İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Ağustos 31, 2008

Bir Kadeh Gece

Gece biriktirmek güzeldir. Gece içine alır yalnızlığı. Işığın yakıştığı her köşede kuytu bir lezzet vardır. Gece kadını yansıtır. Ayna olur ıssızlığın vardığı karmaşa. Herkes birbirinde görür uykusuz bir gecenin daha yeni başladığını. Her şehri en güzel gece giydirir. Kadehlerin ağzında seker ışıltı. Bir taksinin karanlığın içinde eriyişi, Kordon’da masa başında geceye konuk olanların bakışlarında gezinir. Gece adımlar. Gece koku ve tebessüm.

Hep Başka

Bir başka adam olarak uyandığını hissetti. Bir başka adam olarak yatağından kalktı. Kaç yıl olmuştu? Kaç gün geçmişti? Suskunluk bakışlarına bir davetti. Bir başka adam olarak yaktı banyonun ışığını, bir başka adam olarak açtı musluğu. Bir başka adam olarak yıkadı yüzünü. Aynada sessizliğini gördü. Boşluk gözleri ile konuştu. İçine onu doldurdu. Bir başka adam olarak içti duygularını. Bir başka adam olarak döndü çıplaklığına. Sevgi onu uyandırmamak olsa gerek dedi düşünceleri. Onu başka bir adam olarak izledi. Oda sıcaktı.

Suskunluğumun Olur Musun?

Zaman geçecek. Bir gün bir masaya oturduğunda, başını kaldırışınla günbatımının arasına düşüncelerin girdiğinde, sessizleştiğinde, gelip geçenler senden gençleştikçe, yalnızlığından çok sevdiğin bir kadın elini sıkıca, şefkatle tutacak. Susmayan gözleri kapayışların kadını başını omzuna yaslayacak. Adını suskunluğunda özenle, sevgiyle saklayan bir kadın, sana şarkılardaki duygular kadar yakın. Birlikte uyanacağın günlerle, yılları geride bırakacağın kadınla zaman geçecek, gülümsedikçe, sessizleştikçe. Hatırlamanın yaşı yok. Yaşadıkça gece, yaşadıkça hüzün ve sevinç. Hala yüzünü okşayan rüzgarın kıymetlisisin. Bir adım ötendeki sessizlikle iç içe, ardındaki geri kalmışlıkla baş başa, hala yalnızlığının kıymetlisisin. Yalnızlığında seni gören bir kadın saçlarını okşayacak. Birlikte susmanın, bakışlarla buluşmanın değer kattığı bir kadın. Zamanın geçtiği bir sokakta, kaldırımın sesinde, varolmanın izinde, süren bir hayat. Sana suskunluğumun olur musun dedirten bir kadın, yarınıyla boğuşan, sürekli içiyle konuşan. Zaman geçecek. Martı süzülecek. Vapurlar varacak. Yıldızları uyku tutmayacak. Kadehte şarap tükenecek. Bir gün nefesin seni huzurlu bir tebessümle uğurlayacak. Sana son bir nefes kadar yakın, suskunluğunun baş tacı bir kadın.

(Ajda Pekkan’ın Kimler Geldi Kimler Geçti şarkısı eşliğinde)

Cumartesi, Ağustos 30, 2008

O Gülüş Tuvaldeki Düş

Yalnızlığın çizdirdiği bir martı, yalnızlığın çizdirdiği bir deniz. Bir adam, zamana bir düş kadar yakın, gerçeğe kendi kadar uzak. Yalnızlığın bir kadın çizdirdiği anda, şehir sokaklarını salıveriyor hayatın içine. Birbirlerini izledikçe heyecanla dolan sokakları kovalayan düşünce karşılaşmaların içinde buluveriyor kendini. Karşılaşmaların içinde birine yalnızlığını görüp görmediğini soruyor. Kadın ne cevap verebiliyor, ne de anlam. Günler tomurcuklanıyor. Kader yarılıyor. Belki de düşler yanılıyor. Yalnızlığıma katkım kadar yaşadım kadını.

Sessizce

Sessizliğinle baş başa kaldım. Seni izledim. Seni yarattım yalnızlığımda. Sen kıpırdandıkça hayal edişimde, hareketlerini takip ettim özenle. Sessiz kalmaya dikkat ettim çünkü sen en içten sessizliktin. Huzurludur sakinlik. Yalnızlığımı sakinleştirdin. Seni izledim yokluğunda. Düşünmek hep aklımı karıştırdı ama sessizlik beni bildiklerimle barıştırdı. Sessizlik beni bildiğimi sandıklarımla tanıştırdı. Ayrılığın sessiz kalabildiği bir anda, senin peşinden ayrılmayan bir yakında uzak kalabildim. Seni izleyerek gülümseyebildim. Seni yaşarken duyduğumu hissettim. Sen kıpırdandıkça göğe açılan pencereden farksızdım. Pervasız bir pervazdım. Sessizliğine açıldım korkusuzca. Seni senden uzakta yakaladım, sessizce.

(Lars Danielsson’un Melange Bleu albümünden Minor People parçası eşliğinde)

Bir Yerlerde

Sıralanmanın kaderinde katkısı olanlar düşünceli, özgür olarak nitelendirip nitelendiremeyeceklerini bilmedikleri bir irade ile bir arada oluşlarının içinde, bir tesadüfte pay sahibiler. Birbirlerini gören, birbirlerini geçen, birbirlerine yakın ve birbirlerinden kopuk yüzlercenin uzaklık paylaşımları. Bir arada oluşların hafızada yer etmeyişinde kalabalıklaşmış ve ayrılmış olmanın ertesinde, varolmanın yaşayan unsurlarından birinde, yalnızlığın sıcak bir köşesinde, odamda müzik dinlerken dışımı içime katmış, karışmış, karıştırılmış saklanıyorum. Çağıma uygun oyalanma şekilleri, unutulacak olmanın derinliklerindeki her insana ait olduğu gibi yok olmanın eşiğinde. Bir zamanlara dair akıl yürütmeler çaresiz. Gözlerini kapayışında kendine yer ayırmış olanların zamanın geçişini hissedişinde küçük bir sır, narin ve derin. Cevaplarını bekleyen sorulara yakalanmaktan çekinen bir adam, cevaplamaya çalışmak zorunda olmaktan bıkmış. Bir tek sessizliğine kendisi gelmiş. Herkes sessizliğinde bulunamayacağını bilir. Bir tek o oda, bir tek o çizim. Eşzamanlılığın huzurlu bir anında kim bilir başka mekanlarda neler cereyan etmekte? Ufka bakmak için vakit ayırdığım olması ne büyük şans. Aynılık kör ediyor. Kendi içinden çoğalmak zor. Bir ara vermek mümkün değil. Pazartesileri olan insanlarız. Yarını bugünden esir almışız. Doğaçlama gülemez olmuşuz. Kaybımız kendimizden büyük değil, küçülmüşüz bir zerre umut kadar. Yorgun, bocalamak için koltuğuna çökmüş. Yorgun, bir pencere önünde. Yorgun bir kuşun onu gülümseten geçiverişinde. Yorgun, bir kadının çıplak omuzlarını hayal edişinde. Bir yerlerin, bir zamanların çocuğu kendi halinde. Bir yerlerin, bir zamanların çocuklarıyla bir aradayız. Büyüme oyunumuzda aslında her insan gibi yalnızız. Akışın mantıktan arındığı bir karşılaşma okyanusunda yalnız ve özeliz. Karıncalanan bir görüntüyü düzeltmek için uğraşanların arasındayız. Karıncalanan caddeler. Karıncalanan el, sanki zaman üstüne yatmış. Budalaca uyanmak da seçim. Atalet ve adalet, insan ve uyanışı. Dolaşmak amaçsızca, küçük heyecanlar yaratabilir. Buluşmak söz sahibidir. Duymak seçim mi? Bir tek o oda. Bir tek o yalnızlık. Artık geçmiş de suskun. Çoğu pencere önü kayboldu. Çoğu yıldızın altı boş. Gözleri sessizleştirdik. Korkulu ve ışıltılı gözleri geride bıraktık. Suskunluğun mirasçılarıyız. Karışagelmenin beşiğinde bir çocuk dünyaya gelmenin umudu. Karışagelmek dolambaçlı. Karışagelmek sırdaş. Bir tek o oda. İçinde oluşumuz zamanı ileri alıyor. Hayal kuruyor olmalıyım. Hayal kuranlardan ayrı, hayal kuranlardan uzak. Yalnızlıklar çarpışmıyor. Gündüzlerden gece çıkartan bir sihirbaz gibi gülümseyen adamın çaresizliğinde bir kadın bekliyor olabilir. Adam geç kaldığının farkında mı? Çoğu yıldız altı boş. Yeter ki gülümse masum olduğuna inanabilirim. Kaçıyor değilim. Yakalamaya çalışma. Sadece elimden tut. Dolaşıyorum, dolaşalım. Hayatın bizi gülümseten anlarına sokulalım. Zamanı geldi. Sokakların zamanı geldi. Elimdeki soda şişesi, yeşili, almış olduğum bir yudum, serinliği, yerimden kalkışım, gömleğimi ve pantalonumu asmış oluşumla parçalanışımda önemin var. Yalnızlığımı böldüğüm anlar, yalnızlığımı bölüştürdüğüm kadınlarla. Bir hayalden ibaret değil miyiz? Bir yudum değil mi yaşadığımızı hissetmek? Bir yudum değil mi sevişmek? Bir tek o oda. Bir tek sen. Bu bencillik mi diye düşündürten yalnızlık senin. Yalnızlıklar başkalarını da başkalaştırıyor. Başkalarından uzak oluşunda o başkası kim bilmiyorsun. Bil ki katkısında kendisi yok. Bil ki bu karışıklık senin yaratıcılığın. Duvarlarını izle, labirentin kaybolanı sensin. Ördükçe çözülmek mümkün mü? Dolandıkça dolanacağız. Bir yerlerdesin. Aynı zamandayız. Hala. Düşünceli misin? Dalgın mısın? Habersiz misin? Bir yerlerde bir aradayız. Bir yerlerde ayrıyız. Bir parça içimi dolaşıyor. Bir parçasıyım gözlerin kapanışının.


(Lars Danielsson’un Melange Bleu albümü parçaları eşliğinde)

Pazar, Ağustos 24, 2008

Sevmek aldatmak mıdır?

Yakın uyanma tercihi sevmek değil midir? Sessizce günışığını teninde karşılamak suskunluğunu özenle sevmek değil midir? Ya özlemek anlamak mıdır?

Birlikteliklerden Kendi Payıma Düştüm

Suskunluğunun içindeydim. Şehri bakışlarına bıraktım. Işıl ışıldı karşı gözlerin gibi. Hiçbir şey söylemedin. Sessiz ve güzel saklandın geceme. Yıldızlarımın altında durdun. Saçların savruldu, rüzgarın diline düştü. Bir şarkının anımsattığı her kadın gibi ayrılma vaktin geldi. Hem kendin hem benim için uzaklaştın. Bir gün ikimizi hatırlatan bir fotoğrafa yaklaştım. Suskunluğunun içindeydim.

(Captain Corelli’s Mandolin filminden Peligia’s Song parçası eşliğinde)

Birden çok yaklaştılar içime.
Sustum.

Düşünceler ve Yolcuları

Onu özleyeceğim bir yerdeydi.
Kim bilir nerdeydi.
Cevabı olmayan bir sorudaydı.
Gece gece içime dizdiğim,
Marmaris’te maviyle denize yakın çizdiğim,
İçine yeşil kattığım bir korudaydı.

Bazen yazdıklarını kolundaki saat kadar hissediyor musun şüphe duyuyorum. Saatin beş olmak üzere oluşunu geçeceği gibi her şey.

Hayal Et

Yalnızların sevişme tasarımları, gece taslakları
Savrulan perdeyi izleyen bir suskunluk
Hayal ve hayalet
Kadın ve atalet
Akan sonsuzluğu gizleyen bir durgunluk

Biri Varmış Biri Yokmuş

Hikayeleri hemen dekore ediveren hayatlardan birinde bir kadın ve bir adam, bir yalnızlık ve bir dram. Hikayelerin anlatıla geldiği bir şehirde karşılaşmış birer kahraman. Hikayelere düşlerden aktarılan gecelerden birinde, çıplaklığın sır olduğu bir birliktelikte bir varmış bir yokmuş. Anlatan gözlerini kapamış, uzaklara kavuşmuş. Sonsuza dokunmuş gelmiş içi. Uçsuz bucaksıza yetiştiğinde gözleri, kelimelerin anlatılana dar geldiği bir ortamda başlamış şaşkın bir büyücü gibi mırıldanmaya. Duyulanın kelimelerle dansında bir hikaye sığınmış ondan medet umanlara. Bir varmış bir yokmuş her anlatılanın dostu insan gibi. Küçük bir çocuğun mucizelerinden büyüdükçe uzaklaşan bir adam söze başlarken hikayenin ne kadar da konuksever olduğunu hissetmiş yalnızlığında. Bir kadın belirmiş söylencede...

Yarından Önce

Düşüncelerini susturamazsın ancak sessizleştirebilirsin. Daha fazlasından daha azının arasındasın. Bu arada oluş içinde. Gerçeğin gezindiği senin olan özel alanda duyulmakta olan müzik bir senin gözlerini kapamış oluşunu mu karıştırıyor sanıyorsun? Değer verdiğin birini üzmüş olmak seni senden de ayrı düşürüyor. Bir başkasını uğurlar gibi uğurlanıyorsun içinden. Ayrışıyorsun, bölünüyorsun. Kala kalan bir adam, kala kalan kimi çaresiz , kimi davetsiz sözler. Daha da zorlaşan ilişkilerden yalnızlığına çekilmiş bir iç sesin dünyasına yolculuk ne kadar kolay olabilir ki? Saçının okşanmasına kendini bırakmış bir adam, sessizliğinin içinden geçen kadınların sessizliği ile. Sessizliğince sevilmek özel. Gözlerine yakın sıcak gecelerde, terleyerek uyanan “benim”. Bana ben olduğumu hissettiren bir özleme katkında hakkım olan yalnızlıklarda sana alışmışım. Eski kız arkadaşının fotoğraflarına bakan da “benim”, ne diyeceğini bilemeyip de, gecenin duvar aralarına sızdığı Sardunya Bar’ın, insanı hayatın zorluklarından kaçıran bahçesinde acaba onun özgürlüğünü kısıtlayan bir varoluşla mı huzurundayım diye içine sıkışan da “benim”. Sokak çalgıcılarının yaydığı o enerjide düşüncelerim yerinde duramayan yapraklar gibi salınırken, bedenim kaskatı bir ağaç gövdesi gibi sağlam duruyordu kaygılarımda. Anlaşılması güç olan sır saklamak istediği için mi suskun? Suskunluğun yeşermemiş tohumları mı var? Yerinde duramayan düşünceleri gibi gezgin ruhu. Kalabalıklaşan bir gezintide akılda kalan, avuçlanan bir serinlikte avuçlarda kuruyan bir his. Hislerin sessizliği, düşüncelerin yalnızlığı, uzakların belli belirsiz kıpırdanışı geceden doğan gecede. Bir sokaktan diğerini devralıp da dolaştığın her mekanda ışık oyuncu. Düşünceler oyuncu. Oynamak için arkadaş arıyor bakışlar, nseneler, sırdaşlar. Bir bitkinin duvara tırmanışında varılan yıldızlarda sessizlik söz konusu. Pencereler anlatabilseydi dinlemek heyecan verici olurdu. Kendine tanıdık mı geliyorsun? Aynada teyit mi ettin anı? Bir andan diğerine taşınırken, seni de aldım yanıma. Kabul edilebilir olandan kendimize yaklaşmasını biliyorduk. Hikayelerimizi sessizliklerinden kurtarabiliyorduk. Birbirimize yardım edip de hikayelerimize katlanabilmeyi öğrendik. Alışılagelmiş gibi çatırdadığında içimiz yürek yüreğe geldik yeni bir anla özgürce kucaklanışımızda. Suyun sessiz yüzeyi, kadının güzel yüzü, gecelerden dökülmüş şehirlerde darmadağınık hikayelerin içine sığıştırdığımız düşler “benim”. Senin olanda benim olan da kendinden geçti. Bana geri dönmeyecek bir fısıltı okudukların. Senin olanda kaldı kelimelerim. Senin olana uğurladım bir parçamı. Sessizliğime uğrayan her yaşam parçasında ben de varım diyorum. Sorular sormayan bir anda cevapları olmayan bir kadınla karşılaştın mı? Hatırlamak kutsal mı? Duymak için yürüdün mü? İzlemek için kenara çekildin mi? Görmek için yavaşladın mı hayatın içinde? Geçivermemenin güzel kadınları da ana direnemeyecekler. Çıplaklığına günaydın dedim. Vicdan masumiyeti rahat bırakır mı? Bir şeyler söylemek durumunda mı kaldın? Bir şeyler söylemiş kadınlardan önce de suskunluklar vardı. Sana gözlerini kapattıracağım. Bugün şehir senin de sessizliğinde. Hava her zamanki gibi oldukça sıcak. Yarın yakın hissi veriyor. Yarını düşünmek içimi daraltsa da, içine çekileceğim birlikteliklerin. Şube müdürüm rolünü oynayacak. Söylenmesi gerekenlere katlanmak da tercihim. Hayat savurganlığınla, sorumluluk hissinde söz hakkı edinmişlere karşı çaresiz dinleyeceksin. İç sesine kaçırabildiğin gecelerde yazdıkça ne kadar onarabilirsin iç dünyanı? Saat dördü on geçerken mantığın onca dosyayı boşuna mı taşıdın diyorsa, içinden gelmeyenle hep sorunun olduğunu inkar edemezsin. Onu gülümserken sevmişti. Kadınları gülümserken seven bir adamın hikayeleri bitmeyecek mi? Suskunluklara solacak olsalar da güzel bir çiçek bırakmak anı yaşamak mıdır? Zaman dokundukça kuru güller gibi ufalanıyoruz. Bir toz bulutunun çocuklarının döndüğü hiçlik unutkan. Kısadan daha uzun bir kültürde payı var yalnızlığımızın. Sonsuz bir sessizliğin vedasında karşılaştım kendimle. Kısadan daha uzun bir alıntıydı oyalanışım. Seni kendime kattım. Yarından önce ölenler oluyor. Yarından sonrasına hükmetmek sevdasında olanlar var. Yarından önce mutluyum. Yarından önce biraz karışık duygularım. Yarınından önceki bir insanın hikayesinde bir an. Yarından ne önce ne de sonra çıplak omuzların. Sırdaş toprağın uçsuz bucaksızlığındayım. Yarından önce kadınlar güzel. Yarından önce bir şarkı içimde.

(Legends Of The Fall müziği eşliğinde)

Pazar, Ağustos 17, 2008

Alt üst olalı, neyin üstesinden gelmedik ki?

Bir Hikayenin Üzerinden Geçti Yıllar

Bir yerlerin bir zaman diliminde
Yere yazılmış, yaşam dokunmuş Anadolu kiliminde
Erkeği anlayamayan kadın iliminde
Bir hikaye yaşar

Üzerinden sessizlikler geçmiş,
Tozlanmış
Gecelerden bir yıldız seçmiş,
Düşlere kanmış
Bir hikaye yaşar

Hikayelerin peşine düşecek miyiz?
Orada olduğunu bildiğimiz,
Hatırladıklarımızdan unuttukça sildiğimiz,
Anlara dildiğimiz.

Ne Olursan Ol Gel

Biriktirdiğin suskunluklara geldim.
Sana yanımda bir gece getirdim.
Belki yıldızları görmek istersin dedi yüreğim.
Sana göğsümü getirdim.
Belki yumruklamak istersin dedi sessizliğim.
Gözyaşlarına geldim.
Belki arınabilir söyleyemediklerim.

Adında

Ölümün bir sokak ötesinde,
Gözlerinde.
Yaşamın oyun bahçesinde,
Yalnızlığımda.
Bir şarkıyla baş başa kalışımda,
Sonsuzda.
İçime yığıldılar.
Düşüncelerimi dağıttım,
Fotoğraflarda.
Kendimi dışarı attım,
Kelimelerde.
Bir deniz, bir günbatımı,
Adında.
Bir ayrılıklar geç kalmıyor,
Zamanında.

Her Yalnızlık Bir Ayrılık

Sessizliği ile onu karşılayan aynadaki görüntüsü arasında düşünceleri vardı. İçinde bir yeri olduğunu hissettiği boşlukla sarılıp sarmalanışında vücuduna dokunan sıcaklığın farkına vardıkça, yaklaştı gözlerine, başka bir dünyada. Çıplaklığındaki kadını hissettiren adama yaklaştı. Yalnızlığın utancı yoktu. Aynayla arasına sorular girdi. Cevapların eksikliğinden farklı bir şey söz konusuydu. Orada bir kadın olduğunu hissetti. Kendine dokundu. Kendine dokunurken etrafından ayrıldığını hissetti her nesnenin mesafeli uzaklığında. Artık sessizliği ile arası iyiydi.

(İsmail Lo’nun Baykat şarkısı eşliğinde)

Suskunlukların İçinde Akan, Yaşamaya Bakan

Bu hayat değil mi küçük bir kız çocuğunu gülümseten? Bu hayat değil mi göz yaşlarına boğulmuş küçük bir adamın elinden tutan? Bu hayat değil mi geceleri yıldızlarla baş başa bırakan? Bu hayat değil mi beni sessizleştiren, içimle bütünleştiren? Bu hayat değil mi tembellerle çalışkanları birbirlerinden ayırmayan? Akşam oluşlarda bir aradayız. Gemiler demirlemiş bakışların açığına. Bu hayat değil mi içime sığmayan, içinden sessizce, müteşekkir bir tebessümle geçtiğim? Omzuna bıraktığım suskunluktaki hayat işte böyle bir şey. Saçlarında kokladığım hayat işte böyle bir şey. Bir bardağa soğuk biramı boşaltırken duyduğum ses hayatın. Bana gözlerimi kapattıran şarkıdaki hayat başımı göğsüne yaslayışımdaki kadar masum. Hayat yüzlerde. Hayat caddelerde. Hayat akşam oluşlarda, gün ışığının odama ilk ürkek sızışında. Hayat yalnızlığımda.

(Salif Keita’nın Bobo parçası eşliğinde)

Yitirilişlerin Gün Yüzü

Taşın saklandığı yerden çıktığı Efes’te, tarihin merak uyandıran gizli kalmışlığından fırlatılıp da içime düşüşünde, halka halka olup da bakışlarımda yaşadığım zamana yayılışında bir nokta oluşum sessiz ve hayran. Bir gizemin içine düşmüş gibi hissedişimde sanki yanı başımda yok oluşları. Kendi sesini yalnızlıklarında duymuşların varlığını kanıtlayan bir iz sürüşte varılan kendi gerçeğiyle insan. Güneşle beraber dokunmak ne güzel. Sesin ve sessizliğin yitirilişinin çocukları farklı ülkelerden gelip, bu akla hayale sığmazlıkta buluşmuşlar. Göz göze gelişlerin ayrılıp, uzaklaşışlarında biz de gerisinde kalacağız hiçliğimizin. Varlığı hissettiren yokluğa katkımızla yalnız ve ayrı farkındayız. Bir gün beraber yaslanabilecek miyiz suskunluğun duvarlarına? Bir gün beraber gözlerimizi kapayıp da, taşın binlerce yıllık sırdaşlığına kendimizi bırakabilecek miyiz?

Bir Önemin Var Ki Bir Sokağın Başındasın

İnsana ne önemi var dedirten hayattan küçük alıntılar. Ne önemi var dedirtten bir sokak, bir derinlere kaçış. Ne önemi var dedirten kaynağı zengin düşünceler. Kafamın içinde birikip çağlayan, yalnızlığıma ve ifadelerime taşan düşünceler. Kelimelerin ne önemi var dedirten bir araya gelişleri, birlikteliklerdeki kafası karışık rolüm, katkım. Yağmurlu günleri özletmeye başlayan bir başka sıcak günde ne önemi var dedirten fotoğraflar. Parçası olduğunla bütünleşmenin öneminde, güneşin parlaklığında ve kavuruculuğunda adımlarına kendini bırakmış birçok kişinin dalgınlığında vazgeçilmez bir yaşam, vazgeçilmez bir akış.

Suskunluğun Boynunda

Sessizliği gözlerini kapattırdı. Telefonun yakın olduğunu biliyordu. Eli yakındı tuşlamak istediği birkaç numaranın hayatındaki yerine. Düşünceleri araya girdi. Ne diyecekti? Yine suskun bekleyecek miydi boynuna sarılmış, sessizce bekler gibi? İşte böyle bir his, bir ucunda olmak susukunluğun. İşte böyle bir hayat, dinlemekte olduğum müziklerle baş başa geçen.

(Gotan Project ‘in Queremos Paz parçası eşliğinde)

Her Akşam Oluşunda

Yalnızlık evlerinde bir kadınla mı tanıştın? Şehirleri denizlerle buluşturmuş sıcak yaz günlerinde, beyazı gelinlik gibi giyinmiş içine kapanmışlıklarda mı rastladın çıplak ayaklarını yerin insanı sarıveren serinliğinde keşfetmiş kadına? Nasıl güvensin sana? Gün batımlarına bırakılmış birlikteliklerden arta kalmış anımsamalarda, her akşam oluşunda bir ufuk dalgınlığı olan kadın nasıl olur da güvenebilir ve nasıl olur da cesaret edebilir yeni bir kalp kırıklığına? İpin ucu kaçmış, sokaklar düşünceler gibi birbirine karışmış. Dönüp dolaşıp da dolanan suskunlukların adresi yalnızlıklarda yaşayan kadınların öyküsündeki her adam hain midir? Gülümsemesi bir zamanlar armağanken şimdi neden fırlatılıp atılmıştı gözlerini kapayışlarına? Kimse kimseye ceza vermiyordu. Acı çekmede taraf olmak konusunda seçim hakkı yoktu.


(Manu Chao’nun La Vida Tombola şarkısı eşliğinde)

Sessizliğin Yüzüne Dokunan Bir El

Kollarının dolmadığını hissetti. Kollarına akan bir kadında suskun yakalandı düşüncelerine. İlk defa sessizlikçe kendisi ile tanıştırılıyordu. Kelimelerden uzak bir yakınlıkta, anlaşılmanın başı boş kaldığı bir anda, herkes sevilmeye olan ihtiyacı kadar tutsaktı dokunuşlara. Yüzünde kendini arayan bir kadının görmek istediği sevgiyi yansıtamadığını hissettiğinde uzak bir karanlıkla konuşuyordu gözlerini kapamış oluşu. Karşılıklı sessizliğin haksızlık etmekte olduğu bir zaman geçirişte sorular geç kalmamıştı. Cevapların saklanmaya devam edişinde bir şeyler zorlaşmaktaydı. Kollarının dolmadığını hissetti. Kaldı. Kalmak ağır geldi. Farklı bir rolle sahneye çıkmak için artık çok geçti. Olabildiğince özgür ve dürüst olmaya çalıştı. Gözyaşları pek de başarılı olamadığına işaretti. Onu da üzmek istemediğini hissettirdi yufkalaşan yüreği. Sevilmeye ihtiyacı olanlara yetecek kadar değil miydi sevgisi? Nefes alışlarına tuş olmuş uzandı. Düşündü, kayboldu.

Neşe ve Hüzün Efsanesi

Bir yazarın gördüğü düşlere gitme özgürlüğü var. İçinden yola çıkışında uğradığı her yere selamını ulaştıracak kelimelerle. Herkesi gülümsetmek isteyen kelimelerin neşe iksirini hissettiklerinde hazırlaycak yalnızlığı.

Daha ne kadar ne olmadığımı göreceğim? Aynada kendime rastladım.

Derin Sessizliklerde

Yalnızlığın ne kadar da özel olduğunu anladıkça, edinilen her tecrübede ödenmesi gerekli bedelleri ödedikçe, yaşanılmakta olan anın kaçınılmazlığından kurtarılmış her sakinlikte suskunluk yok olanın var olandaki sesi. Bulmak için kaybetmek insanın içinde garip bir his uyandırsa da, bulup da kaybetmek de bir şans. Hepimiz zaman zaman gözlerimizi kapayışımıza çekiliyoruz. Dinlemekte olduğumuz müziklerle baş başa gülümseyen küçük bir sırrız. Öğrendiğimizi sanmak için ilişkilere gereksinim duyuyoruz. Öğrendiğimizi sanmak da eğlenceli. Hüzün anlamlı bir farkındalık. Anlamlı bir iç ses yalnızlık. Yakınlığın bir ucundaydın. Araya giren sessizlikteydin. Bazen gözler de kaçmak için köşe bucak arar. Gözler sessiz kalamazlar. Pencerenin açılışında içeri giren rüzgar keyiflendirici ve teselli edici. Söylenmiş de hayal meyal anımsanır olduğunda, bir iç sızı kıvamında dalgınlıklarımdan çıkar gelir yüzler. Kimin içimde yeri olduğunu bilir samimi yüreğim. Bir gülümseme bırakılmış yalnızlığıma döneceğimi biliyordum. Yabancı olduğumu hissetmem gerekiyormuş. Alışır mıyız? İçinde kol attığımız şehirlerde alışır mıyız? Alışmak üzere mi yolcular? Varmak üzere oluşlarından uzak bir rastlantıda karşılananların müziği sevinçleri kışkırtıyor. Yakınlaşmasında mutluluk ve huzur getiren bir kadın suskunluğumu dolaşıyor. Davranışlarımın sonuçlarından sakınmak için çok geçken, pişmanlık duymama engel olan farklı bir boyuttayım. Gözlerimi açan bir “ihanet”. Pişmanlıklardan medet ummayan bir burukluk. Artık gördüğüm bir düş olacak olsa da, gözlerimi açan bir olup bitene tutsaklık. Seni seviyorum demenin benim olan sessizliğindesin. Detaylarına indiğim bir yalnızlığın canlandırdığı bir resimdesin. Boynuna sarılıp da durakalmışım. Suskunluğunu sıkıca kucaklamış, ne diyeceğimi bilemez durumda yakalanmışım sıcaklığına. İkram edilmiş bir şişe soda yardımcı olmuş başımı kaldıramayışıma. Canlı bir sarı renk kalmış bakışlarımda. Ayaklarının yere basışında kalmış suskunluğum. Düşlerine uçak fırlatan küçük bir çocuk gibiyim. Göğü keşfeden bir uzanışla içime dolan heyecanların seçtiği ülkelerde bana eşlik etmeyeceğini bilirken tek başınalığım, masumiyetle ilişkisi kopmuş bir adamın en onurlu davranışı her halde sessiz kalmak olabilir. Yine de gülümseyeceğim. Birbirlerini tanıyanlar birbirlerini anlarlar. Bilmek kadar dürüst olduk yalnızlıklarımıza. İçtenlikle keşfedilmiş bir arada oluşlardan ayrı özlem duymamak mümkün olabilir mi?

(Carlos Vives’in Carito parçası eşliğinde)

Cumartesi, Ağustos 09, 2008

Sevildiğini Hisseden Bir Kadın

Uyanışım zihnimin bulmaya çabaladığı bir şeyleri kaybetmiş gibi. Yatağımda sırtüstü uzanışımda aklıma gelenlerle geçen zamanda bir nehrin yatağı gibiyim. Bu hafta izinliyim. Saat onda Jenel gelecek. Onu karşılamak için evden çıkmam gerekecek. Bazen ne kadar içindeyim yaşadıklarımın diye kendime soruyorum. Oyalanmak insanı etkisiz mi kılıyor? Yalnızlığımızda edilgen miyiz? Güneşe ve denize ayıracak daha fazla vaktim olacak. Bazen Fulya bu kadar anlayışlı olmasa diye geçiriyorum içimden. Gerçekten de modern miyiz? Özgürlük duygumuz bize çok şey öğretti. Üzüldüğümde onu buldum da, neden sevinçli olduğunda yanında değildim? Neden gözlerine kapayışına sevildiği hissini güven uyandıracak bir şekilde bırakamamıştım. İçimdeki yolculukta benimle akan yüzler var. Birlikteliklerin içinde de ayrı olduğumuzu anladığımızda uyanışlarımız o kadar da rahat değil. Hacettepe Hastanesi misafirhanesindeki ATM makinasının önündeki bir sahne de uçuşuveriyor benim olduğunu sandığımda. Herkes kendi yolunda. Kıskançlık yapmayacaktım. Sevildiğini hisseden bir kadını kıskanmayacaktım. Kimi sevmişsem gülümsüyor. Hatırlandıkları kadar güzeldiler, hatırlandıkları kadar güzeller. Dile gelememiş olanda bana hapsolsalar da, onlar içimin gözdeleri. Onlarda armağanım olan bir yalnızlık var. Onlarla kendimi değiştim. Karşılaşmak beni gülümsetir. Ayrılık yaşayanla biçimlenir. Ne kadarını itiraf edebilir insan? Ne kadarı bize ait? İçindeyiz ya hayatın bizi de boşveren zamanlar olacak.

Pazar, Ağustos 03, 2008

Zamana yakışmak gerek.

Belki De Bir Gün...

Belki de bir gün karşılaşmak üzere ayrılmadılar. Bir gün karşılaşmak üzere buluşmuş olmadığımız gibi sürpriz rastlantılara borçluyduk anı. Kıyı şeridi uzaklaşıyor. Yükseklerden denize bakmanın keyfi bir başka. Aklına gelip gelmediğimi bilmeyeceğim. Bir zamanlar aklına gelirdim demeyeceğim. Bir arada oluşların güzel kadını sen bulursun sokağını. Seni neşeyle gülümserken görürler. Her karşılaştığın kişide bırakırsın bir parçanı. Herkes evine döndüğünde anımsamalara yerleşir gece. Bazılarının unutamayacağını belki de hiç bilemeyeceksin. Bir önemi olduğu için değil. Susmak keyifli. Yeni bir gün getirdi sabah. Simit ve çay keyifli. Belki de bir gün kıyılarında çocuklar koşan bir şehir gibi bakacaksın zamana.

(Captain Corelli’s Mandolin filminden Stephen Warbeck’in Pelagia’s Song parçası eşliğinde)

Suskunluklara dağılmışız. Birlikteyiz, ayrıyız.

Sana Adını Bilmeden Gülümsedim

Yüzler, mimikler, sevinçler, hüzünler, akşam oluşu ve deniz, içimde karşıladığım şehir, içine daldığım kalabalıklar, bakışlarında duraksadığım kadınlar, sessizliğim, karanlığım, sokak lambalarım ve gölgeleri benimle ilerleyen yalnızlıkları, ilerleyen saatlerim ve masalardaki yudumlanmayı bekleyen ince belli bardaklardaki çaylar, gelip geçişim, sokak kedilerinin kaçışan gözleri, savrulmakta olan saçları bana yaklaşan bir cazibe, otobüs duraklarında bekleyen isimsizler...her şey ama her şey bir şarkı gibi içimde.


(King Arthur filminden The River Flows Frozen parçası eşliğinde)

Rastlaşmalara Gizlenmiş Sessizlikler

Küçük ve gizli bir dünya yaratmışsın gözlerini kapayışında. Çıplak bacaklarını karnına çekip de yatağına kıvrılışında saklanmışsın yalnızlığına ve duyulamayacak oluşuna. Olup bitenin arasında, bir apartman dairesindeki odanda, sessizliğinle baş başa yastığına sarılmışsın. Güzel olduğunu bilmek sana yetmediğinde dokunulmayı arzulamışsın. Bir şeylerin değişmesini istediğin bir anda düşlerin sana yardımcı olduğunda, bir şarkıyla buluştuğun adam kalp atışlarının hızlanışına sokulduğunda, gizlice gülümsemek hoşuna gitmiş. Bu küçük sır sana güven vermiş. İçindeki kadın seninle özgürdü. Saçların okşanmayalı üzgündün. Hala heyecan verici olduğunu anımsamıştın yalnızlığında karşıladığın adamla.

(Rod Steward, Bryan Adams ve Sting’in seslendirdiği All For Love parçası eşliğinde)

Özlemleri Keşfetmek

Bir yer var uzakların sakladığı, bir yer var beni hep çağıracak olan, bir yer var bir an olsun gözlerimi kapayıp da içime alacağım. Bir yer var yaşamın yalnız bırakmadığı. Bir kadeh kırmızı şarap var gecelerin sevdiği. Yaşamak fazla kalamayacağını bilmek değil mi? Gözlerindeki ömrüm son bulduğunda neden üzülmüştüm? Bir yerlere ait hissetmek güzel. Hatırlanmaya değer olanla daha başka yerlere yolculuğumuz. Gün batımlarının konuğuyuz. Geceler bizi ağırlayacak. Bir yer var yılların geçip de uğradığı. Bir yer var adını bilmediğim. Kaşifin nefes alışındaki yerden selamı var. Özlemek geçmişle gelecek arasına sıkışmış bir andadır.

(James Horner’ın Legends of The Fall filminden Ludlow ezgisi eşliğinde)

Bir yazarın yalnızlığı kalabalık diye düşündüm. Bir yazarın içinde sanki herkes ölümsüz. Birçok kişinin dolaştığı gözlerimi kapayışımda her ne yaşanmış olursa olsun herkes sevilmiş. Bir tebessümle uğurlanmış yüzler anımsandıkça sanki içimden ayrılmak istemiyorlar. Sevilmişler sessizce anılıyorlar.

Uzak ve Sessiz

Onu uzaktan izlemek, sessizce. Onu uzaktan izlemek, gün batımında gülümserken. Onu uzaktan izlemek, giderken. Onu uzaktan izlemek ağlarken, dokunmadan. Onu uzaktan izlemek peşini sevgiyle bırakmadan. Onu uzaktan izlemek onu hayal etmek, adımlarını, bir restoranda oturmuş yemek yiyişini, yağmurda ıslanmaktan korkmadan, telaşsız dolanışını. Onu uzaktan izlemek gözlerimi kapayıp da başımı eğmek, derin bir nefes almak. Bir şarkı duymuşum, biraz dalıp gitmişim. Ona yakınlaşmışım akşam oluşunda, onunla yüreğim çarpmış, onunla huzur bulmuş ruhum. Onu uzaktan izlemek hayatın bana yansıması, bir elin masama bir tabak koyup da, çatal ve bıçağı yanına dizmesi. Onu uzaktan izlemek suskunluğuma hakim olmak. Kim yaşadığım yıllardan cesaret aldığımı söyleyebilir? Ne doğru ne de yanlış, ne haklı ne de haksız. Onu uzaktan izlemek olduğum gibi sevileceğimi bilmek. Boynuma atılıp da sarıldığında bir tek kelime bile edemeyeceğimi bilip de durmak, içimde anımsamalarla oyalanmak onu nerde olursa olsun uzaktan izlemek. İşte bir vapur açılmakta kıyıdan. İşte şehrin ışıkları. İşte bir taksinin seni uzaktan izleyişime rastlayışı. Geceler benim. Seni uzaktan izlediğim gecelerden birinde bir pencerenin önünde yıldızlar ikimizin.

(James Horner’ın Legends Of The Fall film müziği eşliğinde)

Ne hissettiğimle baş başa müzik dinlerken yazmak bazen pişmanlık duyduğum bir etkinlik olsa da, dönüp de zaman geçtikten sonra daha serinkanlı bir şekilde yaşamış olduklarıma ve duygularıma farklı hazlarla bakmama fırsat tanıyor.

Hırslı Olduğumuz Kadar Akıllı Olsaydık

Kredi kartı ekstrelerini, elektrik, su ve telefon faturalarını posta kutusuna bırakmıştı postacı. Geleceğimizle ödemek zorunda oldukça özgür olmayacağımız için borçlandırılıyorduk. Parçası olmak durumunda olduğumuz sisteme katkımızdan şikayetçi olma hakımız var mıydı? Zincir mağazalarımız açıldıkça artık ayağımızdan değil zihnimizden bağlıyız tutsaklığa. Kahvaltı ederken NTV haber spikerinin Antalya’da yanmakta olan binlerce hektar orman heberini sunuş soğukkanlılığı beni yanan ormanların kaybı kadar dehşete düşürmüştü. Ne kadar olağan hale gelmişti kaybetmek. Uzak olmak yeterli miydi? Kaç kişi yeşile yakındı yüreğinde? Kendimizi bile umursamaz hale gelmemiş miydik? Gazete okumaktan da bıktırıldık. Farklı yüzler aynı sesler haberdar olmak isteyenlerin de hakkından geliyor. Yine de NTV diğer kanallardan farklı, tercih edilebilir bir çizgideydi. Adıyaman belediye başkanıyla şehrin atıklarınca kirletilen Atatürk Barajı hakkında yapılan röportaj nasıl bir zihniyetin mağdurları olduğumuzu ortaya koyarken, sadece sularımızın değil, insanlığımızın da kirlendiğini fark etmekten acı duyuyordum. Cehalet sel olmuş yaşamı önüne katıp yok ediyor. Cesetlerimiz yığın olmadan zihinlerimiz kenetlenmeli ama hala kendi derdimize düşürülmüş, yolundan çekilmişiz felaketin. Yaz geldiğinde yine yanacak canım ormanlar diyorum. Bu tedbirsizlikte sorumluluğumuz ne kadar?

Geç kalmış gündüzlere!

Beni Tanıyan Bir Gündüz Aranıyor

Bana izin ver. Sen sen değilsin, bana izin ver. Bugüne kadar kabul ettiklerinden kurtulup da yeniden başlayabilmelisin. Aynada kendini nasıl gördüğünü yeniden yaratmalısın. Bu esaret üretken değil. Seni mutlu etmiyor tutsaklığın. Sokağa çıkışın senin değil. Hala orta yolu bulmaya çalışmalı mısın? Yoksa daha radikal kararlar mı almalı yalnızlığın? Yaşın otuz beş olmuş hala yeterince cesur değilsin. Ne kadar da kolay vazgeçebildin ömründen daha uzun yaşamaktan. Başkalarının nefes alışın. Bütçe yapanların düş kurabildiklerine inanabiliyor musun? Mütevazılık kısıtlanmak mıdır? Sen gönüllü numarası yapacak adam değilsin. Gülümseme provaları seni tüketiyor. Yarın sabah gömleğini ütüleyip de katılacaksın tüm içtenliklerin kaybolduğu yalana. Ne olduğumuzu şaşırmış vaziyette insanlığımıza muhtaç çabalayacağız. Bana izin ver. Sana kendini bulayım. Bir hayattan istifa edemezsin. Bu durumda zamanı hiç gelmeyecek. Zamanı gelenler geç kalmış olmaktan pişmandılar. Hep bir kaygı söz konusuydu özgürlüğünden çekinenlerin içinde. Sahip olmak ne büyük bir yükmüş. Tercihini kendini kaybetmekten yana kullanman ne acı. Sahip oldukların uğruna mı, yoksa sana sahip olmuşların adına mı bu suskunluk? Gündüzleri geceler için feda edeceğiz bir süre daha. Geceler kurtarılacak gündüzlere hazırlık. Bir gün gündüzüm de geceme kavuşacak.

Cumartesi, Ağustos 02, 2008

Yeter artık kendime ihanetim!

Biz Mi Zamana Varıyoruz?

Bir bardak meyve suyu içerkenki gülümsemenden yoksun olmak yalnızlık. İkimiziz diyememek, duştan çıkıp da kurulanışını izleyememek yalnızlık. Yudumlamakta olduğum ananas suyunun tadında zaman geçiyor. Boş bardağımı masaya bırakışımda telefon çalmıyor. Sessizlik ne kadar da derli toplu. Biz mi zamana varıyoruz? Biz mi kendimizi üzüyoruz?

İçim Sana Dokunurken

Saçların ıslandı. Belirişin bana yakındı. Seninle ilgilendi sessizliğim. İtinayla izledim adımlarını. Denizden çıkışını karşıladım içimde. Beraberdik zamanın bizimle var oluşunda. En yakınındaydık anın. Ayna fotoğraf tutmaz. Bizden sonrasına kalacak sır. Yalnızlığım gözlerime döndü. Uzaklardan çağırdığım bir kadının bakışlarını bekliyordum.

Yokluğu Bölüştüm Nefesinle

Sen de vardın hazırlanışında, sen olmasan oyalanır mıydım yola çıkışınla. Sen de vardın yokluğunda. Varlığınla benden almaya gelecektin kendini. Sen de beni katmış olabilirdin yokluğuma. Sende sessiz kalamam. Sen de bende hiç susmuyorsun. Peki ya sen kimsin? Bir fikrin varsa adresin yalnızlığım.

Senden Esinti Yok

Bir Akdeniz kasabası, uzaklaşmaların yol üstünde. Bir Akdeniz kasabası sıcak mı sıcak, Ağustos böceklerinin hiç susmak bilmeyişinde. Bir Akdeniz kasabası yalnızlığından kaçmak çabasındakilerin uğrak noktası. Bir masa maviyi karşılayan. Bir kadın sessizliğine çekilmiş, etrafından kendine sığınmış. Bir Akdeniz kasabası ve bir kadın, bir bekleyiş, bir suskunluk, bir hüzün. Bir kapı eşiği, yokluk duygusu, zamanın sanki durmuş olduğu hissi. Hava sıcak mı sıcak, yalnızlık sıcak mı sıcak. Gözlerimi kapayışımla daralan bir boşluk. Bir aradaki her şeyden beni ayrı düşüren izleyici konumum, dinlemekte olduğum şarkı, kurduğum hayaller, uzandığım içim. Bir Akdeniz kasabasına kadar vardım. Boş bir soda şişesinin yeri var kalakaldığı noktada. Biraz yeşil kattı havanın sıcak mı sıcak oluşuna. Dışarı çıkma vakti gelmişti sanki.

Fotoğraflar ve Gece

Bir adam fotoğraflara gülümsüyorsa bir zamanlar sevmiştir. Bir adam fotoğraflara gülümsüyorsa olgunlaşmış, iyi kötü yaşanmış her ne varsa, tümünü affetmiş, kendini bulmuştur yalnızlığında. Bir adam fotoğraflara gülümsüyorsa masumdur her yeni başlangıçla tanışan sonda. Bir adam fotoğraflara gülümsüyorsa başkalarından daha az haklıdır.

Düş Gören Ressamın Yalnızlık Tablosu

İstanbul’a yaşamak istediklerini getir. Yol boyunca içinde benimle konuştuklarını biriktir. Boynuma bırak kollarını. Dudaklarıma boşalt içini. Bir süre gülümseyerek anlaşalım birbirimizle. Geceme taşı çıplaklığını. Işığı söndürüşünde karanlığı sar nefes alışlarıma. Yavaşça sokul uyanışıma. Ayakların ayaklarıma değdiğinde tebessüm et. Odamıza günışığı sızdığında, gözlerindeki ışıltı günaydınım olsun. Ayağa kalktığında eşlik edeyim sana hayran bakışlarımla. Güzel olduğunu hisset yalnızlığımda.

Gerçekdışında Yalnız Bir Kadın

Öyle bir kader ki parçası olduğum için şanslıyım. Öyle bir gülümseme ki yakalandığım için mutluyum. Öyle bir an ki özgürüm. Öyle bir şarkı ki dudaklara sokulan, öyle bir kadın ki yalnızlıklara sığınan, öyle bir gece ki anımsamalarımda içime sığmayan, bir öykünün sonu gibi karşıma çıkan, kelimelere karşı mahcubum. Gitarın sesinde ayışığı kadınları, gitarın sesinde tatlı bir esinti sarhoşluğu. Bakışlarıma yerleştirdiğim bu şehre ilk gelişim olmayacak. Başka bir şehre de uğrayacak gözlerim. Yüreğine bir not bıraktı yalnızlığım. Düşlerle yazdım adını.

Bir Şarkı İse Dudakların

Seninle sevişmek istiyorum dedi söyleyemediklerim. Seninle sevişmek istiyorum dedi gözlerimi kapayışım. Utanmak istemiyorum dedi yalnızlığım. Seni aradı yatağım. Yıldızlara bakar gibi bıraktım kendimi tavana. Suskunluk yağdı üstüme. Lapa lapa öptü beni gülümsemen. Beni saçlarına gömdü mutlu bir an. Çıplaklığını dolaştım. Yok oluşumuza aldırmamak beraber anlamlıydı. Unutulmayı var eden bir yalnızlıkla sığınmıştık dokunuşlara.

Beni Bulursan Benimle Geçmiş Bir Zamanda, Sevildiğini Gözlerimde Anla

Bir sırrı olduğunu düşündü herkes. Sanki her sırrın bir kadını vardı. Yalnızlıklardan kovulmuş gecelerde düş görmekten doğal ne olabilir? Bir yerlerdeyiz. Aklımızda kalanla yorgun bir yerlerdeyiz. Kırmızı gonca bir gülün masaya bırakılışını imgelemek gibi canlı gözlerimi kapayışım. Hiç bir şey söylemesem de masum olduğumu duyacaksın kalbinde. Sevilmiş ve özgür kalmış her kadın gibi yüklenmeyeceksin ayrılığı. Bir gün farklı bir gülümsemeyle döndüğünde, beni bulursan benimle geçmiş bir zamanda yakalanmış küçük mutlu bir anı, bana en içten sarılışını saklamış olarak gel. Açayım kollarımı sürprizlerle dolu bir armağan gibi. Sen sorular sormadan cevaplayayım gözlerini. Ömrümüz varsa görelim birbirimizi. Ömrümüz varsa sessizleşelim bir pencere önünde. Varalım geçmişimizle geleceğe. Elimi tutman gülümsetsin seni. Gülümsediğini bir sen bil, bir de ben bileyim. Buruk bir sevilmişliğin özgür ve ayrı kader arkadaşları olarak dönelim iyi anlaştığımız yalnızlığımıza.

Bu Anlatı Kimin?

Bakışları ihmal edilmiş bir kadının yakınlığı ile ilgilenen, sessizlik içinde bir adam kararsız dolanıyordu. Yakınlaşmanın düşüncelere bölünmüş olduğu küçük mesafelerde uzaklaştırıcı bir ürkeklik vardı. Aradaki suskunluğu yoğunlaştıran bir bekleyiş hiç dile gelmiyordu. Heyecan verici bulmuştu gizlice yakaladığı gözlerini kaçırışını. Heyecan verici bulmuştu başını göğsüne yaslayabilse duyacağından emin olduğu kalp atışlarının hızlanışını. Avuçlarına saplanacak kadar tutkulu olabilirdi bedeni. Kollarına düşen gecede, sıkıca sarılabilirdi ayışığıyla yıkanmış saçları gözlerini kapayışında kokan kadına. Bir şarkıda saklanmış gibi sırdaş olabilirlerdi. İnanmak için duymak istememiş olabilirdi onu. İnanmak için duyduklarından o da yorgun olabilirdi. Sokak lambalarını sektiren bir oyunda yalnız olmak onunla karşılaşmasına sebep olmuştu. Bir deniz kenarı çizmişti içinde yer aldığı resme. Bir esinti yakalamıştı bazı kişilerin zorla yetiştiği vapuru. Aynı esintide payı vardı iç dünyasının. Hala bir engel vardı iki yalnızlığın keşif çekingenliğinde. Her ikisi de eve zihinlerinde döneceklerdi. Giysilerin düğmelerinin çözülüşünde aynalar konuşacaktı sadece. Tenin yaz sıcağında yanıp kavruluşunda uyku tutmadığında akla gelecekti adı sanı olmayan yitirilişler. Yastığına sarılıp da yatağında kıvrandığında öyküler yazacaktı sessizliği. Ona söz veremezdi belki de. Omzundaki çıplaklığa sadece geçici bir sıcaklık bırakabilirdi. Gözlerine işleyen bir ssessizlikte bulabilirdi yıkık düşlerinin yalnızlığındaki kalıntılarını. Karışmak için bir fırsatları olsaydı. Ona sessizliğini bırakmaktan utanç duymazdı. Dudaklarını susturan bir uzanışta kaybolmak üzereydi. Rehberi arzularıydı. Bir kadının kalp atışlarını getiren kararlılığını alevlendiren her sessizlik meyve verir. Gecenin tadına varmak için nefes alışlarına gizlenmek istedi. Sevişmek hep ayıpmış gibi öğretilmişti ona. Masum olduğunu seviştiğinde anladı. Biraz sabretmesi gerekmişti. Anlatacaklarına davetliydi. Kapısını çalışını duymak için kulak kabarttı. Duyduğu yalnızlıkta bir kadın belirecekti.

Cuma, Ağustos 01, 2008

Yalnızlık Terbiyecisi

Oynadığın oyun senden güçlü olmamalı. Dönüşmek kontrolünden çıkıp da seni yok saymamalı. İçinde sesini yükselttiğin bir anda kaybolmuş, kendine geldiğinde acı çekeceğinin farkında olamıyorsun. Seni seslendiren içten bir yalnızlık, gecelerinde yüreğini onarıyor. Gündüzün açtığı yaralardan izler kalıyor. Terbiye olmalı mısın? Özgürlüğüne düşkün, isyanına yakışan bir adam mısın? Çekip gidebilir misin? Arınabilir misin ikinci el gülümsemelerden? Kurtarabilir misin ruhunu besleyen onurunu? Oynadığın oyunda bir tercih kapısı açık kalmalı. Gözlerine geri çekilmiş bir sessizlikle, sabretmekte zorlanıyorsun. Asla söylenmesi gerekenin soytarısı olmadın. Asla ödün vermedin çıkarlarında sıkışmış kalmışlara. Yine de gözlerini kapayışına anlatamadığın bir boşa harcanmışlık var gelip geçiveren zamanda. Alet olduğunun bilincinde pişmanlık duyuyorsun. Haklı ya da haksız oluşla ilgili değil sancın. Kendine biraz ihanet etmiyor musun? Sorumluluk duygun kişiliğine zarar veriyor. Dengeyi bulmak gerekli mi? Yoksa fazla mı ciddiye alıyorsun oyunu? Oyunbozanın oyununda kraldan daha mı kralcısın? Bir arada oluşlardan içime döndüm. Yüzüm yok sevmeye. Duygularımı kirleten bir kapitalist sistem. Kendini inandırmayacaksın. Yine kirli elisin hırsların. Kavga gecenle gündüzünün arasında. Biraz dinlendirmelisin nefes alışlarını. Sen denizi ihmal edemezsin. İnsanlara güvenmemeyi ilke edinmiş bir meslekte mutlu olamayacağını biliyor suskunluğun. Şüpheci olmayı sanat edinmişlerle ne işin var? Söylenmesi gerekenin ustaları aynada kendilerini hiç görebilmişler mi? Sen hissettiklerinle yalnızsın. Sen yaşamayı hissettiklerine borçlusun. Uyanışını köreltemezsin. Bir sonu olmalı yanlışlıkla sapılmış her yolun. Yoldan çıkabilmeli insan.