İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Cuma, Kasım 30, 2007

Niye Aramıştım?

Niye aramıştım? Merak etmiş miydim? Neden yalnızlıklarımız yakındı? Belki de uzaktı sessizliğimiz. Sancılıydı suskunluk doğuran birlikteliğimiz. Arkadaşlığımız bizi mi kaybediyordu? Kelimelere çok ihtiyaç vardı. Yılları aşmıştık da, yakınlığımızı aşamıyorduk. Gözlerimizi bekliyorduk. Neden aramıştım, yalnızlığına belki kelimelerden daha çok ihtiyacım vardı. Sana haksızlık edişime anlamsız şeyler anlatışımda çaresiz bir adamdım. Duygularını hiç saklayamamış, eline yüzüne yaşanmışı bulaştırmış bir adamdım. Belki susmasını da, duymasını da beceremiyordum. Canım yanıyordu, özlüyordum, arıyordum bir sevgiliyi. Birbirimize aynı derdi gösteren birer aynayız. Birbirimize sevinçleri de gösteremez miyiz? Başarabilir mi bunu dostluğumuz? Denizi seven bir yürek bizimkisi, yolda bir kediyi sevmeden geçivermeyen bir yürek. Her attığı adımı duyan bir yürüyüş yolculuğumuz. Biz de bırakmalı mıyız yarın ortaklığımızı? Gitmek kalmaktan kolay değil mi? Niye aramıştım? Sorulara cevaplarım olmadığı için mi aramıştım. İçimden gelmişti işte bencilce. Gün beni yormuştu. Vapur gecenin içine doğru açılıyordu. Mum ışıklarına ihtiyacı vardı düşüncelerimin. Bir mabet arıyordu içim. Dostluğuna ve kalbine sığınmaya ihtiyacım vardı. Sevdiğim kızlardan korunmaya ihtiyacım vardı. Artık uyumalıyım. Bu gece de sürdü aptallıklarım. Kendimi fotoğraflardan uzak tutamadım. Yalnızlığın ne çok gizli albümü varmış. Yine burnumu soktum haddim olmayana. Yine kayboldum çıkmaz bir sokakta. Dönemedim ileriye. Niye aramıştım? Tutunmak istemiştim beni bırakmayacağını düşündüğüm tek dosta. Seni de unutmam asla hikayemde. Sen de hikayene aitsin. Istersen sen de yıllara çekilebilirsin.

Neden Aldırıyorum Ki?

Aldırmak sana neler kaybettirir? Aldırmak sana aittir, kıskançlıklar da. Bazen anlamsızlıklar da sana aittir, yalnızlıklar da. Aldırmak sevmek midir? Aldırmak gizli midir? Gözlerinin dolması, zamanın içinde seninle bir köşede kaybolması aldırmak mıdır? Sakladığın canının yanmışlıkları mıdır, yoksa kabullenmek zorunda hissettiğin duyguların mıdır aldırmak? Ne fark eder bir gülümseme yitivermediğinde içinde, sana artık aldırmadığını bildiğinde ne fark eder, kalbine söyle. Bir kıyı şeridinde, kısacık hayat öykünde, bir odanın birkaç metrekare hapsinde bir fotoğrafın yorumuna aldırmak, buruk bir tebessümü yaşamak ve hak ettiğini düşünmek, tutamadığın sözlerle boğuşmak, geceden bir dilekte bulunmak hiçbir şeyi unutamamak. Unutamamak aldırmak. Neden acılarını beslersin ki? Neden büyütürsün yaşananı? Hep hikayeler birbirlerinden ayrılmadılar mı? Her karakter bir parça alıp gitmedi mi kelimelerinde? Herkes duymak istediğini duymadı mı? İyi anlatabildiğini mi sandın? Sen unutulacak kadar değerliymişsin. Daha aldır. Daha üzül. Daha yakalan gözlerini kapayışına. Aldırmak karşılıklı değildir. Sen aldırsan da boş, uçtu martıların. Sevmek düşünceleri salıvermek uzaklara, sevmek sevdiğinle dönmek tek başına. Sevmek dalındaki çiçeğe aldırmak ve kıyamamak. Anılarından kopmadıkça solduramazsın ki onu. Kır çiçeklerinin evi olmaz ki. Özgürlük hiç yol bilmez ki. Seni adımlarına bıraktığından beri onun sokakları olmuşsa için, yalnızlığınla iyi geçin. Gitmek basittir, aldırmaksa karmaşık. Her sır derindir. Her insan meçhul. Zamanın kaderine bak, geçiyor ömür gözlerinde yaşlanarak. Değerli olduğun hissi ile uyu. Senin suskunluğunda esti nice rüzgar. Senin suskunluğunda sokuldu sana şehrin armağanı ışıklar. Senin yaşamaya aldırdığını bilenler de var. Kıymeti var sessizliğimin. Kıymeti var denizimin. Kıymeti var sana aldırışlarımın. Doğum günü yakın mı sınırlarımı aşışlarımın? Mekan dönüverdi doluveren boşluğundan. Duvarları kovalandıkça sarıldı yakaladığı her nesneye. Bir imge daha çaldı yalnızlığım. Sensizliği yaşadı avuçlarım. Sensizliği hissetti aldırışlarım. Seni yeni başlangıçlara verdim. Sonu başa döndürdüm, yatarken yıldızları söndürdüm. Aldırdım karanlığın iyi geceler deyişine. Gülümsedim seni sahiplenen heyecana yabancı deyişime. Gece yarısı, bir masa, ıssız bir sahne, köhne bir kıskançlık gelip geçiyoruz yaşananla. Öyle kelimeler vardır ki canını acıtmasını bilir. Söyleyence değil, duyanca seçilir. Sevilence değil, sevence değer biçilir. Öyle kelimeler vardır ki sana sen istemesen de gelir. Öyle anımsamalar vardır ki hep sende kalır. Aldırmak seni senden alır, ona onu bırakır. Hiç söyleyemeyeceklerin birikirken, bir an diğeriyle alışverişteyken gitarın sesinde tesellin. Elveda bahçemde kokladığım bir kadın artık bir başkasına yakın. Sevdiğini bilerek diyemem sana kendini aldırmaktan sakın. Kendini kumsalı sever gibi sev. Nefes alıp verişlerinde bekle dalgaların sesini. Hisset sonsuzluğun seni yanıltışını. Tutku aldırır. Tutku yel değirmenlerine saldırır. Tutku geleceğini geçmişine kaldırır. Kıymeti var içimin. Bir kadehten uzak tuttum hüznümü. Bir yıl dönümü seçtin demek kendine? Neden aldırıyorum ki?

Çarşamba, Kasım 28, 2007

Ellerim Dondu Aldırmıyorum


(Sabah sekiz kırk vapurunda bir bardak çayın sıcaklığından)

Martıların uçuşunda çizilen bir bekleyiş, süzülüşlerini takip eden görmek isteyenin çizgilerinde kalabalıklaşan bir resim. Yeter ki içinde kal ve kendine denizin armağan ettiği bir düş al. İnsan rüzgarla uyumlarını kıskanıyor. Kanatlarına şehre olan hakimiyetlerini doldurup dalıveriyorlar canları istediğinde bakışlarıma. Gökyüzü eğlenceli olmalı. Üşüyorum ne güzel. Üşüyorum hayatın içinde. Esinti yüzüme su tanecikleri getiriyor. Küçük dokunuşlarında yakalıyorum mutluluğu. İnsanın içine su serpmek bu olsa gerek. Hava soğuk ne haklıyım ne de haksız. Rüzgar daha bir sıkı sarılmaya başladı bana. Belki de beni bırakmak istemiyor Karşıyaka’ya. Ellerim dondu ama aldırmıyorum. Ellerim boş ama aldırmıyorum. Gözlerim hayat dolu, aldırıyorum sensizliğe. Martılar da ışıltı da denizin yüzeyinde. Hikayelerimize dağılma zamanı.

Kal Deyişler Nafile


(Sabah vapurun güvertesinde)

Benimkisi sadece bir duygu rehberliği, deniz ne benim gördüğüm deniz, martı da ne senin hayal ettiğin martı. Yaşanmışlarda aranan imgeler yaşanandan sunulan. Karşılaştırmalar buluşması kelimeler. Her biri farklı kapılar açan büyülü bir anahtar. Çiçek zamanında açılmak ister. Beğeni bezenirken güzellikler, yaşayanın takdiridir kaçıp giden serüven. Akşam ile sabah karışmış gibi. Vapur akıyor hareket sürüsünde. Gözün yakalayamayacağı detayların kayboluşunda zaman geçiyor. Omzunda bir sessizlik eksik. Suskunluğu paylaşmasını öğrenebileceğin bir sokuluş eksik boynunda Yine yetiştin hayat telaşına. Kal deyişler nafile, dinginlik boşuna mırıldanıyor dalgaların iskeleye yanaşışında. Duyduklarımız da, gördüklerimiz de farklı. Gerçek, bir kadının endamı. Gerçek, sokakların birbirinden ayrılışı.

27/11/2008

Pazartesi, Kasım 26, 2007

Bazen Üzülmeye De Değer

Her şey suskunluğun takdiri. Bazen üzülmeye de değer. Geçiveren on yılların olacak. Bir uçak belki seni farklı bir şehre bırakacak. Gülümsemeye çalış. Seni seviyor her nefes alış. Hala hayatın içindesin. İsyan etme kelimelere, duyulmasa da sesin. Bak şanslısın yine kendinlesin. Bu yılı dikkatli yaşa.

Akıp giden trafiğe bakarken bugünün gerçekliği diye düşündüm. Yüz yıllar önce at arabaları geçiyordu yürüyen adamın bakışlarından. Anın gerçekliği canımı sıkıyordu. Göztepe’deki üstgeçide varmadan sokak lambalarının yansımalarından geçen suyun küçük kıpırdanışlarındaydım arabalar bir bir kırmızı ışıkta dururken. Aşina olduğum bir görüntüde otobüs durağını geçtim, üç bank karşı kıyıları seyrederken.

25/11/2007

Gece Şarkılarını Seçince

Bilgisayarımın başında üşüdüğümü hissettim. Odamdaki klimayı açtım ısınmak için. Bir kadeh Kalecik Karası ile oturdum masama. Dire Straits’in Your Latest Trick parçasının girişteki saksafon solosunun eşliğinde gözlerimi kapadım. Her şey aniden olup bitiveriyordu. Hep anlaşılabilir gibi görünürdü aşinalık. Hikayeler anlatırdı sıra dışı yaşamın arkadaşı. Yalnızlık derdi içimin sırdaşı. Sultans Of Swing gitar soloları insanı alıp götürüyor başka şehirlere, başka ülkelere. Bir barın kapısı açılıveriyor farklı gülümsemelere. Sıcağı karşılıyor tenim. Bir kadın yaklaşıyor bakışlarıma. İzin vermek istemiyor kaçışlarıma. Bana adımı sormak da istemiyor. Bir tebessümle zincirliyor ruhumu. Elimi tutuyor, suskunluğa kalıyor gece. Sadece düşlere çağrılıyor yalnızlar. Gece şarkılarını seçince başlıyor anımsamalar.

Pazar, Kasım 25, 2007

Yarın Bir Martı Teselli Ederdi De

İnsanı yalnızlaştıran kelimeler. Kendine yakınlaşmak yalnızlaşmak. Kendi hayat dilini pekiştirmek sürekli içinle konuşmak. Yazmak tek başına yapılan bir eylem. Seni sende bulmasını istediğin kızlar oldu. Sana yakınlaşmalarındaki temkinlilikte anladın ki aradığın tutku yoktu ölçüyü kaçırmayan sözlerinde. Dokunmak istedin, bir öykü için fırsat bulmak. Çekip gitmek de istedin bu güzelim topraklardan, kendini başka kültürlerde aramak ama kararlı olup da bırakamadın yaşanmışın yükünü ve sorumluluğunu. Hep uzakta olduğunu hissettin. En değerli bildiğin dostun da dinlediği müziklerde senden uzaklaştı sana yakınlığında. En zoru da nedenlerini biliyor olmak ya da bildiğini sanmak. Kredi tekliflerini yapacaktım ama içimden gelmedi rakamlara boğulmak. Belki de zamanı dışarı çıkmanın. Birçok kişi yalnızlığın kendi tercihin dedi. Yazmış olduğun yazıda kendimi gördüm. Ben hep yazdığım yalnızlığımın dilinden de anlamıyorum, belki de kendimi bile duyamıyorum. Bir haritam var yaşayarak çizdiğim. Ayaklarım döneceğini biliyor gecelerin kaldığı eve. Yuvam diyemiyorum nedense. Ait olmak istedim özgürce. Uzaklığı gözlerde yaşamak zordur bilirim. Yakının bu kadar uzak olabilmesi acıdır. Akışa direnmemeli, sürüklenirim belki de elimden birinin tutuşuna. Yakalanıp çekilirim belki de kelimelerimden içten bir kucaklanışta. Hayat çok kısa olsa da hayal kırıklıklarından da uzun. Yarın bir martı teselli ederdi beni ama şube arabasıyla gelmiştim. Telefonumun sessizliğinde kendimi duyuyorum. Aşk iki yüreğin karşılıklı can atması, birbirine sarılıp da yalancı bir sonsuzlukta yatması.

Yaşamın Başka Sokakları Olmalı

Sınırlar sadece sınırları belirleyenlerin değil, yaşayanların da. İçine doğduğumuz sınırları aşmak istemişizdir. Tanıştırıldığımız sınırlardansa kaçma şansımız yoktur çünkü çizgileri başkalarınca çekilir bizi içinde tutarcasına. Gecelere ve gündüzlere kapanışımızda sessizlik hakkımızdır. İhlaller saygısızlıktan çekinir. Anlaşılmak isteyiş ya da anlayamamış olmak kaygılarından uzaklaşmak dinlenmek ister zaman içinde. Zihin neden doldurur kendi oyununu? Sen istediğinde seçilmez kelimeler. Ulaşmak istemek bir cüret midir? Bisiklete binelim mi demek istemek yersiz olmalı. Söz de dinlemeyi beceremiyorum sanırım. Ne kadar da zormuş hayat oyunu. Kendimi farklı düşünceler içinde bulmuştum. Ev telefonundan arasam açıp açmama hakkını ondan almış olurum, aradığımı görebilsin cep telefonundan arayayım saygısızlık etmemiş olayım diye düşünmüştüm. Açmayışında tercihinin kararlılık olduğunu anlamıştım. İyi ki ev telefonundan aramadım demek de bana tuhaf gelmişti. Ben bunları düşünür hale dönüşmekten hoşnut değildim. Yine kurgulanıyordum kendimce. Bu kadar çok yanlış anlaşıldığımı düşünüyorsam doğru olmayan içimde olmalıydı. Ben kendimin iyi arkadaşı olmayı beceremiyordum belki de. Biraz uyumaya ihtiyacım olduğuna karar verdim. Yeterince karıştırmıştım içimi. Ayşegül’ün fotoğraflarına bakmıştım. Cumartesi ziyaret ettiğim müşterilerin kredi teklif raporlarını hazırlamalıydım. Acaba Dövüş Kulübü filmini izlesem mi diye geçirmiştim içimden. En iyisi gözlerimi kapayışımda uzaklaşmak diye karar verdim. Artık kimseyi aramayacaktım. İstediğinde aramak da bencillikti belki de. Hep bu duygu haline itilişimin sorumlusu kendimdim. Bedeli de benimdi. Bu paylaşmak değil. Yaşamın başka sokakları olmalı.

Hep Yaşamayı Seçeceğiz

Hani kendini ihmal etmeyecektin. Yakalanıyoruz fotoğraflara. Bizden yarınlara kalan geçmiş suskun. Masa lambamın ışığı ellerimde, kalemimi tutuşum gezinirken boş bir sayfanın yalnızlığını dolduruşlarımda. Hikayem seni bırakamadı. Hani unutacaktım. Bir sokağın seyri düşüncelerim, hayatın içine dalışları gecelerim. Adımlarım sesim. Ellerim ceplerimde park etmiş arabaları geçişim, bina selinde yol alışım kendimden bile sakladığım serüvenim. Hani dönmeyecektim gülümsemene. Karar vermiştim şarkılarımı dinleyecektim. Gözlerimi kapayacaktım beni saran rüzgarda. Uzağı yakın olamayacağının bilincinde sevecektim. Kıyının şehrimden kaçan çizgisine bakışlarımla dokunacaktım. Aramayacaktım elimi tutuşunu. Sana paylaşıp da yaşatmak istediğim güzelliklerde hani seni özlemeyecektim. Bu ilk vapur değil yalnızlığımdan geçen. Ne de sonuncusu içimden açılan. Başımı kaldırışım, hafifçe bir iç çekişim benim. Hep kalabalık değil miydi gözlerin? Yaşamın içinde akan kelimelerden de sana hiçbirini beğenememiştim. Bir ilişkide bakışlardan seçilemiyorsan sus. Yorma cümleleri. Söylenmesi gerekmiyor, işitilmeyen en iyi duyulduğunda anlamak için sessizlik de yetiyor. Haklı mıyız zaman kayıplar veriyor. Hep yaşamayı seçeceğiz. Yaşamın seni bırakmayacağını en iyi kıymetlisi olduğun yalnızlığın anlatır sana. Kaç yaşında olursan ol yanında. Senin dilinde martılar. Senin dilinde gelip geçenler. O kadar zengin ki sessizliğin. Hayat biriktiriyorum kalbimde. Ayaklarım tutkulu bir şekilde kumsalı hissettiğinde bırakacağım kendimi esintiye. Nefesinle ısınacağım dalgaların sesinde. Sen beni öyküne seçtiğinde hayat yapbozunun kelimelerini seninle seçeceğim resmimize. Buluşabilirsek geleceğin görünmeyen parçalarında, sokulabilirsek birbirimize bir barın loş kuytusunda, karşılıklı suskunluğumuzdan sıkılmayacak kadar bakışlara sığdırabilirsek anlamak istediklerimizi, soruları almazsak düşüncelerimize, evimiz diyebilirsek dönüşlerimize, bir omuz armağan edebilirsek yorgunluklarımıza ve gülümseyebilirsek uyanışlarımıza bizi davet eden gecelerimize, ışığı kapatışımızda karışabilirsek sıcaklığımıza, şükredebilirsek anların sevgi bereketine eşim olduğunu hissedebilirim içimde. Bir şarkı, sıcak bir ateşin alev saçan dansı, içime dayanan etrafım, suskunluğum ve bir kadeh kırmızı şarabım kaybolmuş gerçeğim. Gerçek ile tanışmış mıydık? Adımı hatırlatmasalar kendimi de unutabilirdim. Ne yazık ki seni hatırlatan içim.

Gözlerimi Kapar Seni Anlarım

Bir masanın etrafı sensiz bir geceyse, bir düşünce aklımdan geçince sana yer veriyorsa içimde, neden diye sormaktan yıldırmışsam kendimi, adınla çağırıyorsam yokluğunu, özlemek bir tek benimse, sen adımlarından hızlıysan uzaklaşışında, kararlılıksa ardına dönüp bakmayışın, seçiminse geçmişimizi gelecekten ayırışın, sadece gözlerimi kapar, seni anlarım. Benim olsun zayıf yanlarım. Benim kalsın terk ettiğin anlarım.Sensin şarkılarım.

Sadece Gözlerimi Kapayışıma Uğruyorsun

Beni susturuyor gözlerin. Şarkılarla paylaşıyorum seni. Hiç belli olmuyor ne zaman sessizliğimden çıkacağın. Yakalanıveriyorum gözlerimi kapayışıma. Güzel olan her şey yokluğunu hatırlattığında unutamıyorum kendimi. İki sessizliğin karşılaşmasında öyküler getirebilecek miyiz birbirimize? Canımı yakan anımsamaları besleyecek mi karşıma çıkışın, yoksa sönmüş mü olacak ateşim? Kalbimin bir yangına ihtiyacı var. Beni yok edecek, geçmişi küllendirecek bir tutkuya muhtaç gecelerim.

Cumartesi, Kasım 24, 2007

Günün İçinden 3.

Direksiyona geçip de yalnızlığımı İnciraltı girişindeki Engelliler Merkezi’ne çevirmiştim. Hiç acele etmiyordum gecenin bana yol açışında. İçime sızıyordu caddeler, akıp giden kaldırımlardan dönen köşeler. Arkamdaki aracın tacizleri de kaçırmıyordu keyfimi. Yeterince telaşlıydı nasıl olsa haftanın diğer günleri. Ağır ağır karşılıyordum şehri ve uzanıp giden sırrını. Kapımı açışımda keskin bir soğuk eşlik etti karanlığın parçası oluşuma. Demir kapının aralığından geçişimde köpek havlamalarında bekleyen iki güvenlik görevlisine iyi akşamlar diye seslendim. Beklenmedik bir sohbetin içindeydim. Ömer Faruk diye tanıştırdı denizin şehrin ışıklarında sessizleşen gecelerini. Diğer güvenlik görevlisi cep telefonuyla konuşmaktaydı. Birçok kişi barlarda eğleniyor olmalıydılar. Cumartesi gününü farklı yaşayanlardan birinin sözlerine uğramıştım farklı bir niyetle. Boş bir kafenin yarını bekleyen masalarına oturduk. Dokunulmaya ihtiyacı olan bir köpek başını yasladı kucağıma. Onu severken anlamıştı aynı dertten müzdarip olduğumuzu. Dindirdik birbirimizin sevgi açlığını. Gözler görmek için miydi, görülmek için mi? Hava soğuktu ama gözler sıcaktı. Küçük beyaz bir köpek yavrusu hayatın güzel günlerine yeni doğmuştu. Önce çekinerek yaklaştı elimin uzanışına. Kokladı yalnızlık kokan avcumu. Kuyruğu gelişime sevinmiş gibiydi. Issızlığın arkadaşlarına iyi geceler dedim. Arabamın farları caddeyi yakaladı. Düşüncelerimden kıvrıldım sisin sokaklara dağılışına. Sinyal verdim beni hatırlayan sokaklara dönüşümde. İçimden geçen kızlar, içinden geçtiğim anımsamalar, bir yokuşu tırmanan binalar, dikiz aynama vuran kendimi andırışlar karışıyoruz an dönemecine. Seni görür gibi oluyorum yalnızlığımda, eve varışımda. Bir şişe şarap açmak ya da açmamak, keşke tüm mesele bu olsa. Şarkıların karşıladığı bir adamdan ne bekliyorsun, yalnızlığını mı? Duyulmayışların da bir ömrü var. Arabamı evin garajına park edişim mabedimdi bir zamanlar. Kutsal saydığım tüm yalanlar inancımdı bir zamanlar. Yitirdiğim tek zaman olsa. Keşke sadece yarın kalsa.

Günün İçinden 2...

Ormana karşı park ettim sessizliği. Çizgi tepelerde geziniyordu. Gece güzel bir kadının hatları gibi yaslanmıştı sırtın kovalamacasına. Karanlık patikaları izliyor olmalıydı ormanın derinliklerinde. Tüm gün bankacılık oynamıştım müşterilerle. Öldürdükçe yaşatan anlardaydım, yalnızdım. Trafik ışıklarında biriken kırmızının zincirinde bir halka olmayı seviyordum. Düşüncelerle akmak, uzaklarda yakınmışçasına durmak, suskunluğa seni serpiştirmek, duyulmayışlara gizlenmek ve sana beni seviyormuşsuncasına sızmak küçük hayal kırıklıklarınca, aldırmaksızın anlaşılmamak. Gözlerimi kapayışımdaki güzel kadın yetmez sana anlatamadıklarım. Bugün öğlen iş arkadaşımın babasının cenaze törenindeydim. Herkes gülümsüyor, günlük olaylardan bahsediyordu. Bir üzüntülü yüz portresi diğerine nerelerdesin bir akşam buluşalım da beraber içelim diyordu. Belki de sadece yaşamayı ciddiye almalıydı. Ben de annemi kaybedişimde kalabalığın iyi niyetli teselli uğultusuna yakalanmıştım. Susmak kolay olmuyor bazen. Zaten duymak istemeyişler de törenlerde seni senden alıyor. Kaybetmek kendine eksik dönmek. Kaybetmek kendini karşılamak yeniden. Yalnızlık eşim diyememek. Saat dokuzu altı dakika geçti kendimi kandırmak isteyişlerimde. Arabamı çalıştırdım varmak üzere bir kadeh kırmızı şaraba.

Günün İçinden 1...

Odun ateşini yüzümde hissettim. Ne tesadüftü uğramayı sevdiğim mekan adları Martı’ydı. Kendim için gelmek nasipmiş. Kedilerle baş başalığımızda, uzaktan sevilmek isteyişlere saygı göstermeyi öğrendim okşamak isteyişlerimden kaçışlarında. Biraz bakışlarımızla konuştuk. Anlamak istediklerimiz de değildi suskunluk. Belli ki onlar da canı yanmışlıklarından dolayı ürkekti. Tedbirli ve tedirgin bir yalnızlık hikayesinde kıyı durgun suda karşılıyordu denize yansıyan gölgemi. Sessizliğim bir başka yansıma arıyordu. Kızağa çekilmiş balıkçı teknesi gibi ben de bir sevgiliyi özlüyordum ışığın hafifçe dokunduğu uzaklarda. Düşünceler ayışığı altında. Hiç duyulamazsın. Biraz da ormana sokulayım. Araba özgürlük. Kaçabilmek köşelerine, saklanmak içine aşk.

Ya Senin Ellerin?

Soğuyan boşalmış bir çay bardağının tütüşünü izlerken vapuru bekliyordum. Artık soğumuştu hissettiklerinde kaybolduğum kızlar gibi. Sekiz kırk vapurundaydım onlarca martı denizin üzerinde güneşlenirken. Uçmak gibi keyifli bir iş aceleye gelmezdi. Soğuk saplamalı yaşadığın hissini, değer veririm üşümeye. Martılar hareket edişimizle birlikte yağmaya başladı üzerimize. Mavi bir bardak çay daha al gel dercesine uzandı bakışlarıma. Döndüm dinginliğe ve kendimi duyduğum sessizliğe. Rüzgar göğsüme yükleniyor, yüzüm martının uçuşuna teslim iskeleye dönük. Ellerim üşüyor. Ya senin ellerin? Artık boş değil mi avcun? Bir martı gibi telaşsız yaşamalı, bir balıkçı gibi beklemeli suskunluğu.
23-11-2007

Cuma, Kasım 23, 2007

Bildiklerinde Misin?

Bir kızı seversin, seni terk eder. Soğuk kış gecelerinden birinde onun sana almış olduğu yün kazakla uyuduğunu bilmez. Bir kız seni sever, bir başka düş bulursun. Hayat oyununun pencerelerine varan düşüncelerinin ulaştığı sokaklardan kim bilir kimler geçiyor. Yaşlanışımıza nefes arkadaşı arıyoruz hayat alışverişimizde. Daha neler anlatacağız gözlerimizi kapayışımıza. Daha neler karşılayacak bu gönül. Hikayeleri özgür bırakmak gerek.

Perşembe, Kasım 22, 2007

Hayat Yalnızlığa Da Yakışıyor Aslında

Her zaman dikkati çeken bir bayan kalabalığın arasına karışır. Trende herkesin kafasının tavana yansımakta olduğunu fark ettim, bir restoranda asılmış soğan sarımsak gibiydik. Yazın güzel omuzlu bayanları şimdi çizmeliydi. Hayat yalnızlığa da yakışıyor aslında.

Hep bir martıyla geldin düşüncelerime. Hep bir özlemle uğurlandın gidişine. Hep güneş vardı saçlarında, hep bir gülümseme içimde. Dinlemesini biliyor iskele, dalgalar anlatmak istiyor maviyi. Susmuyor yaşam sevince, sessizlik de konuşuyor. Senin martıların yok. Benimse duymak istediklerim çok. Gözlerimi kısmak zorunda kalıyorum bakarken uzaklaşan kıyıya, vapur güneşin sıcaklığından keyif alıyor benim gibi. Uçma sevdalılarım kanat dolu tatlı esinti. Yetiyor gönlüme bu kısa gezinti. Ömür gibisin anlaşılmadan geçiyorsun. Hikayelerin bölüşüldüğü bir zamanda karşılaştık, gözlerimizi kapayışlarda ayrıldık. Bizim sandık yalnızlığı, yanıldık. Vardım yine karşıya sekiz yirmi beş vapuruyla. Tekrara yığılıyoruz.

Yakın hissettiğin bir hikayenin içinde kendine yer bulursan, adımların akşamlarına dönmek isterse, daha az aldırırsan hayatın zorluklarına, bir sevgilin vardır. Yürümek sokakları çekiyor kendine. Yine güzel bir kadın gözlerime yakalanıp kurtuluyor. Sadece gülümsüyorum olup bitene ve hayat gibi geçene. Bir adım daha yaklaşabildim şubeye.

Rolüne Alışamamış Bir Oyuncu

(Sabah altıda yatağımda uyanır uyanmaz)

Bir sokak hayal ettim, sessizliğinin seni aradığı. Adımlarını hissettim, seni uzaklığında takip ettim. Anlamaya çalışmayacak kadar uzun zaman geçmişti. Ömür ömürlere yol veren bir sokak gibi, sonuna yetişen akışını kaybetmeden. Biraz dinlendim sensiz yazdığım hikayende. Rolüne alışamamış bir oyuncu, sahneler çoğaltan zihninde repliklerinde. Bilirim gözlerin sessizliği iyi oynar. Yatağımda kalkmam gerekliliğiyleyim. Öğrendim anımsamaların boşuna olduğunu, kalbine başkalarının dolduğunu. Yorgun düşüyorum. Ne uğruna kavgam, artık inanmakta güçlük çekiyorum. İnsan evinin, yurdunun yabancısı olur mu? Bir tren tünelde çözülür düşünceden, bazen Ankara’ya savrulur yansımaları hızlı penceremden. Hala senin kıymetli miskinliğinleyim. Sanırım yaşama haksızlık ediyorum.

Değerli Olduğunu Bir Sen Bilsen De

Bir bakışından sakladığım ne varsa, gözlerinden kendime döndüğüm geceler. Sessizliğimin gizlediği kelimeler seni ören masum düşünceler. Bir dilek tutarcasına başımı hafifçe göğe kaldırışım seni gören yıldızlar. Ne yapsın yalnızlar? Bir kadeh kırmızı şarap beni gülümsetir. Bana anılar getirir. Hüzünlenirim sana değer verdiğim her anda. Hayat elbet bana kendim olmayı öğretir. Hepimiz yarınlarda kaybolmak istiyoruz. Kim ne derse desin can atıyoruz sevmeye, bir kez daha üzülmeye. İhtiyacımız var bizi saran kollardan özlemle çözülmeye. Bir sevgilin varsa her sonbahar değer yaprak gibi süzülmeye. Seni koklar rüzgarlar. Seni yoklar uyanışlar. Ömür olur seven kalp atışlar. Zamana zaman katışlar, olur sonu gelmiş yalnız yatışlar. Sen yanımda olmayınca bir yudum tadında düğümlenir. Ceketini çıkaran adam gömleğinin düğmelerini açışında aynada. Duraksayışı yansımasıyla karşı karşıya kalmış içiyle konuşmakta, suskunluğunun altında. Duyulamayacak oluşuyla yatağının arasında boşluk var. Düşleri ile gerçeği arasında bir gecesi var. Bir şarkının iyi geceler deyişinde misin yine, boşveremezsin güzel olanı. Kim anlamış ki çiçeği solanı. Canını yakan gülümsemeler bir başka değerlidir. Ne anlayabilir ne de anlatabilirsin. Sadece kendini gözlerini kapayışına bırakabilirsin.

O Kadar İyi Ağırlanmıştım Ki

(Metroda ve sekiz yirmi beş Konak Karşıyaka vapurunda cep telefonuma aldığım kısa notlardan)

Yalnızlığın kıvrılışı değişmiyor, köşe başını tutmuş taksilerin bekleyişi beni Üçyol Metro girişinde karşılıyor. Trenin gelmek üzere oluşundayız yine, farklı ama her zamanki gibi mutsuz yüzlerle. Konak’ta görünmeyen bir telaş koridorundan aktık iskeleye, karşıdan gelen hikayelerin direncinde. Kış güneşini seven vapur serinliğe açıldı, şarkısını mırıldanmaya başladı. Bazı tekrarlar huzur vericiydi. Bana bir bardak çay getirmişti yüzüne aşina olduğum, henüz adını bilmediğim abi. Şekerler de yalnız değildi. Onları ayırmadım birbirlerine karıştırdım düşüncelerde. Beyaz boyalı demirlerin güverteyi dolaşışını kovalayan gözlerimin karşılaştığı gölge oyunlarının içine dalıyor mutlu oluyordum. Devasa gemilerin sadece yük taşımadığını geçirdim aklımdan, kaptanın kalbi birçok ülke gezmiş olmalıydı. Bir leylek sürüsü rüzgarı izliyordu gökle nefes alışverişimde. Dinginliğin misafiriydim, o kadar iyi ağırlanmıştım ki daha fazla kalmak istedim.

(Vapurdan inişte düşüncelerin beni her durduruşunda, bankaya gidişimde yol üstünde kenara çekilip de cebime aldığım notlardan)

Ölenlerin hikayelerinden kurtarabildiklerimiz yazılanlar, eksik ve hayallere açık. Güzel bir kadının bacaklarına sarılmış desenli, ince, siyah çoraplar ve uzun çizmeler gibi gelip geçici kaldırımların ömre tanıklığı. Gözlerini kaçırışından seni almak istedim, adını bilmeden. Yaşıyorum içimdeki duygulara anlam veremeden. Her adım birer kelime, düşündükçe, yaşadıkça ve yüzleri karşıladıkça. Bir oyun seçti parmaklarım. Başımı öne eğişlerim nice bakış kaçırdı. Neden dokunulmadım? Haksızlık etmemeliyim güneşe ve Çarşambaya, beni geçen bakışlara.

Ayrılık Kendini Gerektirir

Anlıyorum ki ben hiç sözlerim olamadım. Hiçbir zaman ana yakalanırcasına ifade edemedim. Bir cevap ararken sorulara, sessiz kalamadım. Adımla çağrıldım her insan gibi, kendimi adımda bulamadım. Gittim bana seslenene ama olduğum gibi varamadım. Bazen canını yakarcasına seçilmiş gibi gelir ya kelimeler, bazen hiç istemeden de kırılır ya cümleler. Bir anlam parçası batar yüreğine, bütünün habercisi değildir, anlatabildiklerini taşıyışında çaresiz debelenir, anlaşılmayışına belenir. Gözlerin kapanışına çekilmiş öykülerde yakınsak, ne kıymeti var günlerin birbirimizden yaşamayı sakınsak. Nasıl bir tavır takınsak? Bir dostun en değerli armağanı yalnızlık mıdır? Birer sevgili olamayış hikayelerinden gecelere, kalbimizden düşüncelere ayrıldık. Ayrılık kendini gerektirir. Özlemekse geçmiş biriktirir.

Salı, Kasım 20, 2007

Göğe Elveda Dercesine Bak

Bazı insanlara çektiği sifonun sesi iyi geceler der. Bazı insanlar yorgunluğuna arkadaş bulamaz yatağında.

On yıllık yaşam tarzı dönüşüm kararlılıkları, kırk beşimle nasıl konuşmak istiyorum?

Yaşamı kaçırmamaya çalışıyor, bakışlarıma güzel olan her anı davet ediyorum. Her zaman bir konuğu var içimin. Yalnızlığım olursa seçimin, ben sana esen rüzgar gibiyim. Saçlarını okşayıp geçen zamandan kalan ne varsa gözlerini kapayışına, ömür. Gelip de geçen sevgililer gibi hüzün. Geleceğe dönük yüzün.

Metro, yüzünde tebessüm olmayan, yorgun görünüşlü insanları taşıyordu halbuki sabahın erken saatleriydi. Tren insanların keyfini Bornova’ya kaçırırken, ben Konak’ta indim. Gülümsemeyen insanlar hemen yer kaparcasına mutsuzlukta, doluştular. Hızlı adımlarla vapura yöneldim. Kalabalık içinden bir kadın gözlerime dokundu, gelip geçişine tutunamadım. Ruhu uyanmıştı ama adını kendine saklarcasına uzaklaşmıştı bilinmeyene. Belki düşüncelerinde kaybolana sızmıştım. Artık içimde martılar uçuyor. Vapur hep deniz bulaştırıyor insanlara. Yolcular daha çok hayatın farkındalar sanki ikram edilen çay anlatmayı borç bilmiş hayatın değerini. Bugün Salı ile oynuyoruz. Ellerim kadınsız. Avucumda çay bardağım, zihnimde cevabı eskimiş sorularım yanaşmaktayız iskeleye. Suyun şarkısının kaptanıyla da karşılaşmadık hiç. O da gizinde öykünün. Ben teslim olmak üzereyim, akşam dönerim gözlerime. Göğe elveda dercesine bak. Sensin yaşamak. Üzgün bakışlı güzel kadın yok mu adın? Kırmızı Peugeot ne de çekici göz kırpışların.

Cuma, Kasım 16, 2007

Haftanın İçinden Notlar

Karanlığın altındayız.

Güzel kafe ve restoranlar insana hayal kurdurur. Hikayelere her zaman ayrılmış masalar vardır. Sevgililer ayrılsalar da, anılar birliktedir. Işık hep en güzel kadınları seçer, aydınlatır. Cafe Recis’de arkadaşımı beklerken kapının açılış kapanışlarından aramıza katılan sesler içinde sessizliktim. Yansımalar ve içim yan masamda erkek arkadaşının kahve falına bakan bir kız.

Hava nasıl olursa olsun vapurda içeri oturmuyorum. Ayaktayım çünkü tüm oturma yerleri ıslak. Şikayet ediyorum sanmayın bu güzel hayatı. Anlıyorum ki ben öncelikle kendimi hiç dinlememişim. Yağmur bunu bana hatırlattı. Beni yarına çağırdı, yağmur tanelerince çoğaldı anlarım. Denizsiz olur mu hayat, ya arkadaşsız? Uyanmak kadar değerli her kadın. Martıların içime sığmadığı, bana kelimeler topladıkları bir sabahta rüzgar süpürüyor ruhumu. Geçişlerin selamıyız. Sevinç ayırırız hüzünlensek de. İçime doldurduklarınla sarhoş kıyılarım.

Karanlığın içinden hikayeler seçmek için yaşamak gerekli geceleri. Unutmak isteyenin olmadı hiç unutulmak istenen. Yaşam yaşanmışı hatırlatmadı hiç. Hep yeniledi yarını.

Bir zamanlar birbirimizin hikayelerini merak ederdik. Bir zamanlar birbirimize yaşamayı sevdiren birer gülümsemeydik. Bir zamanlar küçük oyunlar yaratmıştık birlikte, ikimiz de içinde yer aldığımızdan farklı sandığımız. Bir zamanlar ben de inanırdım inanmak istediğim sözlere. Neden hala kendime dönemedim? Neden içimdeki ses alıp başını gidemiyor? Vapurun pencerelerinden bakan adamlardan biriyim. Martılara sessizlik atan bir adam, sevdikçe yaşlanan. Bir adam düşüncelerinde kaybolan ve gözlerinde bir zamanlar yaşadıklarını bulan. Karşıyaka’ya vefalı mıyım? Saati var alışkanlık ve sorumlulukların.

Çözüm martıları, düşüncelerim çok sesli. Bakmayın sessizliğime hakim göründüğüme. İçine çekildiğim tartışmaların mağlubu değilim, umurumda da değil zaferlerle çıkmak. Kavganın esiri olmadım ama huzurumu kaçırıyor maruz kalmakta olduğum haksızlıklara isyanım. Çıkarlar hep ödünler istiyor benim veremediğim ve asla vermeyeceğim. Bu burnumun dikine gitmek mi, uzlaşmamazlık mı? Neden hatalar bölüşülmüyor? Haklı olduğunu düşünenin neden haksız olabilirliğinde payı yok? Duyduklarımız bizi ayırıyor. Göğe baktım, beni uzaklaştıran maviye. Yaşananların güveni sarstığı bir düzende umut aradım. Ben de insandım ama suskun kalamıyordum kendi doğrularının tutsağı yaygaraya. Çatışmalarda huzur ölüyor.

Perşembe, Kasım 15, 2007

Yudum Dansı

Yudum dansı şarap. Anlamsızca gülen, anlamsızca seven bir düşleyiş, yıldızları sendeleten aşk. Tutunmak isteyiş her deyiş. Duyulmayış bir yalnız bekleyiş. Giysilerin ağır mı geldi omuzlarını düşürmüşsün? İster misin, bir kadın çıplaklığını hafifletse. Bir kadın nefesine sarılsa. Elini uzatsa saçlarına. Seni gecene yaslasa. Sana öykünce karışsa. Rüzgarını beğenmiş bir at gibi yarsan göğünü. Seni çağırıyor yaşam öğünü. Tadına var uzakların.

Ekin Geceler

Ben düştüm şarabın tadına.
Ben düştüm adına.
Kendimi verdim beni sevmeyen bir kadına.
Ekin oldum yalnızlık hasadına.
Hasıl olamadım gözlerinin maksadına.

Sensizlik Herkese Yeter De

Ne zaman ki bir martıyı kovaladı gözlerin, ne zaman ki denizi izledi vapurların, ne zaman ki nefesin derin derin soludu kıyılarını sen yaşamın hep sevgilisiydin. Sen adına yakalandın o içten gülümsemende. Sen çoktan affettin yalnızlığını. Sen merdivenlerini göğe taşıdın. Sen senden geçenin kıymetini bildin. Sen bir kadının güzel omuzlarının hakkını verdin yaz gibi. Sen düşlerine döndün seni yalnız bırakan gecelerden. Bir kelimeyi diğerine tercih eden midir yazar? Gözlerimin içine sızarsın azar azar. Değmesin bana seni hatırlatan güzelliğine nazar. Sen ver çıplaklığımı. Sen der bana yaşatmak istediklerini. Sen gönder bana sokaklarımı. Senden varsa kalbime bir haber, özleme seni yakan bir ateş düşer. Belki de sensizlik herkese yeter de, bana hep seni anlatan olur keder. Bilmez misin iki yalnızlık bir hayat eder.

Sende Yaşadığımı Duydum

Bir sokağın köşesinden dönüyordum, sana uğradım düşüncelerimde. Ellerim ceplerimde, seslerden ayırdım sessizliğimi. Adımlarıma yetişmeye çalışıyordum sanki. Pencereler duruyordu geçişimde. Anların kapısından içeri girdiği öyküler aydınlıktı. Bir mutfak kim bilir neler anlatıyordu? Bir yatak odası unutulamayacak kadar güzel bir geceye hazırlanıyordu belki de. Her sır evindeydi. Ben hala yoldaydım. Annesi sevişen çocuklar belki de çoktan uyumuş olacaklardı. Hayatın el salladığı sokakların yalnızı, yabancısıydı uğrayışından kaybolanların. Sen mi sormuştun bana göğü yağdıran aşkı? Sen mi çığlık edinmiştin kollarıma dolan yakarışı? Sen mi açılmıştın dans edercesine avuçlarımda? Sen mi getirmiştin yıldızlarımı geceme, seni senden dilemem için? Asla sormadım niçin? Gözlerimi kapadım gelişini yeterli gördüğümde. Sustum sıcak nefesinde. Sende yaşadığımı duydum.

Düşleyen Unutmaz Düşlerini

Kadehini kıramadın mı? Ne suçu vardı kalbinin? Sınırlarına varamadın mı? Ne sırrı vardı yolunun? Hiç kimseye soramadın mı? Aşka mı gelmişti kelimelerin? Aradığın yerde kendini bulamadın mı? Yine geç mi kalmıştı cevapların? Güzel bir kadının yavaşlattığı bakışların, adımlarından uzaklaşan bir gece, haydi diyen bir fısıltı, içine düşen bir gözlerini kapayış, şehir üşümenin kıymetinde, bir kez olsun ne olur beni dinle ve yaşamak sana dönünce her zaman içten gülümse. Bir dans seni görmeyince sen sensin aslında akışında. Hissediyor musun uzaklar kendine yakınlaşışında. Hissediyor musun elinden tutan rüzgarı? Hatırlıyor musun yaprakları öykülerden süzülen sevgili sonbaharı? Hatırlıyor musun dudaklarımın ıslaklığına sakladığım yalnızlığı? Madem ki hatırlamıyorsun anımsamlarıma gel. Tenini karıştır tenime. Karanlığımı del. Nefesini sar nefesime. Düşleyen unutmaz düşlerini. Seven saklar hayatın içinden geçen kadınların o güzel gülüşlerini.

İnan Sadece Yaşamak Umurumda

Bugün şehrin bir köşesine çekilmiş, gelip geçenleri izleyen mekanların küçük sırlarındaydım. Beni davet eden hikayelerin, benim olan kısmlarından baktım geride kalanlara. Bakışların eksildiği masalarda hesaplar ödenirken, güzel bir öğle yemeğinin tadından gülümsemelerle uğurlanış bir başka gizemliydi. Şimdi bir kadeh kırmızı şaraba, içimin oda arkadaşına anlatıyorum telaşına aşık bir günü daha. Bir arabanın kıvrak kaçışlarında hızlanıveren yolun heyecanı hiç bitmezken, içim şehirle sürekli yarışırken, düşüncelerim yer değiştiriyordu. Güzel kadınların hikayelerine dönüşlerinden kendime bir gece daha ayırırken bir tebessüm verdim aynama. Bir şarkı daha sakladım hayat için çarpan kalbime. Seni çaldım içince. Seni duydum sözlerimde. Bir sorun vardı adını bilmiyordum. Adını hatırladıklarım yalnızlığım. Kaldırımlar sokağa sızarken, adımlar bir mesafenin açılışında birikirken, gözler gözlerden saçılırken adını arıyordum kalabalıkta. Bir rastlantının düşürdüğü resimden geçiyordum. Yanı başımdaydı öykün. Beni unutmuştun seni unutacak oluşumda. Hepimiz oyuna gelmiştik aslında. Sen de sevişmek kadar güzeldin. Tercihini izle, seni anlarım. Bu gece bende kalıyor zayıf yanlarım. Sessizliğin sessizleştirdiği akış, binaları kucaklayan bir bakış, hiç ders almamış bir yalvarış bir andan diğerine varış. Beni kat kendine. At uzağımı derdine. Yakını kaybet omzumda. İnan sadece yaşamak umurumda.

Pazartesi, Kasım 12, 2007

Kalbim Seni Yaşamaya Yakıştıran

Gün gelir rastlantılar da unutur eski sevgilileri. Gecelerin birbirinden ayırt edilemediği yıllardan birinde, kaybolmuşların kıymeti bilinmemiş o hazin hikayesinde gündüzler birikiverir sonu kandıran sonsuzluğa. Bir pencere seninle konuştuğunda hatırlıyorsan gözlerini kapayışına kaçışını, gelip geçenleri zaman sanıyorsan, hala aynada içindeysen seni saran yansımaların, bakışların seni ele vermiyorsa, düşüncelerin bir kadının omuzlarına yakalanıyorsa her başını kaldırışta, tekrarlarda seni karşılayan her başlangıç sensiz sonlanıyorsa, sessizliğin mum ışıklarına teslimse, hayranlığın içine hiç mi hiç sığmamışsa, dönüyorsan düşüncelerine ve aldırıyorsan hala seçimlerini yalnız bırakan hayata, ısrarla bir kez daha sarılıyorsan umuda ve bir kez daha yanılmak istiyorsan, işte bir sevgiliye gülümseyebilirsin o an. Kalbim seni yaşamaya yakıştıran. Bir kadeh kırmızı şarap seni kelimelerime yakınlaştıran.

Pazar, Kasım 11, 2007

Cafeco

Hikayenin kapısı açıldıkça içeri yeni yüzler giriyordu. Masaları dolaşmakta olan sadece garsonlar değildi. Bakışların yer değiştirdiği kafede herkes düşüncelerinde kendisine kelimeler ayırıyordu. Sıcak şarabın kokusu da tadını aratmıyordu. Karşı masadaki kızın siyah elbisesinin sırtındaki fermuar insanda açma hissi uyandırıyordu. Oyun kaderine bırakılamazdı. Cafeco hiç yalnız kalacak gibi değildi. Yine uğrayacağımız hissiyle uğurlandık. Sokağa söz verdik.

10-11-2007

Yaşama İyi Bak

Yağmurun sesinde koşan bir genç yanı başımdan geçti, ben arabada çam ormanıyla baş başa sıcaklığın keyfini yaşarken. Camları açtım, rüzgarın sesini içeri aldım. Kuş sesleri uğultuya karışıyordu. Ne de güzel bir armağandı yeşilin yıkanmışlığı. Otlar bir rock müzik konserindeymişçesine kafalarını sallıyorlardı. Hayat kokuyordu yamaçlar. Yüzlerce yağmur tanesi vardı sol camımda. İnsan böyle havalarda bir sevgilisi olsun ister. Ön cama çarpan damlalar ağzını açıp neşeyle aşağı iniyorlardı. Sanki hayatın ne kadar güzel olduğunu konuşuyorlardı. Ne de kalabalıktılar. Yarın doğum günümdü. Yol kenarına anlatıyordum virajı keskin kızları. Sanki bulutlar tütüyordu. Göç edişlerine imrendim. O kadar ağır ve kasvetliydiler ki, geçişlerinde bir film izliyordum Hadzidakis müziklerinde. Gök tuvaline resimler çiziyorduk saklayamayacağımız. Sol dikiz aynamda aynı gencin tekrar yokuşu koşarak tırmanışını yaşadım. Uzaklaşışını kaybettim gözlerimde. Herkes karışmıyor muydu hikayelere? Tuhaf olmalıydı bu ıssızlıkta, bu şiddetli yağmurda göz göze gelişimiz. Ne çok bakışa sığmıştı içimiz. Sen eksiktin gülümsemenle. Bir anda, kendimi kaybettim. Bir anda bir an daha yakaladım. Hayaller akıyordu yeşilin üzerinde. Sen uyumayı severdin. Ben doğaya açtım yüreğimi. Yanı başımın müdavimiydi inmekte olan geri dönüş. Bana el salladı, gülümsemelerimizi verdik birbirimize. Bir daha geçerse bu garip rastlantıdan, adını soracaktım. Belli ki o da hayatın kıymetini bilenlerdendi. Belli ki o da keşfin köşelerini seviyordu. Yalnızlığın bir ardı olduğunu hissediyordu. Toprağın saçları savruluyordu. Özlediklerimle sohbet ediyorduk düşüncelerimde. Ağaçlar vadiye bir kadının hayata yakıştığı kadar yakışıyorlardı. Bir otomobil şehre dönmekteydi. Ne ilginçti bir zihnin değerli ölüm serüveni. Hala kimse bakmıyormuş gibi dans ediyorlardı. Yaşam getirdim sana duygularımda. Kalmak istersen yerleş suskunluğuma. Biraz da denizin hatrını soralım mı? Arabayı çalıştırdım. Geceye emanet ettim canım ormanımı. Ardımla önümü değiştirdim. Geçmişi gelecek, geleceği geçmiş yapan an. Hep biraz daha saklanan, saklandıkça kaybolan, sevgiye yüz olan, sevinçlere üzüntü çalan bir yalan zaman. Bir de maviden dinleyelim bu güzel yağmur şarkısını. Sevgili dağ yaşama iyi bak. Anlat bana patikalarında yeşili dolaşarak. Yakın da artık uzak. Bana gelişlerimde bir öykü bırak. Yalnızlık geçiyor yaşlanarak. Yol denize koşuyordu. Annemi kaybettiğim Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi karşımdaydı. Solumda Prenses Otel kıvrıldım yolun vedasından. Küçük bir kuşun sekişinde durdum şehre baktım. Sonra da yolu takip ettim. Bir öykü seçecektim. Yalnızlığın kilometreleri aydınlandı. Hızla vardım sahilin başucuna. Fırtınalıydı puslu şehrin hikayesini döven deniz. Bir köpek sırılsıklam olmuş sığınmıştı brandaları kadeh olmuş kafenin sessizliğine. Başını okşayışımı bakışlarıyla sevdirdi. Hep derin olurdu hayatla ıslanmışların gözleri. Hikaye arkadaşımı alacaktım evinden. Rotaları vardı yolcuların. Daha az konuşacaktım. Duymak için fırsat tanıyacaktım kendime.

10-11-2007

Bir Söz Verdim Adıma

Yağmurun sesinde temizleniyor insanlar. Şehrin köşelerini küçük halkalar sardı. Kıpır kıpır tüm su birikintileri. Sokak şiddetini arttırdı. Çatılar keyifle şarkı söylüyorlar. Ben ıslanmayı özlemişim. Anladım ki hiç ama hiç dinmemişim. Hep yalnızlığımca kirlenmişim. Kelimelere aldanmış, yürekleri aldatmışım. Penceren yağmuru nasıl karşılıyor? Yoksa perdelerini çektin mi sırrının? Yatağın mı, seni saran bir ten mi sıcak? Elbette kalmıştır içinde bir şeyler sevişmelerle konuşacak. Bir gözlerini kapayış ne hatırlatır sana? Umursamayışlardan indi nice merdivenler. Heyecanlar sardı katları, yetiştiremedi bazı basamakları. Hayat içine aldı hepimizi. Duyduğum yağmurun sesi. Geçtiğim güzel bir kadının gözleri. Düş yağmakta içime. Gözlerim doldu susmanın kıymetinde. Saat dokuz buçuğu geçiverdi birden. Ben de dokuzu beş geçenin çocuklarındandım. Farklı bir hüzündü ayakta karşıladığım. Sevginin tohumlarını gözyaşları sular, büyütür. Yaşamak yaşanılanla bütündür. Eksikliğin devamında karşılanacağız her anla. Bir kadının uzaklaşışından öyküler toplarken, bir kadının yakınlaşışına gülümserken, kendimi soracağım yalnızlığıma. Bir söz verdim adıma.

10-11-2007

O Duymak İstediğinde

Bir gölgeyi diğerinden ayırt edemezsin. Gölgeleri takip ediyor gibisin. Duvarların var. Sonsuzluğu kovalayan bir oyun perdesinin peşindesin. Ardın yansıyor anına. Anımsamalarını geçemez gibisin. Gelecek seni anda durduruyor ve soruyor, nerdesin. Sen seni geçen misin? Dinle ayak seslerini. Seni utandıracak sırlar taşıyor musun? Kelimelerin bile sakladığı yakalanmışlıkların var mı? Dinle rüzgarın savrulan saçlardan getirdiği güzel bayanların öyküsünü. Biliyor musun yalnızlığın kiminle, hep seninle. Sen sadece dinle. O duymak isteyişine çekiyor sokakları. Gece omuzlarına iniyor, bakışları bir binanın yüksekliğini çıkarken. Başını kaldırışı ışık topluyor pencerelerden. Belli ki bir sesleniş arıyor her birinden. Eli tercihine uzanıp zili çalıyor. Hayat merdivenler örüyor bir başka kapıya. Gölgen düştü peşime. Beni ayırt edemezsin.

10-11-2007

Cumartesi, Kasım 10, 2007

Haklıydık Ne Yazık Ki

Anı dolduran yalnızlık hissi olmamalı. Hoş bir bayandı, adımlarını yanı başımda durduranın bir tercih olup olmadığını bilemeyecektim. Sessizlik adına çekilmişlerin. Bir köpeğin havlamasının beni iskeleye taşıyışı an. Bugün mavinin içinde bulutlar karamsar değil. Hava kapalı da olsa aydınlık. Birkaç defa sekiz yirmi beş vapuruna binmiştim. Çayları dağıtan Abdullah Abi’nin görünmüyorsun deyişinde değer verilmiş olmanın armağanı vardı. Birbirimizden beklentimiz var mıydı, rastlaşmaların alıştırdığı birer gülümseyiş miydik sadece? Bir çay daha almak için içeri girdim. Atilla Abi nerdesin ya diye duygularını doldurdu güçlü sesine. Ben yazıyordum da içimdeydim konuşmalarımda. Hava soğuktu, çay içiliyordu hele gönüllerden de sunuluyorsa. Yaşamla ısıtıyordum içimi. Kalp kırıklıklarını onarıyordu deniz. Hep o şarkıyı mırıldanıyordu dalga, yaşamak güzeldi. Bir ömür kapışmıştık martılarla. Kıyımız vardı yaşanmışa, uzanıyorduk göğe kaçan yaşanacaklara. Varmak üzereydik yine. Perşembeler de dönüyordu.

Duymayı öğrenmeden seni kırdımsa, benim hatam, benim çabam. Ne varsa bir özre kalan, öğrenilen. Kendimle tanışmalarım kayıplar veriyor kazandıklarında.

O içimin yalnız sesi.

Martılar mı, ömür mü geçiyor? Dün liseden arkadaşlarımla, yine liseden bir arkadaşımın liman içindeki restoranındaydık. Işıklar ve deniz, masada mumun titrek aleviyle sohbeti koyulaştıran kırmızı şarap kadehleriyle yıllanmış içten gülümsemeler ve hayata çıkarılan yenisi kadar güzel eski günler. Eve dönüşüm geç olmuştu. Yüzüme sonbaharın daha da kıymetli güneşi vurmakta. Pencerenin ahşap pervazına koydum çay bardağımı. Sanki kısa boyuyla vapurun camından denize bakmaya çalışıyor merakla. Bugün Cuma. Anımsamalar yansımaz cama. Bir yüz sır vermez suskunluğa. Hem üşümekte olduğumun, hem de dalgaların sesinin farkındaydım. Artık doğum günlerinin anlamı kalmadı. Gökyüzünden vazgeçememiş nice bina tarih oldu aşklarıyla. Bin yıllar bin yıllara kavuştu birbirlerini kaybetmiş zihinlerde. Biz aynı zaman diliminde sarındk ana ama birbirimizi ısıtamadık tercih oyunumuzda. Haklıydık ne yazık ki.

Çarşamba, Kasım 07, 2007

Evet Beyefendi Geldik. Hikayenin Sonu.

Bugün şehirde sanki kötü bir haber var. İçimi daraltan sessizlik. Kasvetli bir gökyüzü, suyun karanlık yüzü ve ketum yük gemileri. Israrın bir ilişkiyi tükettiğini biliyorsun. Kendi halinde olmanın değerli bir yalnızlık olduğunu yaşamalı, gözlerine tercihlerinde katılanlara yaşatmalısın. Tutulamayacak sözler olmamalı dudaklarında. Gözlerini kapadığında seni seven bir kız bulmalısın yanında. Kal deyişin olmamalı, git de dememeli kalbin. Suskunluğun anlaşılmalı, suskunluğun dokunulmalı. Pazartesiye yanaşıyoruz. (Pazartesi sabahı 8.10 vapurunda. Akşamın getireceklerinden habersiz içime doğan cümleler.)

Vapurda evet beyefendi geldik diye seslendi görevli. Yaşamaya geç başlamıştım belki de. (Pazartesi akşam dönüş vapurunda)

Benim yalnızlığımın pençeleri yok. (Pazartesi gecesi. Neden senin yalnızlığının pençeleri var diye ifade etmemiştim, gerçekten de bencil miydim?)

Camda süzülen yağmur tanelerinin kimisi denizin keyfine varırcasına ağır ağır ilerliyordu, kimileri aceleciydi. Çayın sıcaklığı rüzgarın soğuğunu en iyi anlatandı. Bulutlar içine kapanmış, içini dökmek istercesine suskundu. Gece çok geç yatmıştım. Bu tutamadığım kaçıncı sözdü? Yorgun ve uykusuzdum, akşam da katılmaya söz verdiğim yemekli bir toplantı vardı. Karşıyaka denizin sessizliğinin ucuydu. Kıyıda kaygısız olabilmek ne güzel olurdu. Bir katre köşedeyiz yağmur taneliyoruz. (Salı sabahı 7.40 vapurunda)

Kalabalık çiçek açmış gibi, herkes şemsiyeli. Acaba hepsi de düşünceli mi? Simit kokusu simitçinin günaydını. Yağmurun yıkadığı sarı taksiler can veriyor sokak başına. Çok özletmiş yağmur kendini. Duymak istemişiz toprağın derdini. (Vapurdan inişte, bankaya giderken)

Ömrü geçmekte olan bir adamın bakışlarında bulamadıkları olamaz mı, anlatamayışlarından dolayı kelimelerine hesap soramadığı, suskunluğuna yakalandığı olamaz mı? Bugün hava açık deniz kıyısındaki şehrin bahtı gibi. Hep bekledik gelmeyenleri ama an yanı başımızdaydı, görmedik, göremedik. İki vapur Konak İskele’den birlikte açılıp, ufku geziyorlar. Binalar bulaşıcı. Şehir ve gözlerim dağın eteklerinde. Düşüncelerimin dağınıklığı derli toplu içimde. Israrlardan arınmak gerek. Dinleyerek dinlenmeyi özlemek, başaramayışında yorulmak, sorularınla cevapsız boğuşmak farkındasın ki çözmüyor yalnızlığını. Kendi sesimden ötürü başkalarını duyamayış mı yalnızlık? Kaptan da Karşıyaka’ya iç sesini yanaştırmakta? İneceğiz bizi sabırsızlıkla bekleyen telaşa. Aramızda kaybolacağız. (Çarşamba sabahı 8.10 vapurunda)

Salı, Kasım 06, 2007

Doğum Günüm 5 Kasım

Hikayeler anlattım. Hikayeler atlattım. Bir gece beni doğurdu. Bir dost kazandım içimde. Kendimle tanıştım birdenbire. Kelimeler beni yalnız bıraktığında anladım ki sessizlik kadar yakındım kalbimde. Söz verdim çaba sarf etmeye, değişmeye. O kadar kolay değildi kaybetmek. Zorluydu tek benim sandığım yarın. İki bisikleti vardı bulutların. Açık deniz senin gözlerin, üzmez beni yüreğinin şarkısı sözlerin. Bir martı uçmuşsa hüznü, bir kaldırım yetiştirmişse sevinci yaşam uyandırır bilinci. Nice günaydınlara, nice gözlerimizi kapayışlara. Beni ne olursa olsun ara.

Pazar, Kasım 04, 2007

Yağmurlu Bir Akşam Hikayesi

Sokak lambalarının hayat verdiği ağaç gölgeleri, yağmurla gelen toprak kokusu, yokuşu benimle inen karanlık, telaşla evlerine yetişmeye çalışan şemsiye mantarları, hikaye arayan adımlarımla ulaşmak üzere olduğum sahil, elektrik direkleri altındaki yalnız ve loş köşeler, birbirlerini izleyen otomobillerin kırmızı fren lambalarını uğurlayan Halil Rıfat Paşa. Işık vadisinde bir kedi kuytuda, elinde sigara bir adam apartman girişinde, geceyi aydınlatan bir nefes çekişi beni sahile ulaştırdı. Mithatpaşa’da elinde bir torbanın gölgesini taşıyan adamı izliyorum ıslak bir tuvale resmolan yansımalarda. Yapbozun karolarında akıyorum. Ne sevimli küçük naylon çuvaldaki kırmızı turplar. Manav mutluluk satıyor. İçinden bir apartmanın zilini çalmak, misafir olmak mı geçti? Nerede yalnızlığını giymiş kadınlar? Yağmurla başka bir dünya da çıktı dışarı. Cadde kırmızı, yeşil trafik ışıklarını emiyor. Gölgeler geçen arabalardan kaçışırken birden duruverdiler. Toprak kokusu aramızda. Bir sır getirdim sana denizi kesen sokaklarla. Kelimeler topladım yolda. Öyküler yola park edilmiş, içinden kim bilir kimler inmiş. Kırçiçeği’nden gelen nefis kokuları aştım, birazdan lezzetli bir çorbaya dönecektim. Vali Konağı’na vardım otomobillerin ön camlarındaki damlalarda. Sıcak domates çorbasının boğazımdan geçişinde, hayatın güzel anlarında yalnızlık ne zor diye geçirdim içimden. İnsan yaşamın keyfine bir arkadaş arıyordu. Her masada birer aile vardı. Ben bir tercihin yalnız bıraktığı gecede küçük alıntılar yapıyordum hayattan. Bir tek salata markasızdı. Bir çatal kırmızı lahanayı düşüncelerime götürdüm. Şişedeki su bardağımdaydı, kalbimdeki kız gibi yer değiştirivermişti. Kendi hikayemdeydim. Karşımda kolonyalı mendille alnını silen adam da kendi hikayesine kalkmak üzereydi, paketimiz vardı derken. Ben bir çatal daha kırmızı lahana alırken ayrıldılar. Adımlar yeni yüzler getirmişti, ben lahmacunlarımı beklerken. Her güzel yemek tutkulu bir sevişmeyle sonlanmıyor ne yazık ki. Kimileri yalnızlıklarına dönüyorlar. Masaların konukları sürekli değişiyordu. Hesabı ödeyip çıktım. Yalnız yürüdüm otuz dört yaşımı. Denize vuruyordu gölgem ve şemsiyem. Şehrin kovaladığı sahil tenhaydı. Bir sokak lambasından diğerine geçiyordum. Yağmur bankları bile sevindirmişti. Yansımalar dans ediyordu. Bugün yağmur tanelerinin bayramı. Bana kıpırtılar getir. Bana ışık getir. Bana dakikalar yetir. Kollarımı açtım göğe, Karşıyaka’yı aldım esintime. Balıkçılar deniz kıyısında sessizlik tutuyorlardı yağmur taneleriyle. İçimin sesini çektim gökyüzünden, bir sessizlik yağdı içimdeki çığlığa. Şehre pervane, ışıklara uçan bir masal kuşuydum. Yağmur aldım saçlarıma. Ne çok aydınlık penceresi vardı içimin. Her bakışım kırmızı Türk Bayraklarıyla donanmıştı. Kalp atışlarım sanki sihirliydi, şehri bana dönüştürmüştü. Sözlerimi neşelendirmişti yağmur. Ben karşı kıyıları duyuyordum ya, aşk yakındı bana. Işıklarla ıslanmıştım adımda. Palmiyeler doğum günü mumlarım gibi dikilmişlerdi karşıma. Eren’e duaydı uzaklara yağan bakışlar, yaşama çağrıydı arkadaşlıklar. Ruhum Konak’taydı. Yaşamanın güzel olduğunu inkar edemezdik. Uyanışlara sevdalıydık. Kaldırımları da yalnız bırakmıştı kızlar. Çimler de şehir gibi ışıltılıydı. Işığı yakalayan yağmur taneleri bana göz kırpıyordu. Konak İskele’ye bir düş, güzel bir kadın gibi sokulmuştu. Hayat yağıyordu vapurun vefasına. Işık getiriyordu Karşıyaka’dan. Saat dokuz buçuk olmak üzere, gece adımlarımda birikmekte. Denzide yansımalar salınıyorlar, kur yapıyor sözlerime. Yağmurlu bir hikayede kalp atışlarım gibi hızlanıyor yağış. Köpekler oynuyor ağustos böceklerinin sesinde. Metroya inmekte duygularım. Yürüyen merdivenlerin sesinde sanki beklemekte olduğum on dakika öğütülüyordu. Geri sayımda yerini almıştı suskunluğum. Tren şemsiyeli adamın sessizliğinde belirdi. Cama yansımakta oluşumuza yerleştik. Cam hızlandı zamanı geçti. Yaşanmışı Üçyol’da yaşanacaklara indirdi.

Giysilerim Beni Terk Etmeyecek

Bir sokağın sessizliğiydi kelimeler. Kışı yaşayan sokak lambalarını özlemiştim. Yağmurun sesine hasret kalmıştı kaldırımlar. Gecenin meyveleriydi tüm çiçek vermiş yalnızlar. Güzel bir kadını düşlercesine içine düşmüş bir adamın gözlerine saklanıyordu şehrin sırrı. Seslerin arasındaydı nefes alışlarım. Duyulmayan kalp atışlarımla katılıyordum gelip geçiverene. Adım adım çağırıyordum uzakları. Yakınlaşan bir öykünün anlatıcısıydı iç sesim. Yine uslu durmamıştı içim. Işık derelerini buluşturuyordu deniz. Tepelerden akıp geliyordu yaşam. Hikaye selinde boğulmuştu ifadeler. Bir kıyı masalı olmuştu düşünceler. Karanlık dalgalıydı. Üşümek kadar içime işlemiştin. Şarkılarla dolaşmıştım Kordon’u. Seni sende unutamamıştım. Seni sende saklamıştım. Neler anlattın yastığına dün gece? Bozkırın martısı olmaz ki. Ekin de rüzgarın dilinde. Balıkçı tekneleriyle açılır ayışığı. Yarın tüm kalplerde hasat zamanı. Yürüdüm bana aldırmayan geceyi. Selam verdim manavın renkli tezgahını şenlendiren meyve ve sebzelerin göz alıcılığına, selam verdim balıkçının sofralara seslenen çipurasına, levreğine, barbununa, selam verdim gündüzü bekleyen dükkanların içine kapanmışlığına. Varmak için değildi yola çıkışım. Bulunmak istemiyordu kayboluşum. Hiçbir kız beni anlamamıştı ya, kelimelere dert yanıyordum. Bir arkadaşımın hayatta kalma mücadelesinden dönmüştüm bugün yalnızlığıma. Bir masanın etrafıydık yüzümüzü döndüğümüz çemberde. Anlatılanın kısmetiydik, kaybolanın nasiplendiği anlarda. Termoslardan dağıtılan çaylarda bardak bardak paylaşıyorduk avuçlarımıza kaçırdığımız sıcaklığı. Anlatılanın anlatanlara hayrı yoktu. Bir oyun daha oyuncularında eksiliyordu. Hayatın buluşturduğu adların arkadaşlığında aynı ana sıkışacaktık birbirimize dokunmadan. Ne kadar kalabalıktı yalnızlık. Kızarmış bir balık gibi kokuyordu davet. Yaşamayı çekmişti canım. Sana sarınmak istemiştim. Omuzlarıma gece getirmiştin ardından. Gözlerimi kapayışıma almıştım şehri dönüveren ışıl ışıl kıyıları. Kokundan derin bir nefes almıştım suskunluğuma. Gözlerimi açışımda saçlarına bir tebessüm yakalanmıştı. Gülümseyişin beni gözlerine almıştı. O adın var ya, gece yine bende kalmıştı. O adın var ya içimi yaralamıştı. Bu gönlüm var ya, sana duyamayacağın satırlar karalamıştı. Benim de günlüğe yaşanacakla ödenecek borcum var. Yarın da devam edecek yaşam savurganlığımız. Giysilerim beni terk etmeyecek. Çıplaklığın göğsüme hiç sinmeyecek. Karanlığım daha sana ne anlatsın? Odam odalara komşu. Gecem gecelere sırdaş. Her adım bir diğerine yoldaş. Sen kimin kapısını çaldın düşlerinde? Beni adımı terk etmeden unuttun.

İş Çıkışında Gece Vapurda

Dalgaların ışığı sektirdiği bir gecede vapur Konak’a homurdanmakta. Rüzgar karanlık getiriyor. Eve dönüşler, dağılmış hikaye edişler, suskunluklar senin gözlerinde. Anlatamadıklarını karıştırsan da fayda yok anlamak isteyenin olmayınca. Unutulan anı olur, yaşayan yarın bulur. Dil sevince tutulur.

31-10-2007

Hiçbir Zaman Mesafeli Olmadı Yalnızlık

An kaçmadan yakalayabiliyorsan fotoğraf albümün güzelliklerle doludur. Anımsamaların sanatsaldır. Mükemmele dönüştürme arayışını beklemez rastlantılar. Doğallık çabuktur. Bir küçük kuş konmuşsa sabahına, uçuverişine dokunmuşsa gözlerin, mutlu olmuşsan sana getirdiğini sandıklarında, huzurla izin vermişsen gökyüzüne karışışına, güneşi arayan denize vapur hala anlatıyorsa, şehrin sessizliği kıyıları sarmışsa, her şey esintiyle geçiyorsa, bizler suskunluğun kıymetinde yaşlanırken durup düşünüyorsak, bir yudum çay gibi boğazımdan geçen kelimeler duyulmadığında ben içimde ağırlamışsam bakışlarımı, kendime tutamadığım sözler vermişsem, bana soruların olmaksızın katıl istemişsem, Karşıyaka’ya teslim olmak üzereyken Çarşamba’yı ayın son gününde heba etmek istemiyorum aslında. Durup düşündüm sınırlarımı. Durup düşündüm yüreğimi ve doğum gününü. Hep yaklaşmaktayken uzaklaşmalara, kendinsin yakınlık. Hiçbir zaman mesafeli olmadı yalnızlık. Ne kadar borcum olduğunu çıkardım. Oldukça birikmişti sisteme tutsaklığım. Artık insanların çıkarlarında kayboluşunu izledikçe, içinde yer aldığım bu düzmece beni de kirletir oldu. Verilen sözlere, sahtekar yüzlere, utanmaz oyunculara yanaştık. Kendimi aramaya ihtiyacım var. Biraz uzaklaşmak iyi gelirdi. Yeniden başlamak alışkanlıklara.

31-10-2007

Üzüntülere De İhtiyaç Var

Haftanın son iş günü, bugün erkenciyim. Yedi kırk vapurundayım. Tartışmaların içine çekilmekten yorgun, haklılar ile kavgamda yılgın, doğrularıma kazandırdığım alanları savunmaktayım. Herkesin bir mazareti olabiliyor da, benim olamıyor ne yazık ki. Suskunluk istismarına dayanamıyorum. Sessizliğin bir erdem olduğunun farkında olmayanlara sesimi yükseltmekten hoşnut değilim aslında. Benimkisi sadece kendi için yaşayanlara isyan. Deniz grileşti. Mavinin çok az yer bulabildiği gökyüzünde de grinin tonları hakim. Martılara da üzüntülere de ihtiyaç var. Önemli olan bir tebessümü temiz tutmak. Dinginliğini uçan mutluluk kuşlarıyla kıyı huzurlu. Seslere yanaştık.

02-11-2007

Çayımı Karıştırışımda Olduğunun Farkında Mıydı Ki?

Martıların çığlığına bayılıyorum. Yağmuru sevdiğimiz kızlar kadar özledik. Gün yine açık, deniz her zamanki gibi sakin ve huzur verici. Gözlerimin içine dalarcasına süzülüşlerinde gülümsedim beni karşılayan güne. Kanat çırpıp, çırpıp bırakıvermiyorlar mı kendilerini, hiç ayrılmak istemiyorum öykülerinden. Deniz dalgaların sesinde içini açıyor vapura. Bu şarkı duyuluyor, bir kadın gibi hissediliyor. Düşünmek beni huzursuz ediyor. Yirmi dakika sonra yine tekrarın kölesiyim. Ölüm mesaisi başlamak üzere. Neden sitem etmiştim sevdiklerime, beni sevmeye çalışmıyorlar diye. Sevmeye çalışılmıyordu. Kendimle konuşmalarımda Ayşegül’ün beni doğum günümde aradığını hayal ederken, ona içimin dışında sesini duymak güzel diye sesleniyordum. Arayışlarım olmuştu. Herkes teşhis koymakta aceleciydi, tüm bunlar boşluk hissinden kaynaklanıyordu. Çayımı karıştırışımda olduğunun farkında mıydı ki? Yıllar kalbimizden geçerken, yollarımız artık ayrıydı. Karşıyaka’ya varmaya çalışan bir martıyı izleyişimizde, kıyıyı takip eden apartmanlara inmekteydi tepeler. Fotoğraf mezarlıkları anımsayanların. Yaşanmışa ve hayallere gömülmüş anlar, yarını saklı yaşanmayacaklar zaman. Bulutlar ağırlaştı, vapur iskeleye yanaştı. Artık herkes günün merhaba dediği telaştı. Ayak sesleri sıraya girdi. Kimisi kravatlı, kimisi göz alıcı. Işıklar öyküleri sayıyor. İnsanlar karşıya geçmek için bekliyor.

01-11-2007