İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Cumartesi, Temmuz 08, 2006

Geçmişin Satır Aralarında

Artık kalbin bana Chopin çalmak istemiyor. Gökyüzüne bakıp da, iki kuşun uçuşunda beni yaşamak istemiyor gözlerin. İçinden geçen bir şehir vapuru beni getirsin diye bakmıyor maviye. Birlikte alışveriş yapmak bile bir tat olmaktan çıktı hayatından, birbiri ile buluşan Alsancak sokaklarında. Bir takım elbise alırken paylaştığım yakınlığını özleyen ruhumda senin fikirlerini dinlememiş olmanın sonuçlarını bizzat yaşarken, seni arıyorum seçimlerimde. Bir alışveriş merkezinin süpermarketinde dolaşmanın bir masal olduğunu anladım, yalnız yürürken renkli rafların içimle konuşmalarında. Benim için sıcak bir çorba pişirmek istemiyor özgürlüğün, ellerin gururlu. Bir kapı zili çaldığında, bir başkasını bekliyor hislerin. En azından beni beklemiyor, merdivenlerin koşarcasına çıkışında kapına.
Piyanonun sesinde güneş odamda beni teselli etmek istercesine. O kadar ses karıştı ki hayatıma, senden sonra. Ama senin sesin hep uzaklarda, kendine saklı, kelimelerde cimri. Duyglarımı, hep güzel kelimeleri koydum arayışlarımda. Birçok kişi söylüyor sen de değerlisin diye. Öyleyim biliyorum. Değerli dişlerim ağrıdığında, bir başka diş hekimine gitmek durumunda olmak ne acı bir tecrübe. Bir zamanki duyguların olsa, dokunurdun omuzlarıma. Beni yaslayıp koltuğuna, dalardın içsel denizlerime. Birkaç teselli edici sözün eşliğinde ilgi olurdun. Kaldırımlar bizim için yapılmamış; köprüler, üzerinde altımızdan akıp giden bir yabancı ülkenin nehrine birlikte bakmamız için inşa edilmemiş;sokak lambaları ışıklarında ellerimizi birleştirelim diye dizilmemişler; banklar yürünen hayatın ve akşamın yorgunluğunda birlikte oturalım diye sıralanmamışlar sahil boyunca; ağaçlar, ellerimizi gövdesine koyup, gülümsememizi bölüşelim diye dikilmemişler; konser salonları senin ellerini Chopin’in ezgilerinde tutayım diye beklemiyormuş artık; sinema salonlarında şehrin, senin sıcaklığın bundan böyle bana karışayacakmış; sokak satıcılarının seslerinde duyamayacakmışız hayatı, dört kilo domatesin bir milyon lira olduğunu; kırmızısının yeşilini kıskandığı biberleri, pazarcının üzerine serptiği sularla neşeli marulları, gövdesinde hayatın yansıdığı iri patlıcanları, hayatın renklerini giyinmiş meyveleri konuk edemeyecekmişiz pazarlarımıza; elimizdeki torbaların içinde, hiç durmaksızın konuşan hayatı işitemeyecekmişiz; sen arabanın bagajını açmayacakmışsın, ben elimde rokalarla maydanozların, nanelerin, dereotlarının biraz ilerlesene çok sıkıştık deyişlerini dinlerken; biz bir aile olamazmışız, bir yemeğin tadını birlikte yaratamazmışız; bir soğanın gözyaşı olup da yanaklarıma süzülüşünde parmaklarının nazikliğini hissedemezmişim; bir yağmurun yağışını konuk edemezmiş penceremiz; ormanın dağa uzanan patikalarında, bir kayanın altındaki kır çiçeklerini eğilip de sevemezmişiz; sadece birbirimize yaslanıp gökyüzünü örtünemezmişiz; bir televizyon programından hangisi izlenecek diye tartışamazmışız; bir bebeğin ilk kelimelerini bekleyemezmişiz, ilk adımlarını sanki ayda ilk kez yürüyen bir adama bakar gibi gözlemleyemezmişiz; ilkokula gidecek bir küçük bedenin yakasını ütüleyemezmişiz; biz bir kalpte atmamışız. Daha yazabilirim, çünkü hayat kelimelere sığar mı, hele içinde sevilmiş olan varsa?
Chopin beni dün izlediğim Piyanist filmi sahneleri arasında dolaştırıyor. Sen piyanona oturup, dokunuyorsun tuşlara, müziğin sihirli yayılışında notalar beni arıyor birkaç rakamın ardında. Bir el çekip alıyor beni kalabalığın arasından, yürüyüp giderken bilinmeyene. Biliyorum yollarımız farklı. Biliyorum bunun adına özgür irade diyorlar. Biliyorum yere uzanmış bekleyen bir adamın seçme hakkı özgürlüğüm bedenimle sonlanan. Bir savaş alanındaki kimliklerimizle, eşsiz bir piyano valsinde dans etti yüreğimiz. Senin müziğini yaşayamayacağımı biliyorum. Gözlerimi kapattığımda, nefesinin bana yakın olmayacağını anlıyorum. Hayatın adı Özge değilmiş. Tanrının da doksan dokuz güzel adı varmış, belki daha fazla. İçinde Tanrı’yı kovalayan adam anlamış ki, bir kızın özgürlüğü demirleşen parmakları arkasında tutsakmış. Bir kuş olup, uçup gidişinde ardında bıraktığı zamana bakmış ve kanat çırptığı geleceğe. Yine de mutlu olmalıymış, onun havalanırken düşürdüğü gülümsemesinde. Bu hayatın gizemiymiş, bir kızın acı da olsa en güzel şekilde sunduğu. Yudumlanamamış bir şarapmış, çekiştirilememiş bir pike, içinde kıpır kıpır yürek kuşu olunamamış bir siyah saçlı çalıymış sevgiyle yumşayan. Bu bir masalmış Diş Hekimliği ülkesinde, bir prenses varmış diye başlamış anlatanın dudaklarında bir çocuğa, sonra da bir soru olmuş sen hiç deniz kızı gördün mü diye. Öykü anlatanın gözlerine bakmış, anlamadığını belirten bir ifadeyle. Anlayacaksın der gibi akmış bir babanın gözyaşları, bir Öykü yazmak o kadar kolay olsaydı. Kısadır öyküler insan hayatı gibi, seçilen kelimelerde ve yollarda zenginleşir. Anlatılacak çok şey vardır yaşam geçerken. Bir anda oturur da yazar, anlaşılamaz ama yine de aldırmaz. Bilir ki adımların berisinde ve ötesinde hep kendisiyle baş başadır. Chopin içindedir ama kimze göremez. Annesi ona sarılırken, hayat kaygılarını kimse paylaşamaz. Yürür gider niceleri gibi. Hayat açılır kaçarcasına, ama yine de düşer ona. Bir şehrin kaldırımlarında yazar hayatı, herkesin kovaladığı o lanet olası sineklerde bile dans eden hayatı takip eder gözleri. Ara sıra bir çöp kamyonun ardında bıraktığı iğrenç kokulara katlanır. Yürümeye devam eder, hayat onundur. Ona karışanda bir çiçek olur. Her çiçeğin koparılamayacağını bilir. Kalbi kırık olsa da, sever laleyi, onun morunu, kırmızısını ve tonlarını. Başka çiçeklerin de sevilebilir olduğunu tekrarlar durur ama bir kırda laleyi anımsar ve tebessüm eder. Ölürken insanlığını toplayıp gidecek bir hayattan kaçırabildikleriyle. Bir hoca anlamadığı bir dilde onun için bir şeyler okurken, o mavinin dilinde, yeşilin hışırtısında, bir nefesin fısıldayışında gülerek ayrılacak. Gece ve gündüz, ölüm ve yaşam arasında insan olmanın coşkusunu Chopin’le kovalayacak. Bir gün yaşlı bir adam olabilirse, hayat içinde topladığı çiçek demetinde Davut misali ateşle dans edecek. Beni şu ana kadar hiç reddetmedin hayat diyecek, sen hiç yorulmaz mısın? Seni kalp atışlarım kadar sevmeye çalıştım, dursam da biliyorum sevileceksin başka kalplerde ve atışlarında. Tıpkı benim Chopin’i sevdiğim gibi seveceksin içine düştüklerini. Milyarlarca yıl geçse de, yorulmayacak sevgi. Milyarlarca yıl geçse de, dans devam edecek. İnsanın doğuştan getirdiği şiirselliğinde, açan Tanrı çiçeklerine müteşekkirim. Sevgi olup dönüyorum kelimelerin pervane olduğu gönlümle. Işığım kelimelerimi öldürüyor. Dalgalar gibi dönüyorum, dağlar gibi yükseliyorum, yürünmemiş yollar gibi saçılıyorum, gidilmemiş şehirler gibi özlemim. Ben hayatım, ayak seslerimde. Kaldırım taşlarında seçimlerim.
Sen uzun yazıları sevmezsin. Biliyorum kararlısın. Bu tür yazılara “deneme” dense de edebiyat dilinde, ben buna benden geçen bir şiir diyorum. Her insandan geçerken hayat şiir olur. Ben sadece benden geçenleri yazdım. Dün arayışımın nedeni de senin için tasarlanmış kartta gece ile gündüz arasındaki alacakaranlık oluşumdu. Gece gündüze dokunur ama birbirleri olamazlar. Yakınlaşıp ayrılırlar biz gibi. Bir günbatımının aldatıcı tonları bile değiştiremez bu gerçeği. Kutuplaşırlar, biri güneye çekilir, diğeri kuzeye en uç noktalara. Kendileri olarak yaşarlar tüm gün boyunca. Biri geceyi bilir, diğeri de gündüzü, imkansızlğı. Hayat ne olursa olsun, ikisiyle anlamlıdır. İkisi de denize yakındır, dağlara, ormana. Bu bir hayat masalıdır anlatacağımız. Bu bir akıştır parçası olduğumuz. Gündüz görünmeseler de, bildiğin yıldızlarımı seninle paylaşmak istedim. Bu satırları yazarken ben yokum.
(2003)

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home