İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Şubat 25, 2007

İçimdeki Savaş Arşivlerinden

Sevgili Banu,

Bu bir hayat yolculuğu. Yalnızlığıma dönüşlerimde, içimdeki şehir ışıltılarında, araba kullanırken önümde akıp giden arabaların kırmızı far ışıklarının içime sızışlarında bana karışan düşüncelerde hep değişmem gerekliliği ile boğuştum. Almanya gerçekten de beni saran sınırların ötesinde mi? Geleceğim mi, hatırlamak istediğim yeni bir geçmişin yaratılış destanı mı? Yoksa ötelenen, bende yaşayan, beni mutsuz eden geçmiş yap bozunun ta kendisi mi? Bir kız mı hep sevip çoğalttığım, yanılsamalarıma dönüştürdüğüm? Bir uçak beni, kaybetmeyi öğrendiğim şehirden uzaklara uçuracak. Kendi kelimelerimden ördüğüm yabancının çözüleceği, farklı dilde yaşanacak sessizlikte kendimi yeniden bir öykünün parçası yapabilecek miyim? En azından bana sen iyi bir dostsun cümlesini yineleyenlerin bunu Almanca dile getiriyor olmaları her halde daha katlanılabilir olabilir.
Dönünce arar mısın soruna dürüstçe aramayacağımı belirtmek durumundaydım. Bu bir sitem ya da tepki değildi. İçini yakan bir şeyden uzak durmaya çalışan bir çocuğun dokunduğu tecrübeden öğrendiklerinde dile gelen bir cevaptı. Özge’li geçmişime dönüşlerimde oldukça kendime acı çektirmiştim. İçimdeki isimleri farklı kimliklere, ete kemiğe büründürsem de biliyorum ki benim çabalarım bir sıcaklıkta veya güvende buluşmak kadar masum. Bu yaşanan yakın geçmişte yapmış olduğum hatalarda kendimi haklı çıkarmak değil. Yalnızlık hissi yeterince geçerli bir mazeret değil belki de. Özge’yi 8 Eylül’de doğum gününde bir dost olarak aramıştım ama sesinde anladım ki geçmişimi aramak son derece anlamsız. Ben sevdiklerim için hep en iyisini dilemişimdir. Dönünce aramayacağımı belirtirken, içimde senin tanrının sana sunduğu güzellikle hak ettiğin mutluluğu yaşaman temennisi hep vardı. Daima da olacak. Sen bana karşı hep açık oldun. Sen biliyorum ki sadece kafamda yarattığım bir sarılıştın. Turkuaz’da sana sarılmak isteyişimdeki uzaklığında ve soğukluğunda, senin kelimelerde bir türlü anlatamadıklarını anlamıştım. Doğru bu duyguları Aysun için de besledim. Sergilemiş olduğum tutum nasıl adlandırılabilir ki, aptalca, beceriksizce, acemice, safça, komik? Hele bu iki güzel yüz birbiri ile yakın iki kişi olunca ne kadar da zor bir durum? Yaşananlardan bir şeyler öğrendim mi, yoksa farklı isimler hayal kırıklıklarına bir bilet daha mı aldım? İnsan yokluklara alışıyor. Bunu annemin kaybında öğrendim. Yoklukların anlamlı ilişkiler ile doldurulamaması ve bunun kronik yalnızlığa ve kendi içine dönüşlere dönüşmesi insanı hayat adımlarında ürkek ve güvensiz kılıyor. Ben içinde kolay kaybolan bir insanım. Yapım itibariyle duygusal ve sıkıcı bir insan olduğumun farkındayım. Belki de sevdiğim her insan için bu yüzden sadece iyi bir dost oldum. Özge benim daha aktif , daha eğlenceli bir kişi olmamı hep beklentilerinde yaşattı, hayal kırıklığı parçalarındaki bütünde. Benim nazik, düşünceli kimliğimi hep takdir ediyordu ama daha fazlasında buluşamadık. Kendim olmanın yalnızlığı ile gitmenin sokakları artık İzmir’in esintisine çıkmayacak. Ruhunu alıp kaçmak hıçkıra hıçkıra ağlayan annesini değil de güveni ve sıcaklığı kaybeden bir küçük çocuk gibi. Hayatı, korkularını paylaşacak bir kız bulmak o kadar kolay değilmiş.
Gitmem gerektiğini hep düşünüyordum , sizler yaşananları kafamda büyüttüğümü düşünmenize karşın. Hiç aynaya baktığında bu ben değilim hissine kapıldın mı? Tanrım bu sağlıksız düşünceler benim mi diye vicdanında hiç kendini yargıladığın oldu mu? Tanrı bir takım şeyleri günah kıldığı için değil de, kendi yalnızlığının cehenneminde günahlarını yazdın mı hiç? Ben bu duygular ile günler önce içimde yola çıktım. Bugüne kadar yaşanmışlar ve gidecek olacağım güne kadar yaşanacakların arasında içimde biriktirdiklerimle bu kelimeleri içimden geldiğince akışına bıraktım. Sen bu kelimeleri okuma sabrını gösterebilirsen, ben uzaklarda senin ve Aysun için en iyi dilekleri içimde kendimce dualara dönüştürerek kendimle bir yolculukta olacağım. Özge için dağda büyük bir heyecanla mor laleler toplayışımın ardından, koşarcasına inişimde kapısına bir heyecanla ulaşmamda yarattığım masalın, hayatın gerçeklerinde koparılmış kır çiçeklerinin engel olunamayacak soluşları gibiydi resimli bir pasta ile yapılan yolculuk. Hep küçük heyecanlar kafamda büyüttüğüm. Aptalca bir masal kendimi geceleri çocukça kandırdığım. Hayat güzel kızlar kadar gerçek.
Pencerenin kenarında durmuş dışarı bakarken, sana duruşunun beni etkilediğini söylediğimde sen bunları bir başkası bana söylemiş olsa çantamı kafasına indirirdim demiştin. Bu cümleyi beni tahrik ediyorsun manasında dile getirmemiştim. Sadece uzaklara bakan güzelliğinde ruhumun karıştığını dile getirmeye çalışmıştım. Belki bu nedenle seni izlerken hep acemice yakalandım. Seni izlemek bazen içime düşenleri aptalca ve yersiz, küçük kıskançlıklara dönüştürsem de hayat vericiydi. Şarkı söylemelerini yaşamak, yerinde duramayıp oynayışlarını, şişeden soda içmeni, masana yaklaştığımda elbiseni çekiştirmelerini gözlemlemek, bir sigara daha yaktığını söyleyen çakmağının sesini işitmek, sevildiğin için katlanılabilir olan hırçınlıklarını paylaşabilmek, yeğeninle ilgili duygu ve heyecanlarını coşkuya dönüştürüşünde çocuklaşışını gülümseyerek takdir edebilmek anlara benim için güzel sıfatını kazandırmıştı. Ben sendeki farklılığı sevdim. Özge’deki ve Aysun’daki farklılığı da sevmiştim. Yalnızlık ve farkındalık ve gitme zorunluluğu tanıyamadığım yüzümdeki iç mücadelelerin yorgunluğuyla. Hep mum ışığı yalnızlarını anlatıyorum. Hala sabredip okuyor musun, ya da gülüp geçiyor musun çocukluklarıma? İçimdeki ışığa sağlıksız düşünceler hep pervane oldu. Saplantı sineklerinden kurtulmanın yolu, içini karartmak düşünceler dağılana kadar. O gün ısrarla Ferit sen daha çıkmıyor musun diye sürekli sormanda, onun için özel birini bekliyor olmalı düşüncesinde aptalca üzülmemde kendi hastalığımın teşhisini koymuştum. Ne zaman bir yanılsamayı sevmekten kendini kurtaracaksın dedim. Sen boşluktasın demiştin sahil kenarında konuşmamızda. Özge ile ayrıldıktan sonra içimde solmayan boşluk çiçeklerini hep sorguladım. Gönlümde açanlar gerçekten de boşluk çiçekleri miydi görünmeyen kırlarımı masalsı bir şekilde kaplayan? Özge’nin elleri hep soğuktu. Ellerimin sıcaklığında özlediğim paylaşılan bir serinliğin özleminde açan çiçekler boşlukta mı saçılıyorlardı? Ben gerçeğin neresindeyim? Bir yudum suyun damağımdaki hissinin farkındalığında yalnız olmalıyım ki, bunca anlamsız kelimeyi bir araya getirebilecek zamanı yaratabiliyorum güzel bir yaz bitiminde. Neden tükettiğin güzelliğin için üzülüyorum ki? Sabahları uykusuzluğu ve yorgunluğu işlediğin yüzünde yıprattıkların için neden kaygılanıyorum ki? Makyajla canlandırmaya çalıştırdığın bitkin ifadende, maskelerin için neden keşke diyorum? İçimdeki bir ses, sen kim oluyorsun da onu yargılıyorsun düşüncelerinde diyor. İşte acı çekmeler bu noktada başlıyor, hakkın olmayan düşüncelere karşı çıkan vicdani hesaplaşmalarda. İçinde bir düello sürekli devam ediyor. Kim iyi, kim kötü bilemiyorsun. Her iki taraf da kendi parçan. Eğitimli kimliğinle, Türk toplumunun erkek kimliğinin izleri seni çelişkilerde , ruhsal bir savaş alanında karşılıyor.
Sıkıca sarılmak istediğin bir kişinin gözlerine bakma cesareti gösteremeksizin , trafikle ilgilenir gibi yapıp, dönünce seni aramayacağım demek kadar basit olsaydı keşke her şey. Bu nedenle sana yazmak istedim. Gizem seyyahları anlarda karşılaşıp ayrılıyorlar. Hepsi bu yolculukta kendileriyle tercih denizindeler. Yollar yalnızlık oluyor, özlem oluyor. Unutulanda unutulamayacak olan başlıyor. Her insan geceleri içindeki sırla bir başka güne gözlerini kapıyor. Uyanışında ya bir yalnızlık ya da bir sıcaklık dokunuyor sabaha. Artık geleceğimi aramak istiyorum. Aslında hep aradım. Bir türlü geleceğimle geçmişimi buluşturamadım. İkisi ölüm haricinde de bir sevgide buluşabiliyor olmalı. Belki sonsuzluk bir atın özgürce varlığını yırtarcasına yelelerine sarınması kadar yanıltıcı. Bir gün sonsuzluk boynuma sarıldığında biliyorum ki geçmişimi geleceğimin başlangıcında unutacağım. Bir gün bu sonsuzluk hayattan beklentilerim kadar küçük olacak. Bu sonsuzluk o kadar geniş ki, içtenliği tüm sevilenleri iyi dileklerle kapsayacak.Bu sonsuzlukta hiçbir şey anımsanmayacak ama yine de umursanmayacak. Onsuzluk sonsuzluk olmadığında içim araladığında huzurlu bir nefesi hissetmek dileğim. Artık yazmayacağım demiştim. Ne zamandır da parmaklarımı uzak tutmuştum düşüncelerimden. Yazılanlar boşlukları dolduruyor. Hele benim kadar çok boşluğun varsa yüreğinde.
Şarkı benim için ağlama Arjantin diyor kaybolduğum mısralarında. Andrew Lloyd Weber derinliklerinden bir takım duyguları taşımış bu güzel parçaya. Müziklerim, çelişkilerim, başarısızlıklarım, duygularım, düşüncelerim ile Yunus Emre’nin dilinde anlamlandığı gibi “bencileyin”. Bu topraklarda üzülmüş olsam da, dönüşüm yine bu denizlere. Ara sıra insan köşelerine kaçıp içinde yağmuru yaşamalı. Kendi duygularında ıslanışlar güneşle gökkuşağında buluşuyor. Renkleri yaşamaya değer olmalı.
Giymiş olduğun birbirinden farklı, şık ayakkabıların kendine has yankılanan seslerinde anılarla yaşlanacağız. Sesler zaman içinde kaybolsa da, paylaşılan kaybolmuyor. Sen arasan da , aramasan da benim için değerlisin demiştin. Sen de benim için değerlisin. Dünyadaki yedi milyara yakın insandan kaç kişiye yüreğimizi açıp, içtenlikle bunları söyleyebiliyoruz ki? Rastlantısal karşılaşmalarda hayat sürprizler yapıyor insana. Bir Endotek hikayesinde sizler ile tanışmış olmak bir tesadüf ile başlamadı mı? Arkadaşım Erol , Moşe Bey bir eleman arıyormuş, sen de kendisini tanıyorsun ne dersin diye bana telefon açmasaydı farklı açılacaktı patika. Kierkegaard’ı daha iyi anlıyorum dış iç değildir, keşfetmek için tesadüfler gerekir deyişini. Onun sizler ile çok sevdiğim, yüreği dolu iken dudakları sessiz betimlemesini paylaşmıştım. Ben böyle bir insan hiç olamadım. Belki de aptal durumuna düşmelerim hep bundan. Kelimeler beni ele geçiriyor. Bazen çok konuştuğum gibi çok da yazıyorum.
Farklı olduğumuz ve seni mutlu edemeyeceğim konusunda haklı idin. İşin ilginç yanı hayatının bir parçası olmak istemiyorum deyişinde Özge de haklıydı. Aysun da haklıydı. Belki ben de haklıydım. Nasreddin Hoca insanın gizemini , trajik komik yanını fıkralaştırmış. Gülüp geçebilmek anı. Özge’ye hep gülümsemeni giy de çık hayata diye yazardım. Doğru çok şey yazdım. Bir zamanlar “korkutmuyor günahlarımla sevişmek beni, cehennem de ateşliyse senin gibi “ diye yazmıştım. Bir arkadaşım da yazmayı bırak yaşamaya bak demişti. Yazdıklarım içim , yanılsamalarım, yalnızlığım, gerçekliğim. Kelimeler hayatın dışında, aldatıcı. Uzaklar gerçekken, yazılanlar yakın. Geçmiş yazılanlar olurken , gelecek umutla aydınlanıyor. Uyandığın günlerde mutluluklar.

Sevgilerimle.

Erdem Ferit Başkaya

13/09/2004

İzmir-içimden geçenler.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home