İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Çarşamba, Eylül 13, 2006

Aynıya Baktığında Ne Görüyorsun?

Aynı çatlıyor. Başı ağrıyan yumurtadan bir algı doğuyor. Gözünü açtığı gerçekten toplamaya başlıyor toplayabildiklerini. Zihni yola düşüyor. Yollar sarıverirken içini, bir hazine peşinde harita çiziyor, kendine sakladıklarını bulsun diye maceraperestler. Aynı içinde bir telaş. Tekrar bandında yeni bir gün üretiliyor. İşçiler aynı metroda, aynı mutfaktalar. Güneş sıyrılmaya çalışıyor kaçamadığı günlerden. Gece geri çağırıyor. Aynı lamba, aynı terane. Yine de doyum olmuyor yaşam işçiliğine. Aynı denizden ayışığını çıkartmak güzel. Yok olanda gerçek ardımız. Dönüş yok dönüşümlerden. Günışığı gözlerine düştüğünde, seni çıkarttım düşlerimden. Hayal meyal hatırladım, aynı değildi sanki. Bir koşuşturma içinde kaybetmemeye çabaladım. Aynı olmamalıydı. Gözlerinin içine bakmalı insanların. Işık vardır içine hapsoldukları karanlıklarında. Yol sıcak. Kaldırımlar yetişmeye çalışıyorlar Stadyum Durağı’na. Kimsenin aldırmadığı ağaçlar, ilgisizlik bekçileri gibi yolu bekliyorlar. Aynı umursamaz, kurulu insanlar. Çimler her zamanki gibi kendi dünyasındalar. Gelip geçenler başka bir alemdeler. Var kalma uğraşında trafik yoğun. Kırmızı yanıyor, düşünceler duruyor. Bir kalabalık düşünce atlıyor caddeye. Karşı taraf aynı, yine bekliyor sadakatle kendine yığılanı. Günden toplananlar, akıyorlar akşama. Beş dakika kalmış trenin gelmesine. Yaşam izdihamında gibi insanlar. Yüzlerinde mutsuzluk. Aynı bezmişlik. Aynı çaresizlik. Aynı umutsuzluk. Milletvekillerimiz de aynı, çözümsüzlük alışkanlığımız da. Aynı milletin vekilleri. Şehir bağrına taş basmış. Rüzgar yolunu bulamıyor. Martı gibi şarkı söylerken körfez, İzmir bir pencere kadar. Ben de aynı kaleme zorla yazdırıyorum palavralarımı.
Kimin kime faydası var ki. Seçeneklerin tükendiğinde teslim oluyorsun sunulana. Sen de aynısın. Sesin mesafede sessizleşir. Kaybolmak için yol bulunur. Varmak artık hayal. Yolculuk ile açılanda her manzara bir zenginlik. Gönül seyreylerken zamanı, anlar tıkırında. Kapı kapı dolaşsan hikaye bitmez. Bir metro dolusu boşalır otobüse, taksiye. Arşivlenen hayatların çocukları da kaldırılacaklar tarihe. Bilgi cehenneminde algı günahkarları hayatı işleyecekler. Kalıba dökülmüş raylarda gelecek haklılar. Denize açılacaklar çığlık tayfaları. Gemi, çalkantılarında bir liman bulsa da duramayacak yerinde. Yine arayacak, güneşi kaybetmiş ufkun karanlığında başlayan sonsuzluğu. Sonsuz bölünmüş iken sabahlara, aynı kahvaltıda farklı bir gülümseme. İçi masa başına oturmuş bir adamın kağıda tutunma çabaları. Bir boşluğa sıkıştırılmış duygular. Siyah bir pantalon, kısa kollu, ince beyaz çizgili mavi bir gömlek , bir ten kendi zaman diliminde olgunlaşan ayrışmakta bilinçlenen aşılanda. Çizginin çevrelediği uzaklarda tepeler Karşıyaka’ya kıvrılıyorlar. Binaların arasında kendine yer bulmuş mavide dinlendiriyorum sınırlarımı. Kalmak istemiyorum aslında. İçinde olduğum oyunun diyaloglarından yorgun, hala açmakta olduğum kapının bana ayrılmış odalarına çıkan boşlukça karşılanmasında artık niye diye bile sorgulamıyorum. Artık adımlarımda aralıyorum nesnel okyanusu. Bir boğulmama mücadelesinde çalkantılı resimler dalgalara vuruyorlar. Sakin bir denizin hazzına yaslanmış anılardan çıkan kızın omuzlarında toparlanır karmaşa. İnsan içine değin karşılamadır. İçinden öte bir düşüş alır onu, dışında bekleyenden. İçinden derin bir yalnızlıkla tutar gözlerin çekişini. Ağırlaşır boşluğu. Bir kendinden geçiş manzarası, bir iç seyahat, bir sen bana dememiş miydin hayat gülümsemesi, bir kafe yalnızlığı serüveni eklenir günbatımına sığmayan açıklığa. Kordon dolanır sahilde. Herkesin anlatacağı çok şey vardır. Dertlidir, sevinçlidir. Kıskançtır, kaprislidir. Bir dinleyeni olanlar acımasızdır. Martı uzaklaşır çay bardağı sakinlerinden. Kaşık seslerini bırakır gider, kendine düşmüş insanlardan öteye. Bir vapurun sessizliğince varmak Karşıyaka’ya daha eğlencelidir.
Yaşadığımıza tanıklık eden ayak seslerimizle döndüğümüz her köşede kendi bilinmeyeniyle meşgul yüzlerde denkleme katılıyoruz. Yeterince karmaşık değilmişçesine algımız, gel diyoruz akışkanlığa. Sokak lambaları, park etmiş arabaları sarmış insanlar üşüşüyorlar yaya geçitlerine. Bir sır diğerini geçmeye çalışırken yıl 2006. Bir duruş kopuyor gökten inmişçesine şehri sarınan yerden. Tüm şehir boşalmakta olan küvet misali gözlerime akıyor sanki. Bir harala gürele vakum. Ardı görülmeyen algı tıkıştırmaları. Para etmez düşünceler. Cüzdanını kimlik olarak taşıyan insanların adları gibi tüketilmez adı unutulmuşlarınki. Unutulmakla barışık insanların yalnızlığı kendilerini adı olmayanlar sokağında bulmaları. Başkaları olmasaydı, bir tenden gömlekti üzerindekiler. Ne zaman ki utangaçlığı giydirdiler, adını koydular yalnızlığın. Biz, biz olalı tükendik. Bize verdik benliğimizi. Hepimiz biz. Aynı biz. Aynı metro. Aynı açılan kapıdan boşalan yığınlar. Beni alıp sürükleyen bizde kaybolmuşlar. Haberlerde şehit düşmüş bizler. Korku, endişe, aşk bencileyin. Bize kalan bizden esirgenen. Beni ruhumda yakalayan bir şehirde, bizim olan ne varsa senin olsun. Ben sende gördüm yalnızlığımı. Sende anlaşılırım. Senden gelir aynı olsa da gerçekliğim. Aynı değildir aslında. Sen olmasaydın ben ne yapardım. Kime anlatırdım dilimden düşürmediğimi. Sen olmasaydın suskunluk hasatında ne biçerdim. Sen olmasaydın bende kalamazdım. Sen-siz oyuncularıyla buluşacağız. Biz sen-siz. Siz ben-siz. Ben-siz dünya. Kelimelerin arasındaki labirentte yolunu arayan cümlelerde ne anlamı var dönemeçlerin. Her çaba bir duruş. Köşe başında sanki varılmak istenen. Yılgınlığa yer yok. Yol saçılıyor önünde. Çalıverdiğin bir kapı bilmecesini soruyor hayat. Işıklarını yakmış bir pencere cambazı. Sadece perdesini kapatmamış gizem. Bizden korkmuşuz. Parsellenmiş biz alanlarında adresimiz belli. Adımız aşikar. Sığınacak delik arayan bir ruh kaçıvermiş köşesine. Kaldırımlarını izleyenler varmışlar yarınlarına. Hepsinin Oscar’lık olmasa da hikayeleri varmış. Nobel ödülü almasa da, kent sakinleri aynı masalı dinlemişler her gece. Şehrin içinde cinayet, şiddet, şevkat, masumiyet, kan, aşk varmış. Yan yana gelmeyecek gibi bulmuşlar zıtlar birbirlerini. Karısını döven adam herkes gibi oturmuş, oğluna masal okuyanın yanına. Metro aynı. Gece sevişmesinden arta kalanları gözlerine saklamışın yanında yolculuk eden yalnız uyanmış da aynı. Sessizliğe bürünmüş sayfalarca insanın romanı gelip geçerken günleri, sırra bilet almış kentliler de aynı. Şehvet aynı, ayıp aynı. Dilimlenmiş domatesin üzerine serpilmiş tuzun lezzetinden çıkıp kravatını takmış adam senaryoları da aynı. Farklı istasyonlarda inip binen, yaz sıcağının taciz ettiği çıplak omuzlu bayanları bekleyen erkekler de aynı. Bir sarılışın öteye varan bakışlarında başlayan uzakta buluşan yüzler farklı. Canım ben geldim. Sende doğruluyorum yaşadığımı. Sen adını yanına almadın mı?
Uğultusunca hızlı kaçıyor arabalar, farklı yerlere. Penceremle dokunuyorum Bayraklı’dan denize giren İzmir’e. Adliye binalarından kaçırıyorum gözlerimi. Saat ikiye geliyor. Bir işhanında yalnızlığıma not düşüyorum duygularımı. Ofisteki yeşil halı, duvarın sarısında bekliyor kelimelerimi. Akşam olunca çıkacağım cümlelerimden. Karışacağım beni bekleyen sokağa. Duvarları var özgürlük kabinlerinin. Kilitli dolapları var üzerlerinden hikayelerini çıkartanların. Hoş geldiniz diye başlıyor gönüllü tutsaklık. Hoş geldiniz zaman dehlizine. İliklemiş olduğu heyecanları gömleğinin yakasından sıyrılan bir gülümsemenin sıcaklığınca hijyen ofis. Binler bizler. Binler göz kapaklarının ardı. Çoraplarını ayağına geçirmiş adamın kulağını ısırdığı kız masalının yaşanmadığı verimliler dünyası. Çiftçi, kurumsal şirket müdürü ışıkları kapadıklarında buluşuyorlar saklı bahçede. Dünya, ofis sakinleri karanlığa çekiliyorlar. Kartviziti olan sevişenlerin hikayesini merak ediyorsanız, sorun size çiftçi anlatsın. Kordon’da garson çılgınlığa bir bardak çay getirdiğinde, kimbilir kral çıplak diyor. Yaşam ölümü aşıyor. Biz her zamanki gibi hikayelerimize çekiliyoruz. Sevişmiş kıza bir çay diyor. Bu dünya gerçek değil sanki. Nerdeee...Kız hala çayını bekliyor. Garson başka bir alemde. Garson aynı değil. Kafe aynı. Kırkından sonra yazanı teneşir paklar. Aynıya baktığında ne görüyorsun? Aynı, aynı güzel aynı söyle bana var mı senden farklısı? Nefesin tekrarında bir soluklan. Çek hayatın bir an içine doluşunu.


12/09/2006

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home