İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Cumartesi, Eylül 29, 2007

Bir Pencere

Yalnızlık rüzgarın dans ettirdiği Jakaranda ağacı kadar yakın. Mor çiçekleri mavi bir konserde şarkı söylüyorlar. Aralanmış bir perdenin izin verdiğince, pencere ayırıyor gökyüzünün bakışlarıma bıraktığı martılardan kalan öyküleri. Bir tabak reçelli bir düşünce tadında hayat. Fulya camı açınca rüzgar da katıldı aramıza.

Bir Masa-l

Sessizliğin dağınık yüzündeki masada gelişi güzel yerleşmiş, birbirleriyle karşılaşmış cd’ler, faturalar, bardaklar, müzik seti kumandası, kırmızı mumluklar, bir saç fırçası boşluk manzarasında bir oyunun içinde. Bir kanepenin denize bakan pencereyi aradığı köşede, suskunluğun başlangıcında bir aynanın yakaladığı anlarda mor dokunuşlar. Nefes alıp verişlerimizin arasında, kendimize saklı düşüncelerde üçü beş geçerken hayatı yakalamak için koşmaya gerek duymayışımızda şarkılarlayız. Bir kapı girişini yüzerek geçen ayakkabılarımızla göz göze bir Cumartesiden saklanışımızda, anlaşılmaktan kaçan kelimeler gibiyiz.

Gün İlk Yaşına Bastı

Anılarından daha genç kalabilmelisin. Yaşlanan sadece geçmişin. Gün ilk yaşına bastı. Dağları denizin mavisine şaşırmışçasına aştı. Tüm martılara bir bir hal hatır sordu. Bir şehir pencerelerine dönerken akşam oldu. Yalnızlığının kararını biraz kaçırmış bir adam düşüncelerini eliyordu. Bir sevdiği kız kalıyordu içinde. Bir zamanlar onu merdivenleriyle tanıştırmıştı. Bir yankılanmanın hatırladığı gülüşler artık kimsesiz kalmıştı. Suskunluk bir basamak daha ağırdı. Ağır ağır çıkıyordu şairin sözünü dinlercesine. Kapısını açtı kendisine hoş geldin diyen anahtarın sesinde. Duvarlarına gömdü koridorun dibini, eli ışık aradı karanlığa. Bir uzanışın kaybettiği dakikalarda yatağına sır oldu. Kelimeler seçilemiyordu. Gözlerini kapayışına dert yandı kızlardan. Abidin yalnızlığın resmini yapabiliyordu. En güzel düşün portresini de bir aşkın müzesine kaldırmışlardı. Gecelerin tesellisinden uzak bir yerdeydi. Yıldızlarla kaplanıverdi iki elin hikayesi.

(28 Eylül 2007 gecesi yatmadan önce)

Cuma, Eylül 28, 2007

Bir Güneş Bizimle Oyalanan

Gözlerimi senin için kapadım bir an. Seni de, tatlı tatlı esen rüzgarı da hissediyordum. Bir güneş bizimle oyalanan, martıların ve vapurların gelip geçiciliğine vuran, özlediğim elin gibi dokunuyordu yüzüme. Sakladığım sessizlik kalabalıktı. Kısa bir anın iğne deliğinden geçiriyordu zaman insanları. Sen sadece suskunluğun kalamazdın. Neden hala seni Karşıyaka sahillerine anlatıyordum. İyi ki martılar var. Zihnim düşüncelerde seni kovaladığında yoruluyor. Farkındayım kalbin yalnızlığımı anmıyor. Bir haftanın sonuna daha geldik. Sokak beni unutacak gibi kayboluyor. Gözlerimde toplandık karşıya geçmek için. Işık yanınca acele ettik. Kimilerimiz yalnızdık. Hızlı adımları içinde ölen adam benim.

Zamanın Unutma Alıştırmaları

(Sabah altı buçukta uyandığımda yatağımda almış olduğum notlardan)


İçine katıldığımız her gerçeği şaşırtabiliyor muyuz? Seni yansıtmayan bir aynanın önünde düşüncelerim. Seni anlatmasınlar istiyorum, sana olduğu gibi beni sarana da duyuramıyorum. Bilmeseydim sessizliğin bu kadar kelime aldığını. Senin gibi kalbimi kapayabilseydim mantıkla.


(Sabah sekiz yirmi beş vapurunda)


Yirmi dakikalık mavi bir fotoğraf albümünü karıştırdım Karşıyaka vapurunda. Seni çevirdim yaşadığım her günde. Boş kalmış sayfalarına düşler yerleştirdim. Bir öykü buldum içimde sana anlatamadığım.

Çarşamba, Eylül 26, 2007

Acaba Ayakta Duran Kalabalığın Kaçı Yalnız?

O kadar sessizdi ki aşk. Göz gözü görmüyordu yalnızlıkta. İskelenin beyaz kireç badanalı duvarında bir anda seninle bir düşte kayboluvermiştim. Seninle uyanmıştım bir sahil kasabasında mavi nakışlı bir pencerenin duvarlarının birbirleriyle kavuşmasında sır oluşumuzda. Vapur seni özleyen bir İzmir’den uzaklaşmaya çabalıyordu, dönmeden yapamayacağını bile bile. Hayatın keyfine varış kadar ağır ilerliyordu mavi. Artık seni kıskanmamın anlamı da kalmamıştı senin için. Gözlerini kapayışında yerim yoktu. Halbuki sen demir sokak kapımı açışımda, yankılanan merdivenlerimi inen ayak seslerimin suskunluğuna karışan kilit sesi gibiydin her gün uğurlanışımda. Her sabah yirmi dakika ibadet eder gibi Karşıyaka’ya varış. Küçük küçük harf işleyen parmaklar benim. Ya senin suskun ellerin kimin? Çarşamba iskeleye yanaştı. Yine dokuz, yine sen trafik ışıklarında beklerken. Acaba ayakta duran kalabalığın kaçı yalnız?

Salı, Eylül 25, 2007

Siyahı Güzel Hissettiren Bir Kadına

(Bu sabah sekiz kırk vapurunda)

Deniz bizden biri. Güneş de bizden biri. Ben de bizden biriyim. Martıların kanatlarına rüzgar toplayışı, bizden selam kıyılara. Aşk Ege’den bir ses mavi ıslak dudaklara. Unutmak bizden biri, sevip de unutamamak da. Hafızam yer açıyor güzel olana. Siyahı güzel hissettiren bir kadına özlem duyan dakikalar da bizden. Nasıl duymam bu rüzgarı, uzakları yakın ufukları. Kavuşmak da bizden, ayrılmak da, sevinmek de, üzülmek de. Benden herkese bir Salı. Bugün de Karşıyaka bizden, herkes inerken, bir sen inmezken. Saatim dokuzu mırıldanıyor. Dalgalar beni işe bırakıyor. Apartmanlar yüzlerini denize dönmüş güneşleniyorlar. Trafik ışıkları da bizden, hayatı bekleyen insanlar da. Vapura yetişmek için koşan teyze de bizden, gözlerimin içine bakmadan geçen alımlı bayan da. Bugün hayat bizden, onu çok sevdiğimizden.

Pazartesi, Eylül 24, 2007

Duyulmadan Bir Ömür Geçer Mi?

Kolay vazgeçildiğinde üzülmemelisin aslında. Sabah güneşinin yüzüne tatlı dokunuşlarında anlatmak istediği bu. Duyulmadan bir ömür geçer mi? Deniz her günü değerince yaşıyor. Rüzgarla birbirine kavuşmuş iki sevgili gibiyiz. Saçlarımı okşayışında Karşıyaka yeni bir hafta. Dalga seslerinden cesaret alıyor vapur. Mavi onu hiç yalnız bırakmamış, fırtınalarda bile. Dinginliğin yuttuğu düşüncelerin sindirildiği yalnızlıklarda uğultulu, seni fısıldıyor. Sana bir martının kanatlarındaki güneşi yaşatabilseydim. O zaman anlardın bembeyaz çırpınışlarımı. O zaman kavrardın özgürlüğün bir kıyı olmadığını. Dönüşü olan gidişler can yakmıyor. Sen bir uğurlanışı veda yaptın.
(Sabah sekiz kırk vapurunda)

Pazar, Eylül 23, 2007

Yalnızca Düş, Senin Anlamayacağın Bir Dilde

Her gözlerini kapayışında bir şeyler değişti hayatında. Bir martı gibi dolaştın denizleri, dilinden hiç düşmedi hayat öyküleri. Bir kadın beğendiği en güzel gece üzerinde, gülümsüyordu. Bir hatıra defterindeki yaprak gibi açılmıştı omuzları. Yarını saklayan gözlerini kaçırıyordu geçmişten. Bir umut vardı gizem dağıtan bakışlarında. Cazibeliydi sessiz kalışları. Yan yana gelemeyen iki kelimeydi suskunluklarımız. Bir hayal lobisinde karşılaşmıştı yalnızlıklarımız. Adını beklediğim kadın her bayan gibi geç kalmıştı yaşamak istediklerime. Beklemek dakikaları yalnızlaştırıyordu. Bir adım daraltabilsek korkularımızı. Duyulamayanlardan birisi afedersiniz diye seslendi. Ateşiniz var mı diye sokuldu. Çok klasik bir numaraydı. Cesur olamayanlar hep böyle derdi. Ben sigara içmiyordum ki, canımı yakmak için mi diyecektim. Ben sevişme sahnelerinde oynamam der gibi duruyordum. Zaten hiçbir kız da rol vermiyordu bana. Keşke çok ahlaklı olduğum için olsa. Tüm sırlarını kendine yakıştırmış güzel bayanın kırmızıyı deli eden sırt dekoltesi kadar açıktı yüreğim. Bir sorunum vardı kelimelerim sessizdi. Yeni bir sayfa gibi açılmıyordu gömleğimin düğmeleri. Bu sahnede perde kapanmıyordu gece oyununda. Bir tek gözler kapanıyordu seyircisiz yalnızlıklarda. Bir dokunuş muzip değildi, aralayıvermiyordu yaşamımı. Bir yönetmen kamerasından bakarken hayata ilk kez bir anahtar deliğinin arkasına geçişini hatırladı. Bir film çeviriyordu bakışları sevişmem demeyen bir kadınla. Herkes yaşama sanatı için soyunuyordu. Bense üzerimdeki giysilerden utanıyordum. Özel olduğunu düşündüğüm kızlar gibi gelip geçivermişti zaman. Bir suskunluğun içinden geldin bana. Hatırlanmak istercesine çıplaktın. Tüm günahları yeniden yazmak arzusuyla ışığı kapattın. Karanlığı üzerinden attın ve yanıma uzandın. Hiç hatırlamayacak olsan da, bir ad versem sana. Yalnızlık senden daha çok dokundu bana. Sen de bir başka adamın acıları mısın? Bir penceren var mı gözlerini yaşartan? Yoksa sen de sevdiklerini kaybetmeye alıştırdın mı yüreğini? Ben hiç bilemedim sevildiğimi. Ne kadar çok sır toplamışçasına rahatsın. Benim için değerli huzursuzluğum. Ben küçük kaygıları olan bir armağanım. Senin tarafından açılmayı hak ediyor muyum? Her düş dönümünde bir kızı unutmaya çalıştım. Uyanışın ne kadar da yabancı. Hiç yok sabahının utancı. Yok içinde değer doğuran bir sancı.

Hiç Duymayacaksın

Hiç duymayacaksın çocuklarım olduğunu
Hiç duymayacaksın çıplak ayaklarımdaki kumsalı
Hiç duymayacaksın keyfi kaçmış akşamları
Hiç duymayacaksın bir kadeh şarabın yalnızlığını
Hiç duymayacaksın bir gün öldüğümü
Ben seni sevdiğimi duyacağım
Sana yıldız soran gecelerde uyuyacağım.

Kalbim Acıkmış Olmalı

Ne yazdımsa duyulmak isteyişim. Her kaldırımı kovalayışım seni bulamayışım. Ayak seslerimin ardında kalan bu şehir akşamları, seni özleyen kahvaltı sofraları ne olur dön deyişim. Masamdan bir bardak eksiltişine dayanılmıyor. Sesin uyanmak üzere olmalı. Artık mahmurluğun da bir hayalet oldu. Senin için düşlediklerimin ısrarı seni bunaltıyor farkındayım. Ekmeğime tereyağ sürüşün kadar yakın değilsin. Hazırlamış olduğun kaynamış suya karışan bal kadar tatlı hatıralar. Bir sandalye daha eklemiştim geleceğimize, seninle bir öyküde buluşuruz diye. Kalbim acıkmış olmalı. Saat on buçuğa gelirken yalnız tüm kahvaltılar. Senin heyecanını duyuyor hala tüm duvarlar.

Çiçeklerimi Bende Unuttun

Çiçeklerimi bende unuttun. Herkese yetecekmiş gibi duruyor yalnızlığım. Bir adımın dahi seni düşündürmez mi sokağını dönüşünde? Merdivenlerini çıkışında sana eşlik etmez mi iç sesin? Seninle kendimi karıştırdım, dalgınlık işte. Kapın anahtarını çevirişini duyuyor. Seni içeri alıyor günün yorgunluğu. Zaman elinden tutuyor, sana yaşatmak istediklerine kadar eşlik ediyor. Duvarlar senin bakışlarının. Bir ses koşuşturuveriyor anne diye sana. Küçükler bilmiyor annelerin de yitip giden aşklarının olduğunu, babaların sadece eve alışveriş torbaları taşımadığını. Her küçük gibi o da her öykünün anne babasına ait olduğunu sanıyor. Bir koltuk dinlendiriyor sendeki güzel olanı. Açık perdelerinden sana gün ışığı sarılıyor. Yüzün hatıralara masal olmuş gülümsemen gibi aydınlanıveriyor. Bir gece okunur diye hayal ettiğim nice masal arandı prenseslere. Yazmak kaldı öpüldükçe prense dönüştürülemeyenlere. Onlarca insan uzanmışlar otobüs tutamaçlarına aşkın virajlarında. Bir şehri içercesine hızlanıyoruz eve varış umudunda. Pantalonunun ve gömleğinin içindeki adam, eteğinin ve bluzunun içindeki kadın pencerelere bezenende ayakta. Saçlardaki güzel kokular gibi dağılıyoruz kendi hayatlarımıza. Bir ten gözlerini kapadığında dokunulmak ister. Sen duymak istediklerinin olduğunda başını kaldırışını seni seven bir kalp gözler. Bana kalan sözlerse seni gizler. Seni şarkılara veririm. Seni dinlerim benden çalınan anda. Çiçeklerimi bende unuttun. Solmadan sana yetiştirmek istemiştim aşkı.

Ses Ekleniş Sessizlik

Sen beni duyamayan
Sen beni içime katan
Artık bizi birbirimizden sürükleyecek zaman
Senden daha kararlıymış elvedan

Ses ekleniş sessizlik
Müebbet bir sensizlik
Var mı sende beni arayıp soran?

Seni Aradım

Düşüncelerim yatağımda vücudumun hatlarını boşluğumla tanıştırıyor. Uzanışımı takip ediyorum, gözlerimi kapayışıma dolmakta olan yalnızlığımda. Sağ kolumla gözlerimi buluşturdum, kendi içime sarındım. Dizlerimi karnıma çektim iç sesimde. Ayaklarımın dokunuşu bana aitti. Seni aradım sessizliğin her bölünüşünde. Bir payın olsun istedim seninle parçalanışımda. Senin karnın tok bu laflara. Bir Pazar sabahında ellerine kenetlenmek isteyen avuçlarımda sırtüstü kıvranışlarım. Yol göstermiyor seni soruşlarım. Parmaklarımdan geçti bakışlarım. Terk edip gittiğin Erdem Ferit Başkaya ile baş başayım. Beni örtmek isteseydi gözlerin. Benimle uyanmak değerli olsaydı senin için. Sadece yaşama aldansaydık.

Cumartesi, Eylül 22, 2007

Hiç Konuk Ettin Mi Yalnızlığı Gözlerini Kapayışına?

Sabah yatağımda dönüp duruşlarımda kontrolden çıkmış Ayşegül’e mesajlar yazıp taşmıştım hissettiklerimden. Cevap vermeyeceğinden emindim ama yine de bekledim özlediğim bir sesin sabahıma sokuluşunu. Azap duydum sessizlikte. Kalbim dolduruyordu gözlerimi ve boşalan suskunluğunu. Cevapsız kalan soruların baskınına uğradı mı hiç düşüncelerin? Hiç konuk ettin mi yalnızlığı gözlerini kapayışına?

“Günaydın içtanem! Biliyorum bu mesaj senin için çok erken ve her şey için çok geç. Attığım bu mesaj beni daha da aciz gösterecek olsa da umurumda değil. Dün gece de, her güzel şeyde olduğu gibi kendimi üzdüm. Yine fotoğraflarına bakmadan yapamadım. Kalbinde artık beni duymadığının farkındayım. O kadar çok şey var ki sessizliğine soramadığım. Seni kaybetmiş olmaktan üzgünüm. Yorumumu haklı olarak silmişsin, diğer bırakmış olduklarıma varmamış gözlerin. Artık uzak dursam senden kalandan iyi olacak. İnşallah kalbim bir gün seni seviyorum demeyecek ve senin beni hissedemeyecek oluşunda kendini üzmeyecek. Yine de seni merak ediyorum. Uykulusundur seninle uyandığım bir anda. Belki daha da geliyordur saçma. Hiç mi özlemiyorsun? Oysa ben seni çok özlüyorum. Hala çok konuşuyorum.”

“Sevdiğim ve değer verdiğim bir kızı taciz ediyor konumuna düşmek ne acı. Her fotoğrafın sende küçük küçük keşfetmeye başlamış olduğum duygularını yüzüne yansıttığından, hatırlattıkları beni yaralıyor. Ben de senin için değerli kalabilmek isterdim. Ben sana güzel bir kızın fotoğrafı gibi bakmadım, birlikte güzel bir yaşam gibi baktım. Biliyorum bir anlamı yok seni sevmemin. İşe girebildin mi?”

“Her gün bakıp da seni düşündüğüm mavi kadar güzel olmuş siten. Gelip geçen duygular gibi çiçekli yağan. Odamdan çıkacağım, evim(iz)den uzaklaşmaya ihtiyacım var. Maviyle kahvaltı yapacağım Pasaport’ta. Bana ne, diyordur kalbin.”


Fulya’nın bana yönlendirmiş olduğu “Sonrakini Beklemek” adlı kısa film beni çok etkilemişti. Bir anda kendimi düşlere inanmak isteyen kadınla özdeşleştirmiştim. Bir gözyaşıydı incinmek. Bir boğazında düğümlenişti hıçkıra hıçkıra yalnızlık. Bu duygularla bir mesaj daha atmıştım Ayşegül’e.

“Sana kısa bir film gönderdim nasıl hissettiğimi anlatan. Ben de Ankara metroda bakakaldım.“

Kendimi kötü hissediyordum. Dostum Fulya’yı aradım. Bir taksi yetiştirdi hüznümü candan bir teselliye. Sanita Kafe’de oturduk paylaşmak istediklerime. Bir bardak portakal suyu huzur veriyordu avcuma. Kokusunda hava güzeldi. Fulya karnı aç olduğundan önce sıcak bir çorba içmek istemişti. İnsanın bir dinleyeninin olması ne kadar da değerliydi. Saat üçte kuaföre gidecek olduğu için Fulya ile kalktık bana yük olmasın diye birlikte taşıdığımız üzüntümden. Onu evinde dönmesini beklerken, kanepeye uzanıp Dream Land albümünü dinledim. Biraz zaman geçti gözlerimi kapayışımda. Richard Hawley’in Coles Corner parçası bana pencereye kadar eşlik etmişti. Manzara içimi kelimelerle buluşturdu.

...Bir kuşun selamı dönüverince kıyıyı Fulya’nın penceresinde bulutlar. Gözlerini yaslamak istediğin bir akşam oluverir açık mavi gökyüzünün yastığı pamuksu çatı. Bakışların dinlenmek için kaçıştığı köşelerin sadeliği kelimelerimi dolaştırıyor. Bir koltuk sessiz, bir kedi yavrusu gibi kurulmuş küçük kırmızı.“

Yazarken kapı zili çaldı, anahtar sesini Fulya’nın içeri girişi takip etti.

Duymak İstemeyişinde Onu Beş Geçiyor

Sessizliğini içime saplıyorsun, çıkamıyorum senden içime düşenden. Canı yakan bir yaralanış, olunca sevdiğinin elinden. Duyulmayış kadar derin, duyduğunca vicdan. Yıllar var yarına, ne de zormuş uzak olmak adına. Bir söz sonbahar, seni esirgemeyen dilinden her seni düşürmeyişinden. Nice yapraklar dökülmekte, nice yangın süzülmekte, bir sen tutunuyorsun suskunluğuna. Bir beni salıyorsun kalbinden. Kopardın ya beni birbirimizden.

Hala Canımı Yakıyor

(Dün sabah vapurunda)


Vapurun geçişinde insanı iyi hissettiren bir şeyler var.
Yine de sensin düşünceler, sensin esen rüzgar.


Herkes sevdiklerine yakın. Martılar da denizsiz yapamıyor.

Perşembe, Eylül 20, 2007

Not Kırıntıları

(Salı sabahı sekiz yirmi beş vapurunda)

“Sana cevap veremedi mi bakışları? Onca yıl geçti uzaklardan. Bir anımsama sanatçısı yaşadıklarını işler yaşamak istediklerine. Ömür der eserine. İşe yaramıyor mavinin çöpçatanlığı. Biraz umutlanmak istedim, yine anlattım seni Karşıyaka’ya. Rüzgar çekip almak için hüznümü, kuvvetlice asılıyor. Yüzüm de, göğsüm de uğulduyor. Dalganın sesi senden bir parça. Artık bir aile şarkısı yok kalbinde.”

(Akşam iş çıkışında hissettiklerimden.)

“Kimi insanlar ilkeli ve onurludur, kimileriyse rüzgarın kuludur.”

(Çarşamba sabahı sekiz kırk vapurunda)

“Seni sevdiğimi söyleyememek her zaman mavi. Bugünün hikayesinde ne var? Bir martının dünü yok. Hiç aramayacaksın biliyorum, içim susana dek. Bu güzel, güneşli sabahta senin tarafından uğurlanmış olmak isterdim. Daha farklı olurdu özlemim.”

Pazar, Eylül 16, 2007

Gerçeği Yıkan Yaratıcı Göz

(Gün içerisinde içimle konuşmalarımdan.)

Bir kızla sarhoş olmuş, içimden hissettiklerimi çıkartışımda rahatlıyorum. Bir gün başımı döndürmeyeceksin, sen başka ayçiçeklerinin olduğunda.


Ne anladınız ki yazdıklarımdan, her şey gelip geçiveren ömür gibi.


Her şey ayrı düşmüş gözleri kapayışların. Bir şehir, bir kasaba, bir köy ya da bir çadır sana çekilen. Bir nefes seni dolaşan, uyandığın sürece. Bir gözlerimi açış duyulmayış. Bir öpücük olsa anlatmak istediklerin. Duymak buysa, hayat olurum sana. Konuş hiç susma, bir sessizlik açtım ana. Seni seviyorum diye doldurdum yalnızlıklarımı.

Sever Misin, Yazar Mısın?

Kaybolmak kadar kısa sürsem de sokaklar bulabilir misin içimde? Bir sürprizi dönünce, deniz gibi karşılayabilir misin hayatı? Sana bir adres sorsam, benimki diyebilir misin? Saysam kalbine çıkan merdiven basamaklarını. Bir dilek gibi tutsam aklımda sayısını. Bir merak uyanır mı içinde benimle? Sussa çıplaklığın gözlerimde. Bir dokunuşla alevlenir misin? Biraz sırdaş olsa sevişmelerimiz. Söz versem dudaklarına, bana bir gece bırakışında. Köşeler bulsak saklanacak. Bir şans versek birbirbirimize, aldanacak.

Beni Biraz Anlasana

Bir yalnızlık şarkısında
Sen sevdiğim kadınsın
Saklandığın her anda
Arayıp durduğum adınsın

Soramam seni sana
Aşk söyle kimden yana
Bir can yakmak istiyorsan
Beni hiç de anlamasan
Kıyamam seni sana.

Bir yalnızlık şarkısında
Sen sevdiğim kadınsın
Sesin hiç dönmüyor bana
Sensiz yaşamak dokunuyor bu cana

Hayatın Kader Kırılmaları

Sesimden sana kalan
Artık her şey yalan
Etsem de kaderimi talan
Hayat seni benden alan

Ne Gündü Ama

Bir anda gözlerimi açıvermiştim. Saat altıyı çeyrek geçe, sol ayağıma giren şiddetli bir kramp birden bire beni yatağımda buruşturuvermişti kendime. Mavi Bar’dan dönüşümde Bursalı arkadaşım Zübeyde Hanım ile sohbet etmiştim internette. İkiyi eve girişimde geçmiş olan saat üçü de bulmuştu. Erkenden bir önceki gece yaşananlara dönüşümde başım hafif ağrıyordu, uykumu tam alamadan ansızın uyandığım için. Tekrar bırakmıştım yorgun bedenimi yalnızlığına. Odam kalemimde aydınlandığındaysa saat yedi buçuktu. Anjelika Akbar’ın Su albümünü dinliyor, düşüncelerimden kelimeler çıkarıyordum. Ne gündü ama. Sanat bineali programını öğrenmek için vardığımız Fransız Kültür Merkezi’nin insanı ağırlayan bahçesinde, La Cigale kafede bir bardak kırmızı şarapla, deniz mahsülleri salatası tercihimde Fulya ve Bilgen bir tabak peynirli kek ve koca bir sürahi limonatanın etrafındaki keyifle eşlik ettiler bana. Mekanla hiç ayrılmak istememiştik. Özleyebilmek için kalktık, bizi bekleyen yollara döküldük. Akışı bizi Kardıçalı Hanı’na Konak’a götürdü. Eski bir binanın taş merdivenlerini çıkışımız, bizi şehrin gözlerinden uzak bir çatı arasına bıraktı. Fulya ve Bilgen dama çıkmış Ankara kedileri gibiydiler, denizi selamlayan kiremitler üzerinde. Yıllardır bu sokaklardaydım, ilk kez farkında bile olmadığım bir sırrın aralanışındaydı adımlarım. Daha da cesaretlendik elimizdeki notları kovaladıkça. Kızlarağası Hanı’nda üç orta şekerli Türk kahvesi ile avluyu gökyüzünden dinledik. Taş kalbi ne kadar da sıcaktı bağrına sevenlerini basışında. Bir kahve fincanı gibi gözlerimi kapayışıma, bu tarihi mekanca dokunuluş öyküler getirebilirdi. Düşlemek yalnızlığın telvesi. Geçmez aşka olan hevesi. Biz de sohbetimizden güneşe uğurlandık. Hisarönü Camisi’ne yol soran dar Kemeraltı sokaklarındaki dükkanlardan sekerek, kafam kadar karışık sokak numaralarından tarif edilen yönlere akarak 861. sokağın içinde, insanların sevgisinden yoksun bırakılmış, içine kapanık, metruk bir hana vardık. Çakaloğlu Han idi adı. Bir depo halini almıştı, içine atılan yılların yükünde. Bir bilinmeyene dokunmuştuk gelip geçenlerin serüveninde. Kendisini bir zamanlar giymiş bir adamı kaybetmiş eski botların üzerinde durduğu , hurdaya dönüşmüş, küflü masanın çekmecelerine elimi uzattım. Bir kızın asla bulamayacağı kadar yalnızdı içi. Benim gibi kıyısında köşesinde kalmıştı şehrin duygularının. Kapısını çekiştiren sokak, herkesin sevgilisi Konak Pier’e taşıyordu onun farkında olmayan insanları. Kıskançlığı denize yakındı, bir sesleniş uzaklığın berisinde. Biz de denize bakanı şımarttık Home Store Kafe’de. Ne kadar güzel olduğunu bir kez daha hatırlattık ona. Bildiğini bilmek istercesine keyiflendi, ikram etti denizini ve iltifatları fısıltılarla alçalan, martılarının serenadını. Ben bir bardak bira ısmarlamıştım. Fulya da beni yalnız bırakmadı seçimimde. Bilgen kavun aromalı bir içecekle karşılamak istemişti gelip geçen vapurları. Kızarmış Hellim peyniri ne de lezzetliydi. Bir tabak kızarmış patatesi de unutmamalıydı. Yaşamı sevdirmek istercesine susmuyordu güzel olan. Yalnız kalmayan güzelliğe ağırlanan herkes gibi biz de gelip geçiciydik. İçimizde sakladık sevabımızı, biliyorduk beklemeyecekti her güzel olan gibi, cevabımızı. Kordon’da günbatımı Karşıyaka Konak vapurlarının diline dolanmıştı. İnsanın içini konuşturan manzaradan bir taksiye bindik. Sevinç Pastanesi’nde, Kıbrıs Şehitleri Caddesi bir düğün töreninde davetlileri karşılayan anne babalar gibiydi. Dansın kalabalıklaşan coşkusundan daldık valse. Yakın Kitapevi’nde mekan sahibi iki sıcak gülümsemeye doyamayıp, bir de çay rica ettim. Raflara uzandı elim, bir kızın saçlarından sevebileceğim bir öykü seçercesine. Akşamın kapıları kapanmak üzereydi. Gece herkese armağan edilmişti. Biz de acıkmıştık şehre. Bir balık restoranını duyar gibi olduk. Veli Usta’nın Yeri’nde, Karşıyaka mücevheri boynunda parlayan güzel İzmir kadınını yaşar gibi sokulduk mısralara. Menüden babam çıksa yerim derler ya, bir çipura ve levreğin deniz öykülerini ağır ağır tattık. Sindirdik yaşamın gizini. Saat dokuzu geçiyordu tüm insanlar gibi. Bir banka sarıldık üşümemek için. Hayat rüzgar alıyordu. Bir nefesti karşı kıyılar. Her anlaşılmayanın bir adı var. Kalbim seni senden biraz daha fazla saklar. Ulaşılamayanın ay ışığından Mavi Bar’a geçmiştik. Herkesi yakınlaştıran darlıkta bir paylaşımda gecemizi noktalarken, iki bira daha serinletmişti içimi. Müzik yalnızlık kadar derindi. Yüzmeyi seversen boğulmazsın diyordu ışıklar ve ona sırdaş kızlar.
15/09/2007

Aç Avuçlarını Biraz Mavi Vereyim Sana

(Üçyol metroya inişimde birkaç satırdı içim.)

“Aşk değerli olduğunu anlamak değil, hak vermek de değil, aşk içinin sesi, duyduğun ya da duyamadığın.”


(Çankaya durağında inip, Pasaport’a yürüdüm. Yolda bir kumru aldım. Parasını uzatırken gülümsedim satıcıya. Cebimdeki bozuk paralarla geçtim karşıya. Seni hatırlamak istediğim, fotoğraflarında görünmediğim bir masaya oturdum. )


Kordon’da seni anlatan bir köşede çayımı yudumluyordum. Masam seni soruyor. Sessizliğimin tesellisi bir suskunluk, birlikte yaşlanabiliriz hayali kırılmış nice gelip geçeni ağırlamış olduğunu dillendiriyor. Deniz duymak isteyişim. Bakışlarımı gıdıklayan kıpırtılarda tebessüm ediyorum. Hayat yine de beni güldürmeye çabalıyor. Cumartesi sabahımda demirli bir balıkçı teknesi oldukça şirin. Kendine yakıştırmış can simidi lastiklerini, severek dizmiş onu sevenlerin gözlerinde boynuna. Motor sesi güzel bir güne başlarcasına sabırsız. Susmayan yüreklerin buluşmasına geç kaldık dercesine telaşlı. Bir kız oturdu önümdeki masaya, omuzları seninkiler kadar güzel değildi. Kırmızıyı ona yakıştırmamıştım. Kızarmış tostumu ısırdım. Yalnızlığımla konuştu, abla yok mu dedi. İçimde birazdan bulursun diye tattım sorusundan sıcak bir parçayı. Esinti bir sevgiliyle uyanmak kadar tatlıydı. Sarmaş dolaştım tenimi okşayışıyla. Yazarken çayımı soğuttuğumu fark ettim. Kalbimse hep sıcaktı. Şimdi de bir başka vapur burnunu sokmuştu yaşananlara. Adı başkaydı tutkularının. Hayatın bir kısmını yüklenmiş uzaklaşıyordu öyküsüne. Homurdanışına özleneceksin diye selam ettim. Yansımalar, Pasaport’ta çekilen iskemle seslerine martıları soruyordu. Kelimeleri hayatın içinden beğenmek daha güzeldi. Masamın yanı başındaki saksılardaki tırnak çiçeklerinde çocukluğum açmıştı. Rahmetli annem ne çok severdi bu çiçeği. Ben sarısının, pembesinin, turuncusunun ve küçücük kırmızısının sabah keyfini umursadım. Yaşamın sabahları günbatımlarına yetiştirilişlerine komşuydular. Bir çay daha arkadaşlık etti bana. Katılıyordum bu çayın keyfi ömrü uzatıyor diye çığırtkanlık yapan ayakta duruşlara. Dalgakıranların baş ucundaki fenerler damsız da alıyorlardı ama vapurlar hiç yalnız değildiler. Evet gazete fotokopisi çekilir buyrun gibi farklı seslenişlerde geçiyordu zamanı taşıyan insanlar. Çay kaşığı başını bardağıma gömmüştü. Ne oldu küskün çocuk anlat derdini dedim. Dert yarıştıracaksak seni geçerim diye söylendim. Hayata ikna ediyorduk birbirimizi. Açık mavi gömlekli garsonların deyişiyle bir yakışıklı çay daha söyledim. Nihayet bir martı çıktı geldi. Nerde kaldın dememe fırsat kalmadı, uçup gitti hesap vermek istemeyişini. Dalgalar öpücük konduruyor şımarmış kıyıya. Doyum yok sevilmeye. Şapur şupur şaşkınlık kadar dolu hayat. Bir uçak yırttı seni saklayan uzakları. Yine dizlerini kendine çekmiş bir uzanıştı İzmir. Hayatın sesi ayaklarındaydı Balçova’nın. Denizin mırıldanışı bana iyi geldi. Seni yaşarken duymak, sana odamda hapsolmaktan daha merhametliydi. Sen de bir bardak çayın sıcaklığını hissettin mi parmaklarında bu sabah? Sen en güzel resimlere aitsin, anımsamaların saklayacağı. Bir martı kadar hür, gökyüzünün başını okşuyorsun küçük küçük. Dokunuşlarının kıymeti bilinsin, gözlerine dönsün. Bir gün beni de ardına gömecekler. Sana öyküler yeşerttim. Benek benek oldu dalga yapbozun. Işık yansımalar yerleştiriyordu. Dans etmek isteyen kendini tutamıyordu. Gıpta ediyordum deniz polisinin hücum botlarına. Saat on biri kucaklarken doğruldum beni saran seslerden. Güneşin, gelincik tarlası gibi Türk bayraklarına hayran, gölgelerden kaçışına oturdum, denize aşık bir bankta. Sakinliğimdeki hayata iki gürültücü yaşlı bayanla, bir orta yaşlı bayan oturdular. Kalkmak üzereydim dedikodularından. Canlıydı hayatı olduğu gibi karşılayışları. Isınıyordum kara bir kedi gibi. Ben kalkmadan onlar kalktılar. Bir diğerinin, senin çeneni biraz daha çekeceğiz deyişinde, hadi yürü diyerek kayboldular Melahat, Nuran’lı hayatlarına. Karşılaşmaların kulak misafirliği yazmak. Boynum sen sarılmışsın gibi sıcak. Sevgilisi olanlar hala yataklarından çıkmamış belli. Bir miskinlikle sevişmek isterdi günün ilk saatleri. Anlamak için uyanmak yeterli. Adımlarım birazdan Konak’ta olur. Yeterince seni düşündüm, Karşıyaka’ya vapurlar uğurlayışımda. Bir yirmi dakika daha eksilttim günden. Gölgeler güneşi anlamak içindi. Masalar boş da olsa dört kişiliklerdi, bir aile olmayı beklercesine. Dümeni boş bir tekne dövünüyordu bağlı olduğu için. Çarmıhı boştu, küçük bir Türk bayrağı konmuştu demirine. Beni alıkoymuştu ahşabının tozlu, kahverengi yalnızlığı. Sahille konuşuyordum beklerken, tüm tekneler gibi. İnsan güzel olanı arıyordu. Aranıldığını biliyordun bulunmak istemeyişlerinde. Sobelenmek de, mızıkçılık etme hakkı da senindi bu büyükçe oyunda. Çocuksu küskün kapanışlarımı hiç konuşturmamış olsaydın. Suskun tırnak çiçekleri gibi bakabilirdik el ele. Sen kırmızı olurdun, ben de sarı, bizi seven anların koynunda. Sana duymak istediklerini veremedim. Masum bir çıplaklıktım oysa. Şimdi mavinin derdine düşmüş bir adam oldum. Birazdan on ikiyi de bulurum, bir çeyrek kala oturduğum kal ısrarında. Çayın tavşan kanı renginde, ışık pek de sade. Hala ah ah diyor bir önceki satırlarımdaki tekne. Bir sağa, bir sola dert yanıyor. Amcanın esmer yanık tenine hep sadık kalmış güneş, bıyıkları, çiğnemekte olduğu simidi yutmaya çalışışında, kaldırımın rastladığı akışa bir şeyler anlatmaya çalışmıyor. Hayatın dingin tasasızlığına alıştırmış bu masalsı kıyı onu. Çay da kalbindeki ben gibi tükendi içim olan son yudumunda. Artık başka kahvaltılara gülümsüyorsun. Boş bardağın etrafı hayat. İçinden geçiyor mavi ve onu paylaşan tırnak çiçeği. Otomobiller de yavaş yavaş uyanmaya başladılar. Saatin on iki oluşuna nerede olduğunu sordum. Artık kıskançlık da yapamıyordum. Sanki İzmirdeymişsin gibi hissettim. Kafesi olmayan bir muhabbet kuşu genişliğinde korumasızdır. Her iç konuşması bir aynadır. Kendine yansıyandan çıkartır şarkısını. Kırılgan bir renk ölüveren, yığılıp kalan boynunun yalnızlığında. Çay içer misiniz sesiyle irkildim senden. Bir tane daha alayım dedim. Seni özlemek kadar çok çay içmiştim, öğlen vaktini yakalayan sabahımda. Sen bir fırsat daha alır mıydın diye sormuyordun kendimi kahredişlerime. Kıymetine dönmüyordun. Tekne de yoruldu, yavaşladı bıkkınlığında. Bir çay daha geldi saatlere demir atışımıza. Dikkatli bakmak gerekliydi görmek için. Çayın keyfi kaçıyordu dokunulmayışında. Soğuyuşu yokluk olduğunda, hikayeler sıcaklığını kapışır. Bana içimde ısıttığım anılar kalır. Birazdan Fulya gelir Bilgen’le. Bir üçgen oluşumuzda, ayarlanır hayata bakış açılarımız. Bilseydik sır olmazdı hayatın saklanışları. Her an sürpriz yapmak istercesine oyuncu. Senden bana özel oyunlar kaldı unutamadığım. Uf uf deyişlerim, kontrol edemediğim gülüşlerim kaldı. Küçük oyunlar hayat. Küçük oyunlar keşfetmek, eş olmak. Soramıyorum sana, benimle oynar mısın diye, beni hiddetle iteceğini bile bile. Senin adına ben kendi canımı yakıyorum. Kendime düşerken de, sana tutunuyorum. Saat yarım, kalan kısmım. Sakin bir uzak bana yasak. Bugün de sensizlikle seviştim. Bana doğru daralan hayat kesitlerinde kendime bir yer seçtim. Sözlerimi gözlerimle doldurdum. Gecende hafifledin mi benden? Bir yük kalkmış olmalı yüreğinden. Bir martının taşıdığı öyküler sonunu uzaklara sürer. Aç avuçlarını, biraz mavi vereyim sana. Ege’nin rüzgarından dolayayım boynuna.
15/09/2007

Cumartesi, Eylül 15, 2007

Gitmek Zamanındaysa

Herkes bir gün ölümde buluşacak. Bugün yaşam beni almaya gelmedi pişmanlığımız olmayacak. Sessizliğin mirası unutulmak. Gitmek zamanındaysa, yaşamaya da geç kalma. Her gece gözlerini kapayışından, yeni bir güne çıkışında, yanına gereğinden fazla hüzün alma. Sana kapanmış düşlere dalma. Ne olur daha fazla kendinden çalma.

Sesimde Kırdıklarım Şiir Oldu

Bir kızı sevmek kaderine katılma şansını tanımıyor. Yıllar geçmekte üzerimden. Seni hayal ettim uyurken. Bir düş kıyısındaydın. Üşüyordun, sarılma ihtiyacı duyuyordun. Ne de güzel uyuyordun. Sende yaşamak istediklerimi duyuyordum. Sessizce örttüm bakışlarımı üzerine, sen daha fazla üşüme diye. Saçlarına eşlik ettim omuzlarına kadar. İçten bir teşekkür sakladım uyanışına, her sabah bana değerli bir sürpriz yapışına. Sessizliğin anlatamadıklarından bir sır dilendim. Seni arayışlarıma belendim. Her yere yalnızlık bulaştırdım. Sana duyuramadıklarıma sözler ulaştırdım. Kollarımın boşluğuna alışamadım içtanem. Seni doldurdum anımsamalara. Bir ad vermiştik ya birlikte yaşama, seni sana bırakamadım. Özlem karıştırdım gözlerimi kapayışıma. Uzandım bana aldırmayışına. Düşünceler çözdüm sorulardan, seni çağırdım cevaplardan. Bir Cumartesi sabahı daha batıyor içime, gün ağardı yüreğimde. Bir huzursuzluk ararken dokunuşlarını, yatağıma çöreklendim. Her an yüzünü bana dönecekmişsin gibisin günaydınım. Her an bir gülümseme düşürecekmişsin gibisin umudum. Sesimde kırdıklarım şiir oldu. Bir mısra da olsa can atsaydın sen de. Yaşamasaydık iki ayrı düşmüş bedende. Bilirim haklı hissetmek salmaz kalbini bana. Yakın senden yana. Uzak, gözlerin sensiz yaşadığım her ana.

Cuma, Eylül 14, 2007

Acımasız Söz Söze

(Sabah sekiz yirmi beş vapurunda)

Saklanmak istersen bulamam ki, seni yalnızlığımdan başkasına soramam ki. Hal hatır sormalar arasında kaybettik birbirimizi. Yakınımız da uzak artık ikimize. Gelemeyeceğiz göz göze. Acımasız söz söze. Yirmi dakikamca sarıldım sana, sitem ettim yokluğuna. Karşıyaka seni merak edişimde beni karşılıyor. Kavuşmak olsaydı ayrılık. Seni bana bıraksaydı yaşamak istediklerin.

Perşembe, Eylül 13, 2007

İzmir- Öyküleri Uyanmış Bir Şehir

Kısa öyküler elden ele, gözden göze, yürekten yüreğe dolaşıyordu. Tüm öyküler sessizdi aslında. Mavi bir deniz gibi geçiveren yirmi dakika sabahımdı yine. Karşıyaka’yı hiç dilimden düşürmüyorum diye, beni bırakmaz sanmayın. Vapur gibidir aşklar, sizi varmak istedikleri yerde indirirler. Neden hacizli tüm kelimeler? Yine bir martı rüzgarı peşine taktı. Bir uzaklaşış da mutlu edebiliyormuş insanı. O da sadece gökyüzünü duyuyordu. Ağır ağır çekiyorduk karşı kıyıları kendimize, yavaş yavaş yaşlanıyorduk. Gemiler de tedbirli, yalnızlıklarındaydılar. Bir edaya demirli nazlar, gelip geçişlere sürüklenmeyen bir gün daha beni yitiren. Suyun sesindesin, bir dalganın diğerine fısıldadığı. Bir günün telaşına yanaşıyoruz. Saat dokuz. Üzerindeki yeşil güzel kız önümde yürüyor.

Çok Gerçektin

Gerçek sandığımın iyi bir dinleyicisiydim de gerçek olanın hayal kırıklığıydım. Kendimi, gerçeğimi iyi yazıyordum. Yazılanı yaşanılanda bulamayan kızlar mı yalnızlığım? Düşlerini ararken benimle karşılaşanların pişmanlıkları bile değildim. Binlerce yatağın sabahında bir benim değil herkese yeten yalnızlık. Sessiz sabahın kızı uyanıyor. Perdeleri kapalı bir odada gerçek yine benim değil, hayal damlıyor sözlerimden. Yine de hayatın boş kısmını göremiyorum. Saat yediyi geçti. Bir an önce kalkmalıyım düşüncesi, geç kalmak üzere olduğumu hatırlattı. Bir kız hazırlanmıyor gözlerimde. Bir kızın miskin mırıldanışları değil günaydınım. Ayaklarım yere basıyor. Kendimi alıştığım bir tekrara bırakıyorum. Banyonun ışığını yakıyor, duş perdesini aralıyorum. Suyun sesinde başlıyor yaşayamadıklarımız ve artık yaşayamayacaklarımız. Bugün Ramazan’ın ilk günü. Bir kap çorbada buluşamayacağız çünkü sen de herkes gibi haklısın. Çok gerçektin içimi acıttın. Beni gerçek üstü bıraktın. Gömleğinin düğmelerini ilikleyen adamı sevebilseydin keşke.

Seni sevmek sevebileceklerime haksızlık
Bedeli beni üzen yalnızlık

Neden Hala Seni Seviyorum?

Sorularımın cevabını bilmek
Yaşadıkça yaşanandan kendimi silmek
Hayatımı an an sana dilmek
Geceleri, seni özleyişime çekilmek
Sürekli yokluğunca huzursuz edilmek
Seni kalbinde duyulmasa da seviyorum demek

Hiç Mi Özlemiyorsun?

Sevdiğini hem kalbinde, hem anımsamalarında izlersin. Bir yazar boş bir sayfaya, bir adam da boş bir yatağa dönüşlerinde yalnız olduğunu anlar. Birlikte uyanmanın kıymetinde elim saçlarına dokunamıyor. Bundan böyle seni bulmak için gözlerimi kapamak zorundayım. Kollarım seni kaybettiğimi hatırlatmasa, içim gibi seninle dolsa. Artık kokunu verdiğin yastığa ait hissediyorsun. Beni senden koparamıyorsun ayrılık. Yakını uzağa hapsettin. Beni sözlerime sıkıştırdın. Hiç mi özlemiyorsun?

Salı, Eylül 11, 2007

İyi Olmak İçin Nedenim Var

Geçen Ramazan birlikteydik. Neden bu kadar kaybettik birbirimizi? Bir bardak çay gibi ömür azar azar yaşanan, son yuduma saklanan. Sekiz kırk vapuru bugün beni daha bir üzgün gördü. Her şey neden bu kadar telaşlı? Aslında değilim o kadar da yaşlı. Martının aldırmazlığına imrendim. Adım kaybolmuş gibi yaşamak isterdim. Ne vardı bu kadar bağlanacak. Biraz sonra kıyı beni yakalayacak ve işe bırakacak. Seni seviyorum diyen bir kalp yok geceleri kalacak. Özlenen kadar yakın, özlendiği kadar uzak. Gözlerim de mahrum. Üzmek ve üzülmek kaderin kapısını aralar. Her ikisi de aynı kişi olabilir. İyi olmak için nedenim var, yaşıyorum.

Kaybetmesini Bilmelisin

Hala kendime öğretemedim. Bir başkasını kaybetmekle kendimi kaybetmek arasındaki tercihte yalnızım.

Pazartesi, Eylül 10, 2007

Mavinin Dilinden Hiç Anlamıyorsun Belki De

(Bu sabah sekiz kırk vapurunda, üst katta pencere kenarında)

“Bir ressam gibi mavinin dilinden anladığında, gözlerin her unutulacak olan detaya dokunduğunda, ayrıntılar tümüyle seninken yirmi dakika sıradanmış gibi duran bir günün başlangıcı. Tebessüm getiren gemiler hala aynı düşte, bıraktığım yerde demirliler. Bir senin günaydın deyişin duyulmuyor. Kardeşinin okulu açılmak üzere. İzmir’e gelişlerinin şekli de değişecek. İnsan bazen özel olduğunu sanıyor. Olmadığımı anlamak ne çok duygu yükledi kelimelerime. Varmak üzereyim yeni bir haftaya. Artık içim ucu ucuna yetişir oldu mesaiye. Toparlanmalıyım farkındayım. Bugün maruz kalacağım sözler var. Tüm beklentiler benim değil.”

Adı Yok Yalnızlıkların

Bir kadehti deniz.
Mutlaka uçan bir martı vardı.
Adım ardında kaldı.
Duysan duyuracaktı.

Alıp Başımı Gidebilsem Yalnızlığımdan

Karanlığım, kendimi kaybettim mi? Duyduklarım benim mi? Gözlerimi dolduran gecem mi? Kalbimi sessizleştirdim. Ağladım ve başımı dik tuttum. Göz yaşlarıma tutamadığım bir söz verdim, kendim olacaktım. Kapımı kapadığımda adresimi bilmeyecektim. Benim olmayanda ben de kendime ait değildim. Adıma yabancıydım. Sadece yalnızlığım mı arkadaşım? Hayatı dinlemişim de, yaşananları duyamamışım. Biraz gözlerimi kapayışımda kalmaya, uzaklaşmaya yeni bir yol bulmaya, yakınımı yeniden keşfe ihtiyacım var. Kalbimi yanlış anlaşılmalara kapatabilir miyim? Konuşmadan yapabilir miyim? Alıp başımı gidebilir miyim yalnızlığımdan? Beni yargılamadan dokunabilir misin bakışlarıma? Sokulabilir misin nefes alışlarıma korkusuzca? Geride bırakıp gidebilseydim geleceği korurdum geçmişten. İlk uçak biletini kendim için alırdım. Bir şarap kadehi beni sorduğunda, seni gösterirdim düşlerde. Soyunmak çıplaklığı arındırmıyor. İnsan unutmanın kıymetini hiç bilmiyor. Her geçemediğin sınav seni özgürleştiriyor. Hala hayatı geçmek zorundasın. Haksızsın yalnızlığım. Kumsal denize hak verirdi dalgaların sesini duyabilseydi. Bugün bir ayak izini daha kaybetti yaşam. Her adımı yalnız bir adam. Her uyku bir sabah, her uyanış kalbin, atışlarını dinlemesini bilen bir kızı arayan. Başını yaslayışına iyi geceler de. Bir sen bilmiyorsun. Bir sen test etmiyorsun.

Pazar, Eylül 09, 2007

Kadın İsterse

Mekan daralıverdi bir köşeye. Kapıdan girişimde, gözlerim bir masanın seçilişinde çekici bir kadının kırmızıyla bütünleşişine yakalanılıyordu. Omuzlarında güzelliği müjdeleniyordu. Seçimleri zordu her güzel kadınınki gibi. Ne kısa sürmüştü karşılaşmamızla ayrılmamız arasına sıkışan zaman. Ne de güzel süslemişti sıcak gülümseyişiyle ondan sakladığım anımsamalarımı. Fark ediliyordu herkesçe. Dikkat çektiğinin farkında olduğunca herkesten ayrılıyordu. Sadece düşüncelerimin olabilirdi. Ben yazdıklarıma dönüyordum. Güzel kadınları yazmak mıdır kader? Hikaye yerli yerinde. Ben içinde, içimde. Kadın isterse doğru olduğuna aldırmaksızın bir cevap bulur yalnızlığına.

Yalnız Olmasaydım

Yalnız olmasaydım sessizliğe fırsat tanırdım senin doldurman için. Bu kadar gereksiz konuşmazdım. Gözlerimi kapardım, senin için ayırdığım nefes alışlarımda. Yalnız olmasaydım, bir değerim varsa bakışlarında kalırdım. Hiç sormasaydın üzülürdüm. Kalbin bir cevap bulabildi mi?

Böyle Bir Sevgi Olamaz

Yalnızlıkları insanları yaşanacaklara hazırlıyor. Suskunlukları tövbe etmiş sevgililer ayrı yollarda, kimileri acılarıyla baş başa, kimileri umursamazlıklarıyla.

Her Şey Yaşamın İçinden

(Cep telefonum çaldı bir mesaj aldığımı haber verdi içimin huzursuzlanışına, açıp açmamaya tereddüt edişime. Elim uzandı kaderine. Bir ihtimal daha veriyordu akılsız kalbim. Genç Turkcell alay ediyordu hala akıllanmamış oluşumla. )

Umut etmek en büyük ceza
Seni yalnızlığına uyandıran bir eza

Eğil Sırrın Bizi Koklayışına

Gidiyorum bedenimden. Gidiyorum sesimden. Bir düşü yumrukluyorum çıkmak istercesine. Dokunulmak gelip geçenlerin adlarını uğurlar. Sokaklar seni alıp geçer. Yetişemezsin binaların kaçışına, bir denizin her kalbe mavi açışına. Gidiyorum bir dönemin bize anlatamadıklarına. Anlayabildiğimce gidiyorum anlatabileceklerime. Sıyrılıyorum giysin gibi omzundan. Hiç saymadım kalp atışlarımı. Herkes bir gün saatinin ihanetine uğrayacak. Yaşam devam edecek cansız kolunda, yalnız anların şahidi kadranında. Ben ifademi eğitmeliyim. Şekil vermeliyim seçimlerle oynarken büyüyüşüme. Beni geç kaldığım hissine hapsetme. Güveniyorum içimin sesine, uyanışlarla sevişen gözlerime. Adımı doldurmalıyım hayatla. Benim olmayanda daha fazla kalamam. Hayata ihanetim vicdanım. Ben gecelerine doğanlardanım. Aşk her yanım. Ödünç ver bana dudaklarını. Sana yaşattıklarımla ödeyeyim borcumu. Söndür avuçlarımı. Eğil sırrın bizi koklayışına, hem sessiz, hem suçsuz.

Gözlerimi Kapattıran Bir Kız

(Kredi raporlarını tamamlamak için oturmuştum bilgisayarımın başına ama yine yazmadan yapamadım duygularımı. Yazmak benim hayatım ama hem sevdiğim kadınlara hem de işverenime anlatamadığım bir gerçek tutkularıma karşı sorumlu olduğum. Kendime karşı ne kadar vicdanlıyım? Yaşamı sevmekten çıkarsaydım ekmeğimi. Aşka bansaydım yüreğimi.Doğrularım bana bir yanlışmış gibi dönmese. Pazartesi günü tatsız konuşmalara maruz kalmamak için içimden gelmemeliyim hayata. )


Bir kız gözlerine bakmasını bilen, bir kız içine dokunabilen, sana gözlerini kapattıran yalnızlığına döndüğün anlarda, bir kız korkularından koruduğun, yaklaşmaya sakındığın, bir kız rastlantıda alev alan, tüm geçmiş resimleri tutuşturan, yatağında senin için düşler toplayan, bir kız zamansız, bir kız keşfedilmeye suskun, bir kız rüzgarların sahillere anlattıklarına tutkun, bir kız adında yaşadığı gerçeğiyle buluşan, beni yaşamak istediklerimde bulan, bense yalnız bir adam, kelimelerinde soğuk iç okyanusunu yüzmeye çalışan. Dolu hissetmek için boşluğa hasretiz. Hep hazır değil miyiz kalbimizin kırılmasına? Hayat anlara parçalanmış. Bir armağan kanatsa da avuçlarını, yine de tutarsın aşkın elini. Yaşadığını ağlar sıcak akan kan. Hüzünlerin tanıştırdığı sevinçlerin çocukları olacak. Yaşananların mirasıyız. Yaşatacaklarımıza tüm hikayemiz. Elimiz dokunulduğunda farklı hisseder. Suskunluğun seçtiği gecelerden uyanmış gündüzlerden birinde, içimde bir şarkının tekrarındayım. Düşüncelerim seninle sevişmelerim. Özlenecek kadar kısa tutabilmeli belki de ilişkileri. Sevmek değerli bir anın misafirperverliği. Hayat da doğanlara hiç sonsuzluk sözü vermedi ki. Ölümü bile bile sevdik hayatı. Kalbin kapısı açık. Keşke sorumsuzluk hakkımız olsa. Adımların buluşturduğu kalabalıklar içinde geçip gitsen de, sen de özelsin. Sen de güzelsin. İnan masum çıplaklıklar. Yalnızlık günahını işleyenlerin cehennemi peşin. Kendinsin eşin. Susmak kıymetli seni gözlerinde dinlediğimde. Anlatmaya çalışma der gibi bakışların dudaklarımın çaresizliğinde. Başlangıçlar bir adım kadar zahmetli. Biliyorum nefesin merhametli. Cemaate sorduklarında, merhumu nasıl bilirdiniz diye, demesinler çok yalnızdı rahmetli.

Cumartesi, Eylül 08, 2007

Alternatif Kayboluşlar

Bugün ODTÜ İnşaat'te okurken tanıştığım, aynı yurt odasını paylaştığım dostum Çağlar'ın beni Los Angeles'tan telefonla araması günün en değerli sürpriziydi. Sesimizde içimiz kadar dürüsttük arkadaşlığımıza. Millerce uzaklık ayıramamıştı birbirimize duyduğumuz güveni. Sevincimde babasını kaybetmiş olduğunu öğrenmek derinden yaraladı kalbimi. Babasını kaybedişinin hikayesi yaşamın kalan kısmı kadar zordu. Güzel konulara döndük yüzümüzü. Her yer kalbe yakındı, insan gözlerini kapadığında. Fikirleri, kurduğu düşleri vardı. Belki sınırlarımı uçabilirim, bir hayal gibi. Hayatıma sahip çıkabilirim. Yarına ortak olabiliriz belki Çağlar'la. Sadece kalp değil, zincirler de kırılır çünkü sen içinsin. İhtiyaç duyduğunda gerçek sevgi sana dostça sarılır. Bir gece kadar yakın durabilirsin Pasifik'e. Bir kadının omuzları kadar soluk olabilir sahil gözlerinde. Yaklaşmak her adımında. Alternatifi var kayboluşların. Seçmek hakkını kendine sakla. Sözlerin asla tutsak etmez seni hayata. Kendi savaşında önde koş. Hayat ardını yakalasın bir dokunuşla.On yıl sonra Amerika, böyle mi yazılıyordu sahneler?

Belki Bir Gün Özlersin

(Gülgün msn’de sohbetimizde, sormadan öğrendim bu sabaha nasıl başladığınızı dedi. Size Emre Aydın’ın Belki Bir Gün Özlersin şarkısını öneriyorum hemen diye yazdı. Bana başka şarkılar da önermişti: yine Emre Aydın'dan Bu Kez Anladım, Yüksek Sadakat'ten Döneceksin Diye Söz Ver ve Yırtık Uçurtma'dan Yeni Umutlar şarkılarıyla da tanıştırmıştı beni. Bir de Nev'den Işığım ve Gölgem'i önerdi ama sözleri kadar müziği bana o kadar hitap etmedi. Onunla paylaştığımız bir diyalogtan küçücük alıntılar)


...Yaşamın içinden, kaybetmeden seçmeli anları. Şarkılarla daha iyi anlaşıyorum sanki çünkü hüznün bir küfür olmadığını en iyi şarkılar anlatıyor. Benim özlem duyduklarım hep hüzünle karışıyor. İkisinin dili tek bir şarkı belki de. Savrulmuş bir bozuk para gibi. Bir yüzü hayata dönük düşer, bir yüzü de içine kapanır. Aslında duruşu aynıdır. Herkes yalnızlığın diline düşmüş, kendine bir şarkı seçmiş...

...Bazen iş çıkışında Konak Pier’de oturuyorum. Denize yakın olmayı seviyorum bir bardak bira kadar dolu hayatın tadında. Hep hüzünlerimle kalmıyoruım. Birazını uzaklara ayırıyorum, martılara da veriyorum bir parçasını, bir parçasını da masamda bırakıyorum. Kendime bir kadeh beyaz şarap doldurdum. Yalnızlığı hafifleten her şeyde, geçen zamanın değerinde gözlerimi kapayıp da dinleyeceğim kendimi. Şarkı için teşekkürler. Beni fotoğraflara itecek bir şarkı gibi duruyor, Ayşegül’ün sitesine. Uzak durmaya çalışıp da, uzak duramadığım. Bir yalnızlığı sürekli kokladığım. Yaşamı, yaşatmak istediklerinle ağırlaştırmamak gerekli. Her şey içten bir gülümseme, seven bir yürek kadar hafif kalmalı. Unutabileceğimi biliyorum. Yaşamak, yaşanmayanı unutturuyor. Bir sabahın kıymetinde uyanmak, işte kurtuluş bu...


Tüm Kelimeler Mülteci

On rakamı bir araya getiremiyordum seni duymak için. İçimin şifresi oldun unutamadığım. Bildiğim, özgürleşemediğim. Bildiğin sen bildikçe kaybolmuyor. Hatırladıkça sahip çıkıyorsun kaybedilene. Bugün de sessizliğine ulaşılamıyor. Tüm kelimeler mülteci.

Bir Yudum Alsana Yalnızlıktan

Bugün de bir adamı sevişmeleriyle gömdüler mi? Bir kadını daha zamana mı defnettiler? Bir yudum alsana yalnızlığımdan. Bir adım daha sessizleşsene. Biraz cesaret etsene içime. Gözlerimi kapadım, kal diye. Sar ardını boynuma. Bu omuzlar bir hüznü daha taşır. Korkma kırarım diye kalbimi. Belki bu gece adına yakışır. Her şey yalnızlık kadar çıplak, ne var nefes alışlarımızdan utanacak? Yaşam üstümden acılarımı çıkarışında hızlanacak. Çocukluğum göğsüme düşen saçlarına saklanacak. Sonumuz bir suskunluk değil mi? Duy kalbimin kalbine bir sır verişini. Aç kollarımı, karış ten defterime düştüğün sen sıcak notlara.

Seni Bulamadım Kalbinde

Kalabalıklaşan yalnızlıklar, sıklaşan adımlar, elleri cebinde bir adam, yürüyen, seven, yaşamı çarpmadan geçemeyen, bir rastlantıda kalbine devrilen. Durup da sessizliği konuşan, bir kadını yalnızlığına aratmayan bir adam. Yitirişleri ezberleyen, gülümseyişleri dolaşan, bir sokak lambasına yaslanıp da şehri kendine yaklaşanda karşılayan, bir yılı diğerine uğurlayan, sevdiklerinden gözlerine bir ad saklayan, sırla sarmaş dolaş, kayboluşlarla arkadaş bir adam. Anlaşılması zor bir adam, yüreğinde sevdiklerinden kendine yer kalmayan, hislerinde bir köşeye sıkışan. Bir duvara ellerini yaslayan, gözlerini kapayışında aynalar gibi seni yansıttıklarından toplayan, düşlerinden bırakmayan bir adam. Kelimelerinin hapsinde unuttuğun bir adam. Şarkının da dilinden düşürmediği gibi belki bir gün özlersin. Kalbime çek dizlerini, gülümse Hilal’le. Bir kadeh daha boş, ardıyla aramda. Bir ressam gibi çalıştım portreni. Dudaklarımla boyadım resmini. İndim yalnızlığın detaylarına. Seni bulamadım kalbinde.

Yalnızlık Bir Sabah Kadar Issız

Bir kızın kahvaltılarında değilsen, ne kadar olsa da içten, uyanışından uzaksa gülümsemen, kalamazsın yaşamak istediklerinde, yalnızlık dilinde bile. Acıtır içini anlatmak isteyişlerinden sessizliğine dönüşün. Duyulamayışının sözlerinde biriktirdiklerinde yığılışın kalışın, bir sonraki seslenişe eklenişin. Bu iç seslendirme senin. Bir arayışın dilsiz olması ne zor. Kalbi yoran bir suskunluk. Gün yağmur getirmiş gözlerime. Yağamadım, içim dolu sensizliğime. Ilık bir duş alış olamadık birlikte. Çıplaklığımızı doyasıya tadamadık seninle. Bir el ele tutuşuş kadar güven verebilseydik birbirimize. Bakışlarımıza bıraksaydık birbirimizi. Anlıyorum kalp asla yalan söylemez, sevmediğine asla seni seviyorum diyemez. Her şey fotoğrafların kadar sessiz. Her yer senin kadar suskun. Yalnızlık bir sabah kadar ıssız.

Adını Verdiğim İçim

Yalnızlık serüveninde gezintiye çıktın mı hiç? Küçük olanın keşfi büyüktür. Sıvı sabunum, traş jelim ve şampuanım banyo dolabının üzerindeydi. Bir tepeden sonsuza bakan binalara dönüştürdüm sessizliklerini. Sanki her katında birileri uyanacakmış gibi uzanıyordu Gibbs gökdeleni. Oyunum gözlerimde genişlerken, ne çok zaman alıyor içinde olmak diye konuştum bakışlarımla. Banyomun suskunluğunda gündüz parmaklarımın dokunuşuydu. Ayrılışım geceye çevirecekti benden kalan karanlığı. Ben ne zaman büyümüştüm? Ne zaman daraltmıştım akıl almaz düşlerimi? Bir kadını açıyordu gözlerimi kapayışım. Göğsümde geçiyordu eli. Parmaklarının her birinin farkındaydım. Bir dokunuşa vermiştim kalp atışlarımı. Huzur dolu olan konuşmak istemeyişlerden biriydi, anların rahatsız etmek istemezcesine geçişi. Saçlarında küçücüktüm. Sevdiğim uykulu halini tüm gecemle kokluyordum. Ona bir değer bırakıyordum sessizce, yaşamak istediklerinde uyanışlarını bulsun diye. Onu daha çok yaşamak istercesine uykusuzdum. Gözlerimin masalını dinliyordum. Onun varlığında gizlenişini duyan, birlikteliklerin büyüteceği masum bir çocuktum. Tenin boşluğu hissediyorsa yalnızlığın anımsamalara sarınır. Dönüp dursan da bulacağın kendinsin. Hiç bir düş örtemez üstünü. Kendi nefes alışlarınla ısınmaz kalbin. İki komşu kalptik. Birbiriyle buluşan yakınlıktık. Yalnızlık taşındı senin gidişine. Yokluğun dokunuyor yaşanan eksikliğine adını verdiğim içime. Hasret kaldım bir zamanlar eşim sandığım gülüşüne. Hasret kaldım kollarıma doluşuna. Özlem sarhoşluğunun kalp ağrısıyla uyandırdığını öğrendim de, yine de ayılamadım senden. Tükeniyor senden sakladığım her an.

O Kadar Zor Ki Gözlerin

(Sabah sekiz kırk vapurunda)

Ne zaman denize paralel uçan bir martı görsem, güneşi bırakmayan beyazından gözlerimi alamasam gülümsemek hafifletir düşüncelerimi. Mavi huzurlu bir renk. Kaygısız olmak, kıyılardan bir vapur gibi açılmak, sessizliğin içinde sevilmek, kendini bilmek o kadar zor ki. Sevip de seni seviyorum diyememek, diyenlere de artık güvenememek o kadar zor ki.

(Akşam sekiz dönüş vapurunda)

Artık rüzgarı sahiplenen bir hava var. Şiddetince doluyor gömleğim. Tepelere ışık dökülmüş sanki, karanlık yanıyor. Dalgalar sır olmaktan çıktı, yaşamı haykırıyor kulaklarıma. Vapurun ışıl ışıl kulaçları. Hayallerim köpürüyor. Tekerlekli karıncalar geçiyor sahilden. Denizin yüzeyi Konak’a yetişmeye çalışan düşünceler gibi.

Perşembe, Eylül 06, 2007

İnsan Böyle Bir Geceyi Nasıl Bırakabilir?

Tercihlerimde akşam oldu. Bir yalnızlık yüzünden sana kıyamam. Konak Pier’de tüm güzellikler yerini alıyor. Gün ışıklarını kıstı. Deniz kenarında, bir bardak biranın tadında kaldım iş çıkışında. Saat sekizi gösterirken hayat o kadar doluydu ki. Yazın uğurlanmak üzere oluşunda rüzgar daha bir tutkuluydu esişinde. Şehir ışıklarına teslim özgürdü. Yaşamın güzel olduğuna inanır mısın? Sadece gözlerini açman yeterli. Artık karanlık da düşüncelere kavuştu. Mum ışıkları caz müziği eşliğinde dans ediyor. Bu şehri anlamak için bir kadın lazım. Masam boş, dakikaların yaşam cömertliğinde. Hellim ızgara tabağıyla şımarttım duygularımı. Elimi tutabilseydin bu değerli kaçışta. Geç kalmış olsan da, gülümsemenle yer alsaydın karşımda. İnsan böyle bir geceyi nasıl bırakabilir? Gelip geçen vapurlar gibi ömür. Yolcularını inecekleri zamana taşıyan. İzmir’de seni esiyor her an. Güzel olanda daha bir özlüyorum seni. Hiçbir şeyi paylaşmadan ayrıldığımız için olabilir mi? Hesabı istedim. İyi geldi yaşamak. Her şey bir umut gibiydi. Beni içime iten aşk.

Akşam Notları

(Sabah bir müşterimize uğrayacağımdan, akşamdan şubenin arabasını almıştım. Otobüs duraklarından geçerken içimi susturamadım. Duygularımı not almak için bir kağıt kalem aradım. Benzin fişinin arkasına söyledim sırrımı. )

“Ne zaman güzel bir kadın görsem duraklarda bekleyen, içim onu hayat sanır.”


(İş çıkışında Karşıyaka Konak vapurundan inmiş eve gitmek için metroya yönelmek üzereydim ki, ayak diredim yalnızlığa ille de Konak Pier’e gidelim diye. Bankta oturan düşünceli ve güzel bir bayanı geçtim taciz ederim korkusunda bakışlarında daha fazla kalamadan. Halbuki içimin duyuramadıkları farklıydı.)

“Hayat her zaman bu kadar güzel bir rastlantı sunamaz. Sizinle konuşmadan geçseydim, hep bir pişmanlıkla yaşayacaktım. Yabancı olmak günah mı? Utanır mıydınız sizi tanımak isteyişimden?”

Kendine Dikkat Et Değerim

Kollarımdın, canımdın. İç içe bir zamandık. Bir zamanlar olduk. Neden gözlerimizde birbirini terk eden iki ayrı yolduk? Neden beni seninle kavuşmak isteyişime bıraktın? Hiç mi kalmadı gözlerini kapayışında yerim? Neden hala sana seni sevdiğimi söylerim? Bir gün ben de beni unuttuğun benden giderim. Kendine dikkat et değerim.

Seni Sevmenin Yalnızlığında

Sana sarılmak isteyişlerim olmamalıyım. Seni sessizliğinde sürekli aramamalıyım. Fotoğrafları bir bir dolaşmamalıyım. Dizlerini gövdene çekmiş oturuşunda, turuncunun seni kıskandığım bir geceden saklayışında, omuzlarının çıplaklığınca bir hayalce koklanışında, cama yansıyanda tebessüm ediyor yine de gözlerim. Acım seni değersiz kılmıyor. Bittiğini bilsem de kalbim yılmıyor. Aynanın hapsindeyim. Bana yansıyorsun. Çıkamayız bizi ayırandan. Yakalanmışım bana düşüşüne, bir gülümseme verişine. Nasıl alışayım gidişine. Üzülmek bu kadar kelimeyi hak ediyor mu? Seni sevmenin yalnızlığında hayat elden gidiyor mu?

Yarana Kız Basma

Sen kendini seçeceksin, başkaları seni değil. Kendini asla kaybetmemelisin çünkü zaman her an seni unutabilir. Her haklı hissedenin yolu farklıdır. Uyanışına aldırmayan kızlar olabilir. Gözler hayatı yaklaştığınca yaşayabilir. Sen yalnızlığından da değerlisin. Artık gözlerini kapayışın seni sevenlerin olsun. Kalbin öyküne kelimeler seçecek. Yarana kız basma.

Çarşamba, Eylül 05, 2007

Sabah Notları

“İkimizden bir öykü çaldın. Çay bardağım, deniz ve düşünceler bugün de beraberiz. Ayrılamadık maviden ve senden. Zaman rüzgar gibi saçlardan ve kıyılardan geçiyor. Uzaklar yokluğunu kalbime taşıyor. Yaz vedasında omuzların yirmi dakika. Yine Karşıyaka. Varışım seni kollarıma sarışım. Saat dokuza beş var bu yalnızlıkta. Başımı yaslayışta bir ömür geçer sanmıştım. “ (4 Eylül Salı sabahı )

“Çay bardağımla iyi arkadaş olduk sekiz kırk vapurunda. Belki keyfini kaçırıyorum aynı konularla. Aslında herkese yetecek kadar mavi var hayatta. Beni de anlamak zorsa sözlerim ne yapsın? Vapurun her yirmi dakikasında kim bilir ne öyküler geçiyor karşı tarafa. Düşünceler de varacak nihayetine. Güneşi taşıyan vapurlar, tekneler, yük gemileri benimle. Benim olmayan bir dünya, benim olmayan bir kız kadar yakın Çarşamba sabahım. Karşıyaka’ya tadınca varamıyorum.” (5 Eylül Çarşamba sabahı)

Salı, Eylül 04, 2007

Hayatımda Bir Beyaz Gelincik Soldu

Kalbimi kır, "kır" çiçeği!

Sen Uzak Kokulum

Bir kadeh şarap yorgunluğumu yatağıma götürdü. Eve getirdiğim dosyalarımdan hiçbirisine dokunmamıştım yine. İçimden bir sen geliyordun. Yalnızlığım bu gece de seni hatırladı. Kollarıma yadigar sadece yokluğun kaldı. Yaşamak istediklerin ve sana yaşatamadıklarım seni benden ne yazık ki aldı. Sen uzak kokulum, sen yakın dokulum, artık yatağımda yaşanmıyor solum. Kayboldu içimde seni sürekli arayan yolum.

Kelimeleri Seçiveriyor Yalnızlık

Saatler yetmez içime. Müzik yalnızlığı sever. Bir kadeh de şarap içtim bu gece, itiraf etmeliyim. Seni gülümseyişimden gitmeliyim. Kendi duygularımdan bir hayale kattığım kadınım, artık olamazsın yarınım. Benim yazdıklarım yaşanandan içime yansıyan. Biraz gidenleri, biraz da düşlerimi konuşturuyorum. Hepimiz bir masum yüreğiz, bir gözlerini kapayış, bir kendine saklı utanış. Her diyaloğun bir gerçeği var. Sevilmeyenin derdi yar. Seninle sessiz konuşurken açılıyor anlatmak istediklerim. Yer veriyor sana sözlerime malum kederim. Gerçeğe gece kadar yakınım. Birazdan duvarlarım bana iyi geceler diyecek. Bir uyku gözyaşlarımı silecek. Bir gün yastığın adımı hiç söylemeyecek. Çıkacaksın merdivenlerini yorgun argın. Bir başka kalbin zilini çalacaksın. Seni sevip de, nasıl olurum yaşamak istediklerine dargın? Tercihin senin yargın.

Adını Terk Edemezsin Ki

Sizin kadar mutsuzluğuna sahip çıkan bir kişi görmedim. Gözleriniz bana tanıdık geliyor yalnızlığımdan. Bırakın deniz anlatsın bize yaşayamadıklarımızı. Yine bir sevişmeyi anımsamış gibi sustunuz. Sanki bir sırla dertleştiniz. Ben gece olsaydım size yıldız yığardım. Sokulurdum pencerenize, içiniz açılmışçasına. Arkadaş olurdum gülümsemenize. Dokunulmak isterdim bakışlarınızca. Bir kadeh olsam, sorardım dudaklarınızı. Karanlık olsam, anlatırdım güzelliğinizi tüm sokaklara. Duymayan karşılaşma kalmazdı aşkımı. Bir yalnızlık olsam arardım sizi. Bir köşe bulsam içinizde, sığınırdım kalp atışlarınıza. Ağlayışımı gizlerdim göğsünüze. Doğru kelimeleri seçebilseydim, duyulurdum kalbinizde. Saçlarınıza yaşam değmiş. Omuzlarınız çok öykü yitirmiş. Yıllar sarmış duygularınızı. Biraz kalsam acınızda. Koparacağınızı bilsem de, çiçek açsam yamacınızda. Seslensem bizi düşüren sonsuza, kırılmış bir anda. Herkes bir yanda, ikimiz kalsak bizi kucaklayan zamanda. Tek kişilik sır olmaz. Ben yalnızlığımı sevdiğime verirdim.

Pazartesi, Eylül 03, 2007

Asla Yalnızlığına Alışma

Daha uyanmamış olabilir kalbi. Bir aile olabilseydik gün daha farklı başlardı. Daha çok güven duyardım, kollarım boş kalmasaydı. Sana alışırdım, yalnızlığıma değil. Bir öykün olsaydı anlatacak, seni dinlerdim gözlerinde. Yaşadığını hissederdim, birlikteliğimize bıraktığın her seste. Bardağıma çay dolduruşun kadar özlenmek, senin için de bir anlam ifade etseydi keşke. Bir gülümseme birbirimizi anlamaya yetseydi. Haklı oluşunu susturabilseydim. Bir kalbimden dinleseydin beni. Karşıyaka’ya denizin mavisince sokulduk. Yeni bir hafta telaşlı.

Pazar, Eylül 02, 2007

İnan Hepimiz Yalnızız Zamanla

Geceyi kıralım, içinden çıkalım. Sevişelim, sırra adımızı verelim. Sarhoş olalım, birbirimizi bulalım kalp yordamıyla. İstanbul’a uyanalım hiç acı çekmemiş gibi. Penceremizin hayata açılışına gülümseyelim, kenetlenmiş omuzlarımızda. Içe içe buluşalım uzakla. Aldırmayalım çıplaklığımıza. Aldırmayalım bizi üzüp gidenlere. Her dem yeni bir günaydını tadalım gözlerimizde. Gülümseyişimiz kadar değerli hissedelim. Susmanın da huzur olduğunu solu boynuma. Bir çiçek gibi bırak kendini koynuma. Bu oyun yalnız bizim sanma. Ölüm kokan yarına kanma. Sadece bir gece olsun beni anla. İnan hepimiz yalnızız zamanla.

Nerde Bende O Şans

Beni hak edene rüzgarlar. Başım yel değirmenleri gibi gelip geçeni koklar. Yalnızlığın dilinden memnun kalanlar, bir kalbi başını yaslayışta anlar. Gece kadınları tercihlerinde ağırlar. Bayram yeri tüm şanslı bağırlar.

Bir Yalnızlık Fısıldarım

Kadeh de boş şimdi.
Bu ne ilk ne de son sevişimdi.
Yalnızlığı yazmak benim işimdi.
Yokluğu hep tek eşimdi.
Ardımdan koşansa boş peşimdi.

Bir Kadeh Şarabın Dilinden Seni Düşürmem

Adın sana hiç yabancı geldi mi? Dudaklarımı sustur. İçimi al içine. Karış nefes alışlarıma. Yalnızlığımı çıkart üzerimden. Dola kollarını beni bırakmak istemeyişine. Yalan da olsa inanayım. Senin de yalnızlık olmadığına kanayım. Ben aldanmanın bedelini sevgimle öderim. Ben de geceleri severim. Gözlerinin kıymetini bilirim her bakışında. Bana duygular açışında seni gizlerim muhtemel acılarıma. Dolaş gözlerimi kapayışımı. Donat yatağımı. Düş üzerime yıldızlar gibi. Ölüm yaşamın dibi. Dal saçlarıma bir keşif çılgınlığında. Sar beni teninle. Unutmasın giyinişin beni. Bir sır gibi sakla kalbine bu bedeni.

Anlarla Sevişircesine Yalnızdım

Bir şişe şarap açtım yalnızlığıma. Benim gibi yalnız kadehime doldurdum arkadaşlığını. İçime sokuldu beni anlamak istercesine. Bir tat bıraktı, bak bu yaşamak dercesine. Gözlerimi kapadım, teslim oldum nefasetine. Bir kadının dokunuşlarını bekler gibi açmadım göz kapaklarımı. Kadehim serindi. Derin derin nefes aldım, biraz kokusunda kaldım. Parmaklarım yaşamak arzusuna bırakmak istiyordu direncini. Bir elin avuçlarımı buluşuna kenetlenmek, susmak, yaşatacaklarına yaslanmak istiyordum. Bir yudumdu içimde kaybolmak. Bir yudumdu kalbim. Küçücüktü anlarım. Değerliydi çıplaklığım. Neden hala sevgimi bir suskunluğa saklarım? Hiç mi anlamaz adımların? Bir yastığın derdi var. Sevişelim diyar diyar. Senin de saçlarında hüzün bahtiyar. Ne diyeyim sana yar.

Mevsimler ve Sen, Bir Yaşam Değişen

Bir kalbin heykeltraşı olamazsın. Her değerli taşı sevgiyle işleyip kendine saklı bir aşk yaratamazsın. Donuk duygulara dokunup can veremezsin. Düşlerini şekillendirir, bir anımsama dikersin yalnızlığına. Sert ve soğuktur sessizliği. Yağmurlar yıkar yılları. Mevsimler geçer şekil değiştiren sevgisini. Zaman kovalar mermerin kararlı çizgisini. Aşkın iki yüzünü de yaşar ölüm. Yalnızlık ikimizde sadece bir bölüm.

Ne Oldu Baş Tacıma?

Seviş şanslı dakikalarınla.
Bana hiç acıma.
Konuşurum her uğrayan yarınla.
Ne oldu içtanem baş tacıma?
Kıskançlık her gece sevdiğim kadınla.
Sorar kalbim haksızca, kim adınla?

Üzgünüm

Seni yazdım, kendimi üzdüm.
Kelimelerimle yaklaşan güzdüm.
Yakınken doğum günüm.
Sensiz dakikalarımda sürgünüm.

Yokluğun Kollarımda

Sen hiç gözlerini kapamıyor musun? Hiç şarkılar çekiştirmiyor mu dakikalarını? Gecenin senin için seçtiği kelimeler sarmıyor mu düşüncelerini? Adım da diğer sevgililerine karıştı. Güzel omuzlarında kaç yaz geçecek kim bilir? Umarım kapısını çaldığın gözler çıplaklığının kıymetini bilir. Yalnızlık sadece hissedence çekilir. Sen hiç beni sevmedin mi? Bilmezdim kaybetmenin bu kadar uzak, dokunulmanın hasret olduğunu. Yazdıklarım anlatamaz gözlerimi kapayışımın her gece seni içimde bulduğunu. Bir otobüs seni düşlerime getirişinde kıvrılmıyor İzmir’e gelen yollarla. Yansımıyorsun seni bana saklayan cama. Sevgini karşılayamıyorum otobüs garında. İnişin boynuma bir sarılış getirmemiş, İzmir’e uğrayışların beni kalbinden çoktan silmiş. Kokunla uyanmak ne güzeldi. Geçivermeseydin gözlerimi kapayışımdan. Günaydınım diyemiyorum sana. Yokluğun kollarımda, anlasana.

Yine Bir Yalnızlık Kaldı

Keyifli bir sohbetti. Güzel bir yemek, hatırlanmaya değer bir kafe yalnızlığımdan bir akşam götürmiştü. Ben karşılaşmalardan seçmeliydim gecelerimi. Bir aşka yakalanmalıydım. Boşunaydı sevdiğim kızdan kaçış çabalarım. Ben zamanla sevemezdim. Kalbine yalan söyleyemezdim. Ben bir bakışa ilk gözlerimi açışta eşim derdim. Yemek sonrası ayrıldık Kafes Kafe’den. Daha erkendi. Bornova’dan Alsancak’a denizin karşıladığı barlara vardık Hakan’la baş başa. Venezia Cafe ‘de birer bira içtik. Dışarıda olmak güzeldi. Güzel kadınlar yalnız değildi. Sonra da Pasaport’ta birer Türk kahvesi fincanıyla vardık karşı kıyıların ışıltılı koynuna. Yaşadıklarımın sakladığı bir fotoğrafın içindeydim. Bir ben görüyordum kalbinden beni ayıkladığı anları. Sadece fotoğraflardan mı eksiliyorduk? Yaşam bir fırsattı. Ayşegül artık başka gözlerindi. Kalbimse gelip geçenlerindi. Ben de beni sevecek bir rastlantıya aittim. Öyküyü üzüyordu her güzel mekan. Hayatımdan çıkıp gitmişti, ona yaşamanın güzelliğini anlatamadan. Elimi bırakmıştı şehrin ışıklarının içimize yansıması gözlerimize dokunmadan. Yine bir yalnızlık kaldı, ondan beni alamayan başka bir buluşmadan.

Aynam Beni Bana Verdi

(Evden çıkmadan. Duş alırken düşüncelerimle küvetteydim.)


Saçma ve çıplak, saçımı şampuanladım. Saçımı yıkayışımın sesinin farkındaydım. Kurulanışımın da sesi farklıydı. Her şey ayırt ediliyordu yalnızlıkta. Duş perdesini çekişimde kendimi bir film karesinde gibi hissettim. Aynam beni bana verdi. Yalnızdım.
01/09/2007

Cumartesi, Eylül 01, 2007

Kanepe Beni Geçmişe Götürmese

Karnım acıktı insanca. Birazdan babamla öğle yemeği için çıkacağız. Yine kelimelerle geçti sabahım. Yalnılzık hiç yazılmıyor. Düşler hiç çekilmiyor. Sensizlik de sıcak bugün. İçim, her aramadığın gün. Bu akşam bir ihtimalle buluşacağım. Hakan beni gecemle tanıştıracak. Bir psikolog olması ne de ilginç bir rastlantı.Yarınlarıma uzansam artık. Kanepe beni geçmişe götürmese.

Beni Bırakmıyor Ne Yazık Ki

Senin gururun mu yoksa sevgin mi daha güçlü?
Seven, sevilen ve yalnızlık
Ayrılmaz üçlü
Hayat da, gidişler de anlık.
Beni bırakmıyor ne yazık ki, sıradanlık

Seviş İçimle Açmak İstercesine Sayfalarımı

Buruşturulup kenara fırlatılmış bir kağıt gibi yazılanlarla dolu, yatağına kıvrılmışlığında yalnızlık yaşamak istediklerinde korkulu. Bir ses açamıyor yumuk yumuk kargaşanı, bir köşede oluşunu. İçine kapanmış gizin. Sen unutulmuş bir müsvedde değilsin. Bir güzel kızın merakı olabilirsin. Sen yaşam okyanusunda, içinde bir sır dolaşan şişesin. Açılmak istercesine kalbine vurduğun bir kızda yalnızlığını geçersin. Bir el sana uzanmadığında kendini üzersin. Yine de bir umuda yüzersin.

Adsız Düşler

Siz yalnızlık olsaydınız hangi rengi seçerdiniz gözlerinize? Bir sır ayırır mıydınız kendinize? Ne verirdiniz geceye, saçlarınıza karışan esintiye? Siz yalnızlık olsaydınız, başınızı eğer miydiniz? Kalbinizi kaçırır mıydınız? Bir yaklaşan alır mıydınız sevilmek isteyişinize? Güzel olduğunuzu söylesem ne farkım kalır. Kelimelerim sizi yaşadıkça huzursuzlanır. Aşk sancıdır, mantık doğurmaz. Düşlemek sıyrıldı omuzlarınızdan. Bir hayal indi sokaklarla koşan yamacımızdan. Şehrin ışıklarına vardı yalnızlık. Karşı pencereler yanıyordu. Hayat yarını geçmiş sanıyordu. İçim hala bir kızı kanıyordu. Siz yalnızlık olsaydınız hayat can kırmızı olur muydu damarlarınızda? Bir gece var yanınızda. Arkadaş değil yıldızlar. Yalnızlık çıplaklığımda başlar. Düş oyunu bozar. Bir suskunluk kalır mıydı nefes alışlarımıza? Bir öykünüz var gibi gülümsüyorsunuz.

Yalnızlığım Çaldı

Yalnızlığım çaldı. Babam uğramıştı. Üzüntülerimi sahipleniyordu. Hep sen de evlat sahibi olunca anlarsın derdi. Bir salatalık yıkamış getirmişti. Gerçek kütür kütür tazeydi. Hayatın tadı yalnızları uyandırmakta güçlük çekiyordu. Bazen babama isyan etsem de, beni hayatın içinde tutmak içindi tüm çabaları. Dün kardeşim Orçun da bu yüzden telefonda sarılmıştı sözlerime. Babamın varlığı odalar arasında geziniyordu. Belli ki benim ihmal ettiklerimi topluyordu. O da benim gibi duyuramadıklarından dertliydi. Kimse kimsenin üzülmesini istemiyordu. Kimsenin vebal altında kalmasına gerek yoktu. Bu anlamak istemeyiş değildi. Yalnızlık da, aşk da özeldi. Bir duyguda sevdiğim kız da beraat ediyordu. Zaten hep suçsuzdu. Bir suçlu aramıyordu ki kalbim. Bir sevgiliyi soruyordu hislerim. Tek celsedir aşk. Seven sevdiğini infaz etmez. Zor olan inanmak istediğin kişiyi kaybetmek. Yoksa hepmizin hayatı kalabalık.

Buruk Kuytucuk

Yazdıkların yaşamıyor. Herkes ayakta bir yerlerde dikilmiş. Sanki taş kesilmişler. Sen yüzler arasında ilerliyorsun kelimelerde. Konuşmayan, içini konuşturan bir kalabalık yalnızlık. İfadeler donuk, bakışlar sessiz. Acaba hayat mı sensiz? Rüzgar oluyor karşılaşılan, hissettiklerime çarpacakmış gibi güçlüce esiyor. Savrulandan korunmaya çalışıyorum içimin gizlenişinde. Sen varsın başımı eğişimde. Masumum, durgun ve huzursuz. Düş cansız bir ormanın kuytusu. Giz eksik. Sonsuz ışık veriyor sızdığı düşünceye. Adımlarımdan kuşlar havalanmıyorlar. İnsanlar sessizliğe ne kadar da saygılılar. Ölüm kadar ağır bir oda. Perdelerinde salgın var. Suskunluk katı. Geçişler soğuk. Ne yapsın tek başına kalmış sıcak? Ne kaldı daha aldıracak? Kendimi dışarı atmalıyım. Bir sensizlik derin. Biliyorum kalbim değil adresin.

Haksızlık

Gözlerin hayatın konuşmalarını duydu mu?
Yalnızlık sana uydu mu?
Denk geldi mi bir diğeri?
Olabildin mi bir sevilmenin değeri?

Bir Yalnızlıktan Kurtulmak Ne Zormuş

Bir inancın zehrini içmek kaderimiz. Bizi biz yapan serüvenin yolcusuyuz. Yalnızız yol olmuş gecelerde. Yalnızız sevda kokan sözlerde. Ne olur bırak beni gözlerimi kapayışım. Yapma yalnızlığımı arkadaşım. Bir ten darlığındaki ruh sevilmek ister. Bir can arar her iyi geceler. Sevişmek kadar güzel bir uyanış. İnanmıyorsan seni içten seven bir kalbe danış. Son bulsun artık bu geç kalış. Dinsin yarınlara yakarış. Vuslat sensiz bir varış.

Gözleri Demeli Ki

Kendine çıkan her an, zaman. Sen unutsan da, o seni ömrün boyunca unutmuyor. Geçiverende geçmeyen ne var? Bakışlara konuk olmuyorsan yalnızsındır. Geceleri bir dokunuş aralamıyorsa karanlığını, bir sokuluş fısıldamıyorsa kulağına, ayaklarını uzatışında değiyorsan içindeki boşluğa, düşüncelerin sarılıyorsa başını yastığa koyuşuna, perdeleri çekilmiş bir odada bir sır sana gülümsemiyorsa, seni seven bir kalpte adın yoksa, ilerleyen saatler seni sabahına tek başına bırakıyorsa, çıplaklığın seni bağlamışsa sıkıca yatağına, kıpırdayamıyorsan bir tutkudan, utancında bir kadını örtünemiyorsan, yaşadığın anlarda yaşayamadıklarında eksiliyorsan, kaleminin kendine ihanetiysen, soluksuzsa duyulmayışın, acımasızsa kederin, çarşafınsa bedenin, dönüp durmaların çaresizse, kıvranıyorsa seni sende karşılayan, duvarların odana bakıp da kaçıyorsa, ait hissetmiyorsan sessizliğine, bir sesi davet edercesine gözlerini kapıyorsan, yüreğin sense başını okşayan düşte, kaybolmuşsan seni terk eden bir gülüşte, senden önce uyanmış, seni izleyen bir kıymet bilişe hasretse sahiplenilmek arzun, sahipleniyorsan tüm kahvaltılarını hayatın, sen aşkın tarifini herhangi bir kıza soramazsın. Gözleri demeli ki, hayatın tadında sen varsın aşkım.

Gece Kadına Yakışır

Bir sessizliğin paylaştığı iki nefes alış, loş bir sır, düşünceler kadar yakın iki beden, yaşanan anın ketum geçmişleri, birbirlerinin adında yoğrulan yalnızlar, bir gelecek arayışı, gözlerin kapanış telaşı gece. Vicdan hayata küsemez. Bir dokunuş uzanır saçlarına, anlıyorum acılarını der şefkatli bir bakış. Gece kadına yakışır. Kıskanç bir tercih ile sevişebilirsin. Bir gülümsemenin dilinden anlamıyorsa kalbin, üzülebilir. Bir söz seni ansızın kendi kelimelerine bırakabilir. Hiç aranılmayacak bir dost oluverirsin. Ağırlaşırsın seninle susmayan yüreğinde. Bir kadın seni yatağında görmek istemediğinde gece yalnız onundur. Bir başka sessizliğin olur çıplak omuzları ve yalnızlığına dokunan heyecanları. Her öpüşme iki kaderi karıştırır. Kaderi sadece aşk şaşırtır. Bir tek sevmek kararlıdır. Bir tek sevmek sığınmaz kelimelere. Bir tek tutkulu bir adım onu cesaretlendirebilir sevdiğinin gözlerine, aldırmaz o zaman sorularına cevap aramayan bir yürek duymak istemediği başkalarının sözlerine. Bir sevişmede okuyamazsın kadının tenini. Sadece suskunluğuna konuk olur, bir gözlerini kapayışın ardına sokulursun. Gizem açar sana dudakları. Bu duymayış insanı yaralamaz. Sonradan gidişinde duyulacak olan sesler verir sana güzelliği. İstesem seni çıldırtabilirim ama yapmayacağım der kulağına. Kadın isterse her geceyi kendine saklar. Soyunur kelimelerinden ona hayran bir suskunluğa. Görmez onu yıldızlarda gizli sokaklar ve onu adında unutamamış eski aşıklar.

Kalp Boşları


Hissettiklerinde yalnız mısın? O zaman çekeceksin biraz daha. Başını yalnızlığa yaslayacaksın. Gözlerini kapayışını kaybetmek hiç de kolay değildir. Gecene bir paragraf taşıyacaksın. Anımsamalardan bir yuva kuramazsın. Sesi yorgun düşürür uzak. Seni sevmeyeni anlamlandıramazsın. Onu kelimelerinle yaşatamazsın.

“Merdivenleri inişim seni unutmamıştı, her akşam kapımı açışım da. Neden fotoğraflarınlaydım geceleri? Çay içen, var mı çay isteyen seslenişi yirmi dakikamın sesine karışıyordu. Yan yana oturmuş olan düşüncelerde sen içimdeydin. Yokluğunu uçan martılarla baş başa Karşıyaka. Sen haklısın ya, yeter sana. İkimizi ayıran bir içime sinmeyen elveda. Sesler varışa yakın değişti. Çay boşları diye yankılanıyor vapur. Kalp boşları diye seslenir yalnızlık. Benim de heyecanlarım öldü bu güzel günde. Zaman içinde kaybetmek istemediklerimizin adı da değişecek. “

31/08/2007