüktüm o zaman. Yüzü geçmişte kayboldu, hissi içim kadar taze. Altı yaşımda içimleydim, otuzbeşimde de içimleyim.İlkokulda öğretmenim güzel bir bayandı. Okul çıkışında onu takip etmiştim. Kayboluşum gece olmuştu. Babam telaşa düşmüş, Çine sokaklarında beni zor bulmuştu. İlkokul ikide babamın Atça’ya tayini nedeni ile Çine’den Nazilli’ye taşınmıştık. Hep ilk görüşte seçerdim aşklarımı. Işıl sınıftan içeri girdiğinde kalbimdeydi. Anadolu liselerine hazırlanışımızda öğretmenimiz Nurdan Hanım birkaç sırayı sınıfın önüne çeker, küçük bilgi yarışmaları düzenlerdi. Işıl ile baş başa kalmıştık yarışta. Ne kadar da ağlamıştım ona karşı kaybettiğimde. Yenilgi göz yaşları değildi aşk. Ondan eksilmek korkusu idi boşalan, küçük gözlerimden yağan. Ona dokunmak isteyen gökyüzüydü fırtınalar. Dinmek istemeyen bir hırçınlıktı içimin gürültüsü, hissettiklerimin sessiz sedasız gürleyişi. Öğretmenimiz ikimizi de severdi. Sizi kan kardeşi yapıyorum demişti. Birbirimize küçük birer hikaye kitabı almıştık. Arkadaşlarım Ferit Işıl’ı seviyor diye dalga geçtiklerinde, utanırdım. Ne güzeldir sevip de utanmak. Ne değerlidir öfkene sahip çıkmak, kalbinin diline düşmek, alay konusu yapılan gecelerine taşıdığına laf söyletmemek. Kızlar neden hep sessizliğimin? O sıcakta Işıl’ı arardı evinin etrafında Ordu Caddesi’nde dolanışlarım. Hep düşüncelerim payını alırdı sevdiklerimden. Özel Türk Koleji’ni kazandım. Dört yıla mahkum etüt yattım. Anne ve babamdan uzak, yatılı bir okulun ranzalarında geceleri bir yorganın hikayelere çekilişi kadar yalnız yaşadım. Oyun bahçeleri çalınmış bir çocuklukta yaşama yabancı olmanın dilini öğreniyordum. İngilizce ödevlerim tekrarlardan ibaretti. Hayata alıştırılıyorduk. Tutsak hissetmenin sıralarında büyüyorduk. Yemeğe kızlar bizden önce götürülürdü. Halbuki her yemekten önce ellerimizi öğretildiği şekilde yıkardık ama dokunuşlarımız yine de büyüklerimizin zihni kadar kirliydi. Bir suçluluğu kazanmıştım. Cuma akşamları servis alırdı çocukluğumu. Beni aileme taşırdı çam ağaçlarının arasından. Işıl normal bir ortaokula yazılmıştı. Büyükler bir çocuğun duygularını gözden kaçırabilirler. Çocukların da yalnızlıkları vardır. Küçük bir yürek büyüdükçe anlamadığını düşündğün bir kızın kalbi gibidir. Pazar günleri rahmetli annem gömleklerimi ütülerdi. Televizyonda Pazar Konseri olurdu. Benden bir yaş küçük olan kardeşim Orçun ilkokul son sınıftaydı. Uçan Kaz adlı çizgi film başlardı ben giderken. Seyretmek isterdim, çizgilerinde kalmak ama gitmem gerekliliğine ayrılmış bir yerim vardı. Sorumluluk hissi için okuldaydık. Üretim ilişkileri için hazırlanan, asimile edilen diğer çocuklardan farklı değildik. Hiçbirimiz farkında değildik neye uğurlandığımızın. Bir kalbin isyanı büyüyebilir, duymak istediklerine dokunabilir. Yalnızlığından kaçmak için sevişebilir. Duvarları beyaz olsa da, karanlığın köşelerini gözlerini kapayışında kaybedebilir. Bir pencere açabilir gönlü yalnızlığın adına. Çocukluğumda Martı Adası adlı bir dizi vardı herkesi korkmak için televizyon başında toplayan. Annenin korktuğu hissinden başka bir konusu bile kalmamışken, hala martıları sevebilmek güzel. Her yaşanılan andan sen çıkıyorsun. Yalnızlığını iyi tanıyorsun. Sevilmek için yalnızlığını tanıştırdığın kızlardan hangisi şanslı? Çocuklar hep hemcinsleri ile oynamamalı. Bir anne baba buna dikkat etmeli. Ortaokulda da kalın gözlük camlarımda yansımaktan öteye geçmemişti yalnızlıklar ve prensesi kızlar. Bakir bir sessizliktir yalnızlık. Hiçbir zaman haylaz olmadım, olamadım. Neden efendi bir çocuk derler, hep içindeki efendisi ile gezdiği için mi? Yaşamla kirlenebilmeli çocuklar. Temiz değil hiçbir masumiyet. Benim değil bu yalnızlığa hakimiyet. O yüzden ağır anlatamadıklarım. On bir Kasımlar benim içimin günü. Yaşlanışım bir anlatamadıklarım sürgünü. Ben bir kızın elimden tutuşunu hak ederim, omzuma başını yaslayışının hakkını veririm çünkü yaşam benim dilim. Çocuklar büyüklerin iyi niyetinden kaçamazlar. Tercihlere yakalanırlar. Kendileri kadar küçük anılara savrulurlar. Kıymeti kayıp cennet aşklar bir gül dikeni gibi kanatır çiçeğin rengini. Sen adımlarının sesisin. Vakur bir bakış da küçücüktü bir zamanlar. Kalabalık içi gibi kayıp insanlar. Deniz dayanmış yüreğime. Ne de mavi masal. İnsanların hissettiklerinde kalp kalbi açıyor. Ben yaklaştıkça anlamlı yakın. Hislerimi yaşamla konuşturuyorum. Kelimelerim devam ederler yoluna, dinlediğim film müziklerinin yardımında. Çok ilginç çocukluk aşklarım şu anda İzmirdeler. İlkokul aşkım Işıl mimar olmuştu, şehrin en uğrak barlarından Biraver’i tasarlamış. Bir gazetenin Ege ekinde haberi çıkmıştı. Pınar’ın babası da burda bir eczane açmış. Babam bahsetmişti. Aynı şehrin köşelerinde karşılaşmadan geçiyoruz hayatı. Artık aşklarımızı da yolda görsek tanımayacak haldeyiz. Uzansam gözlerine ne kadar anlaşılabilirim ki? Duymaya hazır değilsen, sana sözlerimden ne taşırabilirim ki? Ben yalnızlığın dolu tarafıyım. Ben ölümün arka bahçesiyim. Yaşam çiçekleri dağıtırım gelen geçene. Bir ses uzatırım duymak isteyene. Yıllardan çıktım geldim yıllara. Tutkum yeter daha nice yıla. Olsa da her karşılaşılan göz bir sıla.

Kolay Değil Bir Papatyayı Kurtarmak

Sımsıkı kokun. Sımsıkı yokluğun. Düşüncelerim giydiriyor yalnızlığımı. Sabah olmuş. Saçlarına uzanır gibi yaklaştım pencereme, perdemi gelişine araladım. Kapımı çalışın olsa beni kalbine alışın. İçimin bende daralışı, sevgini esirgeyişinde kalbimin sürekli yara alışı, zamanın beni yaşamam gereken yarınlarıma salışı, senin için bir hasretin seçtiği sözlerin suskunluğumda kalışı inan sıra dışı. Bir ten sarabilir üşüyüşü, iki kalbin sığındığı düşü. Yalnızlığım bekliyor kışı. Gözlerimi kapayışımın mücevher gülüşü, içimdeki yarının ölüşü. Anımsama törenlerim benim. Kaybettiklerim çiçeğim. Solmak adam olmak. Kolay değil bir papatyayı kurtarmak. Sevmiyor diyebilir saçını başını yolmak.

Artık Sadece Sessizliğimin Nasibisin

Gecenin köşeleri var. Sakıncalı yalnızlıklarıyla baş başa kalıyor olabilir mi güzel kızlar? Tatlı bir esinti sarıveriyor şehri, herkesin adımlarına hoş geldiniz diyor. Kafeler yakalanıyor 29 Ağustos 2007’nin İzmir’den geçişine. Hikaye kelimelerini düşürüyor her kalbe. Sessizliğimin nasibisin. İçimin sana vermek istediği düşlerde, sen de tercihinin esirisin. Bir sandalye beni karşıladı adı saklı yaşam pınarlarında. Söz sızıyor damarlarıma. Sen hiç aşk geçirmiyorsun. Anımsamalarım temiz kalmalı. Yalnızlığımı kirletmeli miyim? Başkalaşabilir miyim? Bir başkası olup da kendimi kaybedebilir miyim? Neden hala yaşamak istediklerimi savunuyorum ki? Beni içine alan suskunluk da sıra dışı. Sensiz geçen günlere aldırıyorum. Birbirimizin yakınına artık birer yabancı gibi sokulacağız. Yaşam telaşımızda kayboluşumuzdan hiçbirimiz sağ çıkmayacağız. Belki her birimiz bir aşk tadında yalnızız. Bir teselli ister gelecek tarafından karşılanışımız. Sarılan suskunluğu anlar kollarında. Yakının keyfi başkadır. Duyulmasa da şiirin her mısrası, duyulmak isteyişine, ve kaybolmuş bir aşkadır.

Özgürlük Mavisi Verin Yalnızlığıma

(Ne zaman yazmış olduğumu bilmediğim, cep telefonumda kayıtlı kalmış, sayfama aktarmamış olduğum, sabah işe gidişimden bir iç konuşma.)

“Sevdiğin bir kızın kalbinden, sözlerin boş dönmek yazdıklarına kolay değil, anlasana. Mavime özlem karıştığından beri, rahat değil yirmi dakikalarım. Seni anlamak isteyişim kalabalık, seni sevmek isteyişim yersiz bir kıskançlık. Yazdıklarıma dönüyorsun da, bana gülümsemiyorsun. İçim Karşıyaka’ya yaklaşıyor. Senden de uzak kıyı. Canım tutsaklığımdan kaçıyor da, hedefler ve sürekli hesap vermeler beni yakalıyor. “

(Bir başka yazı cep telefonuma ne zaman kaydettiğimi hatırlayamadığım, acıları taze yakın geçmişimden. Gün bir diğerine benzerse kaybolursun zamanda. Anımsamalar tarihsizdir ve bir o kadar da talihsiz.)

“İçim de artık benimle konuşmuyor. Askerdeyken hissettiğim duygular beni buldu. Baskıcı, yaşamı esir alan, kurtuluşu bir takvime bağlı olan bir tekrar. Güzelim, eşsiz bir maviye bile heyecanlarını arayan bir kız gibi umursamaz bakar oldum. Her şeyin ortasındayım. Yaklaşmakla uzaklaşmak arasındayım. Cümlelerim de kalabalık ama iki kelimenin buluşması değil duymak istediğim. Karşıyaka yirmi dakikasına dayanmış hayatın. Bak rüzgar günaydın diyor. Sessizlik keyifsiz. Ona yaşadığını hissettiremedim. Ona bir umut olamadım öykümde.“

(Ayıkla geçmişin anını.)

“Eve dönüşü de sessiz, sınava girişi de.”

“Ölüme gittikçe daha yakınız. Pişman olsak da yok farkımız.“

(Dün gece yatağımda sol tarafıma döndüm. Boşluğun dili farklıydı. Anlatmak istemesi gerekmiyordu. Yalnız olunca sessizlik de çok net duyuluyordu. Yaşadıklarımız anlatıyordu seni bana. Uzandım sensiz bir iyi geceler deyişe. Uzandım ikimizi ayıran düşlere. Evin her köşesinden bir anımsama çıkıyordu. Gözlerimi kapadım, yine de kaçamadım. Uyku teslim almış olmalı yorgunluğumu. Sabah uyandırdı düşüncelerimi. Ziyaret ettim içimde bir günaydını kaybolmuş sesini. Seni duydum sözlerimde. Yine seni buldum gözlerimde.Gelecekte bir anı seslendirişimden kelimelere taşırdıklarımı okudum cep telefonuma parmak dokunuşlarımın kaçırdığı yalnızlıktan. 2033 yılını yaşayabilecek miyim, ancak hayat bilir.)

“Bugün gözlerimi kapayışım altmış yaşında. Sevgili Öykü umarım sana içimdeki korkuları miras bırakmıyorumdur. Kaybettiklerimi sana kazandırabilmiş olmayı diliyorum. “

Aşkın Üzen Yüzü

Neden tüm karşılaşmalar sessiz, seni duymak istediğim için mi? Maviyi de üzer oldum. Çarşamba sabahım da bir suskunluğu dolduruyor. Kalbinin benimle konuşmadığını bilsem de, kendime haksızlığım yalnızlığım. Kelimeler varıyor Karşıyaka’ya. Bir bardak çaya seni anlattım. Bir yudum aldım hayalinden. Sormayacaktım neden, yapamadım. Ben bu hüzne ait değilim. Bir sevgide kaldı sevinçlerim. Bir martı gülümsetti beni. Suya paralel kanatlarını cesaretlendirdi. Sevilmekti gökyüzü. Unutmak da bir erdemdi. Gözlerimi kapayışım, aşkın üzen yüzü.

Salı, Ağustos 28, 2007

Sokuldum İçimdeki Resmine

Olgunluk kaybettiğini sandığın anlarda da kazandığını hissedebilmek. Hala yaşam var ya, umut gözlerin. Senden geçen her anın kıymetinde buluş sözlerinle. Anlatmak isteyişinden suçluluk duyma. Sen yaşatmak istediklerinsin. Sen denizi duyarsın, güzel bir kadına düşüncelerinde seslenir, kelimelere armağanı geçemezsin. Sen dokunulmak istersin, mavi gibi sevişirsin uzağınla. Sen sevdiklerinin kıymetince üzersin içini. Yirmi dakikam kal diye yalvarıyor. Vapur yine işime bırakıyor beni. Günaydın dedim hayaline. Sokuldum içimdeki resmine.

(Salı sabahı, sekiz kırk Karşıyaka vapurunda)

Pazar, Ağustos 26, 2007

Bir İç Ses Olup Bana Dönüyordu

İçindeki yalnızlığa bir bir tabakları yerleştirdi. Düşüncelerinde oturmuş olan adama baktı. Dokunabileceğinden de uzaktı. Mutfağa sığınmıştı gözleri, oyalandı hissettiklerinde. Kalbi almıyordu. Söz bulamadı söylemek istediklerine. Suskunluk hapsinde iki köşeydi birliktelikleri. Sevişmek istemiyordu. Teninde yüktü tüm geceler. Tüm evlilikler üç oda bir salon olamazdı. Korku ve endişeden bir sahne miydi gelecek? Benimle yapamayacağını anlamıştı. Eş rolüne beni uygun görmemişti. Hikayemizden bir anda olası tüm diğer sahneler silinivermişti. Onu babasından istemeye gelenler başka kişiler olacaklardı. Artık ilk heyecanının adı ben değildim. Senden özel bir evlenme teklifi bekliyorum deyişi de geçmişin yankısıydı, bir iç ses olup bana dönüyordu. Nikah masasında beyaz bir çiçek olduğunda, kalbinden kopardığı beni solduracaktı yatağında. Bir gece onu benden saklayacaktı çıplak omuzlarına ve yüreğinin bir dokunuşla hızlı çarpışına. Hayata sarılışında bir başka öykü yazılı. Özgürlüğünde yarama ismi kazılı.

Aşkım, Derdim

Ten yastığım,
Kokusu geçenim
Aşkım, derdim
Sonunda, evet sonunda
Seni yaşamak istediklerine verdim.

Resmini yalnızlığıma astığım
Yarama tuz bastığım
Aşkım, derdim
Sonunda, evet sonunda
Seni sensizliğme serdim.

Gerçek İki Kişilik Midir?

(İş vasıtasıyla telefonda tanışmış olduğum, kredili müşterilerimizden birinin muhasebesinde görevli Hilal ile msn'de 23 Ağustos gecesi konuşmamızda ortaya çıkan ifadelerimden)


“Çoğu insan düşüncede özgürdür, yaşamda tutsak.”

“Kelimelerle baş başa iken yaşamdan ayrılık söz konusu.”

“Yazar kimliğinde inzivaya çekilmek var.”

“Bence ayrılık bir tereddüt, ihtimallerin çıkmaz bir sokak olduğu endişesi.”

“Karşıtı olmayan duygu yaşanmaz.”

Haklı İle Haksızın Arasına Sevgi Girmiyor

Bir cevap kadar sessiz, dokunulmak istiyor olabilir. Gözleri susmuyor yalnızlığın. İki kişinin anahtarı anlar. Gelip geçiyorlar birbirlerini açamayan insanlar. Yaşam sırrının haklıları haksızları unutuyorlar. İki kişilik suskunluklarda heba olan gündüz ve gecelerde neden korkuyoruz? Hepimiz adı seçilmiş insanlarız. Kalbimizde, içten bir seslenişe razıyız, sonsuza kalmayacak olsak da. Dün, sevdiğim kızı gerçekten kaybetmiş olduğumu bana anlattı. Sevişmek bir yana anlaşılmak bile artık zordu. Ona hak verişimde yaşamak istediklerimi geri alamıyordum. Doğum günümde aramanı beklemedim deyişi kasıtlı olsaydı keşke, bu kadar canımı yakmazdı. Tutarsızca da olsa da, neden aradığımı biliyordum çünkü onu hala seviyordum. Amacım onu benim kıymetimi hiç bilmemiş bir kız yargısına mahkum etmek değildi. Ne de olsa ceza yalnız benimdi. Suçun yaratıcısı da bendim. Onun içindeki sesi yenemezdim. Bir başkasının uyanışları olacak kalbinin atışları. Bir başka sevgilide kalışlarında adım onsuz. Dün bizi bıraktı sonsuz. Bir kadının sessizliği cömerttir, yeter ki anlaşılmaya gönlü olsun. Sesi kalbinden de uzaktı. Bundan böyle gidenlere söz ayırmayacaktım. Gidişlerini temiz tutacaktım. Ne yazık ki bu benim yalnızlığımın dili. Susmayı bilemedi, dert ortağı aradı karşılıksız kalan sevgisine. Haklı olsan da pay ettik birbirimizi yokluğa.


(24-08-2007 sabahı işe geç kalma riski pahasına yakalanılmış duygulardan.)

Cumartesi, Ağustos 25, 2007

Bir Aile Oluşta Karenin Dışındaydım

Seni kaybedişimi ziyaret ettim mezuniyet fotoğraflarında. Annen sana içi kadar yakındı sarılışında. Ne kadar masumca yakalamıştı hayat gözlerini. Keşke kalabilseydik aynı duygularda. Birlikte yakalanabilseydik içten kucaklanışlara. Sana ait olanda içimin sesini yok etme hakkı sendeydi. Bu yüzden kendime sakladım yorumlarımı. Zamandan kaçırdım silinebilir hislerimi. Bir canım kızım seslenişi duyuluyordu kalbinin seni yaşam dolu zamana bırakışında. Nice törenler seninle dolduracaktı karelerini. Bir aile oluşta karenin dışındaydım. Artık ben pencerenin masalı değildim. Yolumu gözlemiyordu bakışların. Nasibim değildi sevgini saçışların. Her fotoğrafın sende yaşamak istediklerime kaçışın. Artık diğer albümlerine bakmıyorum çünkü seni en iyi aile fotoğraflarında anlıyorum. Ne faydası var yalnızlığın. Sen daha haklısın. Ne anlatabilir haklı olmayışım. Ne yazık ki sende kalmışım.Ben kendi kıymetimi bilebildim mi ki, seni yargılayayım. Fotoğrafın annenle tanıştırdı beni. Hikayenin bize kalmayan kısımlarının oldun. Sessizlik kadar ağırsın. Duymak istediklerin kadar sağırsın.

Bir Yıl Daha Sakladım Sana

Yaş gününde onu aramama konusunda karar vermiştim. Bu hisle yıllar öncesinde de çok zor başa çıkmıştım. Sekiz Eylüller can yakmıyor artık. Yirmi Ağustoslar da bir gün habersiz geçecek. Ne tuhaf onu o kadar düşünüyordum ki, haftalar öncesinden yaş gününü kutluyordum içimde. Artık hiç bir kutlama kırk gün kırk gece değildi. Masallar yoktu gecelerimde. Gerçeğimle uyandırıyordu beni her sabah. Bu yazımı buraya sakladım, ait olduğu yere, geçmişin kalıntılarının arasına. Unutulmanın katmanlarının altında ezilir tüm hatıralar. Unutulanlar da bir gün sahipsiz kalırlar bir hayal olan ölümle. Bir geçmiş avcısı dokunur sözlerime, fosilleşen üzüntülerimde kaybedilmişlerin izini sürer. Daha yarınlar var geçmişe. İçimde kalamazdım, yaş gününün arifesinde. İstanbul’a sığınacağım. Anlara böldüm derdimi. Bir masa kaybolacak benimle, herkes kederlerimi sevdiğimi sanıyor. Kardeşim Fuzuli gibisin yarattığın bir aşkın acısındasın demişti. Haklı mıydı? Yoksa terk ettikleri benim yarattığım Ferit miydi? Beni bırakıp gidiyorlardı da, benim hiç üzülmemi istemiyorlardı. Kendimi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyaydım içimi sarıveren seslerde. Duyulmamak da benimle yaşlanıyordu. Bir iç ses bana sokuluyordu. Sokaklar dökülüyordu yamaçlardan, buluşmaları köşelerde kaybolurken denize iniyordu yalnızlığım. Bugün yüzlerce hektar canım orman kül olmuştu. Neden her kayıp bilincimde ağırdı. Yok olana da alışıyorduk. Daha nice yok oluşlar bizi aşacak. Yaşam yaşadıklarımızdan taşacak. Kıymetini bilmeli insan olmanın, kıymetini bilmeli canlı dokunun, dokunuşun. Bir gözlerini kapayış değerli içinin gidişinde. Bir yıl daha sakladı yüreğin sevdiklerine ve unutmak istediklerine. Bir yıl daha girecek yaşadıkça aramıza. Gönderilmeyecek bir mesaj, bir zamanlar gönderilmemiş mektuplar gibi. Saklanacak kırıklıklar, yaşanmamış anlar gibi. “Birbirimizin kıymetini bilecek kadar şansımız olsaydı. Sana armağan değilmişim. Bugün sessizliğimizi açtın mı? Hayatındaki sesler arasında beni duyabildin mi? Zaman hep yaş gününü kutlasın. Bir anne olduğunda gözlerin ne der? Nice yıllara hayat! Sevildiğin için yaşayacaksın. Kanaatkar insan mutlu olmasını biliyor. Beklentilere gücümüz yok, kabullenmek zaman alıyor. Suskunluğum her sabah nasıl olduğunu merak ediyor. Bu yaz mavi sensizdi. Bir gün dinecek içim. Anımsamalarım da yorulacak. Belki de yazmamalıydım. Ne fark eder nasıl olsa biliyorsun seni sevdiğimi ve seni düşündüğümü. “

http://duygumuzesi.blogspot.com/

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Sevmek Konuşturur

Konuşmanın cezası kelimelerim.
Konuşmanın cezası kalbim.
Suskunluğun mirası söyleyemediklerim.
Ne diyeyim?
Seni sevdim.

Sanma Sözlerim Seni Sürekli Karalar

(Cuma sabahı vapurda maviyle söyleşimden günce kırıntıları)

“Şiir duyguyu konuşturur.”

“Pişmanlık tercihi yapanın hakkıdır. Söz hakkı olmayan, üzülen taraf olmakla baş başadır. Zaten sevmek bir tercih değildir ki. “

“Yaşamın kıymetinde arkadaş mıyız? Kaç kere uyanır insan? Kendini benim ve denizin yerine koy. Ne kadar mavisin? Ayrı düşmüş yarınlar birbirini kovalar. Bilirim aldırmazsın. Düşüncelerin sormaz beni bu aralar. Sanma sözlerim seni sürekli karalar. Sensiz geçmez bu yaralar.“

(Ayşegül’ün doğum gününü içimde yalnız kutlamaktan İstanbul’a kaçışımda, Kadıköy’de Denizatı adlı kafede Sevinç ile buluşmayı beklerken, etrafımla ilgileniyordu gözlerim. Rüzgar benden daha yakındı uzun saçlarından hiç şikayeti olmayan güzel omuzlarına. )

“Bu şehirde sevişmek kadar güzel kadınlar. Yanımdaki kadının kırmızı elbisesi hala İstanbullu olmak konusunda düşünceli misin diye soruyor.”


İyi Ki Uyanışıma Girdin

Herkesin bir adım keşfe ihtiyacı var. İçim savunmasız, dirençsiz. Kollarım yaşamı kucaklarcasına açık, sözlerimse hislere davetli her gece. Koltuklar karşılıklı birer yalnızlık, kanepe anlayışlı bir ihtimal. Sessizlik içini asla etmez suistimal. Kapalı gözlerin anlaştığı dakikalar bizi yaşadıklarımızda yakalar. Suskunluğumuza biriktirdiklerimiz, kalbimizde dinlendirdiklerimiz düşüncelerimiz. Dokunuşlarımız temiz. Bir fincan sıcak çayın yudumlanışı uzaklarımız. Yakınımız yaşadıklarımız kokulu. Duygularımız geçmişin ördüğü yalnızlık dokulu. Söyleyemediklerimize nice sır sokulu. Sende kaldı yalnızlığım. Koşulsuz ağırlandım misafirperverliğinde. Benim için değerli mum ışığı arkadaşlığın, benimle pencerenin sakladığı, gece renkli denize uzanışın. Bir perdenin savruluşunda tutunmaya çalışışlar gizli, bir dans yaşamaya hevesli. Gece geziniyor her pencerede. Duvarları ile buluşuyor insanlar. Bir kapının açılışı, bir uyanış, zihnindeki sorularınca uğurlanış, bir taksinin seni kaybetmek istemeyişimden beni alışı, birbirimizi arındıran hüznümüzde gülümseyişimiz, bizim mi emin olmadığımız anlayışımıza sahip çıkmayışımız, birbirimize taşıdıklarımıza açık oluşumuz, birbirimizi eksiltmeyen dostluğumuz bir gün düşürdü günceye. Biz dinlediği müziklerce aralanan insanlarız. Kucaklanan kedi yavrusu gibi masum sırnaşırız sevildiğimiz hissine. Düşer sevmek yüreğimizin haddine. Paramparça anımsamaları hayat oyunumuzda özenle yarınımıza yerleştiririz. Bir resmin köşeleriydik denizin pervazında. Yaşayacaklarımıza seçiliyiz. Yarınım zilini çaldığında biliyorum ki, sen açarsın kalbimi. Sorar dostluğun derdimi. Anlar bakışların içine düştüğüm halimi. Gözlerin affeder içimdeki kendime en acımasız zalimi. Sen kıymetinin adısın. Beni hep iyileştirdin. Beni hep kendime sevdirdin. İyi ki uyanışıma girdin. Bir uzanışa güvenmek, sır gibi hissetmemek, gecenin denizden esen gelen, ışıltılı üzüm bağından seçili birkaç kadeh kırmızı şarabın eşlik ettiği bir yemekte, karşılıklı iki sandalyenin hayata değer verdiği bir masada Tex Mex’te paylaşılmak, bir peynir tabağının gecemize seçtiği lezzetlerde yaşamın tadına bakmak, anlaşılamayışımızdan bizi hiç anlamak istemeyenleri çıkarmak, yola nazik bir taksi şoförünün bizi şehre geri verişinde yan yana olmak, bizi geçen zamanla hakkınca dolmak güzeldi. Dostluğun her zamanki gibi herşeyden daha özeldi. Biz masalına sığınanlar birbirimizi üzüntü ve sevinçlerimizde anlarız. Birbirimize hiç hesap sormayız. Birbirimizin sözlerinin kıymetini bilir, kıymetli olanı yormayız. Biz kalbimiz durmadıkça içimize can atarız. Gözlerimizi kapayışımızda bir düş gibi yatarız. Can simidim, yaşam kahvaltım, gerçek dostum, zamana yetişebilir miyim diye koştum. Hayat bulan bir gözle coştum. Teşekkür ederim koşulsuz sevginde yaşadığımı bir kez daha bana hatırlattığın için.

Çarşamba, Ağustos 22, 2007

Bu Mu Kader?

Derin bir nefes aldım. Saat sekizi yirmi geçecek. Yine bir an önce çıkmalıyım. Konuşup da sana ve kendime acımasızlık etmek istemiyorum. Herkesin izin vermeyecekleri vardır. Belki birbirimize erkendik. Yarın da çok geç olacağız. Aşk zamansız bir karşılaşmadır. Günün telaşında kaybolmak da çözüm değil. Nereye kadar kendimi kandırabilirim? Hayata küsme lüksümüz yok. Ellerini tutmamalı düşüncelerim. Fotoğraflarından kaçmalı içim. Biliyorum unutmaya bir gülümseme yeter? Bu mu kader?

Salı, Ağustos 21, 2007

Belki Zaman İyi Gelir

Sevmeyen kendini nankör hissetmez. Sevgide vicdana seslenilmez. Kalbin dili başkadır. Yaşamla anlaşılır.Aynı duyguları konuşanların dili aşkındır. Bilmek hükümdür, çıplaklık kadar zor giyilir. Belki zaman iyi gelir.

Bu Yalnızlık Hiç Sobelenmez Mi?

(Gömleğimi nihayet ütülemiştim müzik dinlerken. Geç kalacaktım yine, erken gitmeyi planlarken. Traş olmalıydım, giyinip çıkmalıydım yaşadığım evden, evimiz diyemezken. Saat yedi buçuk olmak üzereydi. Çıkmalıydım bana sarılan düşüncenden.Bu nasıl bir saklambaç. Büyüklere özel mi? Biz çocukken bu kadar üzmezdi. )

Sana saklandım tüm gece
Beni görme diye
Bulmanı istedim yine de
Sevgimi içinde

Sadece Sevildiğinden

(Bilgisayarımı bir süre açmamayı başarabilsem. Çer çöp gibiydi düşüncelerim. Yaşadıklarımdan bir yuva deriyordum. Zamana kuruyordum cümlelerimi. Uçuş budalasıydım. Yorgun düşmüyordum. Sorumsuzca maviydi gökyüzüm. Saat yediye beş vardı. Beşte kalkmıştım ama yine yenik düşmüştüm hislerimi kışkırtan yatağıma, dinlediğim film müziklerine tutunmaya çalışan sevdiğim kız kokan yalnızlığıma.)

Hakkından fazlasını aldın kelimelerimden. Sadece sevildiğinden.

Üzülmemi istemiyor muydun? Denizim gibi miydin? Beni kıyında dolandırıyordun.


Gece geç dönmüş olmalıydın. Doğum günündü. Sevdiğin bir uykuya armağan kimde açılıyorsun? Bu soru kalbimin mi, yoksa yalnızlığımın mı? Hakkım mı, haksızlığım mı? Unutmak sevmekten zor.

Şiir Oldu Susmam Gerekliliğim

Yalnızlığıma özelsin
Onun için güzelsin
Gözlerimi kapayışım seninle seviştiğinde
Düşüncelerim yokluğunda sana eriştiğinde


(Sabahımda da içimle konuşuyorduk. Gömleğimi ütüleyip, traş olup çıkmalıydım halbuki. )


Yatağıma kardın.
Beni kaplarcasına yağdın.
Gelinlik beyazım.
Değilmişsin alın yazım.


(Şiir oldu susmam gerekliliğim. Şiir oldu yalnızlığım hak edercesine. Şiir oldu yokluğunu hakkıyla yaşayışım. Gece bedenim oldu. Gözlerimi kapayışımla tutturulmuştum düşüncelere, beni süren zamana.)

Kıymetinden Sen Eksildin

(Gece gözlerimi kapamak oldukça zordu. Bir yandan kelimelerle yarışan düşüncelerim, bir yandan uykuma teslim olamayışım. Beşe ayarlamıştım cep telefonumun alarm saatini. Yapmam gereken işler vardı, yapamamıştım. Erkenden kalkıp çıkmalı, erkenden şubede olmalıydım. Yirmi bir Ağustos gerçekten de zor bir gün olacak. Belli ki kalbimi yoracak.)


“Bu gece belki adını kıskanacağım bir arkadaşında kalır.
Bugün belki onu tüm yalnızlıklar tanır.”


“Kıymetinden sen eksildin.”

“Yalnızlığımın oynadığı renklerden birini onun için seçmiştim. Siyah dolanıyordu belini, göze cömert, kalçalarına cimriydi. Bir oyundu uyanmak. “

“Mesafe girmişse dokunuşlara ve dokunulmayı özlüyorsan sürekli, uzaklık ayrılığa dönüşür yavaş yavaş. Ten zihni yorar. Sevişmeler adını arar karşılaşılan her suskunlukta. Bir bakış kadar masum olabilir tutku. İstemek yeterli olmayabilir istenmediğinde. Dudakların mühürlediği her sırrın paylaşanı mutlaka vardır. Gece ve gündüz yalnız hissediyorsan, gözlerini kapayışına aralıdır. Bir adım açabilir içini. Bir elini uzatış ile gidebilirsin, duygularınla götürülmek istercesine.”

Pazartesi, Ağustos 20, 2007

Artık Oldum Onun Dünü

Yelkovan mı ağırlaştı?
Yoksa yaşadıklarım mı?
Bu geri sayım hüzünlü.
On ikiye bırakıyor Ayşegül'ü.
Çünkü bugün onun doğum günü.

Sessizlik Dar

Odamda on ikiye çeyrek var.
Yalnızlığıma kollarını sar.
Sessizlik dar.
İçimi öyle sıkar.
Kalbim zor da olsa anlar.
Artık bana olmayacak yar.

Bu Günü Geçmeliyim

Gelir gelmez yatmalıydım.
Onu düşüncelerimden atmalıydım.
Beni yoran sevgime batmalıydım.
Geceme onsuz bir düş katmalıydım.
Ama yapamadım.
Henüz bir başka kadına tapamadım.
Bugünü geçmeliyim.
Kendime başka bir aşk seçmeliyim.

Sesimi Açmadı Doğum Günün

Dakikalar benimle konuştu.
Bu nasıl bir armağan sunuştu.
Gözlerim de, sözlerim de doldu.
İçim dayandı saatin on iki oluşuna.
Anlayamıyordum bize ne oldu.
Katlanmaya çalışıyordum Ayşegül'ün soluşuna.

Yarın Kör Bir Sessizlik Düğümü

(19 Ağustos Pazar günü öğlen saat ikide Harem’den Metro otobüsüne binmiştim. Otelden çıkarken yanıma almış olduğum not defteri ve kalemle yaşadıklarımı kaçırıyordum kelimelerime. İçim yol arkadaşım olmuştu.)

Güle güle İstanbul, yakında görüşeceğiz. Yaratıcılığıma kaçıyorum. Hayatın ritminde buluşacağız, bir kişiye daha tahammülün var mı? Genç hissediyorum. Yok oluş tesadüf değil. Daha fazlası yok. Kaybolmak isteyen gözün adresi vardır. Daha azıyla yetinebilirsin sırrın. Sevişmek isteyebilirsin utanmadan. Belki son gece sana kalan. Tenine sızdı gözlerim. An yaklaşanları durduruyor. Teslim alınışın muadili yok. Bakışlar birbirlerine sokuluyorlar. Daralan nefes alışlarla mekan genişliyor. Ritmin çekiştirdiği karmaşanın ucu bucağı yok. Seksi ve sonsuz bir kaynaşma. Adsız ve kışkırtıcı gece ormanı. Dansın kökleri yok. Gürültü derinleşiyor. Çekim alanında kimse, kimsenin hiç canını yakmamış gibi masum. Kimse dürüst olma kaygısında değil. Yeniden tanımlanıyor bir arada olmak. Kaçış dakikaları eksiltiyor. Her kalp sevişmek istediği kızı seçiyor. Sessizlik meyveleri ham. Dalında bir tutku güzelliği. Sancılı çıplak omuzları ve kırmızıyı sırtına bırakan daveti. Bir kalemin düş kurması, tüm kelimelerin ifade mahkumiyeti. İstanbul’da taze öğütülmüş sıradanlık kokusu sıra dışı. Kadın kokusu kadar güçlü yayılan. Sokaklar yaşamaya hasret kalmış gibi canlı. Çarpışmalar bir bakışça evime bırakılmak isteyişim oluyor. Öykü çıkmaz bir geceden. Herkes unutmak mı istiyor? Yorgun vahşinin evi sabahı. Masum bir sevda uyanış. Yastığın sıkıcı mı? İçin çarşafın gibi gergin mi? Bir sevişme kırıştırabilir yalnızlığını. Herkesin adının bir posta kutusu var. Artık faturalar geliyor firmalara olan aşkından. İlişkiler de birer alışveriş merkezi oldu. Kalabalık ve çekici, son satın alma gibi geçici. Serin ve hijyenik birbirinde yerleşmeler. Bedelini ödediğin sürece güvenli yarına kalışlar. Düşüncelerimle karanın bizi uğurlayışına geldik. Saat üçü beş geçiyor. Mavi yaşadığım hissine dayanmış. Otobüsten inip gemilerin uzağı paylaşışında yerimi aldım.

(Vapurla karşıya geçiyorduk. Yanımdaki bir tesadüften fotoğrafımı çekmesini rica ettim. Adının Alaattin olduğunu öğrenmiştim bir teşekkür edişle başlayan kısa bir sohbet sonrası. Bir fabrikada çalışıyordu, tatil için İzmir’e akrabalarının yanına gidiyordu. Molalarda bana arkadaş olmuştu. Hayat içinde kaybolacaktık ama gülümsemelerimizi paylaşmıştık. Terk eden kızların vedasına da hoş bir karşılaşma gibi bakmalıydı. Deniz bizi karşıya yaklaştırırken otobüste yerimi almıştım. Eminim yanımda oturan genç bu adam sürekli ne not alıyor diye içinden geçirmiştir.)

Saat dörde çeyrek var. Kümeste gibiyiz. Yerimizi aldık bizi bekleyen varış istikametinde. Pencere kenarında düşüncelerim. Bir resim gibi anları karşılayışım. Benim umurumda benim olandan pay alışım. Yaşanan anların yedeği var mı ki, ben arkadaş olarak kalayım. Ne söz ne de suskunluk sahibine ait. Konuşma, bir cevap gibi doğan. Karşılıklı büyütülen bir iletişim diyalog. Suskunluğun tek tarafında, sana anlamak istediklerin kalıyor. Gözlerimi kapayışımda gece oluveriyor. İçinde aktığımız trafikten bakışlarımı bir an içime çeviriyorum. Görmek istediğim düşle baş başa kalıyorum. Omuzlarından sıyrılıyor geceliğinin ince siyah askısı. Sırtın yalnızlığımla konuşuyor, içinden hiç sır vermiyor. Beline iniyor duygularım. Seni hissetmek istediklerinde yalnız bırakmıyor dokunuşlarım. Benim kalan bir yalnızlığın prensesisin. Sınırlarını kendin belirliyorsun. Yatağıma adını veriyorsun. Hikayeni giyinip sen de gidecek misin? Beraber merak edemeyecek miyiz hayatı?

(Otobüs Bursa garajına vardı. Yarım ekmek döner ve ayranla karnımı doyurdum. )

Akşam saat beşte Bursa’da yarım saatliğine mola verdik. Benim için anlamı olmayan bir şehir, yaşadığım son ilişki ile hayatıma girmişti. Ayşegül ile paylaştığımız gibiydi inişim. Karanlık ve aydınlık gibiydiler, kara çarşaflı kadın ve annesini göremeyen, onu yok eden örtüsüne tutunmuş, sevgi taşan, güleryüzlü güneş gibi bir çocuk. Yıldızsız bir gece gibiydi etraf. Kadın tutlması yaşanıyordu gözlerde. Omuzları yazı yaşamayan kadınlar da vardı. Seçimler her zaman paylaşılmıyordu. Hava yürek gibi açıktı. Gözlerine sıkıştırılmış kadınlardan birkaçı ile otobüse bindik. Daha uğrayacak başka şehirler vardı. Hikayemizden inenler olmuştu. Yanıma hayat kadar gerçek bir amca oturmuştu. Esmer teni, kırçıl bıyıklarıyla bir kadının kendisini terk etmesinden üzüntü duyacak gibi durmuyordu. Otobüs sert bir viraja girdiğinde, iki farklı dünyanın insanları gibi yan yanaydık. Ben kulağımda kulaklık, film müzikleriyle hissettiklerimden kelimeler kaçırırken, o ellerini kavuşturmuş önyargılarımdan habersizdi. Bu suskunluk Ayşegül ile aramızdakinden farklıydı. Siyah pantalonu ve beyaz çorapları kadar gerçekti. Elleri hayatın içinde güçlendiğini ele veriyordu. Benim hikayemi anlatsaydım her halde bana gülerdi. Teyzeleri bol bir otobüste Beyoğlu havası dağılıyordu. Gözün dokunduğu uzaklar yeşildi. Otuz dört yaşım İzmir yolunda ilerliyordu. Düşüncelerimin koltuk numarası yirmibirdi. Bir kız yirmi altısını terk ederken, beni diğer yaş günlerinden alıkoymuştu. Bir başkasıydım, bir başkası gibi yaşayacaktım. Herkesin alışkanlıklarının cenaze töreni var. Yaşamımıza gömüyoruz kaybedilenleri. Mezar taşlarında kalmış adlar, unutulanlar rehberi. Yaşamın kıymeti bir demet çiçekle varır bir annenin mezarının başına. Bir anda solmaz kırmızı güller. Saat altının etrafında dolanıyor. Daha on dakika oyalandı. Masallar yaşlanıyor. Ne çok düşten eksiliverdin. Sahnelerden silindin. Oyun ikimiz için de oyuncusuz kalmaz. Yalnızlığın sesi kesildiğinde, ses kaynağından özgürdür. Sesleniş duyanların olur. Bir gün gözlerini kapayışının olursam, adıma çiçekler getir. Senin kalbin ekin denizine bakıyor, ben Ege kokuyorum. Hayallerim zeytinyağlı. Hala avuçların terliyor mu? Kaç farklı yüz ile karşılaştık kim bilir. Aile gülümsemeleri bir araya getirir. Öykü’nün henüz okul çantası yok. Bir anne bulamadık kelimelere. Saat altı otuz beş, haraların yanından geçiyoruz. Çitler arasında atlar dolanıyorlardı. Yaşam turunda kalemim tarlalardaki mısır ordusunu selamlıyordu. Aşk rüzgarın emrini bekliyordu. Artık gözlerimi kapayacağım. Yarın Ayşegül’ün doğum günü. Yarın kör bir sessizlik düğümü. Yarın kalbimin yalnızlık düğünü.

Bir Yalnızlık Vardı, O Da Adında Kaldı

(19 Ağustos sabahı odamda masa üstündeki kağıda aldığım notlar sığmayınca, diğer odaları temizleyen otel görevlisinden sürekli kağıt istemiştim içimin sesine)


Dün dört kadeh beyaz şarap içtim. Kadıköy otobüsünün bir an önce otelime beni bırakmasını istiyordu uykulu gözlerim. İstanbul gecelerin hakkını veren bir şehirdi. Sanat Restoran’ın terasında kalabalık beni köşeye sıkıştırmıştı. Ne heyecanlı bir kovalamacaydı Beyoğlu. Sokaklar sanki yaşamak isteyenleri kavuşturmuştu. İhtimalleri cömert bir şehrin farklı bir çekiciliği vardı. Beni çağırıyor gibiydi. Kıyıları sevgi gibi karşılıklıydı boğazın. Boşalan bir kadeh gibi doluyordu otobüsler hayatla. Beşiktaş’a geçmek için Üsküdar vapurunu bekleyişimden bile sırlar geçmişti. Ağaçların gölgesinde insan yalnız hissetmiyordu. Rüzgar umut verici esiyor, mavi bir sevgili gibi sokuluyordu. Bir yedekmişsin hissini vermiyordu kızlar. Herkes yaşamak için uyanmışçasına çıkmıştı sanki. Otelim Kadıköy’ün kalbindeydi. Duvarlarım beni bu güzel şehre bırakıyorlardı. İçimdeki duyguların tutsağı hissetmiyordum. Kahvaltı yaparken gelip geçenleri izleyişimde, bu şehre yeniden dönmeli miyim diye soruyordum kendime. Tekrarımdan vazgeçmeli miydim? Bu şehirde hayat onu yaşamak isteyenlerin miydi sadece? İyi ki beni mutsuz edecek düşüncelerden kendimi bu içten teselliye atmıştım. Otobüs yolculuğunun yorgunluğuna değmişti kendimle buluşmam. Artık kalbim aldırmıyordu kimlerle bu şehre konuk olacağına. Onu adına teslim etmiştim bu hafta sonu.
Öğlen saat 14.00 otobüsü ile dönecektim İzmir’e. Çıplaklığım ve yatağım benimdi. Kelimelerim rahatlamıştı. Bundan böyle bir sevgiyi anlatmak zorunda değillerdi. Birazdan otelin lobisine kahvaltı yapmak için ineceğim. Yalnızlığıma bir hayat beğeneceğim. Yaşamak istediklerimi kendim için seçeceğim. Sevilmek için ısrarın yalnızlık olduğunu anlamıştım. Duşun suyu günaydın derken, aynada suskun bir yansımam vardı. Bir öykünün başlangıcı olduğumu hissetmiştim. Güzel şeylerin sonunda da ben vardım. Artık sevmek kadar hafiftim. Yeni bir gün kadar dinçtim. Bu şehre kulak vermeliydim. İnsanın içi gibi hiç durmuyordu. Güzel olan her şey İstanbul’u yalnız bırakmıyordu. O kadar kalabalıktı ki, yaşam kadar yakındı insanlar. Gelip geçmeler rastlantı tohumlarını ağırlıyordu gizem bahçesine. Bir seçim değildi göz göze gelişler. Ayrılışların bekleyişi yoktu. Takdir edilen hürdü. Davet milyonlarındı. Kıymetini bilebilir miydim bir bakışın? Adım ihtimalini bulabilir miydi bu şehirde? Bir kayıp masal düşürmüş müydü tarih bu canım şehre? Gönlün sultanları nerde? Deva mıdırlar hükümsüz bir derde? Senin olsun yaşamak istemediklerin, yakında kapını çalar yaşamak istediğin.


Mobilyalara bakılırsa otel benim yaşım kadar eskiydi. Desenleri bizim yazlıktaki kanepeninkine benziyordu. Odam oldukça temizdi. Kahvaltı salonunda kendim için güzel bir ziyafet hazırlamıştım. Çayımı hayatın tadında yudumlarken etrafımı izliyordum. Yan masada Fransızlar vardı. Ne güzel olurdu, ihmal etmemiş olsaydım içimin gözü gibi baktığı bu dili. Düşüncelerim konuşmak isterken, devamını getiremeyeceğim endişesinde vazgeçtim seslenmekten. Güzel bir kahvaltıdan kalan boş tabaklarımı yaklaşan garson kıza uzatmıştım. Gülümsememiz kadar insandık. Bir teşekkürde dokunulmak ve içtenlikle cevap vermek. Ne de güzel bir masaldık. Pazar keyfimde ekmek paralarını kazanan bu insanlarla Aden Otel’de buluşmuştuk. Kahvaltımı yaparken fark ettiğim hoş bir garson kız daha vardı. Ekmek almak için masamdan kalkışımda o ekmek yerleştiriyordu. Affedersiniz diyecek kadar yaklaşabilmiştim. Birkaç dilim ekmek alıp uzaklaşışımda üzüntüleri olduğunu gözlerinden okuyabiliyordum. Mutsuzluğunuzun adı nedir diye soramadım. O zihnini meşgul ederken, ben masama dönmüştüm. İlk geçişinde düşünceli haline dökülen saçlarını ekmek yerleştirirken toplamıştı. Beyaz gömleğinin güzel omuzları sakladığı belliydi. Çıplaklığı da kalbi gibi gizliydi. Güzel olanla tıka basa dolmuş, iyi günler diyerek kalktım masamdan. Masa örtülerini değiştiren erkek bir garson iyi günler efendim diye uğurladı beni. Efendim kelimesine takılmıştım. Bir gecelik otel parasını verdiğim ve bir gün konakladığım için efendi olmuştum. Bir selamlaşmada bile mesafe girmişti aramıza. Hayat nasıl bir oyundu? Dün Temel, Cevahir Alışveriş Merkezi’nde, Mado’da oturmuş dondurma yiyişimizde masanın üstü kalabalıklaşınca, garsonlara şurayı toparlasanıza, öyle bakıyorsunuz diye yaklaşınca farkımızı anlamıştım. O neden kariyerinde yükselmiş, ben neden gerilerde kalmıştım ayırt etmiştim. Onun gibi olabilir miydim, olamazdım. Ferit İstanbul’a gelmesin, onun için İzmir daha iyi deyişinde belki de haklıydı çünkü ben gülümsemem kadar insandım. Hayatıma karışanları da öyle karşılıyordum. Gerektiğinde can yakamıyordum. Çevremi iyi günler, günaydın demeden geçemiyordum. Kalemim susmuyor ama bugün hüzünlü değil. Yarın ben de kaybettiğim bir kızla yeniden doğacağım. Doğum gününü kendiminkiymiş gibi kendi başıma kutlayacağım. Benim bir psikoloğa değil, yaşamaya ihtiyacım vardı. Benim şehirlere sözüm vardı. Tekrarımdan uzaklaşmış, kendime bir armağan sunmuştum. Yol yaşamak istediklerime sapıyordu. Bugün aynaya yansıyışımı sevmiştim. Sevdiklerim artık özgürdü. Birazdan odamı toparlayıp inecektim resepsiyona. İstanbul’a gelme kararım, beni iki sıcak tebessümün konuğu yapmıştı. Unutulacağını bildikleri için, adlarını israf etmemiştiler. Sahne dönüşümünde misafirlerini tüketirken, zaman oyunculara replik yetiştiriyordu. Hayatımda bir ten eksikti, aldırmıyordum. İstanbul gözlerimin kapanışını anlamıştı. Mavi gibi duyumsanıyordum. Kız Kulesi, seni seven bir kızla dön dedi merhabama. Kalbim iki kişilikti. Aşka adımı ayırmıştım. Kalbim sessizlikti ama bir kız bir gün en güzel kelimelerimi yine seçecekti. Bir gün bir kız birlikte güzel bir kahvaltının kıymetini bilecekti. Yolculuklarımda bir gün omzuma başını yaslamak isteyen, daha fazlasına dur diyebilen, beni kalbimin onun için atışlarında dinleyen, diğer sesleri bana olan sevgisinde susturan bir kız yol arkadaşım olacaktı.


Uzak yakınlaştıkça katılırken bize
Hayatta yol alacaktık göz göze
Ne gerek vardı daha fazla söze
Yaşamak bir dize
Sevmek armağan size
Katılın bir nebze
Unutmayın siz de bir gün olacaksınız teyze.


Bir armağan gibi yaşamalıyım, sevişmeliyim, konuşmalıyım, duraksamalıyım. Açılmak istercesine saçılmalıyım, katılmalıyım, yazılmalıyım. Söz verircesine saklanmalıyım, beklenmeliyim, tutulmalıyım. Sevdiğim kadar sevilmeli, kıymetim kadar bilinmeli, adım kadar sorulmalıyım çünkü ben yaşam düşürdüm gözlerime. Kalbim hep sevdiğimin gittiği yerde. Bir yalnızlık vardı, o da adında kaldı.

Cuma, Ağustos 17, 2007

Yarın Sevilmek İçin

İçimde kor,
Hayli zor.
Sen daha kalbini yor.
Hep seni neden sevmediğini sor.
Gençlik elden gidiyor.
Hayat, üzülmeye değmez diyor.
Görme artık seni sevmek isteyenleri hor.
Yarın sevilmek için.

Perşembe, Ağustos 16, 2007

Hayli Zor

Hayatımızda nefis kızarmış bir ızgara balık olmamıştı. Tabağımızın beyazında Ege, kadehimizde yaşam bir masada baş başa kalamamıştık. Şarabın kokusu gibi sokulmamıştın geceme. Gemiler yaslanmamıştı bakışlarımıza. Yaşamak için uğramamıştın yaşatmak istediklerime. Tatlı bir esintinin omuzlarını okşayışında yazı getirmemiştin seni özleyişime. Elime uzanmamıştın hiç bırakmayacakmış gibi. Gözlerini kapamamıştın beni bulmak için kalbinde. Durmamıştın sözünde. Sözler de zaman gibidir geçer, her zaman yalnızlıklardan bir sevilen seçer. Zaten bir kalbin de sadece çarpışları vardır. Biliyorum arkadaşım olarak kalmaya çalışırken eşim olman hayli zor. Egeli değil için. Kumsalı yok çıplak ayaklarının. Kum tanelerini okşamıyor adımların. Deniz masası boş olan yalnızları teselli eder. Siz ayrılmayı çoktan hak etmişsiniz der. Eski sevgiliden dost olmaz belki, ama kalır sevilenden dem vuran keder. Bir başka el sandalyeni çektiğinde, gülümsemen başka bir kalbi doldurduğunda, yıllar resimlerini soldurduğunda adım kalmaz sende. İkimiz başka bedende, birazı sende, birazı da bende.

İşte Bu Gerçek Yalnızlık

Pencerenin kanatlarının gerinişinde bir tek kendi vardı. Hala yaşıyordu. Prag sokaklarında sabahtı. Gözlerini açışına geldi yaşam. Ne çok hikaye birikmişti onu uğurlamak için. Acılar kronolojik değildi. Kaç yaşındaydı, kaç yıl barındırmıştı kalbinde? Bir kadın yaşayacaklarına dönüyordu. Bir nefes alış sakinleştirdi içini. Elleri yalnızlığı tanımıştı. Zamanı taşımış sözleri yorgundu. Yaşlanmak onu şehirlerle buluşturmuştu. Zihni bugün de yolcuydu. Nereye varacağını bilmediği duygularla çıkmıştı yola. Adlar eksilmişti hayatından. Yıllar bir diğerini geçmişti. Ölüme yakındı geçmiş. Dün gibiydi gözlerini kapayışı. Bir sahnenin gerisindeydi. Sevinçleri sekteye uğramış, yüzü asıktı. Gülümsediği anları buldu yaşadığı yıllarda. Hepsini yaydı hatıralara. Herkes bir öykü getirmişti yanında. Kalabalık içine aldığı insanların adını merak etmiyordu. Hiçbir şey ayırt edilemiyordu gelip geçenden. Seçimler seçimleri doğuruyordu. Tercih dominosunda dokunuş kimindi? Anlar yıkılıveriyordu son ana. Birbirine dökülen her sahnenin nakşolduğu zihin anımsamalara bürünmüş bir gülümseme veriyordu hayata. Ayakta duruşunun zamandan seçtikleri kendisine aitti. Bir sessizlik kadar derindi bakışlarının çağırdığı şehir. Anlaşılmaktan yoksundu dile getirişler. Suskun yıllar bir tek kendi içi ile konuşuyordu. Hala yaşıyordu. Seslerin içindeydi. Hala adımları vardı. Adını geçmişten kurtarmıştı. Adını ödünç aldığı kızlara borcunu çoktan ödemişti. Artık vicdanı da nasır tutmuştu. Yaşlı bir adamın hikayesi daha farklı olabilir miydi? Kalbini kıranlar da yaşlandığında ne duyarsın geçmişinden? Her hikaye ediş kaybettikleri kadar zengin teslim olur yarına. On yıl sonrası sır saklıyor. Gece sırra kadem bastığında, düşlerini bulursun yastığında. Uykuya daldık, başka masallarda uyandık. Bizler sadece kendimizi duyandık.İşte bu gerçek yalnızlık.

Salı, Ağustos 14, 2007

Yokluk Bu Gece De Seni Bana Verendi

Bugün sessizliğimden kaçıştı insanlar. Yorgundum düşünceleri kovalamaktan. Serseme çevirmişti beni tekrarım. Yalnızlığım yüzlerle anımsamaları eşleştirmekteydi. Sadece kendime yüz vermiyordum. Gözlerimi kapayışımın içi daraldı bir hayat israfında. Bir şey eksikti onu sevmenin tadında. Uzak cana yakındı. Yakın ana bakındı. Bulamadı suskun ve açık kapım ayak seslerini. Bulamadı kalbim sevildiği hissini. Gece ve düş içimde sözle kenetlendi. Bir kız nihayetinde aşkımı yendi. Peki kim kaybedendi? Kimin umurundaydı ne dendi? Tercihi yapan bir tek kendi. Gidişinde birlikte uyanışlarımız tükendi. Özlem belimi bükendi. Ne çok şey söylendi. Kim doğruyu bilendi? Kim yaşamdan yaşanabiliri bir anda silendi? Kim sevilmeye direndi? Hani gül yediverendi. Yalnızlık geceleri seni yıldız diye üstüme serendi. Yokluk bu gece de seni bana verendi.

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

Bugün De Kelimeler Yağdı Sessizliğime

Bir restoran masasında hepimiz oyuncuyduk. Garson rolünde bir adam ne istediğimi sormuştu. Rol arkadaşımın bu sefer adını biliyordum. Aynı sahnenin bizi karşılamasında buluşuyorduk her öğlen yemeğinde. Hardal soslu bir tavuk sipariş etmiştim, mezgit balığı ve salata ile. Yağ ister misiniz sorusunu, nar ekşisi alır mıydınız sorusu izliyordu. Gözlerim de boş durmuyor salatanın sos ritüelini takip ediyordu. Bir anda mekandan ayrılmıştım düşüncelerde, elim yemeğe devam ederken. Bir parça çatalımdan kurtulup, tabağıma düşüverince gömleğime sıçrayan yağ zerrelerinin bıraktığı lekeleri de dert edinmiştim garnitür olarak. Yemeğim bitince ikram edilen bir bardak çayla aşina olduğum oyunda son perdeydi, yalnızlık da işe yetişmek için kalkacaktı kader arkadaşı dekordan. Hesabı alabilir miyim Ömer diye seslenmiştim. Dedim ya bu sefer adını biliyordum rol arkadaşımın. Adıyla gidenler de vardı her gün oynanan masa kapmacada. Bir kız karşımda oturmuş kız arkadaşına sürekli birşeyler anlatıyordu. Bacaklarının güzel olduğunun farkındaki herkes mavi ayakkabılarını da hatırlayacaklardı. Yüzü de güzel olsa her halde yanına hiç yaklaşılmazdı kaprisinden. Oyunun hep bu anında ayağa kalkıp kasaya yönleniyordum. Adımlarım beni çalıştığım banka şubesine teslim ediyordu. Masamın başında bir günü harcıyordum. Üstü kalsın demiyordu hayat. Akşamlarımı , gecelerimi de istiyordu. Saat yedi kırkbeşi gösterirken, elimde çanta şubeden çıkmıştım. Yorgundum ama eve tamamlamam gerekli dosyaları götürüyordum, içimden gelmeyeceğini bile bile. Sorumsuz değildim, aksine yaşamıma karşı son derece sorumluydum. Bu yüzden zordu kabullenmek. Kapımı açışımda bir ben vardım. Hafta sonu İstanbul’a gidecektim ama yarışlar nedeni ile tüm oteller doluydu. Bir değişikliğe ihtiyacı vardı gözlerimin. İçime dokunmalıydı Kız Kulesi. Ne hayaller için bekliyordu beni. Ne kadar saftım, hemen iki kişilik bir piyes yazmıştım. Nasıl ödeyebilirim hesapları yapıp, kendimi borçlandırmıştım bir düş paketini hazırlarken. Hiç anlamazdım değerli taşlardan, yardım almıştım arkadaşımdan. Nerden bilebilirdim yaş gününe yetiştirmeye çalıştığım, ona armağan heyecanıma gelmeyeceğini. İstanbul kimseye sır vermez, diğer tüm şehirler gibi ağzı sıkıdır. Zaman gibi saklar bir zamanlar sevileni. Kendine arkadaş her yüreği besler, ışıltı serpili karşı loş kıyılarıyla. Asla Ayşegül uğradı demez. Cumartesi gecem neşe ve hüzne kadeh yetiştiren Beyoğlu’na konuk olacak. Yine herkesin mekik dokuyan, çakırkeyif adımları birbirine çarpacakmış gibi telaşlı buluşacak. Yine sesler ve sessizlikler karışacak. Ayışığı biz budalalara bakacak ve hayat içimiz gibi akacak. Gözlerimiz değse de, ruhlarımız değmeden uzaklaşıyor olacağız. Yakın açılıyor olacak, insanlar birbirlerini geçerlerken. Sevmek zehrediyor aşkı. Söz verdim gözlerimi kapamaya ve İstanbul’u anlamaya, şiir gibi bir yalnızlıkta. Utangaç bir kayığın sırrı gibi uzandım boğazın sularına. Kıpırdandım, huzursuzlandım fark edilmek istercesine. Sesim yetmedi gidişine, kal dercesine. Kimileri kedi besler, ben de bir düş besliyorum. Ben de hayatın ayıkladığı insanlardanım. Yaklaşılan her aynı farklıdır. Kalabalık çözüldüğünde, bir kapı çalındığında yanlış bir adresi arayan kızın dudaklarında, bir sır gibi, kısa ve meraklı ömür. Yatağıma gece birikiyor. Bir irkiliş, bir ürküş, bir can yanması, bir gözyaşı her şeyi arıtıyor. Avuçlarımla bir yalnızlık açılıyor, seni ellerimden bırakırcasına. Parmaklarım bir çiçeğin uykusuzluğu gibi. Sabah gün ışığı tenimi sardığında, bir günaydın ister uyanışım. Yokluk benimle konuştu. Dilinden anlamıyordum. Ona omuzları çıplak bir kızı soruyordum. Koyu kahve saçları belinde diyordum.

Pazar, Ağustos 12, 2007

Her Dem Yeni Bir İç Ses

Kaybetmek anlamak, zaman da anladığını unutmaktır. Yaşam sana sunulanlarla buluşmak, yalnızlığını şanslı uyanışlarına aralamaktır. İnanmak isteyişinin de bir an önce iyileşmeye ihtiyacı var. Bundan böyle bir sevgilinin seslenişine güvenmek için kalbinin yaşamla ikna olması gerek. Yetmiyor kanmaya razı olduğum gözlerinden güzelliğinin masum yalanlarını dinlemek. Kimse aldanmıyor, kimse de aldatmıyor. Her şey bir iç ses kadar aşikar. Sevmek ve sevilmek o kadar kolay buluşmuyor. Sözlere kaldıysa aşk, ayrılığın mutlaka bir nasibi vardır. Bizimkisi hiçbir zaman iki iç konuşma olmadı. Sevgimiz değil, sessizliğimiz de şekil değiştirdi. Yıllarımız var belki de. Katılmamız gereken hikayelerimiz var, bizim olan ve olmayan tercihlerde. Bir uğurlanışın kalabalığından ayrılışımızda bir başka karşılanış var. Adı seçili insanlarla tanıştırılışımızda bizim olan bir geçişimiz var. Bir yaşlanışımız, toparlamaya fırsat bulup bulamayacağımızı bilmediğimiz dağınık bir geçmişimiz var. Onlarca yılın ararsından sıyrılışımızda mutlaka düşünceli olacak adımlar. Her dem yeni değil ilişkiler.

Henüz Adın Yok

Uçlarımı seviyorum, hayatla ona en yakın anımda vedalaşmayı. Bugün beni kendimle tanıştırdı. Artık adıma dönme zamanı. Bir gün her adımımı bir keşfe dönüştürdüğümde, bakışlarıma denizin mavisi uğradığında, gözlerimi kapayışımda bir sıra dışı heyecanla içim içime sığmadığında uzak saplanmayacak sözlerime. Aşina mıyız? Tanıdık mı geliyor yarınlarımız? Bilinmeyen bir geçmişe kendini bırakabilir misin? Bir ihtimal kadar sıcak, bir serüven kadar sarmaş dolaş, kendini bırakıverişini toparlayan anlar kadar gelişigüzel, bir minnetkarlık kadar içten kaçıverir misin hiçten? Doğmakla bu maceraya atılmadık mı? Her yaşanan güzel güne üzüntü ve sevinçlerimiz ile katılmadık mı? Ne zaman adımı kartvizitlere kaptırdım? Benim adresim hayattı , neden mesken tuttum yalnızlığı, beni anlamayan, hakkıyla sevişemeyen kızları? ODTÜ bana değerli bir isyan armağan etmişti. Zirvelerim olduğunu göstermişti. Kaybolmayı sevdirmişti. Yarınımdan korkmamayı öğretmişti. Özgürlüğün kıymetinden mezun olmuştum, sahiplenmeyeceğim bir esarete düşmüştüm. Nefes alma hakkımı, kendi iç sesimden pay almayı özledim. Ben içimin bayrağını cesaretimde hiç düşürmedim. Dinlediğim müziklere sordum duyguları. Düşüncelerime bıraktım içimi kemiren kurguları. Kar kaplıydı yamaçlarım, dağ esintisini örtünmüştü omuzlarım, masal gibiydi mağaralarım, okyanusla da tanıştırmıştı beni hayat, her adımım karşılaşmalar sunarken, ölüme bile sözünde durmadığı için kızmazken, neden sevgili kimliğini kaybetmiş olanın sözünün kıymeti olsundu. Unutacak ve unutulacak kadar kalabalıktık. Sevilmek bencilliğimizin gururunu mu okşuyor? Sevmek bir lütuf olmamalı. Hayat nankörlüğümüzü arındırsa da, aşk her zamanki gibi aldırmaz edasında. İyiyi ve kötüyü kaybetmiş bir tutku gecelere saldırıyor. Yalnızlık narkoz veriyor sese. Sadece çıplaklığını duyuyorum. Seni hayal edişimi örtünüyorum. Henüz adın yok. Söze davetlisin. Gözlerimi kapayışımı giyinebilirsin. Belki sen de fazla kalamayacaksın, dayanamayacaksın, tutsak hissedeceksin. Belki sen de sıkılacaksın benden bir masal dinlemekten. Belki sen de vazgeçeceksin benimle birlikte hayatın içinde şarkı sözlerini kovalamaktan. Güneşin doğuşuna kollarını açmak, erkenden kalkmak denizin günaydın diye seslenişine, seni beklemek kıymet verilişine umut verici bir müjde yalnızlığıma. Bakışların adımlarını yavaşlattığında, kalbin atışlarını hızlandırdığında duraksayabilirsek birbirimizde, adımızla ilgilenmez gece. Çözmek istersen senin olur, çözülmeye hasret bilmece. Yeter ki sen hayata sarılışımı tazele.

Pazar, Ağustos 05, 2007

Bir Masal Fısıldadım Hayatın Kulağına

Bir gün beni anlayacak bir kıza...Herkes değerli olduğunu ayırt edemez. Yazmaya ve yaşamaya değer bir kız ile karşılaşıp, içimi iyileştirene, yaralarımı sarana dek kelimelerimden ayrılıyorum. Herkesin çarşısına Allah pazar versin. Bugün kendimi yeterince üzdüm. Kendime ve niye sevdiğimi bilmediğim kişiye haksızlık ettiğimin farkındayım. Bir süre yazmayacağım. İçim bulanıyor, benim olmayan sözleri kusmayacağım.

Bir Hayal Sokuldu Söze

Yalnızlığınız denize bakıyor. Eminim sevdiğiniz bir kişiyi soruyor. Kalbiniz cevaplarını hep uzaklarda mı arayacak? Cesaretiniz yok mu yakınınızdaki bir seslenişe sığınacak? Neden sadece yalnız bırakılanlar vicdanlıdır? Neden hep terk edenler haklıdır? Adımlarıma eşlik eder miydiniz? Bu şehirde nice sevdiğim kadını kaybettim bir bilseniz. Neden yalnızlığım hala evim bilmiyorum. Gecelerimi yürüyorum ama inanın ben de sadece sorularımı buluyorum. Yaşadıklarım beni kararlı ve acımasız yapamadı. Ayışığı geceyi sevdirmek için elinden geleni yapıyor. Artık gülümseseniz. Ben de çapkın olsaydım derdim size ne kadar güzelsiniz.

Bir "Dost" Daha Ne Fark Eder

Bir gece senden yitirilmiş aşklarını dinler.
Sözlerin duygularını toplamış gelmiş içinde inler.
Ne fark eder, hepsi iyi birer dost olup gelsinler.
Ne de olsa sevgime yenik içimdeki tüm kinler.

Farklı Frekanslar

Teninden daha ağırsın.
Kalbim ne kadar bağırırsa bağırsın.
Yarınım ne kadar çağırırsa çağırsın.
Gecemden daha sağırsın.
Duymuyorsun hislerimi.

Geceler Seni Sevildiğin İçin Karşılasaydı

Adımız yokmuş gibi tanışsaydık bir an partisinde. Gece sadece bir gülümseme kalsaydı üzerinde. Bir veda ağırlaşmadan son verseydi her şeye. Sevecek kadar değil, sevişecek kadar tanısaydık birbirimizi. Değerlenmeseydin gözlerimde. Değer vermeseydim gidişine. Sen de umursamasaydın kapının kapanışına. Bir tercihin uğurlanışı olsaydı birlikteliğimiz, görüşürüz demeyi hak etmeseydi. Ayrılık kelimesinin içini dolduracak kadar birbirimizde kalmasaydık. Yatağıma bırakılmış bir kırmızı gül gibi koksaydın. Bir gecemde solsaydın. Kalbime değil elime batsaydın. Canımın yanışından kaçmayı öğrenebilseydin. Apar topar terk etseydin çıplaklığını. Adını sakladığın için utanmasaydın. Zihnimde çevrilmeseydi telefon numaran. Sadece bir otel odasının rakamları kaybolsaydı sırrın rezervasyonundan. Her şey basit olsaydı, aşk gibi karmaşıklasmasaydı. Bir şarkımız olmasaydı, bir yıldızımız, bir özlemimiz. Kırmızı olsaydı giysilerin, herkesin dikkat edişine davetli. Kalbim uzaklaşışında seni kıskanılacak kadar yakın bulmasaydı. Seni çağıran her iltifata seni teslim etseydi. Herkes gibi kalsaydık, herkes gibi ayrılsaydık. Özel olmasaydı bir çift söz. Hoş bir kız olarak bıraksaydım seni zamana. Düşlerim eşim olur musun diye sormasaydı. Sarhoş bir ilişki olsaydı bizimkisi. Ayıldığımda başım ağrısa da, düşüncelerim sadece güzel bir geceyi hatırlasaydı. Yarını olmasaydı gülümsemenin, geçmişi dün kadar genç olsaydı başlangıçlarının. Sonsuz olduğu hissine kapılmasaydı anlarım. Ağır ağır inseydin merdivenlerden. Gözlerimi kapayışım aşina olsaydı birbirini aratmayan gecelere. Üzülmezdim adını bırakmayan kızlara. Dans edişim adımlarını sezerdi sendeleyişin. Bir kayda değer öyküsü olmazdı çıplaklığın. Otel odalarının anahtarı birkaç günü açar. Hayatın geri kalan günleri hep kaçar. Keşke evimizin anahtarı sadece benim olmasaydı. Dinlediğim parçaları değiştirmeliyim. Bu yaz bir bira şişesini dinlemeliyim. Her zamanım hercaim olmasaydı. Sözüm söyleyemediklerimde boğulmasaydı. Geceler seni sevildiğin için karşılasaydı. Bir tereddütten sonra ne kaldı aşka. Artık hikayeler de başka.

Zamanında Adımızdaydık

Zamanında adımızdaydık.
Şimdi neredeyiz?
Düşüncelerde miyiz?
Yoksa bir başkasının kalbinde mi?
El ele değil bakışlarımız,
Işıl ışıl gecelere çıkışlarımız.
Sır vermiyor sözü sessizliğe tıkışlarımız.
İki arada bir deredeyiz.

Vaktinde Öleceğiz

Bir sanatçı acıyı hakkıyla çeker. Yaşadığı ana karşı hep dürüsttür. İfade edişle arkadaş, ses olur, çizgi arar bulur, kelimeler seçer, yaşamın aktığı sokaklara dokunur, iz sürer yaşam sahnesinde, rolüyle inatlaşır, sevişir kalemiyle, çığlığı korkuyla yoğrulur, cesaretlenir ölüme, yaşam eksilten anlarda günbatımı katar yalnızlığına, aşık olmak için adını beklemez güzel olanın. Gözlerini kapayışı içine saldıran yaşanmışa ilham, aşkının gidişine kal der. Kalamayacağını bilişini kendiyle işler. Bir günah gibi yaşar gecelerini. Gündüzleri heba olsa da, evine döner. Bir tuval gibi çıplak, bir kızın dudaklarını bekler. Bir sanatçı yaşamı hakkıyla yaşar. Herkes gibi vaktinde ölür. Herkesten farklı sesine gömülür. Bir çiçek açtığında, sevdiği gökyüzüne süzülür. Asla tutkudan vazgeçmez. Sıradanlığa mahkum olduğunda, bir pencere boyar gözleri. Bir düş kaçırıverir güzeli. Omuzları çıplak bir yaşam sanatçısı kadınlığını açmış. Hakkıyla söndürmüş ışığı. Üstüne çekmiş sessizliği. Aşka kimse geç kalmamış. Bir iç dökülmüş söze. Hayat bir sır kadar yakınmış kalbine.

Ketum Katlanışlar

Dakikalar geçmiyordu. Saat ikiyi anca aşmış, buçuğa kavuşuyordu. Neden içim hala onu yaşıyordu? Neden merak ediyordum haftalardır çalıştığı bir sınavın nasıl geçtiğini? Ağzımdan çıkan her kelimede, ikimiz için de her şeyi zorlaştırıyordum. Bana kalan sessizlikse yaşamımdan çalıyordu. Onunla doluydu düşüncelerim. Onunla cıvıl cıvıldı üzüntüm. Her geçen anda, daha da anlaşılmazdı. Her davranışında, her hissettiğinde daha uzaktı. Sevdiğim kızlarda hep yorgun düşmüştüm. Neden içim karışıvermişti bilgisayarımda dün gece bağlandığını gördüğümde? Neden kimyam değişmişti hayatımda beliriverişinin hal değiştirişinde? Neden yıpratmıştık yaşanabilirimizi? Hayatımızda yeterince sınava maruz kalmışken, neden doğru ve yanlışlara dönüştürmüştük sevgimizi? Neden birbirimizden geçmek zorundaydık? Biliyorum zamanla unutuluyor her acı. Yok annemi kaybedişimin de ilacı. Yaşamla sarılıyor yaralar. Yaşanmak istenenle karşılanıyor sevgililer. Kelimeler ne özleme, ne de sevgilere yeter. Dinecek gözlerimi kapayışım. Yağmuru dinler gibi arınacağım gelecekle. Yaşam beni damla damla temizlese de, sessizliğine katlanır gibi sükun bulacağım. Aramak isteyişimlerimi de susturuyorum. İçimle onu konuşuyorum. Beni duymayacak yarını. Halimi sorsun da istemiyorum. Seçimlerinden dışlanmış bir dilenci değil sesim. Benden duymak istemedikleriyle kalabalıklaşacak güzelliği. Yarın baki kalmıyor. Kıskanmak haddim değil.Artık duymak istediklerini ziyaret etmemeliyim. Yeterince arkadaştan eksilmeliyim.

Aşk Düş-eş Midir?

Umulmadık bir rastlantı mıdır? Yoksa bir türlü rastlayamamak, düşlerde karşısına çıkmak mıdır? Aşk yakalanmamak mıdır? Yoksa yakalamak isteyiş midir? Gerçekten bir adı var mıdır? Yoksa adı olan da aşkın kurbanı mıdır? Yok oluş ile yok ediş kovalamacası mıdır? Yoksa kendinde bir eksilme , karşındakinde çoğalıp yığılma mıdır? Aşk hem nesnesinin hem de öznesinin boğulması mıdır? Aynı yastıkta da olsa düşler hep ayrıdır. İki gözlerini kapayış ne kadar candandır? Aşk düşeş midir? Denk getirmeye çalışmak aşk mıdır?

Odamda Bir Rastlantı Yok

Gözlerimi kapayışım beni çağırıyor. Yaşamak istediklerimde perdeler uçuşuyor. Bir sonraki Pazartesiye de teslim olabilirim. Bilmem daha ne kadar sürer içime ihanetim. Adımı alıp da gidebilir miyim, bilmiyorum. Yabancı oluşumla barışabilir miyim, emin değilim. Sınırlarımı aşışıma bir şehir seçebilir miyim? Geçmişimden hafiflemiş, bir aldırmazlığın yolcusu olabilir miyim? Yaşanabilirin yaşanana dönüştürülüşünde, gözlerinin simyasında bir kızın bana ihtiyacı var mı? Bilinmeyen bizi gizemine davet ediyor mu? Beni anlaman için sadece gülümseyebilirim. Aksi halde sözlerim yabancı olduğumu ele verir. Sen istersen sormak istediklerine gelirim. Omzumu anlayabilirsin başını yaslayışında. Suskunluğumu dinleyebilirsin konuşmak istemeyişimde. Elimi hiç bırakmayacak gibi tutabilirsin sıkıca. Bir kez daha aldanabilirim çünkü ben sevenim. Son kalp kırıklığım olmayacağını bilsem de, sana güvenebilirim. Bu can yakma oyunun en zor kısmı. Sevinçlerin de bir ömrü var. Sen de mi anımsamalarından dönüyordun? Bakışlarım otuz dört yaşında. Annemi kaybedişim dokuzuna bastı. Yokluk da kardeşim oldu. Bir düşte yaşıyordum. Sokağımın ana dili farklıydı. O da öksüz dolaşıyordu hayatı. Sevişmek isteyişin kapımı açtı. Dudaklarımızın bizi uzaklaştırmasına izin vermek istemiyordum. Seni gözlerinde karşıladım. Bir tebessümümün senin için yeterli oluşuna sevindim. Beni sevdiğini anlamak için kelimelere ihtiyacım yoktu. Gelişin bir kararlılıktı. Kalışın bir tercih, sokuluşun bir umuttu. Yarın, sen bana sarıldığında geçmişi unuttu. Seni sevmek için kalbim hayatın en güzel dileğini tuttu. Mutlu oluşumuz adımlarımızı yarıştırıyordu. El ele karşıya geçiyorduk. Şehrin ışıklarını alıyorduk gecemize. El ele dalıveriyorduk bir markete. Bir bakışta uzanıyorduk rafların renkli neşesine. İçimizin sesine kenetlenmiş birbirimize sızıyorduk. Hiç kalkmak istemeyiş gibiydik. Birbirini seven iki miskinlik gibi kokluyorduk gülümsemelerimizi. Saçların parmaklarıma akıyordu. Çıplaklığın geceme yetmiyordu. Kıyafetlerimiz olduğunu, bir düşün sabahında uyandığını biliyordum. Gidişler sevilenindi, gerçek de kalanın değildi. Bir düşün yabancısı, kırık bir kalbin sancısı anlayabilir miydi yalnızlığı.Anlamış olsa haklı olur muydu? Öylece durur muydu? Candan seveni içi rahat bırakmaz. İçimdeki tutkuyu gözlerimi kapayışımda bir kız besleyecek mi? Bir gece yaratacak mı aşkımız? Bizi bekliyor olacak mı uyanışımız? Bir öykü anlatacak mı dillere destan sevdamız? Kapımızın açılışlarında bir araya gelebilecek miyiz akşamlarımızda? Bir aile şarkısı mırıldanacak mı kayboluşumuz? Birbirimize destek oluşumuz yıllara kavuşabilecek mi? Hayat kelimelerden geçilmiyor. Neden yine sözlere sığındım? İçimi meşgul etme çabalarım susturamıyor yüreğimi. Oysa suskun kalmalıyım çığından korunmak için. Kendimde kalışlarımın hiç şansı yok. Yollar beklenmez. Sadece duvarlarım var. Bir sır saklamıyor yatak odam. Bir düş ışığımı söndürmüyor. Ayaklarıma yalnızlık değiyor.

Adımı Uyanışlarında Saklayacak Bir Kız

Her şanslı olduğun on yılda nice hikayeler gelir geçer hayatından, belki çocukların olur, düşüncelerinde koşuştururlar. Bir kaldırım kulvarını izleyen kalabalığın geçirgenliğinde, gelip geçişlerin içinden sıyrılan bir karşılaşma kim bilir bir gün seni bir geçmişle buluşturur. Bu sabahın sıradanlığında telefon her zamanki gibi çaldı. Nurdan Abla’nın sesi heyecanlıydı. Ferit oğlum hemen gel, baban birden fenalaştı, tansiyonu yükseldi, sürekli kusuyor dediğinde, bir Cumartesi sabahının seyri bir anda değişivermişti. Olası olan, gelişiverişinde bir hikayeyi dayatıyordu. Ayşegül’ün yarın sınava gireceği düşüncesi bana günaydın demişken, içimi onu özgür bırakmak için ikna çabamda kardeşim ve eşiyle kahvaltı yapma hazırlığındayken alelacele çıkmam gerekmişti. Bilgisayar masamın başındaydım ve son girişimde bana oldukça acı veren Ayşegül’ün sayfasından uzak durmaya çalışıyordum. İçimi bastırmak için mantıklı olmaya çabalıyordum. Duygularım zihnimin seçtiklerinde derlenen senaryoda karışıyordu. Ona asıldığı bariz bir kişiyi ne kadar da çabuk arkadaş olarak sayfasına eklemişti. Çok değerli bir dostu olduğumu söylediği beni ise göz ardı etmişti. Neden kaybedilenle hesaplaşmaktaydım ki? Neden hala uzaklığında hak iddia ediyordum? Bugüne kadar kalbim beni hiç yanıltmamıştı. Sessizliğimde neden bir iç ses olmasına izin verdiğime anlam veremezken, kardeşim kapımı aralamış ben kahvaltı için bir şeyler almaya iniyorum demişti. Muhtemel, o ana kadar hiç ipucu vermiyordu, ta ki telefon çalana dek. Hemen giyinip yola çıktım. Babamı kaybetme kaygısıyla onun bitkin haline vardım. 112’yi aradık, yüksek tansiyon, kusma gibi vakalarda ambulans gönderemediklerini belirtmişlerdi. Tekrar arayıp, telefon konuşmalarınız kayıt ediliyor diye belirtiliyor, babama bir şey olursa devlet bu durumun vebali altında kalacak mı diye çıkışmıştım. Kızcağız ben sadece telefonları karşılıyorum dediğinde, özür diledim ve içimdeki tepkiyi yumuşatıp sağduyuma döndüm. Hemen özel bir ambulans şirketini aradım. Siren sesiyle aşağı indim. Komşular da kötü habere yetişmişlerdi. Merak edişlerinden ayrılıp, babamı Özel Ege Sağlık Hastanesi’ne götürdük. Acil servis söz konusu olduğunda Emekli Sandığı ile anlaşmaları yoktu. Kendim karşılayacağımı belirttim. Herkesin öncelikleri farklıydı. Ambulans şirketi de parasını alma telaşındaydı. Cüzdanımı açtığımda, Ayşegül’ün vesikalık fotoğrafı rahmetli annemin fotoğrafının yanında bana gülümsüyordu. Duygular birbirlerini geçerken, bir ses benden kredi kartı numaramı istiyordu. Sevdiklerini kaybetmek korkusunda kendini kaybetmenin bir önemi yoktu. Tahliller, bekleyiş öğleni bulmuş, gün farklı bir senaryoyla sonuçlanmıştı. Babam doktorlar benim durumumu değil, ne kadar para alsak onu tartışıyorlardır diye şaka yaptığına göre daha iyiydi. Bir taksi ile eve döndük. Ertelenmiş yalnız kalışların provasında ölümlerin bizi insan yaptığını anlıyoruz. Yalnızlığın sırrı bu yüzden zor. Yok oluşumuzu dayanılır kılan ölümü birlikte aşmak istediğimiz candan bir sevginin ve kaybedilmeyecek kadar derin bir güvenin yokluğunda bu yüzden ızdırap çekiyoruz. Bir anın buluşturduğu insanlar, bir anın ayırdığı insanlara dönüşürken, arada kalan duraksayış hayatın haydi deyişiyle, bir adıma daha cesaret ediyor. Bir gülümseme sevilebileceğine sürükleniyor. Gece yaşanacaklara bileniyor. Ayrışmış ihtimallere de kalan bir öykü var. Her seçimin sabahı farklı şeyler anlatıyor. Yaşamın gizemi yaşanacaklara yetmiyor. Payına düşenle kaçışında, bir köşe senin olduğunda, her on yılda nice hikayeler kayıpların içinden bir gün daha kazanacak. Birkaç kelimeye sığınabiliyorsan yaşadıklarından, anlaşılmak umurunda mı? Bir şarkı dinler gibi seviyorsan, bırak o da kalabalığında yüzmeyi öğrensin. Kalbin artık onu kendi tercihlerine uğurlasın. Güneş de gurbete çıkıyor her gün. Sevgi doğduğu yerden uzaklaşıyor. İçin yıllara bir bakış saklıyorsa, bir burukluk duygularına çörekleniyorsa toz kondurup da, öfkeyle kirletmediğin sevgin kıymetlidir sende kalan her parçasında. Hepimiz unutuluşumuzca seçileceğiz. Zaman hatırlamak isteyenlere acımayacak. Yaşamın tadından insanca geçenlerin adlarının ne önemi var. Yaşadıklarımız da, yaşayamadıklarımız da bizim. Yaşamak için uyanıyoruz. Uyku uyanabiliyorsan düşler sunar. Otuz dört yaşımdayım, hayat babamı hala kahvaltıya kaldırdığı için minnettarım. Bir kız kalbimle gözlerini açmıyor diye hüzünlensem de, yaşam kadar güçlüyüm. Bir on yıl sonrasının satırlarında kalabilirsem, kelimelerimde yalnız olmayacağımı hissediyorum. O zaman hikayedeki yerim başka olacak. Sevdiğime şehirler seçeceğim. Bir öykünün sokaklarından evimize döneceğim. Sesler, sessizliğe katılışlarında gürültülerini bırakırlar huzura. Kendimi duyuşumda, sessizliğimi sahipleniyorum. Yastığıma baş koyuyorum. Seni seviyorum anne diyor gözlerimi kapayışımın duaları. Seni seviyorum baba diyor yaşadıklarım. Seni seviyorum kardeşim diyorum umutla. Bir gün kulağıma bir kız da seni seviyorum diye fısıldayacak, beni yaşamak istediklerinde bulacak. Adımı uyanışlarında saklayacak.

Cumartesi, Ağustos 04, 2007

Yarın Sana Bir Kız Yüz Verecek

Yaşadığın şehirde perdeni aralamaktan mutlu musun? Gün ışığı vurdu mu bakışlarına? Güzel bir kadın sokuldu mu kalan günlerine? Bir ses duydun mu seni heyecanlandıran? Biri seni seviyorum diye seslendi mi ayakta duruşuna? İnanmak istedin mi? Başını çevirişinle kavuşan bir kızın hiç ayrılmamasını diledin mi yalvarırcasına? Sessizliğine sevilmeyi bekledin mi sabırla? Anlaşılmayı gözlerinde tüm canı yanmışlığınla reddettin mi? Zaman mı geçti, zamanımız mı? Yalnızlık yerli yerinde. Tüm kelimeler buluştu bugün. Söz zincirinde sustu. Adımlar geri durdu. Düşünceler yine sordu.

Kimse Yalnızlığıma Uğramıyor

Bana yalnızlığının adını söylemedi.
Sustu yanlış anlaşılacakmış gibi.
Beni çağırdı gözlerinin rengi.
Kalbim bir türlü gidemedi.
Hayat bana neden seni seviyorum demedi?

Masal Gibi Soyun Gecelerimde

Sevilmek çıplaktır.
Gece bulunca bir yıldız
Kulağına fısıldar sevdiğin kız.
Yaşamak, yaşamak isteyene haktır.

Şehir Düşünceleri Uğurlarken

Tüm yaşamak istemediklerin bu şehirde. Ben de bu şehirdeyim. Vapurun güvertesinden yalnızlık sahneme bakıyorum. İçim sende. Senden kalanlar bu şehirde. Senin can atmadığın mavi de. Yüzümden çalınmış bir gülümsemenin eşliğinde, martıların rehberliğinde yine aynı iskele. Bir derdi var kıyıların. Sonu yok denizleri kovalamanın.

(İşe giderken düşüncelerim de bindi sekiz kırk vapuruna.)

03-08-2007

Sabah Sana Bir Yalnızlık Hazırladım

Bir düş sofra gibi kurulur. Aile gibi kalabalıklaşır. Paylaşılmak istendiğinde sevilene açıktır. Bir kalbin ikramı bereketlidir. Bir banım ekmeğin zeytinyağıdır, Akdeniz’in cömert tadının serüveni. Yaşama, adresimi vermiştim. İçimle kahvaltı ediyorduk, gelir sanmıştım. Bir ses bekliyorduk. Bir kez daha yanılıyorduk. Yılmayış buruktu. Bir gün gelecek, yıllar geçecek masadan. Gözlerini açışında, seni yarınla tanıştıran geçmiş belirecek. Adın seni yalnızlaştırıyor. Bir başkası oluveriyorsun. Bir başkası toparlıyor boş tabakları. Gözlerin bir sırdan dem vuruyor. Zaman düşüncede duruyor. Yaşlandıkça anımsamalarımız gençleşecek. Adımız da unutulmamaya yetmeyecek. Uyanışımız bir aşk gibi bitecek. Bir öpücük bir an dudaklardan ölümü silecek ama yine de geriye gözlerimzi kapayışımız kalacak. Kalbimiz sevenlere bir yalnız ölü bulundu diye haber salacak. Yaşanandan bir öykü miras kalacak. Bir boş sandalye bundan böyle kimseyi üzmeyecek.

Yaşam Yine De Bulur Beni

Yalnızlık sarsar güveni.
Yarın her zaman yeni.
Giden aratmaz geleni.
Yaşam yine de bulur beni.
Elbet bir gün unuturum ben de seni.

Arbede

Kulak kabartma sessizliğe.
Düşüncelerin ne de geveze.
Yalnızlığın duyulmuyor kuru gürültüde.
Hiç bitmiyor içindeki arbede.

Benimle konuşmuyor gecesi.
Yetmiyor anlatmaya
İçimin Türkçesi
Yetmiyor kötü günleri atlatmaya.

Cuma, Ağustos 03, 2007

Ayna Yüzünü Sana Veriyor

Yaşımız ilerledikçe hayal kırıklıklarımız, şaşkınlıklarımız, güven duygumuzun yıpranışları içimizde birikiyor. Yarınlara taşınışımızda, sessizliğimizi dinleyişimizde, kendi başımıza kalışlarımızın anlattıklarında bazen anlaşılamadığımız hissine kapılabiliyoruz. Hayatın en kısa anları uzadıkça uzayabiliyor mutsuzlukta. Yatağınla baş başa, yalnızlığını dolduran düşüncelerde cevaplarını bulamayacağını bildiğinde erteleniyorsa arayışların, için canını acıtan sesler duyuyorsa, yankından kaçamıyorsan, duyguların sezgilerince ikna ediliyorsa ve artık kendini kandırmak isteyişlerin de yorgunsa, kendine karşı en büyük günahı işlemekte ısrarlıysan, zamana teslim etmelisin unutuluşunu. Ayna yüzünü sana veriyor. Suskun ve derin sana yorum yapmıyor. İşe geç kalmak üzeresin, çıkmalısın. Kelimelerini de, sevdiğin kızı da artık seni sevmeyişine bırakmalısın. Yaşayamadıklarının ağırlığından kurtulup, hafifleyebilmek ancak bir sevgilinin elini candan tutuşunda mümkün. Can atmak ne de güzel ifade ediyor aranılanı. Senin için can atmadığını bildiğinden, kaybettiğini kabullenmek onurunu gösterebilmelisin. Yazarı kaybedilen hikayelerin sonu okuyanlarınındır.

Perşembe, Ağustos 02, 2007

Duygular Kelime Kaybediyor

Bir gün iki yalnızlığın uyanışını hikaye edeceğiz. Yaşadıklarımıza kelimeler seçeceğiz. Yarınla dün hep ayrıydı. Gelecek geçmişten sürekli kaçtı. Anımsamaların hep çocukları oldu. Yaşamı adlarına yetiştirdiler. Ölümü her unutulanda aştılar. Herkes gözlerini kapayışına sahip çıktı. Her adımın iyi kötü bir yuvası vardı. Umut doğduğunda küçücüktü. Gece gündüzü büyüttü. İki yastık, bir sessizlik, perdeleri çekilmiş bir uykusuzluğun kahramanı bugün bendim. Sıradan bir roldeydim. Suskunluktu repliğim. İçi daralıyordu, kalbimi almamak için. Yaşamak istediklerim anlamak istediklerine sığmıyordu. Duyulan kalabalıktı, söz ise tek başınaydı. Yazılan anlam kaybederken, neden kelimeleri kurtarmak için bir yazara yetiştiriyorduk? Duygular için geri sayıyordu zaman. Bir doktor aşkınız X oldu diyordu.

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

Suskunluk Kaç Ev?

Bir gece karşısı.
İçim tepelerin buruk şarkısı.
Bugün yalnızlık da İzmirli.
Tıpkı benim gibi.
Senin kadar acımasız dili.
Senin kadar iyi konuşuyor sessizliği.

Sessizlik Laf Taşır

Hepimiz kısa bir hayatın sonlarını yaşıyoruz. Kimimiz ne istediğimizden emin değiliz ama ne istemediğimizi çok iyi biliyoruz. Aslında hiçbir şey olduğundan karmaşık değil. Tercih bir kişinin olduğunda, pişmanlık diğer kişiye kalıyor. Zaman, zor da olsa aramak arzusunu bastırıyor. İhtiyaç bir şeyin eksikliğini duymaktır, aşk ise yalnızlığın doyurulması. Bir ses eksikse hayatından, için acı çeker. Eksiklik sessizlikse, yarınını geçmişin besler bir umut kıvamında. Hak etmediğini anlamak, seviyorsan o kadar kolay değildir. Sesler içinde bir tek sesi bulamamak, farklı bir kayboluştur. Sevdiğine bile soramazsın artık. Bildiklerine ve bilmek istediklerine mahkum, özgür değilsindir yalnızlıkta. Bir ilgi noksanlığında, neden onu kendinden arttırıyorsun? Neden hayatından eksiliyorsun? Aşk eksilmek mi? Yarını eskitmek mi yaşam? Artık gülümsemeni yenileyebilmelisin. Bir kaçış planın olmalı evladiyelik sırdan. Sevildiğini anlamak o kadar güç ki. Suskunluğun limanı huzur vermiyor. Kalbi bana varmıyor.

(Bu yazı sabah evden çıkmadan, geç kalmak üzere olduğum duygusunda kelimelere sakladıklarımdan. Altı buçukta cep telefonumun alarm saatinin çalmasını dikkate almayan uyanışımın dokuz dakikalık ertelemelerle saat yediyi bulmasıyla yatağımdan kalkışım, bir gömlek ütüleyişim, ütüye azaldıkça su ekleyişim, sonrasında pantalonumu da ütüleyip, banyoya yönlenişim, duş alışım, kurulanışım, aynanın aşina olduğu yüzümü köpürtüşüm, traş oluşum yalnızlığım beni işe uğurlarken, sabahımı yalnız bırakmayan tekrarlar. )

Kendi içinde sürgündesin. Artık ait hissettiğine dönemezsin çünkü sınır dışısın. Senin sınırlarınsa mavi, her an gelecekmiş gibi. Senin düşüncelerin deniz. Uyanışı bana günaydın demiyor artık.

(Sabah evden çıkışım tekrarın ezberini kuvvetlendirirken, elimde 1 YTL fırından kepekli bir kumru aldım, ceketim elimde. Hızlı adımlarla metroya indim, görevliye yine bir ben günaydın dedim geçerken, yürüyen merdivenler de düşüncelerim kadar derine iniyordu, bu sefer şanslıydım beklemedim, kapılar açıldı, yüzlerceydik, cama yansıyan benim yüzümdü, benim yüzümdendi her şey, Konak’ta ayrılmak bir tercih değil, gereklilikti, adımlarım bu sefer de geç kalmış, sekiz kırk vapuruna yetişmiştim, yine iki küçük şişe su vardı maviyle yola çıkışımda, çabucak yiyivermiştim kumrumu, fırının adı vardı kese kağıdında, güzelce katlayıp onu çöpe atışımda, yine uzaklara dalıp gitmeler kelime çıkarıyordu denizden.)