İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Ocak 18, 2009

Gerçek Anlamda İçini Susturabilsen

Sorgulayıcı ve mutsuz muyum? Bu durum benden mi, yoksa meslek seçimimden mi kaynaklanıyor? Dünya görüşüm üzerinde çocukluğumdan beri müdahaleler söz konusu olduğu gerçek. Bugüne değin bana kazandırılmış alışkanlıklarımdan nasıl kurtulabilirim? Kendimi keşfetmek için bir yolculuğa gereksinimim olduğu kesin. Hayatımda herkes hak sahibi oldu. Hep bir şirketin çalışanı, bir devletin vatandaşı, bir okulun öğrencisi, bir ailenin çocuğu, bir kadının sevgilisi oldun. Hepimiz bir topluluğun içine doğduk. Çok azımız durup da nereye yönlendirildiğimiz konusunu düşünme fırsatı bulduk. Sadece birkaçımız cesurdu. Sadece birkaçımız bedel ödemeye hazırdı. Saltanat mı sürüyoruz? Bu fikir tabi olmayı gerektiriyor. Kenara çekilmek mümkün değil. Anımsamalar, beklentiler ve hedefler hep bizimle. Mutsuz değilim. Her halde biraz yorgunum. Kendimi ifade etme biçimimi bulmalıyım.

Oynamak İstemeyebilmeli

Büyüyen çocukların daha karmaşık oyunlara ihtiyacı vardı. Zevk almadığımız oyunların öğrenimini kurumsallaştırdık. Artık yalnızlığımız da küreselleşti. Ben mutlu azınlıkta mıyım? Kendim için farklı oyunlar tasarlayabiliyor muyum? Yoksa ben de diğerleri gibi başarılı mıyım? Hala bir köşeye çekilir şarkı dinlerim.

18-01-2009

Bir kadını, bakışlarından sözlerine teslim olabilen bir adam mutlu edebilir.

O Kadar Yoğunuz Ki

Ne zihnimiz ne de yüreğimiz için emek harcayabiliyoruz. O kadar yoğunuz ki, insan olmak için çabamız kalmadı. O kadar yoğunuz ki, yaşamayı kısalttık. Ağacın dalındaki kuş o kadar sakindi ki, bir ömür kadar uzun uçtu bakışımdan. O kadar yoğunuz ki, sevdiğimiz kadına doya doya bakabileceğimiz zaman kalmadı. O kadar yoğunuz ki, tembellik etmek erdem olmaktan çıktı. Yanan ateşin alevlerinde ısınıp da, yitiremez olduk anı. O kadar yoğunuz ki, ateşi keşfeden atalarımızın bizden daha şanslı olduklarının, buluşlarının kıymetine ayıracak zamanlarının olduğunun ne acı ki farkında değiliz. Bizim ne içinlerimiz yok mu? Zamanımız olmadan bir ölüden neyimiz fazla?

18-01-2009

Haydi Hazırlan!

Sana yalnızlığında hikayeler duyan bir adamın korkularından bahsedeceğim. Seni karanlığın okyanusundan kelimelerle geçireceğim. Gözlerini kapayışını bana bırak. O uzak kıyının ürpertici ıssızlığında beni izle. Duvarları göğe tırmanan harap bir bina, ay ışığında gölgelerin yittiği karaltılı bir metruk yapı yığınını izlerken, ben seni heyecanlandıran eski ormanların anısı bir patika olacağım. Benimle esrarengiz bir serüvene kıvrılmak istersen, hazırlan. Unutulmuşların canlandığı bir hikayede, her an karşına çıkabilecek manzaralara hazır ol dememin sana bir faydası olmayacaktır. Sana bu hikayede yaşatacaklarımdan kaçma. Dehşetin koynunda, anlatacağım hikayede güneşi anlatılır olmuş insanlar yaşıyor. Hikaye anlatıcılar birer rahip olmuşlar. Bu hikayede, başarılı olmuş insanların övünç kaynağı geleceğinden korkabilirsin. Bu hikaye umuda sahip çıkman için. Bu hikaye anlatacağım hikayenin içine doğacak çocuklar için. Hepimiz kaderdik. Duymanın en zor olduğu bir anda kader hikayeni sana sunuyor. Bizler de doğan güneşin ihtişamına karşı sorumluyduk. Sen bu küfrü çiçek açtırabilirsin. Ben senin duymayı keşfedeceğini biliyorum. Senin hikayelerin benimkilerden bu yüzden farklı olmalı. Seni adınla baş başa bırakıyorum. Gelecek senin. Öykü artık senin...

18-01-2009

Bir Tanecik Çığlık

Gördüğüm, duyduğum, dokunduğum, kokladığım kadının uçuşan saçlarında, sessiz bir uçurumun dibi hırçın denize düşüyor. Aramızda şiddetli bir rüzgar var. Dönüp de, kollarımda doğan bir güneş gibi sıcacık gülümsüyor. Onun ışıltılı iyiliğini hissediyorum. Şefkatli bir uyanış barındıran geceden çıkışımız suskunluğun ufkunda bizi buluşturuyor. Omzunda gözlerimi kapayıp da, masumiyetimi onarıyorum. Yara almış bir gün savaşçısı gibi günahlarımla dönüyorum beni arındıran, iyileştiren kucağına. Günah çıkartan bir sessizlik benimkisi. Günahlarını yeniden yaşamamak için susan bir adamın sığınışı nefesim. Kimseye zarar vermek istemezken, neye hizmet ettiğinin farkında olmaksızın yaşamanın acısı, savaşçıları ekmek kavgalarında kalbinden yaralıyor. Zihne barış gelmeyecek mi? Kurulu düzenin orduları okyanus olmuş. Dev dalgalardan kendini gecenin göğsüne atmış bir damla gözyaşı. Çığlık tanelerini duyamıyoruz. Yağmurdan önce kirliydik. Şimdi toprak kokuyoruz. Ölümünde kutsanmışların sessizliği gözlerimi kapayışımda. Ben farklı bir isyanın mirasçısıyım. Bir gün belki de tövbelerimden kurtulabilirim.

18-01-2009

Uçmak İçin

Issız bir gözlerini kapayışa düşmüş, bir melodinin rehberliğinde geziniyordu. Hiç toparlanmamış ve dağınık ne varsa mekanda ona eşlik ediyordu. Saçılmışlığın uçuşan detaylarında huzursuz değildi. Kaygısızca kalabalığın içinden sıyrıldı. Yaygın ve yorucu ne varsa, hiçbirini sahiplenmeden ilerledi. Yapraklarını dökmüş ağacın göğe kök salmış dallarında konmuş sakin bir kuşla baş başa bıraktı her şeyi. Yalın ve yalnız, sessiz ve sonsuz karşıladı içinde mutlu sadeliği. Bırakabildi kaderini. Bir an olsun hayatın saf ve temiz haline sığındı. Bir an olsun mabedi çıplak bir kadının sırtı kadar doğaldı. Bir an olsun sevmek ahlakla kirlenmemişti. Ağacın dalı boş kalmıştı. Uzaklaşmanın derinindeydi artık ağaç. Yaşanılabilirliğinin dibinden gökyüzüne merhaba derken güzel ve çıplaktı. Mevsimlerin dokunuşunda huzurlu, rüzgarların ulaştırdığı haberlerde tek başınaydı. Bir ağaçla kuşu buluşturan da tek başınalıklarının özgürlüğü değil miydi? Bir aradalıklarının konukseverliğinde, ona hikayeler toplaması için birlikteliklerinden onu uğurluyordu sevgi ağacı. Kuşun yuva yapma tercihindeki değerinin farkındaydı. Özlemek de fedakarlıktı. O uçmak için yaratılmıştı. Onu dallarında çiçek açıp da karşılayabilirdi. Dalına asılı bir kafese onu mahkum edemezdi. Onu tebessüm ettiren bir hikayede, kanatlarının altındaki sonsuzluk gözünde canlandı. Onun küçücük bir dünya gibi yusyuvarlak, dalına konan şen şakrak halini seviyordu.

18-01-2009

Hikayeler Mi Toplamalı Yoksa

Tercihinin senaryosu bağımsız. Seni çevreleyen karşılaşmalar havuzunu acizce sen belirledin. Suskunluğunda belirip de kaybolan, bulunduğun yerde sen merkezli gibi algılansa da, aşinalıklardan özgür rastlaşmalar. Kararsızlığın deli dolu halinde akışkan bir sürükleniş andan ayrılmamak. Olmak kabul etmek. Buluşmalarca hepimiz kucaklandık. Gökyüzü huzura da dehşete de tanık. Kimi yerde renk kervanı kelebekler, kimi yerde de sinsi, yaşam karartıcı bombalar uçuşuyor. Ayrıyız, kardeşine ihanet etmişçesine biriz. Korkunun coğrafyasını insan zihni şekillendiriyor. Gezindiğim televizyon kanallarında kahkaha ve gözyaşı bir yabancılaşma oyununun perdeleri gibi. Gülmekten kırılanlar, Gazze’de yarından umudunu kesmiş çocukların yüzündeki korkunç savaş fotoğrafları rahat bir koltukta, elimdeki uzaktan kumanda aletinin utanç veren normalliğinde. Yarınını teslim etmişlerdenim. Yarınında hakkını satmışların her zaman ellerinde uzaktan kumandaları olacak. Zamanın bir uzaktan kumanda aleti gibi kenara bırakacağı tüm insanlar oyuna kurban. Rolünü giyinmeye alıştın mı? Aynanda savaşı göremiyor musun? Kravatın şık ve kan kırmızı. Gezgin olmak isterdin. Yola farklı milletlerden gülümsemeler toplayabilmek için çıkmak isterdin. Saçları okşanabilir çocukların ülkesinde gökyüzüne özgürce bakabilmek isterdin. Dedelerimiz birer göçebe şamandı. Gökyüzünü duyamaz mı olduk? Biz rüzgarların tarihinden doğmadık mı? Toprak kokan hava yağmurla sevdalanmaz mı? Neden meraklıyız cehennem yaratmaya? Güneşli ve gök gürültülü yalnızlıklar ülkesinin pencerelerinde büyümüş çocukların anımsamaları özlemlerle dolu. Hikayeler çok. Şarkıların eşlik ettiği bir sokakta ağacın dalından düşen manzarada, sonsuzluk geri dönüp de baktı vedalaşırcasına. Kadınlar gece oldu. Gündüzler birden kayboldu. Ayaklarının çıplaklığında tutunuyorsun yere. Gözlerinin ışıltısında erişiyorsun yıldızlara. Serin bir bağ kurulmuş göğsünle esinti arasında. Normal bir dünyası olmayan çocuklar, yıkılan hayallerinde nasıl bir hikaye anlatırdı? Benimkisinden daha gerçek olurdu eminim. Hikayeni mi yazmalı, hikayeler mi toplamalı? Göçebe kelimelerin yazarının yerleşik hayatında mahkum bir ruh çığlığı sessiz. Televizyon kanalları, gazeteler, raflar dolusu kitaplar birer tercih bunalımı mı? Kim sonsuzlukta kalıcı olabilir ki? Sınırlı ömründe ancak karşılaştıklarının gözlerine katkıda bulunabilirsin. Binlerce yıl öncesine tanıklık edenlerin dünyası unutuldu. Bizler, kaybolmuş bakışların torunları gizemin tohumlarıyız. Esrarımızla baş başa kaldığımız anlarda hüzünlü anlamaya çalışıyoruz. Zihin hiç durmuyor. Özümüz göçebe, özümüz kucaklayıcı. Bir yere hapsolsak da, içimiz gezgin. Hepimiz bir hayal penceresi açabiliyoruz zamana. İçimdeki yabancıya alışır olduğumda, bir korkak olduğumun farkına varıyor, tekrar eden kader bozgunlarımı kabulleniyorum. Dirensek de, en sonunda ayrılık bizi seçecek. Ayrılık göçebenin evidir. Doğan hep ayrılığına göçmedi mi?

18/01/2009

O An İçin Kelimeler

Tanıklık bencillik. Tanışıklık kendine yanılgıları alıkoyma. Bir aradalığın sonsuzluğu paylaşımında bir an daha var bizsiz. Bir an geriden bir an ileride nefes nefese yalnız, şahitiz kader düşkünlüğüne. Bilinmeyenle baş başa, bile bile yoksun. Gecenin maskeli yüzleri uykuda. Kendine dönecekler. Sabah, içi dolup taşan karmaşa parçaları ve göz seli. Bir damla telaş, bir damla sakinlik. İçi sır dolu suskunluklar. Sessiz, derin bir kayboluş. Merhaba derken hayata, yalnızlık açımız. Durduğumuz yer bizim. Sözü esirgeyen sessizlik bizim. Geçen zaman bir yerlerde bize eşlik etti. Kalana lütuf değil yaşam. Kalana hak, kalana sorumluluk iyi yaşamak. Haklıları hep haksız çıkaran ölümden alınacak dersler olmalı. Zenginleşen bir hüzün sevinç. Fakirleşen bir bilgi merak. Var olan kuşkuda yıldız saçan karanlığın çocukları tazeleniyor. Yarına kaçımız seçileceğiz. Yastığıma başımı koyan ben ancak hayal edebiliyorum. Ne güçlüyüm ne de güçsüz. Ayrılıklar düşlerinde. Ayrılıklar bir başına. Ayrı zihinler, ayrı okyanuslar. Derinle hasret gideren bir bakış kendi halinde. Başa bela düşünmek. Sahiplenmek başa bela. Bu hayatı sahiplenmelisin. Doğmak bir seçenek değildi. Yaşamak seçim. Doğmanla bölündün. Artık sonsuzluğa yakın anlara ayırabilirsin yaşamı. Başkaları olacak. Sana yokluk veren başkaları olacak. Sevişmeler olacak. Hiçbir zaman duyulmamış da serüvene konuk olmuşların. Ancak yaklaşmaya çabalayabilirim. İltifat mağduru bir kadının hikayesini ben bilemem. Susmak anımsatır. Susmak sana içinde bir yolculuk sunar. Yeniden yaratılan telef olacak. Ayrılıkları ayıran iç sesler oda oda, cadde cadde dağılmış. Günah ezberimiz zor bozulur. Doğruların sahibi var. Yanlışlar kimsesiz. Aşk kimsesiz. Sevgi bir umut. Günah eskizleri olan bir hayat sanatçısı ölümünü yaratan zamanda mücadeleci ve şaşkın. Kimseyi kaderinde bulamazsın. Söz bakışlarsa anlamaktan kaçınabilirsin. Kabul edilebilir olmayabilir saklı hislerin. Yakına geldik, göremedik. Yakına geldik, duyamadık. Yakına geldik, koklayamadık. Yakına geldik, dokunamadık. Yakına geldik, ayrıldık. Yakına gelişler sonsuzluk. Biraz olsun gece kat gözlerine. Biraz olsun utanacak şeylerin olsun. Her kadının utancını keşfetme cesareti yoktur. Yakının en uzağındaki aklın. Aklına gelebilirler. Unutulmaya mahkum aklından çıkmayacakmış gibi yaşadıkların. Vedalaşılan anların izine rastladığın dostların elbet olacak. Kelimeler zihne yağan düş taneleri. Ne de güzel değil mi aldanmanın sonsuzluğu? Sarhoş gibiyiz anlarken. Keyif veren bir haksız olma becerisiyle keşfediyorum haklıları. Ne daha ahlaklıyım, ne de daha ahlaksız. Yaşamak derdindeyim ben de. Dışım içimde, içim sessizliğimde. Kendimle konuşabilirim seni. Duymayı umursuyorsun. Kelimeler bir daha kavuşsa, aynı olamaz birliktelikleri. Yazarın gece tıkırtıları. Saat 1:30 olmuş.

17/01/2009