İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Perşembe, Ağustos 30, 2007

Ben Yalnızlığın Dolu Tarafıyım

( Rastlantılar aynı döneme doğanlarındır. Kabul meyve verir. İhtimaller yaprak gibi dökülürler her mevsim. Her evinden çıkışının sayfa açışında bir çiçeğin taç yaprakları olursun. Öykü bahçesinde buram buram hayatın diğer çiçekleri ile buluşursun. Düşünce goncalarını açtıran bir sohbette, internette anlatan ve dinleyen rollerinde bir araya geldiğim Bursa'dan Zübeyde Hanım’ın içimde, hissettiklerimde İzmir'de ağırlanışında, diyalog kelimeleri kabul ediyordu. Beni içimdeki duyguları, çocukluğumu yazmaya davet etmişti bu sabah. Beni aralıyordu ona kendimi anlatışım. Sizin derdiniz sevdiğiniz kızlar değil. Başka bir sıkıntınız var gibi geldi bana. Nasıl desem, yaşam şeklinizi belirleyen bir şey, biri siz ve diğeri içinizdeki siz diye yazmıştı önceki sohbetimizde. Siz anlatmayı seviyorsunuz. Hayatı ciddiye alıyorsunuz diye yazmıştı bir diğerinde. Ondan kendime yansıyanda hikayemin başka sayfalarını görüyordum. Bana tuttuğu aynada kendimi biraz daha karşılıyordum. )


Dokunulmak hissi kadar geçici bir ömürde yalnızlıklarına dönen onca insan. Buna rağmen karşılaşmalar hala utangaç. Bir ayçiçeği şaşırabilir mi güneşini? Yüzünü yalnızlığıma dönebilir mi? Olgunlaşan bir hikaye mi yazdıklarım? Bazı mahremiyetler acımasız. Kayıplar eklendikçe gelecek ile geçmiş iç içe geçiyor. Genelde psikologlar insanı küçüklüğüne götürür. Ben anaokulumdaki anımsamalara geri döndüğümde hala güçlü resimler, o yaşıma rağmen. İlk aşkım Pınar. Daha üç dört yaşında idim. Hırçın bir çocuk olan Olcay’a ilgisini hazmedemezdim. Küçücüktüm ama duygularım onlardan büyüktü. Uzanırdım yatağıma, hayal olurdum. Onu davet ederdim oyunuma. Bu his beni korkutuyor. Pınar’la ilkokul birde aynı sınıfa düşmüştük. Çine’de Atatürk İlkokulu’nun bahçeye bakan penceresinin derin pervazında oturuşu halen hayal meyal içimdedir. Sabahın ilk ışıklarını saçlarına alışı, beni onu izleyişimde uzak tutuşu. Onu sevildiğince bırakmak rüzgara, başımı eğmek masumca, gözlerim kadar dolmak içimde, bir anlaşılmama kadar küçüktüm o zaman. Yüzü geçmişte kayboldu, hissi içim kadar taze. Altı yaşımda içimleydim, otuzbeşimde de içimleyim.İlkokulda öğretmenim güzel bir bayandı. Okul çıkışında onu takip etmiştim. Kayboluşum gece olmuştu. Babam telaşa düşmüş, Çine sokaklarında beni zor bulmuştu. İlkokul ikide babamın Atça’ya tayini nedeni ile Çine’den Nazilli’ye taşınmıştık. Hep ilk görüşte seçerdim aşklarımı. Işıl sınıftan içeri girdiğinde kalbimdeydi. Anadolu liselerine hazırlanışımızda öğretmenimiz Nurdan Hanım birkaç sırayı sınıfın önüne çeker, küçük bilgi yarışmaları düzenlerdi. Işıl ile baş başa kalmıştık yarışta. Ne kadar da ağlamıştım ona karşı kaybettiğimde. Yenilgi göz yaşları değildi aşk. Ondan eksilmek korkusu idi boşalan, küçük gözlerimden yağan. Ona dokunmak isteyen gökyüzüydü fırtınalar. Dinmek istemeyen bir hırçınlıktı içimin gürültüsü, hissettiklerimin sessiz sedasız gürleyişi. Öğretmenimiz ikimizi de severdi. Sizi kan kardeşi yapıyorum demişti. Birbirimize küçük birer hikaye kitabı almıştık. Arkadaşlarım Ferit Işıl’ı seviyor diye dalga geçtiklerinde, utanırdım. Ne güzeldir sevip de utanmak. Ne değerlidir öfkene sahip çıkmak, kalbinin diline düşmek, alay konusu yapılan gecelerine taşıdığına laf söyletmemek. Kızlar neden hep sessizliğimin? O sıcakta Işıl’ı arardı evinin etrafında Ordu Caddesi’nde dolanışlarım. Hep düşüncelerim payını alırdı sevdiklerimden. Özel Türk Koleji’ni kazandım. Dört yıla mahkum etüt yattım. Anne ve babamdan uzak, yatılı bir okulun ranzalarında geceleri bir yorganın hikayelere çekilişi kadar yalnız yaşadım. Oyun bahçeleri çalınmış bir çocuklukta yaşama yabancı olmanın dilini öğreniyordum. İngilizce ödevlerim tekrarlardan ibaretti. Hayata alıştırılıyorduk. Tutsak hissetmenin sıralarında büyüyorduk. Yemeğe kızlar bizden önce götürülürdü. Halbuki her yemekten önce ellerimizi öğretildiği şekilde yıkardık ama dokunuşlarımız yine de büyüklerimizin zihni kadar kirliydi. Bir suçluluğu kazanmıştım. Cuma akşamları servis alırdı çocukluğumu. Beni aileme taşırdı çam ağaçlarının arasından. Işıl normal bir ortaokula yazılmıştı. Büyükler bir çocuğun duygularını gözden kaçırabilirler. Çocukların da yalnızlıkları vardır. Küçük bir yürek büyüdükçe anlamadığını düşündğün bir kızın kalbi gibidir. Pazar günleri rahmetli annem gömleklerimi ütülerdi. Televizyonda Pazar Konseri olurdu. Benden bir yaş küçük olan kardeşim Orçun ilkokul son sınıftaydı. Uçan Kaz adlı çizgi film başlardı ben giderken. Seyretmek isterdim, çizgilerinde kalmak ama gitmem gerekliliğine ayrılmış bir yerim vardı. Sorumluluk hissi için okuldaydık. Üretim ilişkileri için hazırlanan, asimile edilen diğer çocuklardan farklı değildik. Hiçbirimiz farkında değildik neye uğurlandığımızın. Bir kalbin isyanı büyüyebilir, duymak istediklerine dokunabilir. Yalnızlığından kaçmak için sevişebilir. Duvarları beyaz olsa da, karanlığın köşelerini gözlerini kapayışında kaybedebilir. Bir pencere açabilir gönlü yalnızlığın adına. Çocukluğumda Martı Adası adlı bir dizi vardı herkesi korkmak için televizyon başında toplayan. Annenin korktuğu hissinden başka bir konusu bile kalmamışken, hala martıları sevebilmek güzel. Her yaşanılan andan sen çıkıyorsun. Yalnızlığını iyi tanıyorsun. Sevilmek için yalnızlığını tanıştırdığın kızlardan hangisi şanslı? Çocuklar hep hemcinsleri ile oynamamalı. Bir anne baba buna dikkat etmeli. Ortaokulda da kalın gözlük camlarımda yansımaktan öteye geçmemişti yalnızlıklar ve prensesi kızlar. Bakir bir sessizliktir yalnızlık. Hiçbir zaman haylaz olmadım, olamadım. Neden efendi bir çocuk derler, hep içindeki efendisi ile gezdiği için mi? Yaşamla kirlenebilmeli çocuklar. Temiz değil hiçbir masumiyet. Benim değil bu yalnızlığa hakimiyet. O yüzden ağır anlatamadıklarım. On bir Kasımlar benim içimin günü. Yaşlanışım bir anlatamadıklarım sürgünü. Ben bir kızın elimden tutuşunu hak ederim, omzuma başını yaslayışının hakkını veririm çünkü yaşam benim dilim. Çocuklar büyüklerin iyi niyetinden kaçamazlar. Tercihlere yakalanırlar. Kendileri kadar küçük anılara savrulurlar. Kıymeti kayıp cennet aşklar bir gül dikeni gibi kanatır çiçeğin rengini. Sen adımlarının sesisin. Vakur bir bakış da küçücüktü bir zamanlar. Kalabalık içi gibi kayıp insanlar. Deniz dayanmış yüreğime. Ne de mavi masal. İnsanların hissettiklerinde kalp kalbi açıyor. Ben yaklaştıkça anlamlı yakın. Hislerimi yaşamla konuşturuyorum. Kelimelerim devam ederler yoluna, dinlediğim film müziklerinin yardımında. Çok ilginç çocukluk aşklarım şu anda İzmirdeler. İlkokul aşkım Işıl mimar olmuştu, şehrin en uğrak barlarından Biraver’i tasarlamış. Bir gazetenin Ege ekinde haberi çıkmıştı. Pınar’ın babası da burda bir eczane açmış. Babam bahsetmişti. Aynı şehrin köşelerinde karşılaşmadan geçiyoruz hayatı. Artık aşklarımızı da yolda görsek tanımayacak haldeyiz. Uzansam gözlerine ne kadar anlaşılabilirim ki? Duymaya hazır değilsen, sana sözlerimden ne taşırabilirim ki? Ben yalnızlığın dolu tarafıyım. Ben ölümün arka bahçesiyim. Yaşam çiçekleri dağıtırım gelen geçene. Bir ses uzatırım duymak isteyene. Yıllardan çıktım geldim yıllara. Tutkum yeter daha nice yıla. Olsa da her karşılaşılan göz bir sıla.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home