İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Eylül 27, 2015

Zaman Ver Aynadaki Yok Olana

Arabanın aynasında geçmekte olduğum ne varsa akıyordu. Aynada sonsuzluğun bana en yakın kıyısının emildiğini, tüm renklerin yolun kıyısından toplanıp, bende karıştığını izleyerek ilerliyordum. Sonbaharın eşsiz kokusu için nasıl uygun sözcükler seçebilirsiniz ki? O ana özel büyüleyici karışımlar. Gerçi duyguları da sözcüklerle ifade ettiğimizi sansak da, o ana özel hayat karışımlarının kokusu gibi gelip geçiciyiz. İnsan zamanla kendi söylenmemişlerini de unutuyor. Söylenebilirliğinde tutsak nice sözcük de kifayetsizliklerinden özgürleşebilirlerdi. Nedenleri geçerli kılan korkaklıklardan, kaygılardan beslenen sessizliğin sırları unutulanda birike dursa da, her an bir söylenemeyen var. Gün yüzüne bir tebessüm kadar yakınlaşmışken kaybolmuş nice an. Dile gelişlerin zaman sınavı. Yakınımdaydı hayat gibi. Sen de hayatın içindeyken bulup çıkaracaksın sözcüklerini. Bir gün, bir yerde benden kopmuş bir zamanda bulursan çabalarımı, aklını ve duygularını karıştırmada belki kullanabilirsin hayal meyal kokumu. Arabanın aynasında karışan görselliğin detayına gerek var mı? Her gözün bir boşluğu vardır, her sözün olduğu gibi. Boşlukların kavuşturduğu çizgiler ortak olmayabilir. Çizgilerimden silinip, çözüldün saçların gibi. Döküldün sessizliğime. Anıma yerleştin zamanın gelip geçerliğiyle oynarcasına. Her çağın günahıdır kadın. Suç değildir giyindiği. Çıplaklıktır özgürlüğü. Çizgileri örtemez insan. Akışkanlığı boğamaz kimse. Anın aynasına gömülenden yeşermeye çalışan ne varsa elbet geride kalacak. İnsan kendini de unutarak ölüme gidiyor. Yaşadıkça unuttuklarımızı yeniliyoruz. Sessizliğin kaç adım? Bakışların kaç adımda yakınlaşır? Kaç nefes öncesinden söz aldı zaman? Kaç günah yitirdi çekingenlikler zamanı? Reddedilişler de geride kaldı, reddedişler de. Suçluluğun çizgilerinde günah resmedilemedi. Sadece zihindeydi günahın en güzel resmi. Yok olandaydı tüm var olamayanın günahı. Zaman günah çıkartsa sözcüklerde, unutulmaktan neyi kurtarabilir? Çıplak omuzlarının adı yoktu. Sırtından yere süzülen zamanın sonsuzluğa dokunduğu anda yaşlanıyorduk. Bir sessizlik vardı aramızda. Aynada akıp giden, bir zamanın geçiverişine dökülen manzaralar gibiydik. Utangaç sessizliklerin yazarından yalnızlık betimlemeleri. Yalnızlığın insana özgü tanımsızlığında kendince özgür bir ruh. Bir zaman dilimi çıplaklığı bir ayna ve yansıtamadıkları. Yakalanmaların yansımalarından bir an ötede aynalar içine düşen kadar anlatabiliyor.Bir sözcükten diğerine akışın sürükleyişinde belki fazlasından eksik ifade bulmaya çalışışlarda nereye, ne kadar varacağını kestirmeden, içinden gelenle, sanki kimse okumayacakmış gibi yazabiliyor musun? Bir şarkı sarıyor boynunu. Bir öpücük konuveriyor teninin yalnızlığına. Bir adım daha yaklaşsan bu zamana. Durdursak sonsuzluğu tüm sokaklardan geride, bir şehrin derinliğinde. Konuşulan dillerin değiştiği coğrafyalarda gözlerimiz kovaladığı hayat karelerini yakalanamazlıklarında, yorulmaksızın izlese. Uzak bir özlem duyulan diyarın tadı, bir bardak umaşi. Elimdeki bardağın serinliğinde, buzların kahverengi hayal akışkanlığında kendimi sakura renginin davetine teslim ediyorum. Bir kadının çıplak ayaklarıyla yere basışı kadar estetikti. Adım adım hayaller. Aynadaki Japonya serinliği. Trenler dolusu hayat. Anlamadığın sözcükleri bir araya getiremezsin. Bakışların anlaşılmaz yabancı sessizliği kendi anlamsız sözcüklerini seçer. Bir yudumsun ruhumda. Aynadaki zamana eşlik eden kadın gibisin. Yok olanın güncellendiği bir zamandayız hepimiz. Kaç adım var aramızda? Aynalarımızdaki detaydan geriye bir şey kalmalı mı? Bu zamanın kokusundayız. Kedilerimizle baş başa sonsuzluğun bir kıyısına yaslanmışız. Bir pazar günü herhangi bir hayatta.

Pazar, Eylül 13, 2015

Tutamadığın Bir Söz

Tutamadığın bir söz olduğunu biliyorsun ama en azından uzunca bir süre de olsa yazmamalısın. Biraz kendi iç sesinden uzaklaşıp, başkalarının sesine kulak vermelisin. Goethe ne de güzel dile getirmiş: “İnsan kendini yalnızca insanda tanır.” Biraz kelimelerinden arınıp, başka fikirlerle beslemelisin kendini. Kendini duymak, kendini yazmak tehlikeli. Samimiyetini yitirmemelisin. Bir dönem oku ve gözle. Bir dönem değişmek için kendine izin ver. Bakalım ne kadar dayanabileceksin?

21 Eylül 2008 yayınlanmamış yazılardan

Asla Kendini Bırakma

23 Kasım 2008 tarihli bir yazıyı da özgür bırakıyorum. Neden yazıp da o zaman yayınlamadım bilmiyorum. Ara verip de yıllar sonra kendini okumak da farklı bir duygu.

Vazgeçebilecek kadar özgür değilsen kaybedeceksin. Vazgeçemediğin yalnız kendin değilsen, senden vazgeçecek mutluluğun. Nutkun tutulmuşsa, maruz kalmışsan artık çok geç. Artık çok geç, dönüşü yok sessizliğinin. Vazgeçemediysen, yenik düştün gelişiveren anın seni sınayışına. Katlanmak bir erdem değil. Boşuna savaşma kendinle. Boşuna dillendirme suskunluğunu. İçinde kalan ses sana acımayacak. Hakkı var seni rahatsız etmeye. Hakkı var seni kahretmeye. Senin için gözlerini kapayışın. Senin için bu öfke. Senin için bu şefkat. Vicdanına dön ve teslim olma. Vicdanına dön ve haykır. Aynada kendini göreceksin. Senin için yağıyor yağmur. Duyman için tüm hayatın sesleri. Yolun tükenişi, varmak üzere oluşların keşfi senin için. Yorma gülümsemeni. Birliktelik güven ister. Gözlerinin içi çürümüş, sahte ruhlu, hasta bir adama maruz kalmışsan, kendin olup da görünememişsen, artık sen de hastasın. Düşüncelerine bulaştı seni için için kemiren gerginlik virüsü. Bir bedene ihtiyacı vardı, yaşamına yerleşti. Kendini varlığından defedemezsin. Yokluğuna alışma. Cesaretin olduğunu bile bile, izin verme kadere. Susturma insanlığını. Sen değerli çabalarının hayata armağanısın. Sen gecelerini yaşamayı bilen bir adamsın. Sen katılımcısın. Bir arada olmak güven ister. Beraberliği sevgi besler. Ne işin var kendini bilmez bir adamla? Sen sokaklarda öğrendin oyun oynamayı. Oyun oyuncularındır. Rolünden bağımsız ve güçlüsün. Haddini bildin de ne oldu? Bir haddini bilmeze bıraktın meydanı. Yıldızlara bak. Başka oyunların da olduğunu unutma. Her zaman kendini vazgeçebilmeye hazırla. Seni ayakta tutan hayata güven. Akşam oluşuna çıkıp gidebilirsin. Seni örseleyen ilişkilere mecbur değilsin. Seçme kudretin var. Hala güzel bir şarkıyla ayrılabilirsin. Sahne her zaman istifanı kabul eder. Unutma bir tek kendinden istifa edemezsin. Sabır bir erdem mi?

(Cuma günü yaşanmış gerçek bir hayat öyküsünden çıkartmam gereken hayat dersleri var. )

İşini Severek Yapsan Da...

Gözlerini öyle kapa ki, sana çektirilenler anlamsız gelsin. Birilerinin bir şeyler söylemesi gerekecek. İşe gitmek üzere oluş hissinden kurtulabildiğinde, insanca yaşabileceksin kendini. Seçemediğin birilerine tabi olmak zorundalığı saçmalığında, kaybettiklerinin kazandıklarından çok olduğunu bilmek durumu daha da ağırlaştırıyor. Bir aradalıkların gerilimli dengesinde, ödünlerin yıkıcı izinde kalıcı hasarlar söz konusu. Maruz kalmak hayatın bir parçası mı? Hazır cevapların faydası var mı? Yapılması gerekenleri yapacak olanların mahkumiyeti sana göre mi? Sana şanslıyım dedirtiyorlar. Ne de olsa bir işin var.

07-11-2008 yayımlanmamış yazılardan

Gerçek Anlamda İçini Susturabilsen

Sorgulayıcı ve mutsuz muyum? Bu durum benden mi, yoksa meslek seçimimden mi kaynaklanıyor? Dünya görüşüm üzerinde çocukluğumdan beri müdahaleler söz konusu olduğu gerçek. Bugüne değin bana kazandırılmış alışkanlıklarımdan nasıl kurtulabilirim? Kendimi keşfetmek için bir yolculuğa gereksinimim olduğu kesin. Hayatımda herkes hak sahibi oldu. Hep bir şirketin çalışanı, bir devletin vatandaşı, bir okulun öğrencisi, bir ailenin çocuğu, bir kadının sevgilisi oldun. Hepimiz bir topluluğun içine doğduk. Çok azımız durup da nereye yönlendirildiğimiz konusunu düşünme fırsatı bulduk. Sadece birkaçımız cesurdu. Sadece birkaçımız bedel ödemeye hazırdı. Saltanat mı sürüyoruz? Bu fikir tabi olmayı gerektiriyor. Kenara çekilmek mümkün değil. Anımsamalar, beklentiler ve hedefler hep bizimle. Mutsuz değilim. Her halde biraz yorgunum. Kendimi ifade etme biçimimi bulmam lazım.

18 Ocak 2009 yayımlanmamış yazılardan

Ara Sıra Sonsuzluk

Yansımalardan seçip, beğenip aldım. Belki resmedebilseydim biraz daha yakınlaştırabilirdim sizi hissettiklerime. Sözcükler bir baştan çıkarma aracı. Sözcükler ne kadar yansıtabilir ki güzel bir kadının çıplaklığını? Dokunmanın, karışmanın, o hissin sözcüklerde, resimlerde karşılığını yakalamak mümkün mü? Muhteşem bir sessizliğin , büyüleyici bir yaşamın akışının sesi olmaya yeltenmek cüretinde kendini kandırmak. Kısa bir ömür, kısa karşılaşmalar, bir anlık bakış, zihinde tutunmaya çalışan ne varsa yalnızlık oyununda. Oyalanmalar, vakit geçirmeler, faydasız tembellikler. Kırmızı mı sarsa sırtını, yoksa mavi mi? Deniz mi karşılasa yoksa gökyüzü mü? Hangisi daha mavi senin için? Bir farkı olduğunu bilerek seçimlere tutsak sözcüklerle ne kadar anlatabilirsin? Dinleyenin de sesi olmalı, okuyanın da. Herkes katılabilse keşke, herkes kışkırtılabilse. Bir anda ne çok insan var aslında. Ne çok şehir var, ne çok sokak. Ne çok seçim var. Atlayıp bir uçağa görmeye gidebilirim New York'u. Bir yudumundasın içkinin. Daha başlangıcındasın sarhoşluğun. Suskunluğunun mabedinde masum değilsin. Daha iyi ifade edebilmenin yolları olmalı. Korkaklık da bir nevi sansür değil mi? İnsan yazdıklarında kendini hatırlayabilir mi? Uzaklarına da yakın olmak için çıkmalı yollara. Düşmeli sokaklara, akışlara teslim olup, nehirler olmalı çağlayan insanlarda. Hiç durmamalı hayatın güzel anlarında. Kayıp bir adam kendini arayan. Kayıp bir okur sözcükleri bulan. Sözcüklerin karşılaşmaları gibi yeri geldiğinde anlamsızca duraksayan. Yeri geldiğinde arayışlara gün batıran. Hüzün, coşku, nefes ve ufuk sonsuzluğu kavuşturuyor.Güzele dair ne varsa ağacın yeşilinde de şarkı oluyor. Ben hiç anlatmayı bilemedim. İçim içime sığmasa da, gözlerim buğulanıp, dolsa da, boğazımda bir yumru , yutkundum, sessizleştim. Daha fazlasından eksik hayatımda hayranlığımı, sözcüklerin bana ihanetinde itiraf edemedim. Hayatın dansını kovalasa da gözlerim, bir kadının çıplaklığını yüceltse de sözlerim kifayetsize teslimim. Kaç odalı düşlerde kalıyorsun? Kaç sokağa bakıyor gülümsemen? Bir dahaki sefere nerde uyanacaksın? Sadece senin çıplaklığının adı var. Dönüp de arkana seni seviyorum demek var. Gerçeğin ucundayım. Sözcüklere düşmek üzereyken , sana yetişmekteyken zamanın birindeyim. Evvelin kucağında doğmuş ezel gibiyim.Başlangıçların en güzel anının kadını sana sözcükler getirdim sessizliğimden. Onları dansa kaldırabilir misin? Son da kısa. Belki sonsuz da...o bakışlarında. Ara versem de zamana, zaman alacaktı elbet. Yaşamak ve yaşadığına, sevildiğine dair unutulmak. Kaderlerinin öncesinde buluşmuşların hikayeleri ve şarkıları kifayetsizliğin masumiyetinde. Yaşam çığlığı , yaşam çılgınlığı benden adımı çal. Dahası var yokluğumun. 

Cumartesi, Eylül 12, 2015

İç Resmini Dansa Kaldırsan

Evren ona doğru eğildi, onunla küçüldü önemsizliğinde. Gece çöktü omuzlarına. Yıldızlar büküldü, ışık yaslı sokakların üzerinde. Kendini hayatın dibinde hissetti, ayakları yere basıyordu ondan mı? Onu akışa davet eden bir kadın dans edebilmek için yanıp tutuşuyordu. Tuvalin boşluğunda yalnız gezinen, renk vermemesi mümkün olmayan fırça gibiydi. Neden direniyordu ayakları? Eli içinden geldiğince, çizgilerin nereye, nasıl varacağını aldırmaksızın  anlamsızlığa akabiliyor, ne olursa olsun özgürlüğüyle kavuşabiliyordu. Dans da aslında bedenin ayakların yeri süpürüşünde yarattığı ortak bir resimdi. Çizgiyi aşabilseydi.Ayakları yere basmasaydı da, onu arada bir dans edercesine kendinden özgür bıraksaydı.

Adımı Bilmeseydim Zamanın Birine Rastladığımda

Gece, kedim ve tango parçaları. Ülkenin tüm kirlenmişliğinden bir nebze uzak, bir nebze temiz ke(n)dimleyim. Uzak bir yerlerde ölümün soğuk  gerçekliği, yakınımda sözcüklerin sıcak gerçeküstünlüğü. Kedinin tek derdi yakın olmak, adsız bana sevgiyle dokunmak. Dert de lafın gelişinde, kedinin değil aslında. Tüm utangaçlıkların, korkuların, sessizliklerin bir adı var. Adına aldırmadan gelip, çekip gidiveriyor adıyla bulunamayacağı adsız yerlere. Gitmek de dert değil, dönmek de. Canının istediği yerde. Yıldızların çocukları ağlatmadığı bir yerde huzurla yazarken, kurşunun karanlıkları delip iyi geceler dediği çocuklar da var yurdumda. Zaman hepimizi önemsediğimiz adlarımıza gömecek. Güzel kadınlar çağında nice sokak, nice geçiş. Işık saçılı taşlardan akıp giden insan manzaraları. Dur yalnızlığımı kapatıyorsun, çekil diyenlerdeniz hepimiz. Adını sormadan sevdiklerimiz de adlarından kaçamıyor, yetişiyorlar gerçeküstünlüklerine. Bir yerlerde, zamanın birinden diğerine geçiş anında kedim uyuyor. Ona Zümrüt diyoruz bencilliğimizden. Sadece yaşadığı anlara sahip olanların adları yok.  Hep adımıza dönüyoruz. Orda bulunulabileceğimizi biliyoruz. Adımız olmasa biriktirmezdik geçmişi. Geleceği varsa ansızın göreceği de olurdu geçmişin. Kimse bende adını unutmasın.

Tango

Yere resmedilmiş güzel bir kadın
Şanslısın kalmışsa onda bir adın
Bir biri ardına yitik zamanlar
Adımların çizdiği bir tutku
Omuzlardan akmakta olan gecede
Hayat gibi peşi sıra karmaşık
İç içe düşmüş sokaklar gibi aşık
Dolaşan kollar ve kaçışan ayaklar
Bir düş yakalamış gibisin
Ürkek ve gerçek
Birbirinin boynuna şarap kokusu gibi sinmiş
Bir kadın ve bir erkek
O geçişlerde artık orada değil an
Boşluğa yoklukla bedensel dokunan
Sadece sessiz dudaklar yüzlerde okunan