İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Mart 30, 2008

Zamansız Düş

Işık karanlığın içinde yıkılıyor. Düştüğü yerden kalkıyor yansıma. Su gibi akan bir düşle sokağın dalıverdiği bir maceraya bırakılmak heyecan verici. Kafesi var şehrlerimizin. Ağaç altındaki bir masanın sandalyelerinde akşam olduğundan beri umut var. Garsonların taşıdığı bir gülümseme ne alırdınız hayattan diye soruyor. Aramızda sessizlik dolaşıyor. Esintiyi kovalamak istiyoruz. Birbirimize şarkılar getirdik yalnızlıklardan. Geçmekte olan bir vapurun içine koyduk sevgimizi. Saatin kaç olduğunu merak etmiş midir martı? Hiç geç kalmamış gibi rahat uçar maviyi. Zamansız yaşar sonu.

Yaşarken Görüldük

Yaşadığını hissettiği anlardan uzaklaşışını düşündü. Yaşadığı anları başkalarına kaptırıyordu. Kendi payına yorgunluğundan fazlası düşmeliydi. Daha az konuşmalıydı başkaları hakkında. Bir an önceciler hep telaşlı diye geçirdi aklından. Pazar gününde dahi acelesi olanları bekledi vapurdan inmek için.

Cebinde parası olduğunu hissetti eli. Kaç lira olduğunu bilmek, hiç olmamasından önemli değildi. Rüzgar sırtına vuruyordu, yüzü güneş alırken. Deniz kokan bu güzel günde, kıyıda oturmuş dalgaların bakışlarından geçişini izliyordu. Canını yakan anımsamalardan uzak kalamasa da, sığınmış olduğu bu güzellik ona iyi geliyordu. Ruhunu yıkayan bir esintide bırakmıştı kendini uzaklara. Martının sessizleştirdiği bir noktaydı yalnızlık. Gelip geçene göre yakındık birbirimize. Yürümeye karar verdi. Ayağa kalktı şehrin devam ettiği yönde.

Arabaların geçişi sonsuza ip salmak gibiydi. Akışın derinlik kazandığı kayboluşla paylaşıyordu belirsizliği. Kısa da sürse sadece yaşadığı hissine karşı sorumlu hissetmek keyifliydi. Ufka ve gökyüzüne yaslanmak , hep yetiştirilmesi ve ulaşılması gerekenle tasalanmamak huzur doluydu. Çocukluğundan beri hep beklentilerle koşturulmuştu. Başarılı, yorgun bir adamın isyanına hak verebilir misin? Dünyayı ne hale getirdi başarılı olmak zorunda olduklarına inandırılmışlar. Doğrularımız birer kabusa dönüştü. Bir düş gibiydik, yaşarken görüldük. Vebali kanlı bir geçmişe gelecek yetmiyordu. Alışmanın kale duvarlarında yaşayanları hayal ettim.

Koridoru Geçmiş Kapılar

Pencereme denizden selam getiren bir kuşun bakışlarımı sürükleyişinde, güzel bir kahvaltının sakinleştirdiği düşüncelerimle huzurluyum. Apartmanların izin verdiği bir aralıktan sokuluyoruz suyun kıpırtısına. Cadde kenarındaki bir sokak lambası da izliyor gelip geçeni. Yalnız değil denize ve bu şehre olan hayranlığında. Ağaçlar da boynunu uzatmış manzaraya. Daha iyi görebilmek için sevmek, daha iyi anlayabilmek için suskunlaşmak. Penceremde bir çatı, küçük bir çocukça çizilmişçesine şirin bir eve ait olmanın mutluluğunda yaşıyor. Beyaz cumbası bahçesindeki ağaçla konuşuyor dostluğu. Dalları bu güzel gökyüzüne sarılmış bir ağaç, bulutlarla da arkadaş. Penceremden arabalar geçiyor. Francis Cabrel’in şarkısından bir martı süzülüyor. Fulya’nın evinde duvarlar insanı hapsetmiyor. Bir yerim varsa bu koltukta, karşımdaki koltuğa yerleşmiş boşlukta duran küçük kırmızı yastık kadar anlayışlı zaman. Detayı toparlayamaz gözlerin. Beni toparlayamaz elimi tutuşun. Aldırmalı mıyız? Anın hakimi bir martı kanatlarını açmış İzmir’le dans ediyor. Keyif veren bir pencere, umut veren bir ufuk çizgisi. Mustafa Abi karşı kaldırımda. Tanıdık bir Cumartesi. Bir sehpa uçurum olmuş ayaklarını sarkıtmış oyuncak bir kıza. Kucağında ayıcığını seviyor. Ardında mumlar gece ve gündüz gibi kıpırdamamış sanki. Zaman durmuş o akmış. Gözyaşlarını silmiş geçen boşluk. Koridoru geçmiş kapılar. Koridoru geçmiş bir kız. Dokunmak yetmiş yalnızlığına. İki gözlük, iki bisiklet, bir sokak kapısı.

29-03-2008

İç İçe Oluşun Yalnızlığında

Sevgiyi anlatmak için konuşulur mu? Sevgiyi anlatmak için susulur. Sevgi çıkışmaz, sevgi yaslanır. Sevgi kalp atışlarından dinler zamanın geçişini. İç içe oluşun yalnızlığında bir gonca yolculuğun açtırdığı, bakışların sonlandırdığı bir manzara sonsuzluğa özenen, özlemlerini martılara aratan bir akşam denizin ufka dokunuşu. Sevgi birlikte yaşlanmak mı? Affetmek mi yalnızlıkları? Gözlerin gözlerime güvenini yitirdi mi? Yanaklarından süzülen göz yaşını izledim boynunu eğişine yaklaşmak için. Sevgi paylaşılan bir şarkının varabildiği bir boşluk mu?

Kayboluşlar

Vapurların, trenlerin ve otobüslerin terk ettiği bir adam şehri dolaşan. Yalnızlığının en yakın arkadaşı bir adam gündüzlerini gecelere yetiştiren. Şarkıların umutlandırdığı, sokakların dolandırdığı bir oyalanış beklemeye sabrı olmayan yaşam. Gelip geçiverende ikimize ayrılan bir sır karşılaşmak. İstanbul’u da sevmiştim. İzmir düşlerimden dönüyordu Ege’ye. Ankara’nın bozkırlarında fısıldayan bir esintiden duyuyordum ayaklarının yere bastığını. Çiçeklerini bağrından söküp atamamıştı toprak. Kayboluşlar masumdu. Kayboluşlar sırdaştı.

Affetmedim Kendimi

Beni hiç beyaz bir gelinlik içinde hayal ettin mi diye sormuştu bakışları. Sessizlik gözlerinden kaçtı uzağa. Başını önüne eğişi yüreğine gömdü suskunluğu. Yıldızlar omzuna dokundu. Teselli hıçkırdı içinde. Cevaplarına izin vermeyen bir sorunun hapsinde kayboldular. Birbirlerini anladıkları kadar yakındılar. Geceye tanık oldular. Hayat paylaştıkları bir anda konaklamıştı. Misafirperverdi umutları. İyi olmaksa hepsinden zordu. Gözlerinin içinde birer yolcuydular. Sana uğradığımda yorgunum dedi, yorgunum düşünmekten. Sana uğradığımda kapının açık olduğunu bilmek sevgi. Ayrılığın sadece bir ceketi mi var? Neden kelimelere sığınmış haksızlıklar? Gözlerimi kapadım, affetmedim kendimi. Ben kayıptım ama şehir beni bulamıyordu. Neler saçmalıyordum?

Uzun Zamandır

Gölgenin içi henüz dolmamıştı. Işığın gizlediği kadın yakınlaştıkça ayak seslerinden fazlası belirdi bakışlarımda. Savrulan pardesüsünden kaçan bir çekicilik vardı giysisinde. Yüzünü tanımadığım bir gizem, ıssız bir düşleyişten çıkagelmişti. Dünya çizmelerini çıkarışının etrafında dönüyordu. İçinde yer aldığı bir hikayenin penceresinden uzaklaşan gecede, gözlerini kapayışı kim bilir neler paylaşmak istiyordu. Gölgesi omuzlarından sıyrıldı. Uzun zamandır kendini yalnızlığına saklıyor olmalıydı. Ayna hayrandı çıplaklığına. Yatağına bırakılmıştı kalp atışları. Sırt üstü, derin derin nefes alıp verişlerinden kaçamıyordu. Hıçkırıklara boğuldu ruhu. Karanlığın içinde perdesi dökülüyordu gözünü diktiği tavandan. Göz yaşı gibi akıyordu tül. Başı da kendi dünyasının etrafında dönüyordu. Varoluşun düşler sokağında bir kedi ürkerse kuytulardan gözlerini kaçırışın kadar sığınabilirsin kendine. Güzel bir kadına yalnızlığı kadar yaklaşabilirsen, acı çekmeyi göze alabilirsin. Sana izin verirse bir gün gideceği gerçeği, sana emanet anımsamalarında kalabilirsin. Hikayenin vedası henüz dolmamıştı.

Bugün De Düş Görmek İçin Kaçtım Evden

Karanlığın gizlendiği bir temkinlilik, loş bir serüven kıyının gecenin içine daldığı serinlik. Ağaçların dallarının sonsuzluğa eğildiği bir anda ay ışığı. Hayal edebildiğim kadar içindeyim ışığın ruhumu çekiştirişinin. Hayal edebildiğim kadar uzağım. Bugün de düş görmek için kaçtım yıldızlara. Gözlerinde sahne değiştirdim. Ne de olsa düş benimdi, sana bırakmadım seçimleri. Bana hiç yalnızlığın nasıl diye sormadın. Nasıl olsa cevapların senindi.

Cumartesi, Mart 29, 2008

Ya Sen De Kaybolursan

Işık denize, hissedilen sese yansıyordu. Telefonumun çalışında beni düşünen bir kalbin içtenliğiydi dinlemekte olduğum Francis Cabrel’in sesine karışan. Yanında olmak isteyişim dostluktan fazlası mıydı? İkimize güzel şarkılar seçen bir gelecekte aklımızın karışıklığına yenik düşen o kadar duygu vardı ki. Gün batımını seven bir şehirde birlikte kahvaltı etmiştik. Beraber tırmanmıştık bize yol gösteren bir patikanın açtığı sonsuza. Garson iki bardak sıcak çay koymuştu suskunluğumuza. Arayı hiç soğutmamıştık. Acaba bir süre görüşmesek mi deyişinde onun da yatağına onunla girecek duygular vardı. Onun da gözlerini kapayışı onunla konuşacaktı. Sevgi alışkanlık mıydı? Sevildiğimi hissettiren bir suskunluk oldu gece. Kıyıya vuran dalgalar gibi içime sokulanda yastığıma başımı koyacaktım. Seni içimde nereye koyacağımı bilemediğimi mi düşünüyorsun? İçime bıraktığın seste yankılandım. Düşündüm, içime kapandım. Bırakmadım uykusuz saatleri. Geçen anın seni uyutmayacağı kaygısını da sahiplendim. Sabah olacak. Sabah olacağını biliyor yorganımın içi. Sıkıca sarıldığında sırra kadem basar kelimeler. Ortadan kaybolur yaşanan. Ana doluşan ikimiziz. İkimizin bu acı. İkimizin bu sevinç. İkimizin saklamadıklarımız. Bir şarkı yaşlanmak. Sana haksızlık mı ediyor sözlerim? Daha fazlasını yazamadım. Daha fazlası iyi geceler dedi içimle beni baş başa bırakana. Sana iyi geceler deyişimden bir parça ayırdım. İyi geceler deyişimde yerin vardı. Bilmiyordum neden seni seni üzecek hissettiklerimden korumadığımı? Bilmiyordum hissettiklerimin sağlıklı olup olmadığını. Kayboldum sanırım. Ya sen de kaybolursan...

Sessiz Bir Not Uçuverdi

Her kadında anlatılmamışın payı vardır. Her sevilen kadının sessizliğinde ızdırap çeken bir adam yaşar. Her kadından yalnızlığa bir hikaye kalır. Birbirlerine sarıldılar. Yok oluşlarına tutundular. Sonsuza düşmek üzereydiler. Ataları da nice yıldız biriktirmişlerdi hayranlıklarına. Çıplak omuzlarını kavrayan avuçların sıcaklığında suskunluğun seninle konuştuğunda hiçbir zaman doğruyu söyleyemeyecek dudakların. Senin olacak yaşanmışla buluşturduğun yaşanacakların. Bir şehir seçeceksin yarınına. Bir adam uğrayacak yüreğine. Sen kendin için susacaksın. Sen kendin için yaşamak zorundasın. Saçlarına dokunacak için. Neresinde kalmıştın hikayenin? Bana bir zamanlar denizi anlatırdı gözlerin. Elini tutuşumda izin vermezdim gidişine. Elini tutuşumda bekletirdim beni heyecanlarına sürüklemek isteyen sabırsızlığını. Gözlerimizi kapayışlardan ne kaldı geriye? Yeni aşklar mı? Bir kızı daha sevdim. Gülümseyişine kalbimi bıraktım. Sessiz bir not uçuverdi yalnızlığımdan. Onu gökyüzümdeki martı sandım. Bir düş gibi özgür konmayacaktı dudaklarıma. Uçup gidenin olacaktı yarın. Bakakalanın yazmak. Ardım ne bilebilir ki? Ben de kelimelerimin ihanetine uğradım. Anlatamadım. Yanı başımdan geçen bir bahar gibi yaşandın. Bir şarkı dinlemişiz gibi hissettim.

Hala Adım Var Bu Yalnızlıkta

Bir kadının parmağı hayatın altıncı katına dokundu. Bir adamın gözleri boşluğun insafına kalmış apartmanların ayaklarına kapanmıştı. Hikayenin kenarından geçen bir taksinin ışıklarda duruşunda, gecenin karşıladığı bir kadının dudaklarındaydı sessizlik. Yorgunluk hissinin de sokak kedileri vardı. Yorgunluk hissi eşlik ediyordu bir adama, hep karanlığın kazandığı bir yalnızlıkta. Düşlerinin iyi uykular dediği bir adamın gözlerini kapayışında bu kaçıncı geceydi sevilenin yatağına uğramadığı? Gözyaşlarında penceresi sonsuzu teselli eden bir kadının bakışlarını bırakıp da giden bir cadde vardı. Yalnızlığın dilinde seni seviyorum dediler birbirlerine. Bir şarkı gibi sokuldular suskunlukların hapsettiği kelimelere. Kolları duyduğu rüzgara minnet eden adamın damarlarından yere tutunan duygu, onu göğün bağrına basan. Yıldızların sallandığı bir gecede kadının derin bir nefes alış. Bir kadehin yanı başı sarhoşluk. Bir kadehin yanı başı aynaların özlemi. Sen de mi diline düştün yalnızlığının? Sen de mi yaşadın esintiyle vardığım bu şehri? Sen de mi aradın aşkı güzel omuzlu kadınların yazında? Sen de mi yorgunsun? Sen de mi yetişmeye çalıştın hep gülümsemelere? Durduğun bir anda ardın geçmişin mi oldu? Anımsamalar senden daha acımasız değil. Ne yapayım dercesine tebessüm mü ediyorsun? Yanıldığını mı düşünüyorsun? Bir kadının çıplaklığı. Bir kadının hıçkırıkları. Elleri cebinde oluşu bir adamın. Bir martının unutuluşunda geçti zaman. Sana değerli olduğun hissini düşürdü gökyüzü. Ay ışığı okşadı yüzünü. Sevildiğini duydun senin olan yalnızlıkta. Senin olan yumruklarını sıktın. Dayandın yaşamaya. Direndin hiç aldanmıyor olmaya. Yastığına başını koyuşuna bıraktığım bir düş ayrılık. Hala adım var bu yalnızlıkta.

Cuma, Mart 28, 2008

Sen Sustukça

Sessizlik beni sana hazırladı. Düşler kurdurdu bana. Seninle doldurduğum bir yuva oldu yüreğim. Sen sustukça konuştu gözlerim. Belki duyarsın umuduyla yaşattım gülümsemeni. Seni içime aldım gecelerde. Seninle bıraktım kendimi. Kaybetmenin eşiğinde bekledim. Zamanın beşiğinde sallandım.

25-03-2008, 07:56

Yalnızlıklar Kadar Buruk Umut Ettik

İnsanı gülümseten bir huzurlu yalnızlıkta tanıdım onu. İnsanı teselli eden, görmüş geçirmiş, ulu bir çınar altı gibiydi dinginlik. Telaşın gözlerde yavaşladığı bir suskunlukta olgunlaşan bir iç sesin hikayesiydi çevresine dokunan. Bakışlarından uzaklaşabilmek için düşler kuruyordu sokağın gizemle kayboluşuna. Güzel bir kadının sırrını taşırcasına çarpıyordu kalbi. Tarihin sahnelerinden silinmiş bir geçmişin mirası olan sessizliğin sırdaşıydık hepimiz. Sevişmeler kadar sessiz. Benim olan bir kıyı beni çekiştiren. İçindesin aralık kapımın. İçindesin aynamın. Bir masalın içine salıverilmiş çocuklar gibi neşeli karşıladık günü. Bir aşkın içine düşmüş yalnızlıklar kadar buruk umut ettik. Sonsuz parçası bir kadın mahrem. Sonsuz parçalanıyor. An yakın. Uzağında Cuma oldu yine.

Bulutlara Mı Bakmalı?

Yere sırt üstü uzanmalık bir gökyüzü. Mavi insanın gönlünü açıyor. Bulutlara mı bakmalı, martıların gövdelerini parlatan güneşe mi? Boyalarını karıştıran bir ressam gibi kaptan dümeni Karşıyaka’ya kırdı. Deniz renklerin belirişine hayran bir palet oluvermişti. Martılar göz kulak oluyorlardı bu muhteşem tabloya. Benim sınırlarımı uçmak için martılara ihtiyacım vardı. Sınırlarımı uçmak için güzel bir kadının gözlerine uğramalıydım. Açık griyle nakşolunmuş beyazın uzandığı ufuk çizgisinde demirli gemiler hikayelerini anlatıyorlardı. Bazen duyacak kadar yakın değildik kelimelere. Yol alışlarımız bağımsızdı. Etrafının içine kaçışan insanları düşündüm. Bizi buluşturan bir ailemiz vardı. Alışmak da bir kardeşlikti. Birer oyun arkadaşıydık her birimiz. Birbirimiz için zamanın geçişini kolaylaştırıyorduk. Karakterlerini yazarın seçmediği bir sahne hayat. Doğaçlama bir sonda katkımız kadar yaratıcı ifade olunan. Katkıları bağımsız insanların suskunluğunda yitiriliyor hikayeler.

27-03-2008

Çarşamba, Mart 26, 2008

Gün Seni Gülümsetirdi

Hayat beni düşlerime takdim etti. Martıların ayrılamadığı kadar güzel bir manzara. Yağmurun sesinde vapurun penceresi. Deniz fenerinin yalnızlığı kimin yolunu gözlüyor acaba? Onu sonsuzlukta tutan tanık olduklarına hayranlığı mı? Pencerelerin diline düşmüş suskunluklardan dağılıyoruz hikayelerimize. Arada kurtuluyorum başkalarından. Güzel bir kadın gibi uzağımda her şey. Kelimeleri de yakın hissetmiyorum. Vapur şehre çekiliyormuşçasına döndü. Ardının asılışında yönünü Karşıyaka’ya verdi. Gittiği güzergahda kararlı görünüyor. Yakınlaşmaların sessizliği denizin sırrı. Gözlerini kaçırışına hiç soramayacaktım neden üzgünsün diye. Artık anladığımı sandıklarım beni üzmüyor. Alıştırdım sanırım kendimi içimin sesine. Yolcular uyukluyorlar ömür gibi geçiveren zamanda. Dertlerin uyuya kaldığı bir birliktelikte oyalanıyoruz. Gün seni gülümsetirdi, artık kaybolmuş gibisin. Akşam oluverecek yine. Yaşlanıvereceğiz. Ait hissetmenin yolundaydı derviş. Bana kadını anlatan bir yalnızlıktan dinledim hayatın ne kadar güzel olduğunu.

Pazartesi, Mart 24, 2008

Çayır bana çocukluğumu koklatır.

23-03-2008

Yağmur Öncesinde

Yağmur öncesinde şehir garip bir havaya büründü. İnsanın hayatında bazı anlar vardır hiç yaşanmamış olmasını dilediği. Bugün kendimi kaybedip, Egehan denize çöp attığında, sert bir yüz ifadesiyle onu yakasından tutup havaya kaldırmış, onu sarsmıştım. Onun yüzündeki dehşeti yaşamak benim canımı daha çok yakmıştı. Küçük bir çocuğun ruhuna zarar vermiş olma düşüncesi beni derinden yaraladı. Ağlayışı beni üzdü. Ondan özür dilercesine küçük bedenine sarılışımda belki de beni affetmişti. Üzerinde durmayacaktı belki de. Ben üzerinde duruyordum benden bir şeyler götürenin. Yağmur yağacak. Denize iniyorum yalnızlığımda. Saat altıya beş var Halil Rıfat’tan inişimde. Bana neler oluyordu? Düşüncelerindeki adama sordum. Beni tanımadığını söyledi. Kıyıya yağmurdan önce varacaktım.


Işıklarda bankacı kimliğiyle duran bendim. Tarih içinde, savaş meydanında ölümü bekleyen bir savaşçı değildim. Denizim çok sakindi. Detayın dinginleştiği bir evrende, birikip dağılanda yağmurun gelişini hissediyorduk. Yer kalabalıktı, kanatlarını açabildiğince germiş, süzülen kuşun ıssızlığındaysa gök tek bir renge bürünmüştü. Sonsuzluk hissiyle kaplı gemilerin pürüzsüz bir koyulukta demirleyişleri, kendimi ufka bakarken enginliğin kenarında oturmuş bir adam gibi hissettirdi. Işıklar belirmeye başladı akşamın çizgisinde. Bir karınca kadar küçüldüm etrafımda. Amerika’nın caddelerini hayal ettim. Avrupa kıtasından Avustralya’ya geçtim. İçindeydim sırrın. Kahvaltı sofrasına oturuşun özelliğini hissettim. Hafifçe gülümsedin. Sen de içindeydin hikayenin. Sen de içindeydin sevinçlerimin. Sen de üzüntülerimi paylaşıyordun. Geçmişi hafifletiyorduk. Işığı seven gözleri okşar kıyılar. Suskunluğun bağrında Tanrı tozu var. Kimseye dayatmadığın bir Tanrı. İçime yaşam bırakan, beni korkutmayan, bana kadının çıplaklığını armağan eden bir Tanrı. Benimle yaşamın güzelliğine kadeh kaldıran bir Tanrı. Bir ölümlü neden daha fazlasını istesin? Gece bize dokunmak üzere. Payıma düşen andasın. Bırak saçların biraz deniz koklasın. Gel sen de yüreğimde sakinleş. Gel sen de duy karanlığın çiçek açışını. Beni anlayacağını bilir ellerim. Beni affedeceğini bilir gözlerimi kapayışım çünkü senin de Tanrın sevgi. Gel bende sus. Gece oluyoruz. Kim demiş geçen saatler acımasız. Kılıcın keskin yüzünün yaklaştığı bir yaşamın gözlerinden düşen bedende açmış kan bahçesi. Çocukları olmuş serüvenin. Kayıplarımızdan kazanmışız geleceği. Neden sevişmekten utanalım ki? Yaşam soluyoruz. Çizgiler kırılıyor. Gerçek yıkılıyor. Gözlerin çakıyor. Haydi bir adım daha. Haydi sokul bana. Bir parçasının altında kaldım hayatın. Aynalardaydım. Sana kelimelerde sunabileceğim bir rüya yok. Şu ana kadar yazılmış ilk yalnızlığı okumuyorsun. Sona taraf oluyorsun. Küçük bir çocuktum, bakışların beni büyüttü. Omuzlarına yıldız konan bir adam yaptı beni gece. Sokak lambaları peşimde. İzmir’i bugün daha çok sevdim. Apartmanlarla yüzdüm caddelerini. Bir kulaç Ege’ye mahrem karanlık beledi beni kendime. Çığlığımı gömdüm dudaklarına. Ağır ağır yaşanan bir gecenin keyfine diyecek yok. Berbat bir sonsuzluk diyenlere kanma. Sen sevgi Tanrısının onurusun. Kul köle olunmaz zamana. Yaşananda isyan çıktı. Sessizlik insanlığı kazandı. Tohum gözünü açtı.

Gecenin içinden geldiniz, gecenin içine döneceksiniz.

23-03-2008

Pazar, Mart 23, 2008

Sessizlik hakkımız vardı. Kaybolandan kaçan bir gözlerini kapayışın sessizlik hakkıydı insanın içiyle buluşan. Rüzgarın sesinin dolaştığı bir sessizlik hakkıydı. Payıma düşen bir hisse bıraktım bana kadar varanı. Dışımda beklettim konuklarımı. Sessizlik hakkıma sığındım.

Sokağa çıktığımda, gözlerimi kapadığımda yazmış olduğum onca yazı çok anlamsız geliyor. Paganini’nin keman konçertolarına bıraktım zamanın akışını. Önce düşüncelerime çeki düzen vermeliydim. Hayatımı toparlamalıydım. Gözlerimi kapayışımdan birçok sahne geçti. Neden dur diyemiyordum kelimelerin hayatıma doluşmasına.

Cumartesi, Mart 22, 2008

Gecenin Kollarında

Aynaya yansıyan adamın bakışlarında dursa yaşam, hikaye hangi kaldığı yerden ele alırdı anı? Hisleriyle boğuşan bir adamın merdivenleri çıkışında donmuştu yaşanan. Gözlerinin içiyle buluşan, gelip geçen zamandan kopmuştu. Anlatmak bir araya getiremezdi hikayenin kaybolmuş parçalarını. Kemanın sesini izledi koridorun vardığı bir kapı aralığına kadar. Paganini’ye teslim etti vicdanını. Kaybetme korkusuna yenik düşmemek için ışığını söndürdü düşlerinin. Yüreğini yaşadı affedilmek istercesine. Kendini kaybettiğini hissetti gecenin kollarında. Bir vals oldu karanlığı.

Gözlerimi Kapadım

Biz ne hissettiğimizi birbirimizden gizlemedik ki. Dürüstlüğümüzün acılarına katlandık. Yılların içinden gelen bir hikayenin güvenini sarsmadık. Birbirimize yaşadıklarımızı anlattık. Yıldızlara emanet ettik gecemizi. Seni kaybetme korkum kadar güçlü bakışlarına yakalandığım bir kızın suskunluğu. Hep ilk görüşte teslim olurum ya gözlere. Anlayamadım başıma gelenleri. Anlayamamak anlatıyor ya tüm olup biteni. Bana sıkıca sarılır mısın? Sana değer vermediğim duygusunu sana yaşatmaktan çekiniyor içim. Belki yine canım yanacak. Onun yeşil gözlerinin etrafında dolanıyor sessizliğim. Gözlerimi kapadım. Yalnızlığıma vurdum. Beni anlamak seni üzer mi? Beni anlamak bisikletlerimizi ayırır mı? Artık bir bardak taze sıkılmış portakal suyu uzatamaz mıyım sana? Domatesin dilimlenişinde zeytinyağı gezdirmez mi elin? Sevildiğimi bilmeye ihanet mi bir başkasına gönlünü kaptırmak? Bedellerim ağır mı? Kayboldum Amelie. Bana karşı ne hissettiğini bilmediğim bir kızda kayboldum.

Kedicik

Kedicik, yeşil gözlerin nasıl da çekiyor insanı. Ayrılamadım gülümsemenden. Suskunluğuma hapsettim kendimi. Ceza değildi seni uzaktan, bakışlarından kaçarak utangaç sevmek. Acı vermiyordu sana senden hoşlanıyorum diyememek. İlk görüşte kıvrılmıştın sen sıcak düşlerime. Omuzlarında bir yaz yaşayamasam da seni saklayacağım sessizliğime. İstanbul gibiydi düşüncelerim. Gizemli, siyah beyaz bir hikayede seni kaybetmemek için göz alıcılığınla renklendirdim gözlerimi kapayışımı. İşittim adımlarını. Denize yansıyan küçük bir balıkçı kayığının huzur vericiliği vardı dinginliğinde. Martılar elbet dolanır etrafında. Ay ışığında yalnızlık çekilir mi hiç? Bir gün deniz gibi okşayabilsem yüzünü. Sarı saçlarında rüzgar beslese gecemiz.

Beni Haince İzleme

Bakir sonsuzluklardan gelen bir ana sahip çıktı yaşayanlar. Tanrıyla şakalaşanlar Tanrıyı en çok sevenlerdi. Hoşgörülü olanların sevgisiydi Tanrı. Gazabını bulan insanlar düzenbazdı. İnsanı korkuyla tanıştırdılar. Kaybetmek korkusunu yaşayan insan önce Tanrısını kaybetti. Onlara sorsanız hepsi inançlıydılar. Gönül anlayışı karşısındakine bırakır. Gerçeği sunanların yanılanlara hep ihtiyacı vardır. Gerçek neden acı çektirsin ki mazluma? Tanrıyı neden gerçeğinden feragat ettirir insanoğlu? Gözlerime yıldız bırakanın enerjisi benim. Rüzgarı senden duymaya ihtiyacım yok. Karışma aramıza. Ben gerçeğimi toprağımın kokusunda duyarım. Ben gerçeğime zamanı geldiğinde karışırım. Gözlerimi kapayışımla Tanrıyla yalnızlığım. Kadınım eşim. Kapama düşlerimi. Gerçeğinle örtme kadınımı. Gönlümü gizleme. Beni haince izleme. Benim karanlığım seninkinden farklı çünkü yıldızlı.

Ayakları Yere Basan Bir Masal

Raftaki ayakkabılarına takılmıştı gözleri. Evde dönüşünü bekliyordu. Dönüşünü beklemek sevgiydi. Yaşadıkları bir masal değildi ama yine de raftaki ayakkabıları, onun olduğunu bilerek giydirdi ona düşlerinde. Bileğini şefkatle kavradı, incitmemek için bakışlarını. Özen göstermek sevgiydi. Durakalmıştı onu tebessüm ettiren düşüncelerinde. Ona eşlik eden ayakkabılarla yürüdü kollarının koruduğu kadının hikayesini. Önce spor ayakkabıları anlattı gündüzünü, sonra ona gözlerini kapattıran rugan ayakkabılardan dinledi gecelerini. Sevmek eşlik etmekti. Onu ayakkabılarının içinde görmek için can atıyordu. Yere basışındaki müzik çalındı kulağına. Duymak sevmek demekti. Bir tek ayakkabı sendeletir. Dengelenmek tutsaklık değildi. Rafların sessizliğiyle konuşmuştu eşini. Kapısında işittiği anahtar sesinde atıldı kapının koluna. Sarıldı boynuna. Ona en sevdiği gülümsemesini getirmişti. Bir garipsin dedi kadın. Adam raftaki ayakkabılara göz kırptı. Ayakkabısını çıkarışını sevdiği kadını izliyordu diğerleri. Bir garip olmak sevmekti.

Artık Çocuklarının Bahar

Hayatından sahneler gören bir adam düşlerinden dönüyordu gözlerini açışına. Uyuya kalmıştı sanki onu unutmuş bir gerçekte. Onu uyandıran bir kadınla ilk tanışmasını hatırlamak gülümsetmişti gözlerini. Bir kadının sessizliği kadar bir adamın sessizliği de derindir. Birbirlerini bulup çıkarmışlardı zamandan. Yorgun düştüğü için uzanmamıştı hayallerine. Gözlerini kapayışındaki ağacın dallarına tutunmuş ışıltıları anımsadı. Uzun zamandır bu göğün altındaydı. Evi olmuştu uzak yıldızlardan geçen gecelerindeki karanlık. Gündüz bulutları izlerdi adımları. Omzuna aldığı küçük bir çocuk gibi büyümüştü göz bebekleri. Şaşkındı korkmadığı sona yaklaştığı her anda. Hayranlıklarının izini sürdü ellerinde. Hayatın işlemiş olduğu suskunluğunda huzur vardı. Denize bakan adamın hikayesindeki yıllar birçok kişiyi korkutabilirdi. Yalnızlığın mazisi şarkı olmuştu. Çayın demlenişi vakit geçiriyordu bizim dediği evde. Bakışlarının döndürdüğü duvarlarıyla çocukları oynuyordu bir zamanlar. Bir zamanlar da adam olmuştu. Sahnenin camını açtı, derin bir nefes aldı. Sahnelerini dalıp gitmelerine ayırmıştı. Bir el dokundu omzuna. Başını çevirişi teşekkür etti yanında oluşuna. Susmak bir kuş getirmişti pencerelerinin pervazına. Özgürlüğün kendini salıverdiği kayboluşa hazır olduklarını hissettiler. Sessizce unutuldular. Yağmur yağdığında toprağın kokusundaydı çiçekler. Sevgiyle beslenmiş bir ölümden dönecekler. Yarın geliverirse kıymetini bil dedi rüzgar. Artık çocuklarının bahar. Perdesi savruldu sonsuzluğun içine. Çay bardakları yakındı sürekli haksızlığa uğradığını hissetmiş keyfekedere. Bir yudumdu saltanat. Keyfediyordu yaşamak. Müzik sesi hep duyulmuştu. Affedildiğini hissetti kalbinin atışında. Affedildiğini hissetti iyi bir adam oluşunda.

Sevginin Ev Hali

Hallerin sana yakışıyor. Beni fotoğraflarında gezindirdi. Seni gülümseten hallerin geçmişimde kaybolacak mı? Sormaya korktuğum bir tercihin olacak. Sevimli hallerinin kucağında bir kedicik yalnızlığım. Bir düşün çatısında sessiz, şehrin karanlığını dolaşışım. Hallerim senin mi gizli tuttuğun bir yürek çarpışında? Suskun musun yaşadığın ana seni unutturmayan fotoğraflarına senden habersiz sokuluşumda? Yoksa ben mi duyamıyorum güzelliğinin dilini?

Bir Teşekkür Edişin Mirasında

Oktay büyük emeklerle derlediği ve benimle paylaştığı müzik arşivini kopyalayıp da başkalarına armağan ettiğim için bana tepki göstermişti. Kolayca sahip olunmamalıydı hiçbir şeye. Düşündüm bizler kolayca sahip olmamış mıydık bize miras tarihe? İstanbul’u süsleyen görkemli camilerin boğazın sularını seyrine kolayca sahip olmamış mıydık? Birer hediye değil miydi yaşamımıza doğumumuzu kutlayan güzellikler? Vermenin muhasebesini tutmamışların eseri değil miydi yarınlar? Güzel olan onu yaşayanda kalmamıştı hiç. Bir sessizlik bırakmak benim için değerliydi. Duyanın yüreğindeydi kelimeler. Bir teşekkür edişin mirasında ben de kalmayacağım sonsuza. En son kendimi de vereceğim yaşanmışa ve unutulandan açan hatırlanana.

Dansı Yaratan An

Öğrenilmemiş bir dans. Öğrenilmemiş bir tutku. Doğaçlama bir anda, adımlarına eşlik eden bir müzik. Bir karşılaşma yüzüne vuran. Bir soluksuz kalış seni susturan. Bir kollarını özgür bırakış, senden sonrasına uzanan. Çağın yerlisi güneşi ateş yapan. Çağın yerlisi kadını denize yakıştıran. Bir gözlerimi kapayış çakırkeyif oluşum. İçtiğim sadece zaman. İçtiğim sadece gözlerin. Dudaklarıma dokunan bir özgürlük beni konuşmamaya ikna eden. Anlayışına sığındığım bir şehir ardımızda kaybolan. Akşam olacak yalnızlıklarda. Gece birikecek yaşananlara. Gün batımları vapurları izleyecek. Öğrenilmemiş bir dansa kaldır beni.

Düş Görüyordum

Işığı söndürüp açan muzip bir çocuk gibiydi bulutlar. Renklerle oynuyorduk. Yaramaz ve keyifliydi yaşamın tonları. Rüzgarda balık çekiyordu insanın canı. Deniz kokusu iştah açıyordu. Bir sandalye çektim oturman için. Düş görüyordum. Yarına söz verdim. Ağaçların altında ışığa tuş olacaktım.

Anlamasını Öğrenebilecek Miyim?

Anlamak zordur çünkü sahip olduğun bilgi yalnız senindir. Bildiklerin açar anlayışını. Bildikçe bildiklerin eksilir. Telefonumu Fulya’da unutmuştum. Fulya’ya telefon ettim deyişimde, Fulya’nın evine uğramış olduğumu ancak bunu bilen anlayabilirdi. Aksi halde söylenmiş hep eksikti anlayanda, ya da hep olduğundan fazlaydı. Kaygı ve beklentilerin filtresi kırıyorsa kalbini yanlış sıfatını yakıştırabilir miydin doğru diye yorumladıklarına? Hikayeleri sahiplenmek insanı mutsuz eder.

Karşı Koyamam

Çocuklar da güneşliydi deniz kenarında. Işık çetesi gibiydiler. Bulutlar insanları mutlu etmek için özenle yerleştirilmişlerdi sanki. Beni mutlu etmek için gülümsemiş gibiydin. Gelme ihtimaline armağandı gidişin. Bakışlarıma konan bir martı gibi sevebilirdim seni. Beni davet eden bir varoluş var. Karşı koymamam gereken bir keşfe çağrılıyorum. Sevebileceğin bir adamın hikayesinde misin? Suskunluğuma anlatmak istediğin bir şey var mı? İzmir’in mutlu çocuğu artık sadece yaşadığına aldırıyor. Tercihin şimdi senin oldu.

Teşekkürler

Sanatçı içindeki sesle yaşar. Anne içindeki sesi işler çocuğuna. Hissettiklerin seninle konuştuğunda, şekiller sana sesleniyorsa, başını kaldırıp da bakarsın etrafına. İçindeki ses seni çağırıyorsa yaşamaya, sen de güzelliği arayan bir sanatçısın. İster ressam ol, ister bir besteci, ister kaleminle konuştur sessizliği. İskeleye vuran dalgaların sesinde güzel bir gün kalabalık olmayı hak etmiş. Herkes dışarı atmış kendini. Kaygısızlık havası hakim şehre. Martıların görmek istedikleri bir kıyıdan yükselişleri, onlara ekmek parçacıkları atan adama saplanıyor. Çizginin kestiği bir alçalışta, kanatlarını açışları kendini mutlu olmaya bırakmışların rehberi. Ayrılmak üzereyiz. Işığı yaşatan her nesne içimi coşturuyor. Martılar sakinliğe üşüştüler. Çılgına döndü hareket edişimiz. Kalp atışlarıma eşlik ettiler. O kadar yakın ki göğüslerine vuran güneş. İşte o anda gülümsettim seni. Bir düş görmüş gibiydim. Martıların uyandırdığı bir günde kahvaltıdaydık sanki. Şanslıyım vapurlar geçiyor hayatımdan. Şanslıyım ormana kaçışan patikalarım var. Rüzgarla yarışan bir gülümsemem var. Dans edercesine kendini kaybetmiş bir sanatçı boşluğa teslim oluşum. Doluluk alışverişinde karşılıklar masum. Cömert bir nefes alışa armağan deniz kokan an. Yüzüp açılmak isteyen bir özgürlük Egelinin ufku. Bereketli bir mavi gökyüzü. Saçları rüzgarlı adamların hikayesindeyiz. Gönülleri rüzgarlı adamlar. Aşkları fırtınalı yalnızlar suskun. Suskun çelikten mızrak. Suskun çelikten kılıç. Can almış tarihten uzak barışın kıymeti için çaba. Martılarım Yunanistan’a uçuyor. Aşkı diline dolamış içkimiz. Teşekkürler Gölcük Vapuru. Teşekkürler nefesim. Teşekkürler kedicik.

Martının Selamı Var

(Metroya yürürken)

Saat dokuz buçuk olmuştu. Özlemek olumsuz bir duygu mu diye düşündüm. Yazdıklarımda olumlu bir enerji yaymıyor muydum? Yolda karşılaştığım dilenci kadının kendini acındıran, hayattan beklentisi kalmamış yüz ifadesinde kelimelerimi seçişimle hesaplaştım. Çiçekçinin önündeki kırmızı krizantem mutluluk veriyordu. Dilencinin biraz uzağına düşen bir tercihti. Yazmak hayatın içi olabilir miydi? İki kepekli kumru almıştım fırından. Fırıncı bu sefer açık kahverengi bir kese kağıdına koymuştu aldıklarımı. Çok garip kendimi yurt dışındaymışım gibi hissetmiştim.

(Metrodan çıktım)

Yalnızlığıma gelen sümbül kokularında saat onu çeyrek geçiyordu. Daha on beş dakika vardı vapurun hareket saatine. Güneşli bir havada beklemek keyif vericiydi. Bulutları yastık yapmış bir miskinlikti, çayımı denize karşı yudumlamak. An kadar değerliydi zamanın lütfu. Hafif bir esintiyle oynadığım bu oyunda mutlu olduğumu hissettim. Karşıyaka’nın bir bölümü güneşi yaşıyordu. Sessizlik her zaman düşüncelere yer ayırır. Yine de sessiz kalmayı sevdim. Sessiz kalmaktan duyduklarım daha derindi. Paylaşılan suskunlukta parfüm kokuları birlikteliğimize yayılıyor. Hemen varışımız kadar ortak hikayemiz. Hemen varışımızda iskeleye yanaşmakta olan vapurlara yakınlaşıyoruz . Ayrılan bir vapura martının selamı var. Varışlar da yön değiştirmiş. Vapurun oluşturduğu dalga sesi hafifledi. Bir ninni gibi sokuldu iskeleye. İnişimde rüzgar sırtımı sıvazladı, beni yüreklendirdi.

Sevdası hep karmaşıktı.

Güzel Bir Gün Gibisin

Mesafe taneleri, serpilmiş insanlar, adımların vakit öldürdüğü bir yol alışta yalnızlık girdabı karşılanmalar, kanatları devrilen martılar, duvarlarının başı dönmüş odalar, uyanışlara gezgin olmuş nefes alışlar, bir adamın terlikleri dolmuş ayaklarının farkında oluşuyla, bir adamın kalbi dolmuş umutlarla, yazar sarhoşluğunda hayatın içinde sızıp kalmış, sığınmış dokunuşlara. Adını koy artık sevilmenin. Korkularında bulacaksın sarılmanın kıymetini. Sıkıca tutunacaksın zamanın geçişine. Ellerimden kayıp gitmek istemediğinde gözlerin, gülümseyeceksin. Sana huzur verecek suskunluğum. Bir kadeh dudak uzatacaksın seninle çakırkeyif oluşuma. Bakışlarımı boyayacaksın. Bir masal kitabının sayfalarının çevrilişine anne olacaksın belki de. Çocukça sorulara cevabım var mı? Koşuşturmaları düşünceler sardığında büyüdüğünü anlar kayboluş. Yarını koştuğunu anlar adam olan. Yaşlanışımız haklılığımız. Artık çıkmalyım. Denizi düşlerimden yerine koymalıyım. İşe gideceğim bir Cumartesi günü daha. Rüzgar alacak sevdam. Sokağın derdi de sevinci de var. Güzel bir günde affedilir her insan.

Üzmemeli

Hayat bana birisi olma sorumluluğu vermişti. Yorganımın altında güneşin yavaş yavaş yükselişini, perdemi aydınlatışını yaşıyordum. Arada sessizliğim karardığında anlıyordum ki hava kapalı, güneş bulutların geçişine teslim olmakta. Eşyaları olan bir ev, düşünceleri olan bir adam birlikteler. Sadece kadınlar düşlerde uğruyorlar. Yalnızlık için gereğinden fazla geniş. Yılların gelip geçişinde barındığım dört duvar arası gecelerim. Sokaklar unutmama yardımcı olacak. İnsanın yüreği mezar taşı. Annemi de gömmüştük sonsuza. Hala hatırlananın kıymetlileriyiz. Yalnızlık üzmemeli insanı. Suskunluğunda dinlendim. Durma tercihinin bana bir şeyler anlatmak istediğini hayal ettim. Durma tercihimizde hayat etrafımızın bizi dolaşışıydı. Durma tercihimizde biz gelip geçenin dışındaydık. Ayırt edilmiştik, birbirimize seçilmişlerdendik. Kalemimin mürekkebinin bitişinde anlıyordum ki artık anlatamayacağım anlar gelecek. Artık beni duyamayacağın zamanların vedasında yaşlanış. Elimden düşen bir kağıt parçası gibi boş sonum.

Gülümsemelerle Konuşmak

Suskunluğunda duyduğun seslere inanma. Suskunluğun içini karıştırıyorsa dinle yüreğini. Ne söylenende, ne de sessizlikte bulabilirsin gözlerimin düşüncelerini. Elimi tutarsan bırakabilirsin başkalarını. Elimi tutarsan izleyebilirsin martılarımı. İki gözlerini kapayış bir olduğunda, ana davet edilir heyecanlar. Senin de canını acıtan hikayelerin vardır. Senin de başını yastığına koyuşun seninle konuşuyorsa geceleri, senin de penceren saklıysa yıldızlardan, sokul düşlerime. Gülümseyişime gülümseyerek cevap verdiğinde iyileşebilirim. Yalnızlık şarkıları usandırır mı? Duru bir akşam gibisin. Belki beni affeder geçmişim. Belki içinde yer alırım iyiliğimin. Belki beni dışlar vicdanım. Belki sığınırım beni büyüten tutkulara. Belki ateş alır kıvılcımım. Yanıp tutuşabilirim. Savrulabilirim zaman geçiren anlara. Kal demek gelir içimden. Arkana bakmayışına aldırabilirim. Ben sevmeye tövbeli değilim. İnan masum yanlışlarım. Umarım insaflıdır doğruların.

Tanık Olsan İçime

Çıkarken cep telefonumu Fulya’da unutmuştum. Bakışlarımı uzaklara taşıyan bir denizin üzerinden geçmeyecekti Ankara’ya uçarken. Yüzüme vuran yağmur tanelerinden kaçmamaya karar verdim. Kağıdın üzerinde mürekkep ıslandıkça dağılıyordu. Buluşmalarda küçük ve renkli sürprizler vardı. Şiddetli bir yağmuru bekler gibiydi şehir. Kapalı havanın içinde kendi dünyasına ayrılmakta olan sokak ve caddeleri sevmişimdir. Bir aradaydık, yalnızlığımızla konuşur halde içimizdeydik. Bana değer verip vermediğini bilmiyorum deyişinde duraksadım. Ona değer verdiğim kadar haksızlık ediyordum. O kadar küçücüktü ki yağmurun dokunuşu. Islanan zemin yansımalara hazırdı. Akan suyun yere temasında oluşan halkalar da kısa ömürlüydüler. Kayboluşların her zaman bir tanığı var mıydı? Yalnızlığımın tanığı değilsin artık. Bunu paylaşmam sakıncalı. Anın hayal kırıklığa uğrayışları gelecekle ilişkisini bozuyor. Yanılgının misafirperverliğinde gerçek de kimsenin değil. Cuma oluverdi. Zaaflarda kirlendiğimi hissediyorum. İyiliği beni arındıran bir kıza gözlerinin içinde hüzün sunuyorum. Ayşegül’ün adını anışlarımı susturmalıyım. Şubeden içeri girişimde beni karşılayan güzel bir gülümseme, günaydın deyip geçişim, kökleri olan bir hikayeden filizlenip kaçmak isteyen kelimeler gibi içindeyim repliklerin. Suskunluğun tarafları hayata dağılmış vaziyetteler. Dün yemekte gözlerine yakalanmaktan çekinmiş, başımı sağıma çevirememiştim. İş arkadaşlarımdan birinin de ilgisini bilip, duygularımı hissettirmek her şeyi zorlaştırabilirdi. Aynı iş yerinde zordu bir ilişki. Nasıl da kendi kendime gelin güveyi olmuştum. Yine mi sadece kendimi umursuyordum? Kirlendim mi? Kayboldum mu?...

21-03-2008

Yağmurun Sesinde Misin?

Martının süzüldüğü kısa bir çizgiydi zaman. Çizginin seni saran düşüncelere dolaştığı bir gökyüzünde, vapurun iskeleden ayrılışına eşlik eden kıyının geride kalışında, bir anda yine haftanın sonuna yaklaşışımıza tanık oluyorduk. Ömür geçiveriyordu. Konak Pier bugün güneşten mahrumdu. Akşamı bekleyen gemiler demirliydi açıkta. Kulağımda dinlemekte olduğum müzik, kaptırmıştım kendimi yazmaya. Çay içen, seslenişini duyuyordum da, Abdullah’a ait olduğunun farkında değildim. Israrla karşımda gülümseyip de çay içmiyor musunuz sorusunda çevreme döndüm. Cümlelerim beni içine almıştı yine. Avucunda bir sıcaklık olursa çay bardağın, beni hatırlar mısın? Yağmurun sesinde mi sokağın? Pencerenden dışarı bakıp da, içinle karşılandığın oldu mu? Düşüncelerin hiç beni buldu mu? Karşıyaka’ya teslim bir başka güzel gün. Yabancısı olduğum bir oyun.

20-03-2008

Bir Buluşma Kadar Faniyiz

Sayfalarca suskunluk okumuş gibiydi düşüncelerinde. Karanlığın içinde kapısı hafif aralıktı sanki onun gelişini beklercesine. Sessizliğin sokulabildiği bir yalnızlıkta üzerine örtülmüştü anımsamalar. İçiyle konuşan bir hikayede bulmuştu sözlerini. Neden duyulmak içindi gözlerimiz? Beni anlayan oyuncular da var bu sahnede. Bir yazar hikayelerini gelişimine bırakmalı. Yazarın dışında da başka bir iç dünya var. Sessiz bir karşılaşma kadar cimriyiz. Bir buluşma kadar faniyiz. Sevmek gözlerini hatırlatır. Senin de gözlerini kapayışın var.

20-03-2008

Gözlerine Uğradım

Bir sokak geçti yalnızlığımdan. Gidişini izledim. Karanlığa bıraktığı arabalarla yakaladım bakışlarımın yorulduğu derinliği. Yitirilene hakim değildim. An yine dalgasını geçiyordu benimle. Gelip geçenin ne gerisindeydim, ne de ilerisinde. Bir duruşum vardı gecenin içine sızmış. Bir sessizliğim vardı kalbimin atışlarına çocukça saklanan. Dokunmak istercesine uzanabilirdi elim, biraz olsaydı cesaretim. Bir sokak gibi geçtin içimden. Bir sokak gibi süslendin düşüncelerimle. Bir sokak gibi yaşlansaydık beraber. Bir sokak gibi karşılasaydık dönüşleri. Ayrılıkları buluşturan sokaklardan birinde yağmur tanelendi. Bir şarkı daha gecelerden beslendi. Yalnızlığım üzerimdeydi, yine de üşüyordum. Bir çıplaklık aradım sarınacak. Gözlerine uğradım. Bir hayal edişim var , o kadar. Benden başkasına gelmez bu suskunluktan zarar. Sensiz uyanışım neye yarar?

Sen De Farkında Mısın?

Sessizliğinin yanından geçtim. Konuştu ellerinle gözlerim. Konuştum suskunluğunla. Neden söz dinlemiyordu kelimelerim? Ayrılmak istemeyişim sokuldu güzelliğine. Yalnızlığımı koklamanı arzuladım. Hiç direnmeyecektim. Odamdaki aynada bekledim çıplaklığını. Hasret bandım tenine. Seni duydum gecelerimde. Sessizce yanından geçer gibi sevdim gizlice. Dayandın yüreğime. Dayandın sırrıma. Bense dayanamadım hiçbir şey söyleyemeyişime.

Cuma, Mart 21, 2008

O İlk Aşk

O ilk aşkın hüznüne saklarım o güzel gözlerini. O ilk aşkın unutulmayışına emanet ederim yalnızlığı. O ilk aşkın eseridir hafızam. Nerde kaldıysa yıllar hep layıkıyla ağırlandılar. Nerde kaldıysa sözlerin hep kalbime misafir oldu. O ilk aşkın anısına, yaşamı içime gizlerim. Avuçlarımın salıverdiği bir düş görünürse pencerene, ayrılığına bir umut beslerim. Sessizlik yıkılır bedenime. Yığılır kalırım özlemine. Deniz kenarına bırakır beni içimdeki burukluk.

Kadınsız

Öyle kandırmacasız
Öyle sakin ve ıssız
Öyle bir aşk ki
Yaşanmış kadınsız
Yalnızlık, ömür boyu yalnızlık
Yağmurun sesinde kaybolan bir akşam gibi

Zalimse sana isyanım
Öyle kandırmacasız
Öyle insafsız
Öyle bir aşk ki
Yaşanmış kadınsız
Hiç benim olmamış imkansız
Hiç benim olmamış gözlerin
Yağmurun sesinde kaybolan bir akşam gibi

Perşembe, Mart 20, 2008

Sabaha Tutunan Bir Geceden

Kendimi oyunların içinde gördüm. Beni sustuğum her anda kaybettiğini yaşadım. Yanlışlarımı hiç saklamadım ki. Doğrularımdan ne zaman ayrıldılar? Sevmek masum bir suskunluktu. Uçsuz bucaksız olabilirdi saklanmak. Uçsuz bucaksız olabilirdi gülümseyişinde dolanmak. Yanı başından geçtiğim bir oyunla vedalaşmak kalbimi kırabilir. Oynadığımız oyunlarda daha fazla çocuk kalamayabiliriz. Büyümek yaralayabilir seni. Bir pencereden bakışlara teslim bir manzarada uzaklaşmak, hatırladıklarında seni yorabilir. Belki de duymak isterdin yalnızlığın biriktirdiği gecelerin heyecan dolu sırlarını. Belki de yaklaşmak isterdin gözlerimi kapayışıma. Hep belki de diye bitiriyorsa yüreğim sen haklısındır be canım. Zamanın alev aldığı bir şöminede, kışın keyfini tutuşturabilir bir el ele tutuşuş. Hayal edebildiğini sahipleniyorsan, özlemek uslandırır hırçınlığını. Başı boş bir dinginlik benimkisi. Yarının gerisinde kalmış her şeye değerdi. Pişmanlığa fırsat vermez yaşamak. Seni alır çeker ana. Konuşur seni göğe çekiştiren martılarla. Bir kadın masalını anlatan uykuya dalış büyücüsünün sihirli sancısında kaybolur yorgunluk. Sabaha tutunan bir geceden uyanacağını bilmeden bırakırsın kendini. Aynana günaydın derse çıplaklığın, güzel hissettirir sana, seni saçlarında omzuna düşüren yalnızlığın.

Güneş Yüzüme Vurdukça

Hatırlamalarını sakinleştirmiştin. Beni birden bire sana hatırlatan ne oldu? Güneş yüzüme vurdukça, ellerine sürmüş olduğu krem kokusu kadar yakın bir bayanın suskunluğuyla Karşıyaka’ya doğru yol alıyoruz. Sıranın başındaki güneş gözlüklü, boylu poslu, uzun beyaz çizmeli sarışın bayan sıradan ve dikkat çekici. O da suskun ve gizli fark edildiği hissinde. Herkesin sessizlikte hissesi var. Sadece motorun uğultusu hakim paylaşılamayan düşüncelere. Boş çay bardaklarının sesi belirip kayboldu. Ayşegül’ü düşünmek de onu özlemek miydi? Bu kafa karışıklığı kafasız olabilir miydi? Paçamın rüzgarda uçuşuşu, üşüyüşüm bendim. Ben olmak zordu. Hatırlamak kayıplar vermişti bugüne dek. Ben olmanın tesellisiydim.

19-03-2008, 08:23

Gözlerinin İçi Susmak

Hava kapalı olduğunda sabahla akşamı yakalar kuşlar. Uçmak zengin kanat çırpışları kadar. Kalbim zengin. Gözlerimi kapadım ve adlarını düşüncelerimde sakladıklarımı ağırladım. Hikayelerince özgür ve değerliydiler. Karşıyaka uykulu bir halde. Miskinliği sevenlerle Ankara’ya gülümse. Göztepe’yi ihmal etme. Şubeden içeri gir ve günaydın de. Gözlerinin içi susmak.

12-03-2008, 08:40

Yapamam

Detayın halini hatrını soran, kendisini yoran bir zihin benimkisi. Sadece çayımı karıştırabilsem, aklımı kendi haline bırakabilsem. Yapamam, dalarım hayal dünyasına. Bulur çıkarırım bir şeklin gizem bahçesini. Yansıyana kayar içim. Yansıyandan eli boş dönmem cümlelerime. Bugün yağmur sesiyle kucaklaştık. Özlenmekmiş derdi. Sevilmekmiş yalnızlığı. Bugünse ykıyor her kıskançlığı.

12-03-2008 , 08:32

Çarşamba, Mart 19, 2008

Ne Üzüntüler Atlattık Hepimiz

Öyle yalnız ki sonsuz. Biz onu ilk terk edenlerden olmayacağız. Ay ışığının altında neler olup bitti. Ne korkular geçirdi gözlerimiz. Ne üzüntüler atlattık hepimiz. Sevinçlerimiz kadar yakındı unutuşumuz. Güzel bir yemek yedim. Göztepe’deki Kırçiçeği’nden ayrılıp, müzik dinleyerek akşamın serinliğine bıraktım yaşamın güzelliğini. Sahil kenarında oturdum birbirlerini kovalayan otomobilleri izledim. Apocalypto filminin sahnelerini düşünürken, sokak lambalarının ışığında karanlıktan kaçan kayalarda dalgaların sesiyleydim. Bir kızın içten sarılışı kadar sakindi tek başınalık. Başka bir açıdan bakıyordum Karşıyaka’ya. Başka bir açıydı var oluşum. Küçük notlar aldırmıştı hayat bana. İyi yürekliydim. Öyle kalmak için direnecektim.

16-03-2008

Kıymetlisin Her Anda

Bir kız vapuru kaçırdığı kaygısıyla telaşlı koşuyordu. Bense beş kala kalkacağını bilerek ağır ağır yürüyordum iskeleye doğru. Güneş sırtımı sıvazlıyordu. Uzun zaman olmuştu Bergama Vapuru’yla yolculuk etmeyeli. Abdullah’a rastladım. Gülümseyerek bir bardak çay uzattı. Pencereleri geniş, her oturma grubunda bir masası olan bu vapurda keyif konforluydu. Deniz galerisinde sergi Karşıyaka’ya gitmek için sabırsızlanmaya başlamıştı. Karşımdaki sandalye boştu. Karşımda yerin vardı ama geç bile kalamayacaksın artık. Tabloya Balçova’nın sırtlarındaki tepeler yerleşti. Aşina olduğum bir uzaklıktı yakınımla paylaştığım. Mutlu olmayı bilmek zorundayız. Ayrılıklar hayatın sonu değil. Seni çayını yudumlayışında mutlu hayal ettim. Çantanı kapıp da dışarı çıkışında umutların olduğunu düşledim. Zaman elbette geçecek. Hastane dönüşünde dün gece asansörde babamı nefes nefese kalmış görünce, baba çok yoruldun dedim. Oğlum siz beni hala genç sanıyorsunuz ama yaşım yetmiş oldu dedi. Asansörün aynasına yansıyışıma baktım. Otuz beş yaşındaydım. Hayatın akışından silinişimizde kayıplarımız kaçınılmazdı. Zor bir sahneydi yaşam. Baba rolünde yaşlanan bir adamın mirasçısıydım. Bir baba rolü kalacak mıydı benden sonrasına? Anne rolünü sana armağan edecek kişiyi düşündüm. Diğer pencerenin önündeki adam yaşça benden büyüktü. Beyaz saçlarında yılların yazmış olduğu hikayelerin dinleyeni mutlaka vardı. Çıplaklığında herkes ölümün dokunuşunu hissedecek. Aynalar kervanında filmin karelerine bölüştürülmüş insanlar yavaş yavaş geçiyorlar. Unutulan da yaşamın kökleri. Unutulandan beslenen bir hatırlanan olmuşsa sana sevgili, kıymetlisin yaşadığım her anda.

14-03-2008

Vakti Geldi

Vakti geliyor görüntünün. Vakti geliyor sessizliğin. Birden bire bir davet alıyorsun zaman geçiren bir başkasından. Vakti geliyor yalnızlıkların. Vakti gelmiş bir martının gösterdiği yolda şehir. Vakti gelmek yaşamak. Vakti gelmek ölüm. Hikayen hep mesafeli değil. Yüzüme vuran güneşin kıymetini bilen bir kız belki de uzak değil. Yakını keşfetmek gerek. Günün yabancısı bir adama dönüşmemek için direndim. Direndim çağıma. Direndim kapitalizmin beni saran ağına. Maviyle ayrı düşmek üzer beni. Belki de ayrı düşmek vakti geldi. Hiç geç kalmadım Karşıyaka İskele ile buluşmalarıma. Hiç geç kalmadım sana. Vakti geliyor sonsuzlukların. An birikiyor geçmişe. Gülümsüyor olmalısın, beni hissetmesen de.

13-03-2008

Salı, Mart 11, 2008

Gözlerinin İçinde Duy Beni

Anlaşılmak tek kişilik değildir. Biri gülümser de yerleşiverir içine. Hani gözlerin iyileşiverir ya birden. Mutlu bakarsın hep çevrene. Umut etmek heyecanlandırır ansızın seni. Suskunluğunla tanıştırmak istediğin bir kız sokulur tebessüm edişine. Sustur düşüncelerini demek gelir ya içinden. Güçsüz olduğunu hissettiğinde sadece sıkıca sarılmak istersin. Hiç konuşmuyor olmak nasıl duyursun kalbinin çarpışını? Bir adım daha gizlensem yakınına. Değişim moral verdi insanlara. Sokak sevenleri anımsayacak gibi telaşlı. Uğraşına sığınmış unutmak kaygısındakiler. Dans edenleri çözmüş gibi karanlık. Ten duvarını yıkmış. Nefesim gözlerimi kapayışımı aşmış. Bir rüya görmüş gibi koşmuşum uyanışıma. Yetişmişim çıplaklığına. Giyinircesine kapanmışım utancıma. Sen de cesaret edemiyorsun belki de. Sen de cevaplarını kendin yaratıyorsun sanırım. Soruların kendini kaybetmeye ihtiyacı var. Kadranında zaman döven yelkovan akrebi kolluyor. Çözüm tükenmiyor. Sen de mi vapurlara çarptın gecelerde? Sendeledin mi kalbinde? Masum mu hissettin yalnızlığında? Korunmak mı istedin? Bir şarkının duygularını çekiştirişinde mırıldandın mı? İnandırdım kendimi yarının daha güzel olacağına. Seni de kandırabilirim belki. Yanılmak tercihin olabilir mi? Seni korkularımda bekliyor olacağım. Sen adımı söylediğinde bileceksin elimi tutmak istediğini. Bir adım da benden diyeceğim adımlarına. Ne kadar yaklaşabilirsin gözlerime? Ne kadar kalabilirsin sessizliğimde? Boşluk yoğurdu kollarımı açışımı. Boşluk çağırdı avuçlarımdan saçılan uzaklaşışı. Bir taksi çevirsek yoldan. Cadde birikse bakışlarına sen omzumda sana akanı karşılarken. Susmak söyleyemediklerini yaşatır. Doğru zamanda susmak senden hoşlandığımı gözlerinin içine bırakır. Gözlerinin içinde duy beni.

Pazartesi, Mart 10, 2008

Ayna Seni Sana Vermiş

Ağaçların altında, göğün akşamla boyanışına yüzümü döndüm. Sırtımı yere verişimde çam iğneleriyle örtülü yatağım olmuştu toprak. Gecenin gelişi hissediliyordu. Karanlığın ağır ağır şehre çöküşünde ışıklar filiz vermeye başlamıştı. Denizin etrafını saran ışıltı dalların arasından sokuluyordu suskunluğumuza. Sağımızda, baraj gölünün vadiyi aralayışında şekilden şekile dönüşen hayranlık, sessizliği hak etmemizi sağlıyordu. Patikaların sabırsız çıkışları ormanın içinde kaybolurken, çam kokusu daha da belirginleşmeye başlamıştı. İnsanın canı kalmak istiyordu bu sonsuzluk parçasında. Maki dokusunun arasından yola döküldük. Yıldızlar burdayız diyorlardı hilal şeklini almış ayın tepelere göz kulak oluşunda. Ayak seslerimizle bir ritim tutturmuştuk. İnişli bir müzikte insan içinde besteler yapıyordu. Sana kendini veren bu ormanın büyülü olduğuna inanabilirdin. Işık azaldıkça karaltılara alışan gözün yorumu farklılaşıyordu. Bakış bereketi, farklı yaklaşmak. Ay ışığını alan tepe biraz daha açık bir tonla kendini ayırıyordu diğer yamaçlardan. Arada soluklanıp da kıymetine selam durmak istediğimiz bu gizem bize eşlik etti biz geleceğe inerken. Oyun oynar gibiydik zamanla. Bir uyku tulumumuz olsa da kalsak bu güzelim ormanın bağrına. Omzumda küçük bir çocuk hayal ettim. Onun benimle sevginin doruğuna çıktığını düşledim. Çiçek açmış ağaçlara yakın inceledim beni konuk eden renklerini. Geçip gitmemek, umursamak, kıymetini bilmek insan olmak. Yok etmek de bizim parçamız. Bir fotoğraf gibi dökülen manzarada kendini görememek en içten fedakarlık. Ayna seni sana vermiş. Yazdıklarını anımsamalarından çıkarıyorsun. Yeni bir hafta başlamak üzere. Güneşli bir hava bugün de denizi yalnız bırakmamış. İş güç sahibi haftasonu sakinleri vapurda. İş başı yapacak sorumluluklarımız. Martının mesaisi yok. Yine akşam oluverir. Hafta içinde apartmanların altındaki caddelerdesin. Alışkanlıklarımız bizi yaşlandıran. Akışkanlıklarımız birer hikaye. İnsanlar eğilimlerine akıyorlar. Yön ayrılmaktan yana. Belki de yokluğa ihtiyaç var anlamak ve anlaşılmak için. Bugün de İzmirliyim.

Pazar, Mart 09, 2008

Beni Bensiz Sevdin

Cebimde taşıdığım kağıda almış olduğum not:

Gözlerini kapasan da martının sesinde biliyorsun ki deniz seninle. Yakınlığın seninle uçtuğu bir anda güneşin keyfine diyecek yok. Özgürlük ne kadar da sokuluyor insana. Omzuma konacak gibi çığlığı. Ne kadar da hakimler havaya. Kanat çırpışları insanı hayran bırakıyor.


Bu satırları kaleme alırken vapur Karşıyaka İskele’ye yanaştı. Kelimelerimi toplarken bir ses belirdi şaşkınlığıma dönüşmeden az önce. Bakakalmışlığıma ne anlattı bakalım martılar diye gülümseyerek soruyordu. Ben hissettiklerimi yazmayı severim diye cevap vermiş buldum kendimi. Sakıncası yoksa okuyabilir miyim yazdıklarınızı diye sordu. Elimdeki kağıdı uzattım. El yazımı okumakta güçlük çektiğini fark edip, isterseniz ben okuayayım size dedim. Yazmış olduğum üç beş satır artık benim olmaktan çıkmıştı. Fırından yeni çıkmış sıcak simitlerin bekleyenlere dağıtılışındaki gibi bir tazelik vardı yaşananda. Adım Ömer dedi. Ben de Ferit memnun oldum ifadesi kaçınılmazdı. Bankacıyım bilgisini de vermek gereği duydum. Ben de martılar yanımdan uzaklaştılar, acaba nereye gittiler derken sizi gördüm dedi. Bana da dikkat eden bir kişi vardı. Bunu hissetmek güzel bir duyguydu. Ne iş yaptığını sorduğumda, Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi’nde çinicilik sanatıyla ilgilendiğini belirtti. Ben de bir ara seramik kursu almıştım diye sohbeti devam ettirdim. Ben de çiziyorum ama bankacıyım işte diyerekten ayrıldım. Belki de bu küçük bilgilerden yola çıkarak tekrar karşılaşabiliriz. Belki de bu tesadüf çizimlerime renk getirebilir. Belki de arayıp bulacak kadar yeterli bilgiye tek ben sahibim. Bir Pazar sabahında kredi tekliflerini yapmak için işe gelmenin de hayat akışımda bir rolü var mı acaba? Göztepe’den taksiye atlayıp da, dokuz vapurunu ucu ucuna yakalamak ile başlayan hikayeye nasıl dönecek yıllar?

Güzel bir kahvaltı sonrasında, kaybetmemek için sıkıca sarıldığımız bir dostlukta, dayanılmaz gözlerini kapayışlar ve suskunluklarda ne olacak yarınlarımıza? Neden Ayşegül’ü düşünüyorum ki? Bana karşı bir şey hissetmediğini biliyorum da neden? İyi bir insan oluşumuzun kıymetlisiyiz. Beni bana kazandırdın. Beni bensiz sevdin. Pencereden sarkıp da el sallayışında sokak kıvrıldı akışının yönüne. Seni yoğuran bir anlatamayış. Avuçlarıma güç kazandıran bir tutunuş. Ellerime sızan bir kayboluş. Gökyüzünün altında bir sır. Geceden gündüze teslim bir yürek. Taksinin ön koltuğunda bir sessizlik. Para üstü çıkışmayınca şoförün hakkınızı helal edin deyişi zamana iniş. Unutmayı da baştan yaratıyoruz.

Cumartesi, Mart 08, 2008

Zor Olan Kazanmak

Adımı yazdıklarına taşıma demişti. Adını düşüncelerime taşıyordum. İhtiyacım olana kendini feda edebilecek kadar duyarlı beni yalnız bırakmamıştı hiç. Sevildiğimi hissettiren bir sessizliği vardı. Suskunluğuna üzüldüğüm bir kız. Onu duyamayışımı biçimlendiren bir içim var. Yankımı susturan bir içim. Patikaların yukarı tırmanışlarına çamların altında eşlik eden bir yorulmayış birbirimize değer verişimiz. Bir garibim diyordu. Bir garipti de. Söylediklerimi anlamsızlaştıran sözlerden uzak durmalıydım. Güzel sözler duymaya benim de ihtiyacım var demişti. Benim için güzel sözlerin yok deyişi canımı yakmıştı. Onu anlamaktan acı çekiyordum. O da aynı duyguları paylaşıyordu belki de. Yazdıklarımda Ayşegül’ü hissediyordu. Sabırlı mı olmalıydık? Yoksa bırakmalı mıydık yarınımızı? Bakışlarımızı ayırmalı mıydık? Bisikletlerimiz balkondaydı. Sadece ihmal ettiğimiz bisikletlerimiz miydi? Saat bir oldu. Artık buraya geliş amacıma teslim etmeliyim kendimi. Oyun gerekliliklerini talep ediyor. Oynamak ister misin diye sormadıkları anlarda katlanmak gerekli. Bu güzel şehirde akşam oluşlarda bir aradaydık. Bir köşemiz vardı. Bir gecemiz de oldu. Sokaklar yıldızlardan inmese de, biz tepelerden kaydırdık dileklerimizi. Denize varanda karanlığa yerleşen ışıkları masamıza konuk ettik. Vapurların geçişlerinde yer ayırttık. Bir davet kadar sakin bırakmalı belki de geleceği. Kaybetmek hep kolay oldu. Zor olan kazanmak. Umut düşmanın mı? Umutlanmak unutmak mı? Kendini nereye koyduğunu bulamamak mı? Aklını karıştıranların yalnızlığı kaçınılmaz mı? Biraz gizli mi kalmalı için? Güzel sözler, güzel yaşamak, hak edilenden pay almak neden esirgensin ki? Esirgeyen kendimiz olduk. Bunu bilmek kadar yakınız aslında.

Sessizlik Pastası

Sessizlik pastasından bir dilimdi yaşadığım an. Hayal edişimin geçmişinden geleceğe taşınan bir gündü kutlanan. Seni kalbimde saklayışım gibi saklanmıştı kelimeler. Yaz olmuştu tüm sözler. Yirmi Ağustosu yaşamıştı sekiz Mart. Zaten yaşadığın anı şaşırmak değil mi unutamamak. Biliyorum ki sessiz değil gülümsemen. Gerekmiyor beni düşünmen. Geçmişinde gizliyim. Geleceğinle filizlenen bir yılda sana ne verebilirim? Uzaklığım hediyen. Sessizlik pastanın tadına baktım. Ne kadar güzelmiş özlenen. Seni düşünüyor olmamı gizler yıllar. Seni sana bırakmak için sustum. Sen seni sevdiğini belki de başkasından duydun. Beni unutuşunu hiç açmayacaksın. Aynalar bir gün soracak kaç yaşındasın. Çocukların olacak. Hayatın unuttuklarından daha değerli olanlarla dolacak. En güzel yıllara armağan oluşunu doğum günün yap.

Hikayeler Yalnızlığı Sevmezler

Bu koltukta oturuyorsan hangi yaşta olduğun fark etmiyor. Tek başınaysan sürekli hiç yalnızlığını affetmeyeceksin. Dışarı çıksan belki de otuz dört yaşında oluşunla tanışmak isteyenler var. Zaman mı geziniyor yoksa biz mi geziniyoruz? Zaman bir halimizle diğer halimizi kıyaslayışımız. Hal dönüşümlerini bir araya getiren an değil mi zaman? Durmak fark ettirmiyor. Durmak da hareketli. Durana gelen var. Durandan uzaklaşan kadar yakının iletilişi. Görüntü mü akıyor gören mi? Görene hapsolmuş ne kadar unutuluş var. Bir izlenim kadar hafif anımsananın yükü. Görenin düşüncesi kelimelerle yanıltmışsa gerçeği okuyanın da umursaması unutacağı kadar. Seni görmüştüm bir aynada. Güzel olduğunu hissetmiştim. Soyunmuştun. İzlemiştim. Kaç yaşımda olduğumla ilgilenmemiştim. Bir adım attın her açıma. Adımlarına yaklaşan bir geceden ne kaldı şimdi? Gülümseyişin mi? Her akışın kenarında duyduğun hikayeler zihninde vazgeçmeyeceğin oyunlardan beslenir. İstanbullu olmayı da seçebilirsin, İzmirli de kalabilirsin. Ankara’ya giden otobüslere yılmadan sorabilirsin. Renkler de gürültülü olabilir. Duyamadıklarında kaçırmışsan sözleri kendininkilerle yetinmelisin. Hikayeler yalnızlığı sevmezler. Arada uğranılmak isterler. Artık yalnızlık kelimesini yalnız bırak. Sıkılmış olmalı senden.

Yazmanın Bedeli Yalnızlık

Hikayeye bazen karakterler kendileri uğrarlar. Yazarın gezinmesi yeterlidir. Karşısına çıkanlara içi selam verir. Selamını aldıklarının adları gizlidir ayrılışları gibi. Yazılan yalnızlığın cümlelere ayrıştırılmasıdır. Yazarın paylaşılmışlığıdır her yüz. Aynadan aynaya savrulan bir yansımanın mahkumu bir derinliktir kağıdın içinin bulanmışlığı. Suyun berrak oluşunda izlenim anlatılanda duru değildir. Yazarın kirlettiği bir yansıtmada okuyanın kafası biraz olsun karışmışsa bakışın deforme oluşunda biçimlenen kendinden doğar. Hikaye anı boğar. Hikayelerdeki geçmiş de gelecek de an kadar yakındır okuyana. Hikayeler belki de bu yüzden kübiktir. Sersem olmuş bir gerçeğe inanmışların aldırmazlığıdır oyun. Devralma zamanıdır günü ve hikayesini. Bir kadın kadar güzel yaşanmışsa hayat, keyifle güneşe karşı ayaklarını uzat. Yaşlanışını dinlendir esintide. Martılar varsa gözlerini arada açışında gelip geçen de konuğun olsun anlattıklarında. Sen de gelip geçmedin mi? Sen de susmadın mı bakışlarımda? Elini uzattın. Sus dedim. Göğsüme yaslandın. Dur dedim. Hikayeme katıldın. Anlatayım dedim. Ne duydumsa sana veremedim. Verebildiğim yansımam. Verebildiğim aklını karıştıran kelimeler. Bir bardak sıkılmış portakal suyunu uzatan tebessümse verilen değer, içim susmandan af diler. Hikayenin ömrünü okuyanlar biçer. Yazar da bir kıyıda köşede çayını içer. Ölüm zamanı der yaşayanlara. Ölüm zamanında sevmek tüm güzel kadınları, ölüm zamanında üzülmek, ölüm zamanında sevilmek. Yazmanın bedeli yalnızlık.

Teyzenin Hikayesi Şimdi Kim Bilir Nerelerde?

Elinde kırmızı güller yürüyen adam bugünün Dünya Kadınlar Günü olduğunu mu hatırlatıyor? Elimde çiçek saksıları yürüyüşümde Tansaş’ta kova bulamadığımı kestirebilir mi karşılaştığım insanlar? Suların kesilmekte oluşundan kaçımız haberdardık ki? Yorumlayanın suskunluklar. Yorumlayanın bile değil belki yaşananlar. Güneş o kadar da güzel ısıtıyordu ki, sabahın serin oluşuna aldanışımda kazak giymekle hata yapmıştım. Bir başka Cumartesi gününde daha bankaya gidiyordum. Sağlığım yerindeyken kıymetini bilmem gereken bu muhteşem havada geçirmekte olduğum vakti sanki bana sessizce anlatmak istercesine yanıma bastonu, gözlüğü ve kasketiyle yorgun bir yaşlı adam oturdu. Geleceğim yanımdaydı sanki. İkimizin bakışlarının paylaştığı bir yolculukta iskeleden uzaklaşışımızda sağ tarafımda da benden çok daha genç olanlar sevgilileriyle martıları bahane ediyorlardı birbirlerine sarılmak isteyişlerine. Güneşin beslediği yüzlerde yaşlanmanın katmanlarında hikayeler tortulanır. Anımsamaların öldürdüğü insanların torunlarıyız. Yaşlı amcaya sokuldum kelimelerimin suskunluğunda. Ellerini bastonunda kavuşturmuş ne düşünüyordu acaba? Suskunluğunun kaç yıl derin olduğunu merak ettim. Ayaklarımızı vapurun beyaz parmaklıklarına uzatmıştık. Yaa aşkıım seslenişi tüm bekleyişleri dolaştı. Gülüşmeler daha gençti. Aşkım kelimesi terk edilmişler için anlamını yitiriyordu. Yaşlı amca sanki bu seslenişi ağzına almamaya tövbeliydi. Biraz daha gezindim denize karşı oturanların arasında. Başımı çevirişim yaşlı amcanın hemen biraz uzağında baş örtülü yaşlıca bir teyzeye götürdü bakışlarımı. Kıyafeti bizden geçti artık derken sigarasını sömürürcesine çekiyordu içine. Tek ortak yanımız ayaklarımızı uzatmış oluşumuzdu. Ayakkabılarımızın burnunda güneş Karşıyaka’ya yaklaşışımız kadar beraberliğimiz. Göztepe gerisinde kalmıştı hikayemin. Kapıcı Mustafa Abi’nin gülümsemesinden ayrılalı bir saati geçmişti. Ankara’ya hislerimde uğrayışlarımı hiç saklamamıştım. Nedenini bilmiyordum. Amca hala otururken birden yaşlanıvermiş gibi duruyordu. Dinleyebilsem neler anlatırdı kim bilir. Onun da vardır elbet güzel kadınlara dair hikayeleri. Yoksa bir bakış bu kadar suskun ne duyar yalnızlıklardan? Birbirlerini anlamayacak olanlar inmekte. Teyze dalıp gitmişti yaşadıklarına. Önümde yaşlı amca zamanda bir kesit olduk, sıralandık ana. Yaşlı amca sabırlı bastonuna dayandı. Teyze düş çıkarıyordu gözlerini kapayışından. Yaşlı amcanın sol avucu ağır bir şekilde açıldı, kıvamında yaşlı teyzenin omzuna vurdu kaçtı. Teyze kendisi kadar yaşlı adama uyandı. Vapur tüm zamanları indirdi. Üzerindeki kahverengi paltosu kendisinden genç olmalıydı teyzenin. Bir saatin sarkacı gibi salınarak zaman tuttu ilerleyişinde. Kravatı kendisinden genç amca peşinde. Ben de bir köşede. Biri de elinde kağıt not alan adama dikkat etmiş miydi? Sen de bir köşede olmalısın. Sanki yaşlı amca da, yaşlı teyze de tanıdık. Dünü yarın yapan yıllarda herkesin sırası gelmekte. Yaşlı amcanın avucunun içi yaşıyor. Yaşlı teyzenin bakışlarından uzaklaşıyor bakımlı ve alımlı kadınlar. Masa başına gönüllü oturdum. Her an kalkıp gidebilme özgürlüğüm vardı. Özgürlükler canını yakabilirdi insanın. Özgürlükler başına buyruk mudur? Yaşlı amcadan belki de özür dilemeliydim. Hep kendim konuşmuştum sinsice. Onu alet etmiştim onun olmayana. Yazarlar hep hayata ve gerçekliğe haksızlık ederler. Belki de güneşin tatlı tatlı okşayışında, ısınmanın huzurunda çok güzel geçirmişti yıllarını. Belki de hala kahvaltısını paylaştığı ona her değer verdiği yıl kadar yakın olduğu bir kadınla yaşlanmıştı. Belki de avcunu ağır ağır açışını seven bir kadınındı suskunluğu. Belkide yaşayan bir yazardan ne duyabilirsin ki? Belkide kaybolmuştur onun sevgilileri. Belki yazarın sokağı. Belki yazarın gecesi. Belki içindeki kayıp şehir. Kızlar Belkili değil. Onu Belkili Ferit diye tanısanız ne yazar. Yazar azar azar. Yazar zaman kazar. Kelimelerin kalıntılarında keşfedilmiş bir geçmiş uzar. Yazar gördüğü her gerçeği bozar. Teyzenin hikayesi şimdi kim bilir nerelerde? On biri on geçiverdi. Bana sorumluluklarımı hatırlattı. Üzüldüğünü hissettiğim bir kıza sarıldım tek başımalığımda. Öylece susmak isteyişimde Eryaman’da apartmanların birbirlerini karşılayışlarını izleyen bir dolmuştan indi anımsamam. Öylesine karışıktı ki her yaşanan. Düşünen insanın yok oluşundan miras her an yazılabilir. Tercih kabusu görmüş her rastlantı umut eder. Aynaların yansımalarca kırıldığı her parçadan bir hikaye ses verir ana. Çıplaklığı yakışıyorsa ona, benim olmadı diye üzülsem de dönemem bir yaşlı teyze oluşuna. Bu anneanneler, bu babaanneler neler unuttu. Bu dedeler ne acılar avuttu. Güzel bir günde gençliğin açtığı omuzlarda hava ısındı. Güzel kadınlara bir kez daha yaz gelmekte.

Senin durduğun caddeler benimle konuşmuyor. Yalnızlığını keşfeden bir kadın ve papatyalar.

07-03-2008

Neden Bana Hakim Yalnızlığım?

Cuma gününü boş bir kağıt gibi aldım önüme. Yazdım sana baş rolünü verdiğim bir uyanışı. Senin için yazdım aynaları. Eski masallara götürdüm güzelliğini. Aynanın seni sevdiği için yalan söylediğini senden sakladım. Senin için saklanmış anları çıkardım kelimelerimden. İçindeydin düşlerimin. Saatin on iki oluşu gibiydin. Ardına sığabildim sadece. Bakakaldım öylece. Seni bulabilme ihtimalini de kaybettim. Yine martı kattım pencereme. Mutluluğun tarifinde onlara da ihtiyacım vardı. Karşıyaka vapurunda pencere kenarı ikimizi bir arada göremeyecekti hiç. Bunun farkında olmak seni sevmek. Değer verilmekle yetinmek insanı bazen üzse de, seni kazanmak demek. Suskunluğumun gökyüzüyle, şehir arasında birbirlerine omuz veren tepelerde bulutlar. Hep yağacak gibi değil miyiz? Çıplaklığı seven bir adam oluşundan neden hep utandırıldın? Neden bana hakim yalnızlığım? Ben kadınlara gözlerinde duyduğum sessizlik kadar yakınım. Neden uzaklaştım söylediklerimde? Omuzlarının giysinden kurtuluşunda pay sahibi olsa ellerim. Yaşamak kadar heyecan verici anı büyüleyişin. İnsana ölümsüzlük hissi veren bir arınma, gizli göz göze gelişler. Gizinde yerim yoktu zaten. Belirişine aldanmayı özledim. İskeleye düşünceler vapurdan önce yanaştı. Pencerelerle vedalaştı yolcular.

07-03-2008

Yansımalar

Yansımalar birikir. Yansımalar ayrışır. Trenin camına yansıyışında takım elbiseni suskunluğuna yakıştırabiliyor musun? Yansımalar bırakır. Konak’ta ayrıldım doldurduğum boşluktan. Sana yansıdım mı? Aynanda sadece kendini mi görüyorsun?

07-03-2008

Yerin Hazırdı Özlenende

Hayat mutluluklarını hatırlamak istemediklerine dönüştürebilir. Hatırlamak yitirilene aittir. Hatırlamak bazen kavgalı olmasa da yaralıdır. Gözlerini kapayışlarda biraz iyileşmişse kalbin, bir sürpriz yakalarcasına bak etrafına. Kopan her yaygarada olmuşsan feda, olmasın gözlerin hayata bir son elveda. Çekil suskunluklarına. Bir deniz kadar sakiniz baş başa, martılarla, yalnızlıklarla. Hatırlamak buruk bir tebessüm yerleştirdi dudaklarıma. Değiştiğimi hissettim. Seni onurluca uğurladım tercihine. Susmayı becerdikçe sokaklarını dinledim. Susmayı becerdikçe duymayı sevdim. Susmayı becerdikçe yerin hazırdı özlenende. Anlam verilemeyenle oyalanmak tutku mudur?

07-03-2008

Cuma, Mart 07, 2008

Öyle güzel bir kadın
Bana tüm yalnızlıklardan da yakın
Güneşi sana sorsam
Gözlerinde denize varsam
Oyna seni beğenen bakışlarımla
Oyna yarınımla

06-03-2008

İçimdeki İyilikle Boğuştum

İnsanlara gözlerinin içi kadar yakın olmak onları rahatsız ediyor. Halbuki en içten hikayeler orada. En son ne zaman gözlerinin içine bakmıştım hatırlayamıyordum. Seni kaybedişimi zamana gömmüş, hatırlayışımı yaşıyordum. Bu güzel hava mutlu bir gülümsemeyi hak ediyordu. Omuzları dik bir adamın iskeleye yürüyüşünde, uzaklara bakan deniz feneri kadar yalnız bir karşılanış hakim. Orda mısın? Aynada buldun mu çıplaklığını? Orda mısın? Caddelere verdin mi neşeli hallerini? Orda hatırlandığın bir unutuşta mutlu musun? Saat sekiz. Zihnimi temizleyen bir akışta rüzgarın serinliği düşüncelerimi süpürüyor. Sadece uzaklar kaldı martının yakınlaştırdığı sonsuzda. Üşümek hiç bu kadar benim olmamıştı. Özgürlüğün rehberi kararsız değil. Uçuşunun keyfi rotasını çiziyor. İzlemek sınırlı. Tercihlerin salıverdiği insanlar da var. Oyunun kaderine inanmışlar iş başı yapıyorlar. İnancım da beni bıraktı. Bırak martıların dağılmışlığı öyle kalsın. Bırak toplama yalnızlığını. Bir demet çiçek gibi kokulu derlenende yarın var. Değişmek bir an kadar. Bugün de seni uyandırdım Ankara’da. Kendimi haksız buldum bu hatırlamada. Göztepe’de bir pencere oldum. Kendimi haksız buldum güzel bir kahvaltıda. İçimdeki iyilikle boğuştum.

06-03-2008

Hatırlamak

Hatırlamak güzel olduğundan bahsetti. Hatırlamak iyi olduğundan bahsetti. Hatırlamak beni yalnızlığımla baş başa bıraktı. Hatırlamak iyi geldi. Domates ve mandalina kasalarıyla yüklü kamyonetin yanından geçişimde trafik gürültüsünü duyuşum yorgunluğun başlangıcı. Hatırlamayı da paylaşıyorum.

Durağan Vebal

Dönülmez Yaşanandan

Bir şeyler söylemeye itilmiş, cümlelerin içine düşmüştüm. Söylenene dönüşende kaybolanla huzurlu değildim. Duyana haksızlık eden senin olduğunda şüphe duyduğun bir ifade. İletişim bir silah halini almış karşındakini yaralamışsa, vicdanına yakalanmaktan kaçamayacağını bilmektir canını yakan. Düşüncelerine hapsolanın cezası iç sesidir. Çok konuşmak seni tüketiyor. Saatin dokuz buçuk olmak üzere oluşunda yorgun dönüyorum. Vapurun pencere kenarında gece öylesine dalıp gittiğim bir boşluk. Sadece işini yapan bir adam kadar sessiz beklemeliyim geleceği. Dert insana ayna mı? Her derdin yüzü var. Bırak seni anlatsın içindeki konuşmalar. Verme suskunluğuna zarar. Sırrın konuğu sırdaş olur. Yaşayan yaşamaya zaman bulur. Öylesine geçer ki her yıl. Öylesine sever ki seni ansızın terk eder. Bugün yıpratılmış bir birlikteliğin çalışanı olduğumu fark ettim. Yeniden başlayıp durmaktan yorgun dışında kalmak istedim gerçeğin. Düşler uyananı bırakıp gider. Dönülmez yaşanandan. Yaşanan insanı yaşayacaklarına mahkum eder.

05-03-2008 akşamı iş çıkışında

Perşembe, Mart 06, 2008

Hatırlandığını Bilebilir Misin Suskunlukta?

Olayların içinde yakalanmak insanın zihnini yoran muhasebeler doğuruyor. Hayat duruşunu korumanın bedelini ödeyebilmek belki de kişilik kazandırıyor. Denizi görmemi engelleyen bir kendi içimde oluşla mücadelem. Duymak istemediğim bir iç sesin yankısı kör ediyor sonsuzumu. Yol alışım çaresiz değil. Yol alışım onurlu. Kendi ayaklarımın üzerinde duruşumun yarınında tek başımalığımın yegane sahibiyim. Asla kaybetmeyi göze alamayacağım tek varlık kendimim. Gerisi benim yakalandığım bir hikaye. Çarşamba ile de bir gün ayrılık vakti gelecek. Karşıyaka yakında beni aşinalığından silecek. Hatırlanmak güzel midir? Hatırlandığını bilebilir misin suskunlukta? Bir sabah düşmüşse payına, martılarla paylaş sana ağır gelen dünü. Uçursunlar göğe hüznünü. Hak bir lütuf değildir. Yaşamın çağrısındayız hepimiz. Yerimiz sevdiklerimiz. Sevilmek yerini bilmek midir? Oyuncuların dertleri hiç bitmedi ki.

05-03-2008 sabah

Herhangi Bir Salı

Denizle baş başa ayrılık, bir yudum çayda. Güneşin vapurun beyaz korkuluklarına vuruşunda, kağıdımda. Gözümü alışına yüzümü gözlerimi kapamadan dönemeyişimde. Rüzgarla alnıma çarpan su zerrelerinin göğe saçılışında. Keyif veren bir martı kadar hür doğmuştuk oysa. Kıyafetinin sakladığı bir adama hiç sordun mu yalnızlığını? Ayrılığın sana düşen payında düşüncelerinden bana ayırdığın oldu mu? Dalgaların sesini armağan ediyor Karşıyaka seferim. Mesafelere yakınlaşmak kaderimiz olmuşsa yakının keşfi kadardır ayrılık. Ben şu anda sadece bir vapurun hikayesindeyim. Beraberliklerinden birbirlerine aşina olmuş insanlar birazdan hareketlenirler. Omzumun ısınışı kadar hissettim seni. Omzumun güneşi sevdiği kadar sevdim. İskeleye yanaşmakta oluşumuzda gölgeyle kaplandım. Siyah bir köpeğin hızlı adımları telaşından kaynaklanmıyordu. Hayatın sabahları ne de olsa onundu. Ya hayatın kadınları yalnızların mı? Elinde gazetesi yürüyenlerin güne başlayışlarında cama yansımamı verişimde hikayeler anlatıyorum. Sana anlatamayacağım hikayeler. Herhangi bir Salı gününden seçmeler. Kendini sevme sanatında canın yanabilir.

04-03-2008 , 8.25-8.45

Salı, Mart 04, 2008

Kayıt Dışı Suskunluklarda

Kim aldanmış? Seni gülümserken düşlemiş gözlerim. Hava güzelmiş seni senden çağıracak kadar. Seni senden almış yalnızlık. Seni unutmak isteyişine bırakmış. Unutmuşsun da. Kayıt dışı suskunluklarda yıllar girerken aramıza, bir zamanlar sevdiğin bir adam oluşumda uzaklar. Dışarısı sensin gözlerini kapadığında. Hayat seni içeri aldığında konukseverse bakışlar, bir umut kadar saklısındır zamana. Umursamanın dünü anımsamalarından çıkmamışsa ana, bir eser kalmamıştır kalbinde yaşadıklarımızdan yana. Zaman geçirecek ayrılığımız. Oyalanacak haklı oluşuna kendini inandırmışlığın. En acısı da bir tarafın haklı oluşudur. Aşkta haksızlar birbirlerine kavuşur.

02-03-2008

Dönüş

Günbatımına uçan bir martı.
Akşam oluyor sonsuzlukta.
İzmir’de kaldığım bir gün daha.
Gerçek değillermiş gibi süzülüyorlar.
Karanlığın canı deniz çekiyor.


02-03-2008

Pazartesi, Mart 03, 2008

Tercihim Olsun İsterdim

Kışı yaşayan sayfiye evlerinin sakinliği var günün başlangıcında. Ufkun kuşlarla arasına giren gemilerde dinlendirdiğim bir bakış beni iyi eden. Yağmurun yüzüme serpilişinde tentenin altında rüzgarlıyım. Rüzgarlıyım içime sokulanda. Teknenin motorunun sesi uyanışımdaki kumruların guruldanışı gibi. Gözlük camlarımın ıslanışında Pazar günümü daha farklı yaşama tercihim olsun isterdim. Sorumluluklarımıza ikna edilmişiz. Köleliğin vicdanı içimizde. Yerleştirenin mülkiyetinde olmayan tek sancı. Hesaplaşmak insanı kirletiyor. Belirişi zenginleştiren bir yakınlaşmada Karşıyaka her derin derin nefes alışımda. Dağların göğe kaynaştığı bir manzarada bulutlar dokunmuş tepelere. Gözlerimi kapayışımı yitirmiş gibi hissediyorum. Bugünü de yarınımla geçmişimin arasına sıkıştırdım. Birazdan bankada olacağım. Bu kadar ucuzmuş özgürlük. Elleri cebinde bir adam benden daha zengin. Sulu boya yalnızlıklar. Yansımaların sessizleştiği bir anda kıyıya vurmakta olan dalgaların sesinde bir köşe ayırdım kendime. Islak zeminlere çizili bir caddeden topladım şehri. Taksinin sarısını daha da sevdiriyor ıslaklık. Onlarca rengin sıralandığı bir keçeli kalem seti kadar mutluluk veren bir suskunluk. Palmiyeler bana eşlik ederken kuşların şarkısında daha fazla kalamayacağım. Mahkumun ayakları gardiyan.

02-03-2008

Senin kelimelerden güzel olduğunu duymaya ihtiyacın yok.

01-03-2008

Yüz Yüzeyiz

Aşinalık tanışıklık mıdır? Akşam oluşunu hep sevdim. Penceredeki adamı her gün çay dağıtışında izliyordum. Akşam oluşu da seni bana hatırlattı. Umut verdi bana bulutlara başını banan tepeler. Işıkların karşı kıyıda belirişini sevdim. Senin de sayılır geceye bırakılmış şehir. Akşam oluşunda çizgiler daha keskin. Kayboluşa geçiş aşamasında belirginliğiyle vedalaşanlar. Denize atlayıvermek geliyor mavi aşığının içinden. Serinliğe bulanmak ne güzel. Dondurucu yokluğun. Belki de yalnızlığımın ihtiyacı olan benim. Işıltılı bir nehir sahili izliyor. Bir hikaye alçalırken, binalara teslim bir şehirde dağılmışlığımız. Vapur beni metroda bekleyen insanların içine karıştırdı. Gözlerimi kapayışımdaki gürültü sinemada filmin başlamasını bekleyen kalabalığa da ait olabilirdi. Bir konserin arasındaki uğultu da olabilirdi. Yeter ki gözlerimi açmayayım gerçeğin kendisine. Kendimi kandırmak hakkım değil mi? Görünen hep dolu. Görünenin kaderiyle oynuyoruz. Basit olanı karıştırmak maharet mi? Aynı oyunu oynuyoruz. Ya beraber ya başkalarıyla. Aynı dekora teslim sahne. Yüz yüzeyiz adımız olmadan.

01-03-2008

Gözlerimi Kapayışımda

Gözlerimi kapadım suyun sesine bıraktım düşüncelerimi. Uçağın kalkışından uzaklaşan yırtıcı sesini duydum, vapurun sesindeyken Karşıyaka’ya yaklaşmamız. Rüzgarın yalpalattığı İzmir Büyükşehir flamasının da kendine ait bir sesi var. Ya benim sesim keleimelerden mi örülüydü? Sevdiğim kızlar mıydı benim sesim? Bir Cumartesi sabahı işe gidiyor olmakla barışık mıydım? Kolay değil denizi ve güneşi bırakmak. Kolay değil beni unutuşuna katlanmak. Unutuluşumda kendimi hatırlıyorsam sevgim de mi yalan? Gözlerimi kapayışımda Ayşegül’ün bir odadan diğerine geçişi. Gözlerimi kapayışımda Fulya’nın gözlerindeki sessizliği. Gözlerimi kapayışımda yaşamın ısınışı.

01-03-2008

Cumartesi, Mart 01, 2008

Kalabalığın İçinde

Anımsayamayacağım bir sıralanış. Akışa toplananların ardında bir bilinç yok. Herkesin parçası olduğu bir sonuç. Yansımalarsız nasıl olurdu hayat? Ne çok yüzü var karşılaşmaların? Bakışlara yerleştirilmiş gibiyiz. Yönün çektiği insanlar ilerliyor. Ben de vapur güzergahına alışmışım. Ayaklarım beni bırakacak. Kalbimi de alıştırmışım hatalarına. Vapurları zeybek oynuyor İzmir’in. Ağır ağır buluşuyorlar, ağır ağır ayrılıyorlar. İnen yolcular yalnızlığıma akın ettiler. Sekiz on vapurunun iskelenin sırrına kulak verişinde kara dumanı gökyüzünün oldu. Telaş boşaldı yanaşışından. Kalabalığın içinde hep dikkat çektiklerini bilen güzel kadınlar olur. Göz hep yakalar adı olmayanı. Tüm yüzler bir hikayenin tanıdığı. Benim de hikayelerime tanıştırmış olduğum kızlar var. Bugün hava kapalı. Karşıyaka umutsuz bir adamın şehri gibi kendi haline saklanmış. Gemiler de onlarsız olmayacağını biliyor sanki. Bugünkü uyanışında seni heyecanlandıran bir şey var mıydı? Merak bir iletişim midir? Yoksa yalnızlık mıdır? Martının kıskanmadığı bir gökyüzünde kelimelere dur diyen bir manzara var. Benden daha zengin tonlar. Her şey büyülü anlatamayacağım kadar. Işığın sessizliğindeyiz. Karşıyaka artık daha yakın. Zaman geçmiş. Sevişme vakti gelmiş. Yalnızlık büyücüsünü yakarlar. Bir geçmiş seni seçmiş. Yarın kokusu çıkar denizin. Martılar mutluluklarını saklayamaz. Yansımalar deli edebilir insanı. Deniz insanın yüzüne vurmuyor yalnızlığını. Kalem olta oluyor kelime avlıyor. Belki bir yerlerde bir köpek havlıyor. Oyun işte birbirimiz olmadan olmuyor. Bizimle birlikte Göztepe motoru da yaklaştı. Kalabalığın içinde yine güzel kızlar vardı. Sadece cümlelerime takıldılar. Onları yaşama bıraktım, hepsi deniz oldular. Ne sordular, ne sokuldular. Duranların etrafında sokaklar. Bu akış hiç dinmeyecek. Sen de kokundasın. Umarım uzakla aran iyidir. Cumanın içinde Türkiye. Önemsiz bir yalnızlık benimkisi. Değerli bir yalnızlık. Palmiyeleri takip ettim. Berbere varmak üzereydim. Oyun benim bildiğim şekle dönüşüyordu. Yerimi alacaktım aşina olduğum bir başlangıçta. Aynayla seni konuşacaktım benim sandığım suskunlukta.


Berberden yeni çıktım. Dokuza on var. Yazdılarımı düşündüm, bir de berberin anlattıklarını. Ne de güzel hikaye etmişti arıların dünyasını. Kovana su taşıyan arılara saka derlermiş. Su doldurmada kullandığımız kabaklarla köye uzandım. Huzur verdi muhabbet. Öykü bitki ve hayvanlarla dost olacaktı.


29-02-2008