İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Eylül 16, 2007

Aç Avuçlarını Biraz Mavi Vereyim Sana

(Üçyol metroya inişimde birkaç satırdı içim.)

“Aşk değerli olduğunu anlamak değil, hak vermek de değil, aşk içinin sesi, duyduğun ya da duyamadığın.”


(Çankaya durağında inip, Pasaport’a yürüdüm. Yolda bir kumru aldım. Parasını uzatırken gülümsedim satıcıya. Cebimdeki bozuk paralarla geçtim karşıya. Seni hatırlamak istediğim, fotoğraflarında görünmediğim bir masaya oturdum. )


Kordon’da seni anlatan bir köşede çayımı yudumluyordum. Masam seni soruyor. Sessizliğimin tesellisi bir suskunluk, birlikte yaşlanabiliriz hayali kırılmış nice gelip geçeni ağırlamış olduğunu dillendiriyor. Deniz duymak isteyişim. Bakışlarımı gıdıklayan kıpırtılarda tebessüm ediyorum. Hayat yine de beni güldürmeye çabalıyor. Cumartesi sabahımda demirli bir balıkçı teknesi oldukça şirin. Kendine yakıştırmış can simidi lastiklerini, severek dizmiş onu sevenlerin gözlerinde boynuna. Motor sesi güzel bir güne başlarcasına sabırsız. Susmayan yüreklerin buluşmasına geç kaldık dercesine telaşlı. Bir kız oturdu önümdeki masaya, omuzları seninkiler kadar güzel değildi. Kırmızıyı ona yakıştırmamıştım. Kızarmış tostumu ısırdım. Yalnızlığımla konuştu, abla yok mu dedi. İçimde birazdan bulursun diye tattım sorusundan sıcak bir parçayı. Esinti bir sevgiliyle uyanmak kadar tatlıydı. Sarmaş dolaştım tenimi okşayışıyla. Yazarken çayımı soğuttuğumu fark ettim. Kalbimse hep sıcaktı. Şimdi de bir başka vapur burnunu sokmuştu yaşananlara. Adı başkaydı tutkularının. Hayatın bir kısmını yüklenmiş uzaklaşıyordu öyküsüne. Homurdanışına özleneceksin diye selam ettim. Yansımalar, Pasaport’ta çekilen iskemle seslerine martıları soruyordu. Kelimeleri hayatın içinden beğenmek daha güzeldi. Masamın yanı başındaki saksılardaki tırnak çiçeklerinde çocukluğum açmıştı. Rahmetli annem ne çok severdi bu çiçeği. Ben sarısının, pembesinin, turuncusunun ve küçücük kırmızısının sabah keyfini umursadım. Yaşamın sabahları günbatımlarına yetiştirilişlerine komşuydular. Bir çay daha arkadaşlık etti bana. Katılıyordum bu çayın keyfi ömrü uzatıyor diye çığırtkanlık yapan ayakta duruşlara. Dalgakıranların baş ucundaki fenerler damsız da alıyorlardı ama vapurlar hiç yalnız değildiler. Evet gazete fotokopisi çekilir buyrun gibi farklı seslenişlerde geçiyordu zamanı taşıyan insanlar. Çay kaşığı başını bardağıma gömmüştü. Ne oldu küskün çocuk anlat derdini dedim. Dert yarıştıracaksak seni geçerim diye söylendim. Hayata ikna ediyorduk birbirimizi. Açık mavi gömlekli garsonların deyişiyle bir yakışıklı çay daha söyledim. Nihayet bir martı çıktı geldi. Nerde kaldın dememe fırsat kalmadı, uçup gitti hesap vermek istemeyişini. Dalgalar öpücük konduruyor şımarmış kıyıya. Doyum yok sevilmeye. Şapur şupur şaşkınlık kadar dolu hayat. Bir uçak yırttı seni saklayan uzakları. Yine dizlerini kendine çekmiş bir uzanıştı İzmir. Hayatın sesi ayaklarındaydı Balçova’nın. Denizin mırıldanışı bana iyi geldi. Seni yaşarken duymak, sana odamda hapsolmaktan daha merhametliydi. Sen de bir bardak çayın sıcaklığını hissettin mi parmaklarında bu sabah? Sen en güzel resimlere aitsin, anımsamaların saklayacağı. Bir martı kadar hür, gökyüzünün başını okşuyorsun küçük küçük. Dokunuşlarının kıymeti bilinsin, gözlerine dönsün. Bir gün beni de ardına gömecekler. Sana öyküler yeşerttim. Benek benek oldu dalga yapbozun. Işık yansımalar yerleştiriyordu. Dans etmek isteyen kendini tutamıyordu. Gıpta ediyordum deniz polisinin hücum botlarına. Saat on biri kucaklarken doğruldum beni saran seslerden. Güneşin, gelincik tarlası gibi Türk bayraklarına hayran, gölgelerden kaçışına oturdum, denize aşık bir bankta. Sakinliğimdeki hayata iki gürültücü yaşlı bayanla, bir orta yaşlı bayan oturdular. Kalkmak üzereydim dedikodularından. Canlıydı hayatı olduğu gibi karşılayışları. Isınıyordum kara bir kedi gibi. Ben kalkmadan onlar kalktılar. Bir diğerinin, senin çeneni biraz daha çekeceğiz deyişinde, hadi yürü diyerek kayboldular Melahat, Nuran’lı hayatlarına. Karşılaşmaların kulak misafirliği yazmak. Boynum sen sarılmışsın gibi sıcak. Sevgilisi olanlar hala yataklarından çıkmamış belli. Bir miskinlikle sevişmek isterdi günün ilk saatleri. Anlamak için uyanmak yeterli. Adımlarım birazdan Konak’ta olur. Yeterince seni düşündüm, Karşıyaka’ya vapurlar uğurlayışımda. Bir yirmi dakika daha eksilttim günden. Gölgeler güneşi anlamak içindi. Masalar boş da olsa dört kişiliklerdi, bir aile olmayı beklercesine. Dümeni boş bir tekne dövünüyordu bağlı olduğu için. Çarmıhı boştu, küçük bir Türk bayrağı konmuştu demirine. Beni alıkoymuştu ahşabının tozlu, kahverengi yalnızlığı. Sahille konuşuyordum beklerken, tüm tekneler gibi. İnsan güzel olanı arıyordu. Aranıldığını biliyordun bulunmak istemeyişlerinde. Sobelenmek de, mızıkçılık etme hakkı da senindi bu büyükçe oyunda. Çocuksu küskün kapanışlarımı hiç konuşturmamış olsaydın. Suskun tırnak çiçekleri gibi bakabilirdik el ele. Sen kırmızı olurdun, ben de sarı, bizi seven anların koynunda. Sana duymak istediklerini veremedim. Masum bir çıplaklıktım oysa. Şimdi mavinin derdine düşmüş bir adam oldum. Birazdan on ikiyi de bulurum, bir çeyrek kala oturduğum kal ısrarında. Çayın tavşan kanı renginde, ışık pek de sade. Hala ah ah diyor bir önceki satırlarımdaki tekne. Bir sağa, bir sola dert yanıyor. Amcanın esmer yanık tenine hep sadık kalmış güneş, bıyıkları, çiğnemekte olduğu simidi yutmaya çalışışında, kaldırımın rastladığı akışa bir şeyler anlatmaya çalışmıyor. Hayatın dingin tasasızlığına alıştırmış bu masalsı kıyı onu. Çay da kalbindeki ben gibi tükendi içim olan son yudumunda. Artık başka kahvaltılara gülümsüyorsun. Boş bardağın etrafı hayat. İçinden geçiyor mavi ve onu paylaşan tırnak çiçeği. Otomobiller de yavaş yavaş uyanmaya başladılar. Saatin on iki oluşuna nerede olduğunu sordum. Artık kıskançlık da yapamıyordum. Sanki İzmirdeymişsin gibi hissettim. Kafesi olmayan bir muhabbet kuşu genişliğinde korumasızdır. Her iç konuşması bir aynadır. Kendine yansıyandan çıkartır şarkısını. Kırılgan bir renk ölüveren, yığılıp kalan boynunun yalnızlığında. Çay içer misiniz sesiyle irkildim senden. Bir tane daha alayım dedim. Seni özlemek kadar çok çay içmiştim, öğlen vaktini yakalayan sabahımda. Sen bir fırsat daha alır mıydın diye sormuyordun kendimi kahredişlerime. Kıymetine dönmüyordun. Tekne de yoruldu, yavaşladı bıkkınlığında. Bir çay daha geldi saatlere demir atışımıza. Dikkatli bakmak gerekliydi görmek için. Çayın keyfi kaçıyordu dokunulmayışında. Soğuyuşu yokluk olduğunda, hikayeler sıcaklığını kapışır. Bana içimde ısıttığım anılar kalır. Birazdan Fulya gelir Bilgen’le. Bir üçgen oluşumuzda, ayarlanır hayata bakış açılarımız. Bilseydik sır olmazdı hayatın saklanışları. Her an sürpriz yapmak istercesine oyuncu. Senden bana özel oyunlar kaldı unutamadığım. Uf uf deyişlerim, kontrol edemediğim gülüşlerim kaldı. Küçük oyunlar hayat. Küçük oyunlar keşfetmek, eş olmak. Soramıyorum sana, benimle oynar mısın diye, beni hiddetle iteceğini bile bile. Senin adına ben kendi canımı yakıyorum. Kendime düşerken de, sana tutunuyorum. Saat yarım, kalan kısmım. Sakin bir uzak bana yasak. Bugün de sensizlikle seviştim. Bana doğru daralan hayat kesitlerinde kendime bir yer seçtim. Sözlerimi gözlerimle doldurdum. Gecende hafifledin mi benden? Bir yük kalkmış olmalı yüreğinden. Bir martının taşıdığı öyküler sonunu uzaklara sürer. Aç avuçlarını, biraz mavi vereyim sana. Ege’nin rüzgarından dolayayım boynuna.
15/09/2007

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home