Kafandaotlar
Dağılmışlığın çizdiği bir tabloda tökezleyen taşlardan yuvarlanan bir tepede, ağaç kovuğunda şekiller buldu bakışlarım. Bir adam hapsolmuştu sanki bekleyişine. Fulya’nın gözyaşlarında canlanıyordu acıları. Duyabildiğim yardımcı olamayışımdı. Sarı dikenlerin örttüğü bir budak yığını alev alevdi kar tanelerinin yalpalayışında. Küçülebildiğince içine dalabiliyordun detayın. Kuru yapraklar kuytulara akmış, Fulya çınarın ana kuzusu olmuş, sırtını gövdesine yaslamıştı. Göğün çıplak ağaç dallarının arasından tırmanan patikaya düşüşünde yeşile beleniyordu soğuk. Sessizlik kadar kıymetliydi duymak. Kuş cıvıltılarında varılan yalnızlık. Çam büyüsünde ayak seslerimiz. Detaylardan dönen adamın izlenimlerinde dağ yamacın yol verişinde ağaçlarla kaplıydı. Kar taneleri tutunamayacaktı. Fulya ormanın içinde kendine bir yalnızlık bulmuştu. Şehrin gürültüsü ormana sızıyordu. Uğultunun içinde yaşadığımızı hatırlatan bir özlemdi uzaklaşmak. Saat ikiye on üç vardı. Kayalarla oynadım. Rengarenkti akışları. Boydan boya paylaşmışlardı yeri. İz sürmek zevkliydi. Hayatın saklandığı kovalamaca oyununda an haydi diyordu geçmişe. Yol kenarına bir ressamın fırçası değmiş gibi. Üzerimizde akşam oluyor.
17/02/2008
17/02/2008
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home