Ellerine Yaşam Kokusunu Bulaştırdığında
Yaşam yığınlarını kazmaktan vazgeçebilecek miyim? Göğün arkeolojisi yok. Nice umudu bağrına çiçek yapmış bu topraklarda güneşin erişilesi yok. Bir bakışın özlem duyduğu sıcaklıkta yüzünü dönüşlerin zaman geçirdiği uyanışlarda rüzgar taşıyor gözlerimi kapayışımı. Bir şehrin yapraklarla kaplanmış yamaçlarının sırrını tırmanan patikaların soluklanışında insanı gülümseten geriye bakışlar da var. Zaman bu kadar da güzel mi dökülür ana. Ağaç nefesimi anlıyor. Suskunluğumuz yükseliyor kelimelere ihtiyaç duymayışımızda. Kekik kokuyor kayboluşumuz. Yıllar çocukluğumuzdan dönüyor. Kuş sesleri sığınacak bir orman bulabilmiş insanın hırsından. Yüreğimi temizlemek için ben de adımlarımı çevirdim yaşamın renkli kıyısına. Tepeleri giydiren çam ağaçlarının büyüsüne karıştım. Sanırım ben sevmeye alıştım. Bu yüzden çağırıyor beni yalnızlığım. Kızma neden sormadım diye adını. Gittiğinde senin olacağını bildiğim için gelişine isim vermedim. Bana gözlerini sunduğunda sen de sadece gözlerimi anla istedim. Vadinin içine sokuluyor körfezin mavi nazı. Herkes kıymetinde. Yıldızların seviştiği gecelerde deniz her zamanki seferinde. Karanlığın uykusunda bir düş olsam, kendime bir patika açsam. Yaslansam bir ağacın gövdesine, sarılsam, ağlasam. Duyulmayışın korkusunda, kır çiçeklerinin esintiyi yastık yapışında, sessiz bir masalın iyi geceler deyişinde, yitirilmiş bir annenin anılarıma tutunamayışında hissetsem avuçlarıma karıştırdığım soğuk toprağı. Gök ufalanmaz. Ellerine yaşam kokusunu bulaştırdığında, kendini kendinle baş başa bulursun. İşte o zaman gerçekten kendin olursun. Bir tebessüm yerleşir dudaklarına.
<< Home