İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Cumartesi, Nisan 01, 2006

Öyle Anlar Vardır Ki

Öyle anlar var ki, insan o andaki duygularının rehberliğinde kelimelerden bir görüntü örüyor, becerebildiğince. Beklenmeyen bir telefon görüşmesi sonrası, akış içinde artık nerede olduğunu bilmeyen bir ruh, nerede durması gerektiğini, seyrin varacağı limanları kestiremese de, tercihler okyanusunda bir yönün gizemli yolcusu. Karşılaşmaların ona anlatabildiğince zengin, ne haklı ne de haksız, merhaba diyor güneşin hala onu uyandırdığı her günde, denize, ona eşlik eden sokaklara. Gönderilmemiş mektuplar, iyi ki de gönderilmemiş olmalılar ki, bir başka anlatıyorlar geçmişi geçen zaman sonrasında okunduklarında. Her karesinde hayatın, insan kendine dışarıdan bir farklı bakıyor. Duygularını içine koyduğun, küçük kağıt parçalarını, çocukça bir gemi yapıp salıverebiliyorsan zamana, anlıyorsun ki, bu yolculuk kişiye özel, tıpkı her müziğin farklı dokunduğu gibi insana. Arkadaşımın bana dinlemem için vermiş olduğu ‘Eternity and a Day’ albümündeki sonsuzluk temasının işlenişi de, belki bu nedenle farklı okşuyor içimi. Bir gün, sonsuzluğa koşan insan deneyimlerinde, farklı yaşanıyor. Ne çok insan, ne kadar farklı korkular, sevinçler, hayal kırıklıkları var. Hepsi de kendince özel. Hepsi kendilerinde saklı. Bir denize sarılı yalın kıpırtılara bakar gibi, irdelemeksizin huzurla dolabilmek ve gözlerinde alçalıp yükselen martıların kanatlarında, gözünde büyüttüğün hayatında, diğer insanların da aynı hislerde olabileceğini düşünmek, artık aldırmamak söylenenlere, beklentilere, yine becerebildiğince, yine kendince. Artık bir martıya gülümser gibi bakıyorum geçmişime, artık saklamak istemiyorum, biriktirdiklerim, içinde, doğası gereği bir saklayıştan kaçamasa da, içine doğduğum kültürümün bana taşıdıklarında, ben de basamak oluyorum yaşadıklarımla. Her tortuda sanırım farklılaştım. Bulup çıkarmıyorum üzüntülerimi, sevinçlerimi. Sadece bir yaşam hissine sardım artık, bana değin geleni. Artık anladım ki, benim adımlarım hayatın içinde. Artık anladım ki, çok da farklı değiliz. Artık anladım ki, insan yüreğinde yanılmıyor. Değer verişin de, değer verilişin de kendince tutarlı, sade bir dili var. Ne kelimeler, ne de oyunlar o kadar gerçek. Bir gerçek ki hayatın nadir anlarında, sessizlikte yaşanan, insana artık kendini kandırmamasını anlatıyor. Yeri geliyor insan ruhunda delicesine sevildiğini, yeri geliyor yalnızlığı anlıyor, tıpkı artık sevilmediğini anladığı anlarda olduğu gibi. Tıpkı evcil martı görmediği gibi, artık sitem etmiyor güzel gökyüzüne. Müzik dinlerken, bir oyuncu kuş çıkıp geliverirse bahçesine, ürküp kaçabileceğinin bilincinde, pek de temkinli değil aslında, onun varlığının getirdiklerini sevebilmeyi öğreniyor. Gidişlerin bıraktığı boşluğun, bir başka heyecan için alan açtığını görüyor, paylaşılanı rengine katan maviye kızmıyor artık. Kendisinin de kanatlarının olduğunun farkında İzmir’i anlıyor. Karışabildiğince şehri sevdiğini, kendine kattıklarında, şehre katıldığını keşfediyor. Tüm aldıklarına rağmen bu şehre bir şeyleri verirken, onun yaşam kadar geniş olduğunun farkında, müteşekkirim bana sunduklarına. Eleni Karaindrou sonsuzluğu ve ayrılığı defalarca yorumlarken, bizi hayatın içine çekiyor, kendisine. Biz de onun sonsuzluğuna, içimizin sınırsızlığınca katılıyoruz. Müziğin erişebildiğince derinlerimize dokunup, hayata daha farklı çıkıyoruz. Bir andan ayrılırken diğer anda sonsuzluk ile tanışıyoruz. Birbirlerine o kadar yakınlar ki, ve o kadar uzak. Zaten sonsuzluk da, içimden geldiğince, iki an arasındaki mesafe. Derleyebildiğince sonsuzlukta, sana iyi yolculuklar. Müziklerin senin için araladıklarında, sen de bir öyküsün milyarlarcası gibi. Hayatın hatırlamak gibi bir kaygısı yok, zaten dizim de baş döndürücü şekilde sınırsız. Ben de, kendi öykümde hala iddia etmiyorum doğrular olduğunu, sadece güneşle gelende, denizde, içimde çarpanda, çiçekte, hayata çıkanda, kapanacak kapılara dikkat ederken, metroda, bir ihtimalde, bir anda, ansızın, aralarda hep içime dolan müzikte gizeme kabul ediliyorum. Asırları aşmış olan insan ekininde, doğmuş olduğum zamana bir film müziğinin büyülü sızışında, hem ışığı hem de karanlığı yaşamış olmanın mutluluğuyla yol alıyorum. Bir limanı anlatan martıların da fazla söyleyebilecekleri yok, sahile çarpıp dağılan dalgaların beyaz köpüklerinin coşkusu hakkında. Kendi payımızca ıslanabilmek, bir sesin ardında kendimize hala yer açabilmek, var olabilmek, özetle olmak ya da olmamak, Shakespeare’in kelimelere katabildiğince, biz insanlığın ona sevgiyle ekleyebildiğince. Dün günbatımında,gemilerin ardında yiten kırmızının canlılığında, Kordon’da sonsuzluğu kendimce yorumladım. Belki bir gün bir başka küçük sonsuzluk elimden tutuyor olacak, ona da anlatacaklarım olmalı, onun da bana anlatacakları. İşte öylesine bir insan masalı. Tarihin kovaladığı sokaklarda duyulan, bir çocuk çığlığı, neşeli, hayretler içinde, hiç ölmeyecekmiş gibi gamsız. İşte bir andan diğerine sıçrayan zamanlarda çocukça bir oyun. Bir martı gibi geçen bir ömür, bir deniz gibi bir hâlden diğerine geçişte, kendini anlayışta sığınılan muhteşemlik. Kimsenin bir gönülden başka doğrusu yok, yanılmadığı anlarda. Yeter ki sadece hayat karışsın, başkaları değil.


14/06/2005

İzmir’de bir gün,
Eleni Karaindrou’nun sonsuzluğunda,
Erdem Ferit Başkaya

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home