İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Temmuz 22, 2007

Ölüme Uçarcasına Hayat Dolu Bir Krizalit

Bir şeyin içten yazılışında ya da söylenişinde bir simya var. Kelimeler anlaşılmak için dönüşüyorlar. Pervane bir insan kalabalığı, savruluşunda çarptığı değerli anların telaşına yakalanıyor. Ölüme uçarcasına hayat dolu kanat çırpışlarından düşene dek sır. Can atarcasına sonsuz, bir iç çekercesine düşünceli ve ölümlü. Bir sarılış kucaklaşmamıza anahtar olduğunda açılıyoruz. Ardını gizemli bulduğumuz bir bakış adımlarımızı çağırıyor. Yaşını almış insanlar olarak birer yolcuyuz, biraz daha yarına susuz. Yazılarımda görülen ve sevilen bir insan olarak içimden yaşama çıktığımda bir hayal kırıklığı oluyormuşum gibi hissediyorum. Bir masaldan romana uyanmış gibi oluyor sevdiklerim. Sessizliğim gibi düş değil sesim. Adım olmadan gözlerimi kapayışıma dönebilirim. Bir gece gibi gündüzü karşılayabilirim. Doğru yaşamımın merkezinde değilim. Başkaları beni ittiğinde hep içime düşerim. Kavga etmem hayatla. Yalnızlığımdan düş çıkarır, yıldızlarla oynarım. Şehre uzanan pencerem bir sayfa açıverir düşüncelerime. Perdemin rüzgarla aralanışından çıkarım hikaye kokan karanlığa. Yatağım varır beni örten yaşama. Güzel bir kelime seçerim sevilmek için. Bir rastlantı kapıp kaçıvermek ister adımlarım, bir avunuşta soluklanmak. Sezgi mirasçısıdır dünün. Susmak kadar zengindir kendini bırakabilmek. Bir çiçeğin vahşice dolaştığı kır gibidir uzak. Yakın, reddedilişinden yılmamış bir davettir. Bir elin uzanışı, yaşamak istenen bir anı sunuşu iki kişilik bir gizemdir. İki kalbin çarpışına saklı şehirlerde milyonlar dağıtırken zaman, sadece bir andan geçer yakalanan. “Sen kendin için, dostluğumuz ve karşılıksız sana sunulmuş bu sığınak için atlayıp uçağa gelmezdin, gelmedin, gelmiyorsun.. 1-2 saat konuşmaya ve kucaklanmaya..” İnsanı bir tokat yemiş gibi sanrılarından uyandıran bir cümle. Boyama kitabı yırtılmış küçük bir çocuk gibi içinde kaybolduğum masal kitabımdan ağlarcasına döndüm. Bir gelinlik boyuyordum o anda prensese, uyanmak istemediğini bile bile. Sürekli öpse de nafile, iyi dost kurbağa bozuk çıkmış olabildiğince yeşildi, prens değildi. Beyaz kattıkça açık yeşil oluyordu ama düşlerle tutmuyordu. Neden toplumun rengine boyalı bir kuşum? Neden kendi rengime dönmüyorum? Neden gökkuşağımı sevemiyorum? Aşk benim lisanımdı. Neden yabancı olduğunu bile bile, ısrarcı hiç susmuyordum kendi dilimde? Onu bugün de aramıştım ve bir kez daha kaybetmiştim candan olmadığını hissettiğim sesinde. Onu anlamadığımı söylemekte haklıydı. O artık yaşamak istediklerine saklıydı. Sıra yarının bu seçim gününde. Bir masa ve birkaç sandalye kimbilir daha ne öykülere gebe, içim beni çekse de dibe. Neden edemiyorum yaşanmışı hibe? O onu sevmemin karşılığı olmak zorunda değil.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home