İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Perşembe, Şubat 28, 2008

Seni düşünmek zordu. Hayat dayanmasını öğretiyor. İçimden aramak gelmişti oysa.

Sustum Yaşamak İçin

Bugün hava kapalı, deniz gece, martılar yıldız. Deniz fenerinin başı Kordon boyu gibi kalabalık. Kuşların seyrine doyamadığı bir sakinlikte benim de payıma düşenler var. Vapurlar hayat arkadaşım oldular. Seni düşünmek de anlamını değiştirdi. Ben de değişiyorum tam olarak anlayamadıklarımda. Martıların ucundan tutup çekiştirdikleri bir manzarada Karşıyaka’ya sokuluyorum. Deniz kokumdasın. Ne farkındasın, ne de umursar durumdasın. Kendi haline bırakılışların özgürlük olduğunu anlamak için gelmişim hayaline. Yalnızlığım kadar değerli bir sabahta tekrara kaptıracağım kendimi. Serinlik hissi, bulutlar arasında bir şehir, gülümseyebilmenin kıymeti ve anlayışın bir keşfin kışkırtıcı sevincinde. Yaklaşmak kadar hafifliyoruz. İskelenin bağrına basılışımızdan ayrılıyoruz. Bizi dolaştıran sokaklara teslim, hikayelerimizle buluşuyoruz. Görüşmek üzere sevgili yarın. Senden hep bir dün saklarım. Martıların çığlıkları içine aldı suskunluğumu. Hem Ankara’yı gezindim, hem de Göztepe’yi. Sustum yaşamak için. Göğün çağırdığı kuşların etrafında dolanan bir köpek sahibinin dizginlerinde. Işıklarda Perşembe.

O Kayıp Kendimsem

Ne söylediğinin sonuçları senin değil. Ne söylediğin de söylemek istediklerin değil. Fulya’nın gözlerinde değişen duygularını görebilmek , onu düşünceleriyle baş başa bırakıp ayrılmak, Göztepe vapuruna yürüyüşümde parçası olmak istemediğim günün telaşına yetişme çabamda caddenin henüz uyanmamışlığını yaşamak ne kadar da karışık. Kimse kimseye haksızlık etmek istememişti. Hayatın istediği kayıpları vermek zorunda mıyız? O kayıp kendimsem. Dürüst olmadığım hissiyle yalnız kaldığımda, kendimle kavgam şiddetleniyor. Bir sahtekarlık yok sözlerimde. Sadece anlayamadıklarım var beni kucaklayan gizimde. Kaybettiklerim kadar kaybedeceklerim var. Tekne deniz kokusunda Karşıyaka’ya vardı. Güneşlenen yüzümde sessiz hatlarım. Daha zaman tam yerleşmemiş ellerime. Kalem tutuşum suskun kalamadı hiç. Gözlerini duyamayan bir adama ne demek isterdin?

27-02-2008

Dipsiz Karşılaşmalar

Seni nasıl bir hikayenin içine atmamı isterdin? Ben nasıl bir yazarım ki kendi hikayelerimi seçemiyorum. Saat sekiz oldu. Kendimi onca iş yığılmışken bankadan dışarı attım. Oturup kaldığım bankta yorulduğum hissini dinledim. Vapurun gelişini bekleyişimde fark edebildiğim bir tükeniyor oluş var. Tavan sokuluyor başımı duvara yaslayışıma. Gözlerimi diktim bana yaklaşan ışıklara. Vapur reveransında Karşıyaka’nın huzurundan ayrılmakta. Kıyının tüm ışıltısını selamladık. Kendimizi fırlattık karanlığa. Kendimizi sardık sonsuzla. Senin hikayende bir kız ansızın sevişelim mi diye sorabilir. Gözlerimin içine dalan bir şehir. Seni gülümserken yakaladım anımsamalarda. Nergisler bir lira abi diye bağrışan adamlar özgür müydü? Dipsiz karşılaşmalar. Yalnızlık koridorunu izleyen bir yolda kayıp rastlaşmalar. Düşünmenin yok ettiği bir gerçeklik. Metroda saatin dokuza yirmi varı gösterişinde hoş bir bayan karşımda durdu. Kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Kokusuyla oynuyordu suskunluğum. Çizmelerinde bir çiçek gibiydi. Hiçbir erkek onu çizmelerini çıkarışında yalnız bırakmak istemezdi. Cama yansıyışında bir sonraki istasyonun Üçyol olduğunu duyuşumuzdan başka bir şeyi paylaşamayacaktık. Benimle sevişir misin demek ayıptı. Budalanın teki kaybolmuştu.

26-02-2008

Salı, Şubat 26, 2008

Geldiğimizi Anlamış Gibiyiz

Paltosunun eteklerinin uçuştuğunu gölgesinde yaşayan bir adam pruvada. Martılar papatyalar gibi denizde açmışlar. Vapurun yaklaşmasıyla gökyüzünce toplanıyorlar hatırlanan bir sevgiliye. Ellerim kağıt kalem tutarken üşüyor. Avucum sıkılışında ısınırken düşüncelerim güneşli. Deniz havası dolaşıyor ciğerlerimi. Bir martıyı takip edebildiğim kadar aklımda kalışın. Martının beni gülümsettiği an yaşam. Mavinin yalnız bırakmadığı bir Salı sabahında derin derin nefes alıyorum. İşte o kalabalığın içindeki adam var ya, benim. İşte o kalabalığın içindeki hikayelerden birindeyim. İskeleye yanaştık, geldiğimizi anlamış gibiyiz.

Adına İhtiyaç Yoktu Ki

Fırsatçı bir göz gelip geçeni karşıladı. Güzel bir kızı hikayeye çağırmanın zamanıydı. Adına ihtiyaç yoktu ki. Güzel kızların adı kıymetlidir. Ne zaman ki güzel bir kıza aldırmayacak kadar kendini seveceksin işte o zaman hakkıyla sevileceksin. Oyunun kuralları senden önce de vardı. Sen kendine yakalandığından beri bırakamadın yalnızlığını. Yalnızlığın adı da kıymetlidir. Susmak ne sır verebilir? Fırsatçı bir kız sözlerimi araladı. Birkaçını anlamak istediği şekilde sıraladı. Duymak istediği ben miydim emin olamadı.

25-02-2008

Zor Kıldın Seçimi

Seni gülümseten şeyleri bulma oyunu oynadım yalnızlıkla. Düş kurmaya yetiyordu geceler. Anlatmaya kafi değildi bir araya getirmeye çalıştığım tüm heceler. Seni gülümseten bir an sakladım anımsamalarıma. Seni geçmişimden çıkardım yarınıma. Özen gösterdim yokluğuna. Hayallerle süslemiş olduğum bir özlem yokladı içimi. Zor kıldın seçimi. Suskunluktan duydum yaşamayı sevdiğimi. Suskunluktan duydum yaşadığın kayıp şehri. Gömleğimi çıkarışımda bıraktım düşüncelerimi. Aynama kaldı gidişinden miras bir yansıma. Aynama kaldı duvarlarımın dönüp duruşuna hapsolmuş arayış mahkumiyeti. Senin de bir penceren var. Senin de karanlığın kadar yalnızlıklar. Bir yıldıza uzanmışsa gülümseyişin, yarının canımı yakar. Yorganımı araladım. Soğuktu çarşafım. Soğuktu senden kalan boşluk. Gözlerimi kapayışımı ısıttım. Sana yalnızlığım kadar yakındım. Gidişin kadar uzak bir sonda başladım seni aramaya. Başladım tüm yalnızlıkları taramaya. Suskunluktan duydum artık beni sevmediğini. Suskunluktan duydum beni hiç düşünmediğini. Bilmek unutturmuyor. Yorgun bir adamın zihni kelimeler. Yorgun bir adamın eli ışığa uzanan. Yorgun bir adamın düşünden paylaşılan her sırda üzülen bir sevilene ne desin bu yürek? Hüzün sevince katılıyor büyüyerek. Uyanmak yaşamak demek. Sevmek yaşam kadar değerli bir emek. Göz göze yediğimiz bir yemek seni özlemek.

25-02-2008

Miras Alma Dünü

Öykü benden sana sadece kendin kalsın. Miras alma yükümü. Kendin karşıla ölümü. Kendin yaşa her günü. Ayrılık kadar yakın büyü. Doğruları kendi yanlışlarına sor. Kendin keşfet gözlerini kapayışını. Sessiz bir elden tutuşla yol gösterebilirim sana. Sen yüreğinin sesini duyduğunda izle kendi adımlarını. Git seni gülümseten yola. Hüzünlerinle de barışmasını öğren. Sevdiğin bir adam olursa sana sırtını dönen, her zaman içine güven. Çok şey anlatabilir babalar. Çok şey yanılatabilir seni. Biliyor musun ben de bildiğini sanan yanılmışlardanım. Biliyor musun ben de yalnızlığın arkadaşıyım. O yüzden sana ve yarına sırdaşım. Seni sana uğurlamasını becerebilen bir baba olabilecek miyim? Seni sende sevebilecek kadar hür mü bırakacağım gönlünü? Miras alma dünü.

25-02-2008

Görünür Gibiyiz

Suyun yüzeyinde belirip kaybolan yansımaların martıların kanat çırpışları olduğunu anlayabilir misiniz başınızı hiç görmek için yukarı kaldırmamışsanız? Güneşin de katkısı inkar edilemez. Bir de fark eden var bu oyunda. Bir bekleyiş var, bir düşünce. Daha sekizi yirmi beş geçmedi. Kalemimin ucunun gölgesinin gagaladığı yüzeye kelimeler dokunduruyorum. Güneşin katkısı var bu güzel güne ve geçiverene. Yüzümde sıcaklık hissine karışan esintinin serinliği. Martıların çığlıkları başımı denizden başka yöne çevirişimde. Birazdan iş yerinde olacağım. Birazdan deniz fenerinin yanından geçecek sorularım. En azından vapur yönünü biliyor. Beni Karşıyaka’ya götürüyor. Fenerin üzerindeki kuşlar yaşamanın keyfini biliyor. Vapurun çıkardığı dalga sesleri beni Konak Pier’in sessizliğinden uzaklaştırıyor. Vapura binerken dikkat çektiğinin farkındaki bayanın taşıdığı güzelliğe bakamamak anlatıyor bana kendimi. Kendimle ilgilenmeliyim. Bu ihmal beni yaşlandırıyor. Teslim olmamalıyım beklenene. Hikayelerin içinde yerini aradın mı? Bugün de geç çıkmam gerekecek. Daha ne kadar kullandıracağım kendimi? Bu hizmet ediş değil. Bu kölelik. Amacından geri kalmış insanlar. Bu yaşlanış benim değil. Bu konuşmalar da bana ait değil. Zamanı gelmeli huzurla uyanmanın. Kendimi içeri atmıştım. Şanslıyım bir pencere kenarım var. Beş altı sıra ilerimde bir kız oturuyor. Yitecek suskunluğu yol arkadaşım. Hiç bilemeyeceğim hiç aklından geçtim mi? Görünür gibiyiz. Yansıyıp geçenlerden eser kalmayacak unutulanda. Adı geçenlerin bir araya geldiği Karşıyaka İskelesi göründü.

25-02-2008

Pazar, Şubat 24, 2008

Birlikte Olmak Değerliydi

Çavdar ekmeğinin kokusuna uzanan çedar peyniri kiraz domatese nerde kaldın diyordu. Biberin kokusu da kendine yer açmıştı Pazar kahvaltısında. Taze sıkılmış portakal suyunun keyfi yerindeydi oldukça rahat bardağında. Birlikte olmak değerliydi. Fulya’nın penceresinden uyanan günü davet ediyorduk siyah zeytinin hikayesindeki Akdeniz’e. Dilimlenmiş salatalıkların serinliği kütür kütürdü. Çatalın yanı başıydı bıçağın yeri. Yalnızlık hiç bu kadar kıymetli olmamıştı. Hikayenin kaybetmeyeceği karakterler de vardı.

Yaşamak Bizi Hep Bulacak

Ayşegül hep yalnızlık getirecek. Unutuluşuna seslenecek. Gözlerini açışında olmadığını biliyorsun da neden düşüncelerinde karşılıyorsun yüzünü. Çelişkilerin sadece sana acı vermiyor. Geleceğe yakın olup, geçmişten uzak durabilmelisin. Duydun kalbinin sesini. Bazen kendini kandırmak istiyorsun. Bu ölüm oyunu hepimizin. Biz yaşam yolcuları için hüzün de, sevinç de. Sıkıca sarılabilmenin kıymetinde karşılanmak iyi gelebilir ana. Herkes bir pencerenin ardında. Yıllar sonra bir sokak uğrar sana. Gözlerini kapayışı iyi bir adam, gözlerini kapayışı iyi bir kızı düşünüyor. Elini uzatıyor susmak için. Başını yaslıyor anlaşıldığı hissine. Bir omuz buluyor sessizliği. Bir mum alevinden geçiyor karanlık. Odayı dolaşıyor paylaşılmış yıllar. Sonrasının hep sürprizleri olacak. Yaşamak bizi hep bulacak.

İyi Geliyordu Düşlerimiz

Ağacın dallarının arasına yakalanmış bir deniz manzarası, Çeşmealtı’nda Cumartesi akşamını yaşayan bir deniz kenarı suskunluğu, kıyı boyunca sıralanmış bankların izlediği gelip geçenlerin kendi yollarına ait oluşlarında uzaklaşan hikayelerinden geri kalışımız ve bir masada oturuşumuzda etrafımızda koşuşturan köpeklerin mutluluklarını takip edişimizin konuğu bir tekir kedi yavrusu kadar farkındayız yaşamanın güzelliğinin. Dikkatliyiz. Hafif bir esintinin bıraktığı duygularda sıcak çayımızı yudumlayışımız kadar zengin müteşekkirliğimiz. Dönmek gözlerini kapamaksa, elin uzanır ellerime. Anlamak susmak kadar bakirse, bir kuş uçar yalnızlığa. Gece getirir ışıklar. Bir sokak arası bulmuş tüm evler buluşmuşlar bu güzel anımsamada. Yeriymiş hayranlığın. Zamanıymış yaşamanın. Sözü susturan bir nefes alışmış uzakları içine çekmek. Durup da düşünmek gerek. Adımlarının hakkını veren bir derviş gibi durup da durulmak gerek. Göğün giydirdiği bir çıplaklıkla yere tutunan ağacın altındaydık. Garson kız gülümsüyordu. Hepimiz iyi hissetmek için bir aradaydık. İyi geliyordu düşlerimiz.

Artık uyanışlar kimsenin değil. Adımlarınca çalışma hayatına bırakılan insanlar ve işsiz düşünceleriyle baş başa kalanlar artık mutlu değil. Oyun oyuncularına memnun olup olmadıklarını sormuyor. Şartlar bizleri esir aldı birer birer. Alışıyoruz ya işte bu çözüm değil. Günü martılarla geçirme lüksüm yok. Yansıyanda yansımam benim değil. Sakiniz güzel bir İzmir sabahında. Güneş şefkatli. Yönümüz Karşıyaka. Saat sekizi on geçiyor.

21-02-2008

Kaybetmekten korkmayanlar kazanır. Bense hep korktum sevdiklerimi kaybetmekten. Bir kendimi kaybetmekten korkmadım. Asıl tehlike burda mı? Kendimi kazandım mı? Denize bakıp da artık hiçbir şey hissedememek neyi anlatıyor acaba? Kurulu bir ölüm yolunda şaşkın dalıp gitmekteyim. Acizlik teslim mi alıyor beni? Yoldan sapanlar hep keşiflerle döndüler. Bir ufuk çizen gözlerinde farklı bir gelecek gördüler. Kaybetmekten korkmadılar. Güneşi izlediler, içlerini buldular. Çarşamba oluverdi. Haftasonları ne de çabuk geliveriyor. Biliyorum yalnızlığım sadece Ayşegül’ü kaybetmedi. Suskunluğum karanlık. Yıldızları oluşmuş bir gecede uzaklık duygusu benim. Yakın tüm mesafelerle anlaşmış. Arası var yaklaşımların. Arası var zamanın ve yaşananın. Martının konuverdiği bir iskeledeyiz yine. Karşıyaka da duyanların. Güzel kızlar görenlerin.

20-02-2008

Tercihlerime çekilebilme gücüm var mı? Kazanmak üzerine düşüncelerin bana mı ait? Feda edişlerim bilincini yitirdikçe, içine saplandığım oyunda tükenmek kader olamaz. Dün gece Fransızca kelimelerle oyaladım yalnızlığımı. Zevk aldım insan yanımı korumaktan. Başkalarının hedef ve beklentilerinin peşinde koşmuyordum. Yalana ihtiyacım yoktu. İnsanın hayata karşı bir duruşunun olmadığını hissetmesi ne acı.

20-02-2008

Sevdiklerimi kaybedişimin çiçeği mor lalelere hiç küsmedim. Hep açacaklar kendi köşelerinde.

Farkındalığınla savaş veriyorsan kendini tutamazsın.

18-02-2008

Sessiz Kalışlar

Ne kötü işe giden adam psikolojisi ile denize bakmak. Sabahın erken saatleri, hava oldukça soğuk. Martılarsa hava güzelmişçesine keyifli uçuyorlar yine. Yorgun dönüyorum gündüzlerden. Akşam olunca ne hissettiğimi kaybediyorum. Yedi vapuruyla Karşıyaka’ya yöneldim. Şehir bana bir şey anlatmıyor. Kelimelerle oynayan bir adamın sessiz kalışına inanmak zor farkındayım. Oynun içinde kalmışların tercih bunalımları var. Yok oluş mavisi travmatik. Elimde laleler sana suskunluk getirmiştim. Suskunluğumun ne konuştuğunu ben de duyamıyordum. Teknenin motor sesinde gözlerimi bir an için kapadım. Yolculardan sadece iki genç kız öğrenci sürekli konuşmaktaydı. Diğer yüzler daha uyanamamış gibiydiler. Duvarları var tecrübenin. Geçmişle örmekte olduğum gelecekte yükselen duvarlarımın üzerinden bakmaya çabalıyorum sana ve hayata. Söylediklerimde kayboluyorum. Söylediklerim bir yol çiziyor. Dengenin kurulma arayışında an yerini buluyor. Güneşin doğuşuna tanıklık ediyorum. Tepeyi aşmış denize bakıyor. İskeleye de vardık zaten. Sakinliği karşılayışım sakin değil.

18-02-2008

Kafandaotlar

Dağılmışlığın çizdiği bir tabloda tökezleyen taşlardan yuvarlanan bir tepede, ağaç kovuğunda şekiller buldu bakışlarım. Bir adam hapsolmuştu sanki bekleyişine. Fulya’nın gözyaşlarında canlanıyordu acıları. Duyabildiğim yardımcı olamayışımdı. Sarı dikenlerin örttüğü bir budak yığını alev alevdi kar tanelerinin yalpalayışında. Küçülebildiğince içine dalabiliyordun detayın. Kuru yapraklar kuytulara akmış, Fulya çınarın ana kuzusu olmuş, sırtını gövdesine yaslamıştı. Göğün çıplak ağaç dallarının arasından tırmanan patikaya düşüşünde yeşile beleniyordu soğuk. Sessizlik kadar kıymetliydi duymak. Kuş cıvıltılarında varılan yalnızlık. Çam büyüsünde ayak seslerimiz. Detaylardan dönen adamın izlenimlerinde dağ yamacın yol verişinde ağaçlarla kaplıydı. Kar taneleri tutunamayacaktı. Fulya ormanın içinde kendine bir yalnızlık bulmuştu. Şehrin gürültüsü ormana sızıyordu. Uğultunun içinde yaşadığımızı hatırlatan bir özlemdi uzaklaşmak. Saat ikiye on üç vardı. Kayalarla oynadım. Rengarenkti akışları. Boydan boya paylaşmışlardı yeri. İz sürmek zevkliydi. Hayatın saklandığı kovalamaca oyununda an haydi diyordu geçmişe. Yol kenarına bir ressamın fırçası değmiş gibi. Üzerimizde akşam oluyor.

17/02/2008

Cumartesi, Şubat 16, 2008

Kim Diye Sorar Geceler

Sabahın akşam oluşunda sessizliğim odasına ulaştı. Tüm günü babamların evinde koltuğa kıvrılıp uyuyarak geçirmiş olmama karşın dinlenmiş hissetmiyordum. Yaşanacak anlardan kaçırmıştım kendimi. Gözlerimi kapayışım kafamın içini genişletiyordu. Dolmaya direnemeyen bir boşluk. İçine ne koysan alan bir yalnızlık. Giyinik olduğun hissinde utanacak kimsen yoksa ellerin arasın bedenini. Dokunuşların sana versin hala yerinde olduğun gerçeğini. Kendini kendine veren bir katlanış. Kimse derin bir nefes alış bulamamış bir apartman dairesine gizlenmiş kaygıda. Kelimeler yetişememiş. Giden anlamak istedikleri ile uzaklaşmamış çünkü farklıymış. Anlamak istediği için acı çekiyormuş o da. Anlamak istediği için değer veriyormuş. Pencereler kadar suskunmuş sokağın uzağa karışışı. Duyduğu güven anahtarlarını bırakmış sehpaya. Sesin yığılışı açmış bırakışını. Evini kalbi yapacak bir kızın içeri girişinde saatler nasıl geçiyor acaba? Mum ışıklarında anımsamlardan gözünü açan bir köşe mi ağlayışı? Geceden geliyormuş şehir. Mesafe hep paylaşılmış. Neden kendini kaybetmiş bir adama rastlamış ki? Neden suskunluğuna hapsetmiş duymak istediklerini? Bir içten sarılışın etrafında hayat akıyor. Yürüsem iyi olacak. Üşümek sanki bana iyi gelecek. Akşam babamlara gideceğim balık yenecekmiş. Oyun herkesi sahneyle baş başa bırakır. Anı oynamak kolay değilmiş. Yine de yalnız bırakmıyorsun beni. Elimden tutuşuna ihtiyacım olduğunda yanımdasın. Yanındayım yılların. Koşullardan vazgeçebilecek kadar güçlüyüz. Denize taş fırlatan bir çocuk gibi takip ettim uçağın sonsuza düşüşünü. Vardığı düşlerde kayıp bir şehir bulacağına emindim. Kaybolmanın içiyle buluşanların yalnızlığından açan bakışlarda hayat farklı görünür. Martılar saçan bir dans bu frekans. Ritimin belleğinden açılan adımlarda referans. Sen kaldığın yerdesin ben de seni düşündüğüm anda. Kim kiminle karşılaşmış bu ahir zamanda? Kim anlaşılabilmiş ki? Kim diye sorar geceler.

Çözümü Olgunlaştıran Sorunlar

İnsan hangi ülkede olursa olsun vapurların sessizliği aynı dili konuşuyor. Sakinliğin güneş alışı insanın gözünde hep değerli. Bir yol arkadaşın olsun olmasın hayatın geçişinin huzur bulduğu bir ufuk var an içinde kaybolup yenilenen. Mavinin hatlarını oluşturan Karşıyaka belirdi. Geç kalmamak için hızla koştuğum sahil yolu çabamı ödüllendirmişti. Fulya’nın sen vapura bindiğinde yine Ayşegül’ünü düşüneceksin deyişi vardı düşüncelerimde. O kadar iyiydi ki kalbi, içime yerleşmişti içtenliği. Ne canımı acıtıyordu ne de rahat bırakıyordu beni. Ona hak verişimde onu üzmek endişesinden kurtarabilirdim kendimi. Güzel olanı paylaşabilecek kadar yakın bakabiliyorduk denize ve ağaçlara. Bir şehrin martılara bakan apartmanlarından birinde hikaye karmaşıktı. Yalın olan yalnızlık ve sevgiydi. Uykunun onardığı bir yorgunluk sonrası gün yeniden başlamak üzereydi. Beni yoran ilişkilerle günü geçiriyordum. Değişim sancılanıyordu. Çözümü olgunlaştıran sorunlarla boğuşmak insanı insan yapan mıydı? Öksüren bir kadının sesini öksüren bir adam sesi izledi. Duyduğum gerçeğini bizi saran suskunluk birbirimizden gizledi. İskeleye yanaşmak üzere oluşumuzu görenler kalkma telaşındalar. Ayak sesleri sabırsızların. Benimse ayrılmak için acelem yok. Derin düş korsanlarıyız, gerçek çalıyoruz birbirimizden. Görüntü yağmalıyoruz. Güzel bir kadın yanıltıyor bekleyişimizi. Birazdan bir berber koltuğunda traş oluyor olacağım. Diyalog kestirilebilir kadar sade olacak. Paramı uzatışımla uğurlanacağım. Palmiyeler yolu gösterecek. Trafik polisinin düdüğünü çalışında kalabalık dağılıyor. Zamanın payına düşen insanlar. Her kelime hikayenin koordinatları. Yöne demirliyiz. Güzel olduğu hissini taşıyan bayanlar. Yazarın yol cambazlığı kalem tutan bir gönül. Saat sekiz buçuk. Kız güzel hava da.

15-02-2008

Bir Kız Çıkıyorsa Hep Karşına

Gözlerini kapayışında sıkış tepişse düşünceler, kendine bir sakin köşe açmaya çalışıyorsan arayışında, bir kız çıkıyorsa hep karşına, değişim çekiyorsa artık katlanamayacağını bilişin, yeni bir işten beklentilerin de zamanın elindeyse, bırakmışsan geleceği tecrübeye görüntülerle mücadele edeceksin. Yönlendirilmiş gerçeklerle kendini kazanacaksın, sezebilme kabiliyetin olacak yaşanmışların tortusunda. Adımlarına bulaşan bir ilerleme. Bilgi kirlendikçe lekelerde oyun. Resim kaybolanın. Hikayeler gelip geçenin. Bugün sevgililer günü. Yaratılmış bir yalnızlık. Ankara’ya uğramadan edemedim.

14-02-2008

Çarşamba, Şubat 13, 2008

Hayat bazen gidebilmeyi gerektiriyor. Hayat bazen gülümseyebilmeyi gerektiriyor.

An Kapısındaki Yarın

Bilmenin sende sakladığı karışıklıkta ayrıştırmaya çalıştığın ne varsa katkıda bulunuyor anlaşılmanın olgunlaşmasına. Düşüncelerin geliştiği bir yalnız kalışta uyanıyor bakışların. Seçimlerinin karşılandığı gecelerde farkına varıyorsun an kapısındaki yarının. Bilmenin paylaşıldığı sır ortaklıklarında taraf oluyorsun zamanın geçişine. İyilik yapıp denize atıyorsun. Karşıyaka ile de gün gelecek ayrılacaksın. Martıları bırakacaksın kendi hallerine. Seni düşünüp düşünmediğinden önemli olan bir kıza verebileceğin sevgi koşullarını kaybetmiştir çoktan. Bu kaybediştir seni onla buluşturan. Aynalara emanet ettiğin bir güzelliktir yansımalarda yok olmaya yüz tutan. Varışlar harmanlanırken kararlar rüzgar biliyor. Keskin bir soğuk gibi insanı kendine getiren geçmişi uğurluyor. Yarının bedeli ödendi. Dün bölüşüldü. Pay almanın telaşı kalabalık. Gündüzlerini gecelerine dönüştüren bir adamın köşesinde sessizlik. Suskunluk saati dokuzu göstermek üzere. Ödünlerin maske beğendiği bir sahnede oyuncu kimliğime rol hazır. Ne kadar iyi oynadığımla ilgilenenler var.

Anlamaya Çalışmak Benim

Bir hikayenin başında oyalanan adamı yazar sanmayın sakın. Kendinin de bilmediği bir yolculukta kayıplar yönünü değiştiriyor. Bu sefer Göztepe vapurundayım. Ne işi var Ankara’nın Karşıyaka güzergahında? Denize bakan banklar yalnızlığım gibi boş. Dalgalar yunuslar gibi oynuyor soğukla. Biz içindeyiz kuytu bir yol alışın. Sevgililer günü geldi çattı demek üzere gözlerimi kapayışım. Ne tuhaf sana borçluyum özlemlerimi. Telaşına yetişmeye çalışıyor düşlerim. Peşinden koşuyor anımsamalarım. Son sözü bu yüzden sana ayırdı kalbim. Bir başkası hediyen olacak gözlerinde. Anlamaya çalışmak benim. Bir başkası tutacak ellerini.

12-02-2008

Kıvamında Özgürleş

En son ne zaman kitap okudun? En son ne zaman kendine aitti hedeflerin? Beklentilerini şaşırmış bir adam gibi donup kalmış karşılayamazsın geleceğini. Sen gözlerini esir edemezsin. Sen içindeki çığlıkla beslenen, duramazsın başkalarının sözünde. Sen kendine verilmiş bir sözsün. Biçimlen haydi. Kurtul sana gelen düşüncenden. Görüntülerle konuş gerçeğini. Gerçek sandığınla barışma. Şüphenin kıvamında özgürleş. Yarın andan uzak. Yönlendirilmek en büyük tuzak.

11-02-2008

Cafe Kokpit

Dönüverecek bir pervane gibi sütundan tavana açılan taç yaprakları. Oyun oynamaya başladım yine. Başımı bıraktım geriye, sırtımı sandalyeye yaslayışımla. Beni savuracakmış gibi geldi düşünceler. Karşımda birasını içen, sigarasından keyif alan bir kız. Göz göze gelişler yalnız. Göz göze gelişler adsız. Zaman geçirenlerin derinleştiği bir mekan. Bir kalabalık birbirlerine aldırmayan. Çantasında cep telefonu çalan bir kız uzaklaşıyor. Dürüm hazır diye bağırıyor kasiyer kız. Hamdi Bey yine aynı problem var seslenişine yanımdan geçen adam çözeriz diye cevap veriyor. Hamdi Bey yine aynı problem var desem ne gülünç olur. Hamdi Bey’in çözeceği bir sorun değil. Yine Ayşegül’ü düşünüyorum. Yazı yazdığım kağıdı kıvırıyorum. Karşımdaki kız sigarasını söndürüyor. Arka masamdaki adamın konuşmaları kulağımda. Karşımdaki kız kalktı.

10-02-2008

Pazartesi, Şubat 11, 2008

Cafe Kokpit

Bir bardak bira, anonslar, verilmiş bir söz ve düşünceler, bekleyiş yüzler arasında bir yalnız hissediş, bana değer vermediğini söylemek haksızlık olur, yine de dayanmak gerekiyor ayrılığa, yine de dayanmak gerekiyor unutulmaya. Sekiz on uçağını beklerken, seninle kapıdan birlikte geçtiğimiz hayalinden payıma düşen bir burukluk vardı. Nice şehirlere yolculuk edebilirdik, nice geceler seçebilirdik el ele. Alışmak gerekiyor suskunluğa. Alışmak gerekiyor içindeki yalnızlığa. Cafe Kokpit’te oturmuş ne hissettiğimi bilmiyordum. Seni aramak istiyordum. Bir kız çıkmalıydı karşıma. Beni senden almalıydı.

10-02-2008

Daha Ne Yazabilirim Ki

Otelin restoran penceresi yağmurla yıkanmış bir sokağa bakıyor. Karşı otelin görevlisinin içeri girip çıkışlarında saksıdaki bitkiler rüzgarla salınıyorlar. Bir başka binanın birinci katında AVS Travel tabelası göze çarpıyor. Pazartesi olduğunda kim bilir kimler yetişmeye çalışacak günün telaşına? Artık senin de bir masan var haftanın başlangıcında. Tüm görüntülerde yokluğun bana aitse, hala eksikliğini gözlerim dolduruyorsa ne yazabilirim ki daha fazla seni özlemeye dair? Bir Pazar günü daha sadece benim umurumda. Dün daha bir yalnız hissettim İstanbul’da. Yine yan odamda sevişenlerin sesi, yine karanlığın üzerimi kaplayışı. Düşünceler kadar uzun bir gecede uyumak için seni düşlemeyi bıraktım.

10-02-2008

Bak Yağmur Açtı

Şehri anlatan su birikintilerinde kayboluşum doğdu. Elimi tutuşun beni saklar mı içine? Yağmur dokunur mu saçlarına? İstanbul geceleri uyanmış, sokaklar ıslak. Amaçsızca yürüyorum. Ankara hayallerden de uzak. Lamartine kaldırımlarını gezdiriyor. Sanki karşıma çıkıverecekmişsin gibi heyecanlı, belirişini kaybediyorum. Oyunun çevresi geniş. Ağaçlar çıplak. Seni güzel bir kafede çay içmeye çağırıyor gülümseyişim. Sen duyamayacak kadar özgürsün. Bir suskunluk kadar yalnızım. Otele döndüm. Eğitim başlamadan lobide pencerenin kısacık hikayesine sığındım. Her kalp gibi ben de sevilmeyi aradım. Neden adresimdin? Seni orda bulamayacağımı biliyordum da neden dolanıyordum hayalinin etrafında? Bir güzel kız haydi diyebilirdi yaşanacaklara. Haydi artık anımsama. Akşama İzmir beni karşılayacak. Yine döneceğim karanlığa. Hep kadehimizi kaldırmadık mı aydınlığa? Sana da sokulur hüznün. Senin de vardır bir parça sevincin. Bak yağmur açtı gökyüzünde. Yıkanmalı kirlenince. Hayal kırıklıklarını eritiyor adımlar.

10-02-2008

Lamartine Toplantı Odası

Mekana yalnızlık hissi veren düşünceler. Mekana yalnızlık hissi veren boşluk. Eğitim salonu boştu. Resepsiyonda çalışan haklı çıkmıştı. Burada eğitimlerin söylendiği saatte sekiz buçukta başladığı görülmemiştir, siz de saat dokuz buçuk gibi inin isterseniz demişti. Su şişeleri masada nöbetçi askerler gibiydi. Radyodan etrafa yayılan romantik parçalarda bir garson kızla baş başaydık. Çay alabilirsiniz seslenişine kahvaltıda yeterince içtim diye karşılık verdim. Hikayesini merak ettim. Saklamaya özen gösterdiği bir aksanı vardı. Başka neler saklıyordu hiç söyleyemeyecekleri? İyi günler dedim kendi sihirinde iyi günler deyip de yok oluşuna. Çalışkan bir öğrenci gibi erken gelmiş, oturmuştum masanın en başına. Yine kalem kağıtla baş başa bulmuştum kendimi. Kelimeler duygularım mıydı? Yazdıklarıyla sevişen bir adam olmak zordu. Masumiyetin yeniden tanımlanışında hareketlilik vardı. Oyuncular birazdan gelirdi. Kapıdan kim bu şaşkın diye başını uzatıp bakan orta yaşlı bir otel görevlisi isterseniz odanıza çıkın ben eğitimin başlamak üzere olduğunu haber vereyim dedi. Söylediğine göre dokuz buçuktan önce kimse gelmezdi. Ankara’daki ofis de boştu. Boşluğu paylaşışımız geldi aklıma. Artık sormamalıyım kendime, neden dolduramadım kalbini diye. Nasıl olsa hikayen bir arkadaş bulur kendine. Ellerimi sevseydi bakışların. İçimden seni seviyorum diye yazmak geldi eğitim için hazırlanmış büyük kağıtlara. Spot ışıklarının altında bir ben duyuyorum sessizliği. Bir çay kaşığı sesi duydum, biri gelmiş olmalıydı. Hikaye hep kaldığı yerden devam edecek değil mi?

09-02-2008

Lamartine Otel 1302 Numaralı Oda

Kahvaltı salonuna girmekte olan turistler gülümseyerek masalarına yerleştiler. Dün gece uyumakta geç kalmıştım yan odada kalanların sevişmeleri duyuluyordu. İstanbul insanı yalnız hissettiriyordu. İnsan özlemleriyle baş edebilmeyi öğrenmeliydi. Yazar kimliğimden mi bilmiyorum hep hikayelerin içine çekiliyordum. Uçakta koridorun yanında solda oturuyordum. Koridorun sağındaki mini etekli bayanın sürekli bacaklarını örtme çabasında zihninin karışık olduğu dikkati çekiyordu. Bagajımı alıp da Havaş otobüslerine yönelmiştim ki bir bayan bana seslendi. Uçakta yanımda oturan kişi olduğunu fark ettim. Taksiyle gidelim mi, ücreti paylaşırız dedi. Kabul edişim şaşkınlıktandı. İkimiz bir yolculuğa yakalanmıştık ya da ben davetlilerdendim. İstanbul’a erken geldim, iki saat yalnız başıma nerede oyalanacağım erkek arkadaşım gelene kadar, şarjım da bitme üzere söylenişinde beraber bir şeyler içebiliriz sözünü duymak ister gibiydi. Sorular soruyordu hakkımda, bana kısa bir hikayede eşlik etmek istercesine. Yalnızlığı tercih etmeli miydi insan? Taksinin beni Taksim’de indirişinde kıza yirmi YTL uzatışımda isterseniz bir kafeye gidelim diyemedim. Otelime çantamı bırakmaya gidişimiz bir kıvılcım olabilirdi. Gece Ayşegül’ü düşündüm. Beni kendime yaptığım haksızlıklardan kim kurtarabilirdi? MP3 çalarımı açtım. Müzik dinlerken, boş bir otel odasında pencerenin kenarındaki bir turuncu sandalyede oturuyordum. Yeni kahvaltı ettiğim için yatağıma dolu mideyle uzanmayı istememiştim. Gözlerimi kapayışımda bir okyanus oldum balık sürülerinin telaş okları gibi akışa saplandığı, rüzgar oldum güzel bir kadının saçlarından geçen, sevişmek için odalarına dağılan çiftleri duydum koridorlarda, caddelere dağıldım kalabalıklar arasında, yaşlandım, özledim, sana yokluğunda karıştım. Birazdan eğitim salonuna inecektim. Orhan Veli’nin bu şehri nasıl duyduğunu hissettim. Yaklaştım, derinleştim. Şimdi biraz sakinleştim. Daha uyanmamışsındır diye düşünmek sevgi midir? Fulya beni saran karanlık sokakları görmüştü. O sokakta Ayşegül’ün ayak sesleri vardı. Beni sevmeyen Ayşegül’ün ayak sesleri. Beni sevmediğini canımın yanmışlığı söylüyordu. Sevgi benim tanımlamamdan kurtarmıştı kendini. Bu şehri yalnız yaşamak istememiştim. İstanbul’da olmak güzel. Yağmuru bekleyen karşı binanın bacası tütüyor. Dumanın kayboluşunda omzuma dokunmuyorsun. Otuz beş yaşındayım. Gözlerimi kapayışım yüzümü yıkayışım oldu. Aynayı buruşturdum, yansımalar kağıt oldu. Bir hikaye gibi savurdum yaşadıklarımı. Kalan duvar oldu gözlerimi çevreleyen. Suyun serinliği damladı yalnızlığıma. Beni bana veren bir iç konuşma. Ellerim ışığa uzanan. Çıplaklığım seni kuşanan. Odamdan çıkışım hala aldırıyor oluşum. Gözlerle buluşmaya geç kalıyorum. Düşüncelerde sabah saat sekiz buçuk olmak üzere merdivenlerde. Asansörün tuşu yok etmiyor katları. Hala beni sarıyor vücut hatları.

09-02-2008

İstanbul'dan...

İstanbul’a yağmur yağmak üzereydi. Leyla adlı mekana girdim. Karşımdaki sandalye boştu. Eksikliğini oturttum. Bir kadeh kırmızı şarap, sipariş etmiş olduğum bonfileyi bekliyordu. Zeytinyağına ekmek banışımda bir Akdenizli gibi keyifliydim.

08-02-2008

İstanbul'dan...

Susmak istediğin oldu mu? Otel odamda yalnızdım beni kaybetmeyi tercih edişinde. Bu şehir değil miydi seni ilk kez gözlerimle buluşturan? Sana döndü tüm anlar. Sana döndü anılar. Bir suskunluğun içinden doğmuştuk aylar sonra. Sessizliğinle baş başa elimin telefonuma gidişini durdurdum. Gözlerimi kapadım. Avuçlarımı sıktım. Karanlığın içinden ayrıldı sokaklar. Yine İstanbul’daydım.

08-02-2008

Perşembe, Şubat 07, 2008

Bir Atlı Karıncada Gibiyiz

Anladık ki inanıp inanmamakla değil bizim derdimiz. Anladık ki yalnızlık kadar derin sözlerimiz. Anladık ki bir düşünenimiz var, bir düşündüğümüz olduğu kadar. Anladık ki anlamak değil bütün meselemiz. Neye yarar merak edişimiz? Neye yarar kaderimiz? Anladık ki kaybedilmeyecek kadar değerli dostluğumuz ve birlikteliğimiz. Anladık ki birbirimize güvenecek kadar özgür yüreğimiz. Bilmek zor. Sevmenin de kolay olduğu söylenemez. Yaşamak zor. Unutmanın da kolay olmadığı inkar edilemez. Neye yarar gidişimiz?

(Bu satırları yazmıştım ki telefonum çaldı. Arayan Fulya’ydı. Bir atlı karıncada gibiyiz, herkes yerinde sabit bir diğerini takip ediyor dedi. O da onu seven birine arkadaş kalmak istediğini üzülerek ve karşısındaki kişiyi kırmaktan çekinerek söylemişti. Telefonu kapatışında, bana iyi yolculuklar dileyişinde sevildiğim ve değer verildiğim hissi vardı. İyi geceler deyişi aklımdan çıkmayacaktı. Yarın İstanbul’a uçacağım. İzmir’i paylaştığım martılar gibi alçalacağım bu güzel şehrin hikayesine. Hep konuk olmayı sevdim gizemine. Duymak zor. Sevmek de zor gözlerin kapalı. )

Daha Ne Yazabilir Yalnız Hisseden?

Benim zihnim kirlenmeyi hak etmiyor. Benim gözlerim suskunluğun değerini biliyor da, ne işi var oyunun gereklerinin içinde? Kişiliğime zarar veren bir meslekle kavgamda iç dünyamı zehirlediğimin farkındayım. Hala neden katlanıyorum? Kimin mazeretleri eksik oldu ki? Hep başkalarının sesleri, hep haklı oldukları düşüncesinde olanlar, beni de kendilerine dönüştürme çabasının, kurban olduklarının bilincinde olmayan ortakları. Yorgunum içimden. Yorgunum anlatmak istemeyişimi antamayacağıma inandırmaktan. Yorgunum senden ve gidişinden. Yorgunluğundan istifa eden bir adamın ne gibi korkuları olabilir? Elinde boş çay bardaklarının dizili olduğu tepsiyle geçen garsonun pencereme yansımasında deniz de olmasa nasıl varılır Karşıyaka’ya? Yapmam gerekenleri yapacağımı biliyorum. Hepimiz bir oyunun gereklerinin askerleri miyiz? İtaatle beslediğimiz gerçeğimiz bizi bir gün öldürecek. Güzel bir kadın kadar mutluluk verici karşıma çıkan çiçekler. Güzel bir kadın kadar umut verici yaşam. Daha ne yazabilir yalnız hisseden ve yalnızlığını sevmeyi öğrenen bir adam? Oyunun göğünden yere tutunan bir şehirde Perşembe oluverdi işte. Ankara da kendi halinde. Gelecek oluverecek. Yaşlanacağız.

Yine Karşıyaka

Trende gazetesini okuyan adamın cama yansıyışında, omzunun üzerinden hikayelere yaklaştım. Yazılarla fotoğraflar gözüme ilişti. Fulya’nın Ayşegül’ün fotoğraflarına mı bakıyorsun sorusu geldi aklıma. Bugün yedi elli beş vapurundayım, erkenciyim sizin anlayacağınız. Hayatımda değişen ne var geçen zaman içinde? Hazırlanması gereken kredi dosyaları, yetiştiremediğim işler ve kaybettiğim zamandan başka ne var? Sadece sevilmek neden yeterli olmuyor? Hayat ısrarla öğretecek mi almakta inat ettiğim dersimi? Değer verdiğim bir dostu kaybetme korkum var. Öyle zor ki onun üzüldüğünü hissetmek. Öyle zor ki içimle savaşmak. Öyle zor ki yenik düştüğüm kaçınılmaz anlaşılmalar, anlatamayışlar. Öyle yalnız ki geleceğim. Hiç doldurulamayacakmış gibi gecelerim. Her şeye rağmen diyebilmek kolay olsa. Arzuladığım Ayşegül’ü de kaybettim yaşananlarda. Artık bir özlem tortusuyla baş başa gömülmüşüm anımsamalara, yitirilmiş bir yarınla. Yine Karşıyaka.

06-02-2008

Daha Fark Etmediği Neler Vardı Acaba?

Ne hissettiğini kaybetmiş bir adam gibi yere bakarak yürüyordu. Yine ona rastlamıştı dalgınlığı. O yürüdüğü mekanları geçerken zamanın ilerlemiş olduğunu fark etmemişti. Daha fark etmediği neler vardı acaba? İç dünyası karışıktı. Bir martının bakışlarında kayboluşuyla mutluydu gözleri. Nedense bir kızı bırakamıyordu elleri. O tercihine saklanmayı seçmişti. Özlem neden görmek istiyordu? Aradığın uzaklar bir gün yakın olacak. Sen yine de farkında olmayacaksın aynalarda bir ömrün geçtiğinin. Bak Karşıyaka yakın artık. Yansıma yansıyansız olmuyor.

05-02-2008

İş Adamı Kılıklı Bir Oyun Yazarından

Yalnız kalmış bir çocuk düşler. Şehir kadranında dönen bir vapur yansımasıyla akrep oluyor. Zaman martılarsız geçmiyor. Uçuluveresi bir mesafede Karşıyaka. Yeni bir hafta başlıyor. Bir dev yaratıyorum bana doğru koşan. Gemiler sıralıyorum yalınayak adımlarından kaçan. Bağrının açıklığında güneş, gözlerinin içinde an. Kolundaki kaslardan kurtuluyor giysisi. Oyunlardan korkmuyorum. Benim, ne varsa içimden parçalanan. Sen de masal kahramanlarımdan birisi oldun. Gecelerden birinde anlatmıştım seni ne kadar sevdiğimi. Sen de benim gibi büyüyen küçücük bir çocuktun. Sadece sevgiyi büyütmüyor çocuklar. Bir omuz arar tüm korkular. Yaz gelince...

04-02-2008

Pazar, Şubat 03, 2008

Seni Bir Tablo Gibi Yaşayan Adamın Gözlerinde

Hikaye anlatıcısını uğurladı. Hikaye bir kısmı bile değildi. Hikaye karşı konulamaz bir davetti. Birazcık da olsa sessizce katılmana olan hasretti. Hikayeler renkler gibiydi. Senin rengine karıştığımdan beri farklı rengim. Mavi katmıştı gökyüzü gözlerime, deniz bak benimkisi biraz daha farklı diye dalmıştı sözlerime. Hikaye içimdeydi. Isırılmış bir kırmızı elmadan arta kalan şekilden şekile girerken tadındaydım yalnızlığımın. Şarkılarla geçiyordu zaman. Telefonlar çalıyor olmalıydı bir yerlerde. Artık yaşayacaklarına randevu veriyorsun. Sürprizler için dolu mu günlerin? Sen de geçmiş mahkumlarından mısın? Fiyatına karşı sorumlu da aklın, ne durumda düşlerin? Kapıdan çıkışına aşık olmuş seni saklayan. Kimmiş merak etmedim çıplaklığını yasaklayan? Belki de sendin farkında olmayan. Seni bir tablo gibi yaşayan adamın gözlerinde mi omuzlarındaki sessizlik? Nefes alıp verişlerinin hızlanışında mı caddeler? Sadece iki kişinin duyduğu kadar mı gece? Kolundaki saatin kadranında geçmişin kalp atışları. Sana yaşadığını duyurmaya çalışan anlarla baş başa sen de karışıyorsun beraber olduğumuz zamana. Bizden öncesi de hikayeydi. Bizden sonrası da korku ve umut dolu insanlarda.

Sevgi Anlaşılabilir Bir Armağan

Farklı coğrafyalarda farklı birer pencere gökyüzünün yaklaştığı. Farklı yaşlarda farklı insanların yanı başı uzaklar. Anımsamak gündüzü yaşamış gece kadar ıssız. Anımsamak hiç kalmadı ki yalnız. Bir piyanonun tuşlarından yolculuğa çıkan sesler gibi güzel karşılandık duygulara. Gözlerimizi kapayışımız bizi buluşturdu. Her pencerenin bakışını hikaye etti içimiz. Ardında bir sevilen olduğunu bildi kalbimiz. Yıllar geçti yollardan. Yüzümde kaldı tebessüm. Benimle izledi yaşlanış serüvenimi. Benimle buldu insan olmanın mutluluğunu. İçine düştüğüm konuşmalarda sessizdi kelimelerim. Duymak da güzeldi. Duymak da aynaydı. Neden bir yansımayı esirgemiştim kendini görmek isteyen bir dosttan? Esirgemiş miydim, yoksa ne diyeceğimi bilemiyor muydum? Halbuki bir şarkının hisleri uyandırışı kadar paylaşılabilirdi an. Sevgi anlaşılabilir bir armağan.

Cumartesi, Şubat 02, 2008

Keyifli Bir Gündü

Zihnim fotoğraflar çekiyor. Denizden hayatın keyfini mi çıkartıyordu suya dalışları?

Keyif vermeli insana yaşlanmak. Keyif vermeli güneşli bir havayla oynamak.

Hafta içini de Cumartesi Pazar gibi yaşayabilmek isterdim. Taksinin arka koltuğundaki şehir pencerenin içinden geçti.

Hissettiklerine Evim Diyorum

Güneşin yüzümdeki sıcaklığı gibi yaşadığım hissi. Esintinin getirdiği serinlikte kendime varıyorum. Seni bırakıyorum kalbine, hissettiklerine evim diyorum. Deniz kenarında, anne babasının elinden tutmuş çocuklar. Onlarla geziyor hikayeleri, anlatmaya ihtiyaç duymuyorlar. Bir oyun kadar eğlenceli havanın güzelliği.

İzmirliydi Mavi

Güneşin yalnız bırakmadığı çocuklardandık. Sırt sırta vermiştik denizimizi. Hayatı seven suskunluklardandık. Sakinliğin kıyısıydı şehir. Kalbimizin kıyısıydı uzaklar. Bir duyulmak isteyişti gözlerimizi susturuşumuz. Birbirimize armağan ettiğimiz şarkılardı arkadaşlığımız. İzmirliydi mavi. İzmirliydi esinti. Birbirimiz için farklı yönlere bakıyorduk. Birbirimiz içindi bulutları yastık yapan gökyüzü. Su gibi arada bulansak da, özümüzde duruyduk. İkimiz de cevaplarını arayan birer soruyduk. Sırt sırta vermiştik kaderimizi.

Yaklaş Gözlerini Kapayışına

Sana yalnızlıklardan daha çok yakındım. Sana güzel bir yarın sakladım. Yaklaş gözlerini kapayışına. İstersen omzumda ağla. İstersen tut elimi bırakmak istediğin anla. Duy karmaşamın ardını. Dünden yeni geldim ana. Kalbimi yokla, aşk kaldıysa adımda birazı senindir. Saçların sevilmeyi seven kedimdir. Sokaklar kadar hürsün oysa.

Gözyaşı Gibi Temiz Akan

Saklamak isterdim söylediklerini içinden doğru dürüst seninle geldikleri için. Ne kadar da içten düşüncen biz gelip geçerken.

...Aralar...İnsanı İnsan Oluşunda Yaralar

Işığın büyülediği bir sonsuzluğun peşinde yorulmak istedi kovalamacam...diye başlarken satırlarım telefonum çaldı. Sonra konuşalım tamam mı diye kapatışında içim kaldığımız yerden beni devraldı. Ne yakınız ne de uzak ifadesine katılıyor muydum? Yüzüme maske yaptım ellerimi. Odamdaki şarkıyı izledim. Sessiz ve düz bir zemine yalınayak dokundum adımlarımda. Duvarlarımın yükselişi kenara çekiliyordu geçmem için. Ona yetişiyordum hüznünde. Yanında duruyordum kendimde. Bakışlarındaydı cevapları. Sorular soruyordu onun içi de. O da bir cevap bekliyor olmaktan canı yanmış elimi tutmak istiyordu. Ne hissettiğimizle baş başayız. Kelimeler sadece kağıda dökülü değil. Anlatabildikleri saçılmış, toparlanışlarında karmaşa toparlayanınmış. Dağıldığından önceki hali değilmiş artık. Haydi bugün papatyalar bulalım birlikte. Sana portakal suyu sıksın ellerim. Bir film izleyelim birlikte. Sesindeki yolcu benim. Değerli senin keşfin...satırlarında tekrar telefon çaldı. Arayan...

Bir Yazar Gezerin Gecelerinden

Yazar avuçlarıyla severek yüzler yaratıyordu. Elleri fırçasıydı boşluğu boyayan. Portreler tanıdık mıydı? Ne oyuncuydu insanın yalnızlığı. Ne çok sevda koymuştu karanlığına. Çoğu adını fısıldamamıştı kulağına. Adını bildiklerini de unutamamıştı. Kendi adını unutulmak için saklamıştı.

Bir An İçin

Bir an için durduk. O kadar kıyısındaydık ki hayranlığımızın, içine düşülecek çok güzellik vardı. Bir an için sustuk. Duyulacak o kadar güzel şey vardı ki sessiz kalışımızla tanışmayı arzulayan. Bir an için sarıldık birbirimize. O kadar yakındı ki ayrılık. Bir an için ölümden uzak durduk. İşte o an içindi bize sokulan. İnanmasan da bir ömür sana söyleyebileceğim tek yalan. Ben de kalmayacağım geriye yazdıklarımdan. Bir an için seni sevdiğimi söyledim. Bir diğer anı senin getirmeni bekledim.

Sen Yanımda Yoksun

Yazar gecenin içine bir şehir yerleştirdi. Yalnızlığı rehberlik ediyordu sokaklarına. Deniz ıssızlıkla konuşuyordu. Rüzgar sevilen bir kızdan esiyordu. O uzakların prensesi olmuştu. Yakınımda olurdu çocukluğumda masallar. Büyümüştüm, kimse bana söylememişti güzellerin acımasız olduğunu. Beni sevmediğini hayattan duydum. En çok bu kırdı dallarımı. Köklerimi saldım anımsamalara. Seni bana verene daha sıkıca sarıldım. Sen gök olurken ben yere tutundum. Kelimeler açtım baharda. Çiçeklerini meyva yapma telaşındaki bir ağaç gibi bekledim. Bana uzansın istedim ellerin. Bir sevgililer günü daha yaklaşıyor. Etrafımda çiçekler. Sen eğilip de sözlerimden bir papatya koparmıyorsun. Seni gülümsetmekle yetindim düşlerde. Sen de uyanmış olmalıydın kendinden. Karnımın aç olduğunu hissettim. Cumartesi oldu bak. Sen yanımda yoksun.

Ankara Ellerimden Kayıyor

Sessizliğin peşine takıldım. Güzel bir kadının yanına sokuldum. Başka bir hayatta gibiydi. Hayran kalışımdan cesaret aldım. Yatağında pır pır eden bir kalptim. Ancak uyuyor olması müsaade eder gözlerime diye düşündüm. Gözlerimi kapayışımda uçabiliyordum düşten düşe. Bu soğuk kış gününde pencereler sımsıkı kapatmış olsa da sırlarını, ben içeri dalabiliyordum sihirli kelimelerle. Saçlarını okşadım yokluğunda. Usulca ve usluca yaşadım hayalini. Sözlerini ürkütmek istemeyen bir yazar gibi suskunca karşıladım güzelliğini. Yastığının etrafını dolaştım yüzünü görmek için. Bir bebek gibi masumca uyanmak üzereydin. Giyinişine kalmak isteyen bir adamdım. Kızı yüreğinde bir anne şefkatiyle örttüm geceni üzerine. Duvarlarına tembih ettim seni gizlice dolaştığımı söylemesinler diye. İkimiz de başka hayatlardaydık. Seni sevmek hiç üzmedi beni. Belki de çok fazla alıştırmıştım kendimi geleceğimize. Bir gün gelmeyebileceğini saklamıştım kalbimden. Ankara ellerimden kayıyor. Düşürüyorum seni derinlerime. Gök beni çekip alıyor. Kayboluşuna dalıyor yüzüm. Kayıp aşk Ayşegül’ü arar mı denizler? Dip yapar mı zaman? Geçmiş sadece hikayeler mi anlatır? Gelecek efsanelere inandırabilir mi haklı olmayı seçmişleri? Bir haksız oluş bulabilir mi an? Tamam haydi sen de saklan. Oyunda nasıl olsa olmalı bir bulmaya çalışan. Ben hep oynamak istedim güzelliğinle. İnanmıyorsan yalnızlığıma sor. Duyduğunu istediğine yor. Seni seviyorum demişti gözlerim.

Cuma, Şubat 01, 2008

Sancı kenetlenmesi, dip sezgisi, arzu belası, düş ateşi

Yaklaşıyoruz...

İlüzyon zedelendi. Yaklaşıyoruz, kimimiz önde, kimimiz arkada kalmışız. Yerimizi almışlığımız karmaşık. Martıların çözdüğü bir mesafede birbirine dolaşmış uzaklar. Hala güneş gövdeli kanatlar. Sen de hikayenle meşgulken, ben penceremde karşıladım ağır ağır içime sokulan anımsamaları. Artık ne üzüntülerinde, ne de sevinçlerinde nasibim vardı. Kısmet demiştin gülümserken. Kısmet demiştin. Hepimiz aynamıza hesap vereceğiz geçen yıllarda. Çizgiler kalmaya gelecek yüzüne yakında. Geçmiş suskunluğunda dolaşacak. Gelecek arayacaksın zamanda. Nefes alıp verişlerinin yanı başında torunların olacak. Yaşamak yıllarına mal olacak.

Başını Duvara Yaslamış

Sanki bu şehirde değilmişiz gibi. Avuçlarında mum ışığı. Saçlarında bir mabet Sardunya Bar. Sıcak şarabın kokusunda sakin bir köşe sessizliğinde olmak. Taşlarla örülü yalnızlıklar.

Önemi yok aramızdaki yaş farkının. Yıllar yakınlaştırıyor gecelerimizi. Önemi yok yalnızlığımızın. Önemi var ne düşündüğünün, hiçbir şey anlatmasa da suskunluğun.

Gözlerimi kapayışımdaki adam yaşlanmış. Başını duvara yaslamış. Gözlerimi kapayışımdaki adam dönmüş geçmişe, konuşacak kimse bulamamış. Kendisiyle baş başa oyalanmış.

31-01-2008

İnsan formunda üşüyorlar. İnsan formunda yalnızlar.

Yalnızlığım Karşıyaka'da Yine

İmgelemede alışmak bakışı yok ediyor. Merdivenlerden inişinde bir bayanın saçlarının havalanışını, çizmelerinin çıkardığı sesleri, yanı başından geçen kokusunu fark etmelisin. Alışmak insanı kör ediyor. Beklemek bizi bir araya getiriyor. Kalabalık saf tutmaya başladı. Kimi kaybettik kimse bilmiyor. Metro istasyonunda trenin gelişinin kurbanlarıyız. Üretim bandına geç kalmama telaşındayız. Herkesin cama yansıyışı ne kadar sessiz. Sen de, ben de aynalardan çıkıyoruz. Sen hep güzel yansıyacaksın aynalara. Beni unutsan da, sana güzel olduğunu hatırlatacak bir kişi olacak. Yastığın ne de olsa bir arkadaş bulacak. Tercihlerimiz bir düzen kuracak. Martının kanat çırpışları keyif veriyor işte. Daha fazla düşünmenin bir anlamı var mı? Buluşmalar bizi yaşlandıracak. Durduğumuz anda yakalanacağız karşılaşmalara, yine içimizle baş başa. Seni başkalaştıramadım. Seni bir başkası oluşunda yanımda olduğun hissinden uğurlayamadım. Artık bir yerlerden tanıdık geliyor sana yüzüm. Hala kendimi alıştıramadım. Üzüntülerine yakın olmak isterdim. Keşke sevinçlerinde yerim olsaydı. Dışında kalmasaydım birlikteliğimizin. Bir şarkının içinde kaybolmuşum. Gözlerimi kapamışım. Ordaymışsın gibi duruyorsun. Gitmemişsin gibi içim. Yolcu yolu hep yakın sanar. Uzak yakınla kandırır keşfi. Yolum uzun gündüz ve gecelerde. Yalnızlığım Karşıyaka’da yine. Bir sonraki gündüz, bir sonraki gece de hikaye.

31-01-2008