İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Nisan 02, 2006

Paylaştığını Sanmak Da Güzel

Şu anda karnına kim dokunsun istersin diye sorsaydı bir cin , masal nasıl gelişirdi? Kelimelerinle yazabilirsin hayatı. Peki ya prensesin de bu masalda söz hakkı olduğunu, ne zaman öğreneceksin sevgili dostum? Uyuyan güzelin uyur gibi yaptığını ne zaman anlayacaksın? Sen içinde atını çılgınca koşturabilirsin uzanan sahiller boyunca güneşe, onun şahlanışında ve yere dönüşlerinde bir duygu selini hissedebilirsin kopup gelen seni kucaklayan göklerden. Bir takım ayak izlerini takip edebilirsin kumsalın umursamazlığında. Denizin geçmişi ve bıraktıklarını silişini izleyebilirsin. Atının teri sana karışabilir, gözleri ve yeleleri gibi. Bağırabilirsin, çığlığını dalgaların sesini bastırmak istercesine savurabilirsin ve boğulabilirsin sessizlikte kaybolan sesinde.
Bir müzikle yola çıktık yine. Ne ben ne de atlar gerçek. Ne de sahil. Bir anda bom boş bir odanın içinde bir sandalyeye oturdum. İçerisi karanlıktı, bir denizin dibi gibiydi tavan bir takım ışık oyunlarıyla. Gece mavisi içimde kıpırdanıyordu, atları uzak sahillerde unutmuştum. Koşuyor olmalıydılar özgürce. Karnıma dokundum. Sıcaklığımı , hala yaşadığımı hissettim. Bir dışım olduğunu hatırladım. Bu his içime düşerken bir çember oldum dışımla. Kuyruğunu kovalayan bir kedi oldum. Kaç kedinin gözü ile karşılaştın hayatında diye sordum kedi içime düşünce. Kaçı korkup da kaçıverdi park etmiş arabaların altına, ya da ağaçların dallarına? Seni tırmalayan kediyi sevmek istemiştin, ama yine de kedinin kendine has hareketleri senin ona kızmana engel oluyor, hatta anlaşılmaz bir şekilde seni mutlu ediyor, seni ona daha çok bağlıyor. Ön ayaklarını burnuna götürüşleri, gerinişleri , yan gelip arka ayağını yalayışları, yuvarlanışları, bir uçan sineği yakalama çabaları, oyunculuğu ona seni candan bağlıyor canın acısa da. Küçük bir kedi belki de seni birçok kişiden fazla anlamıştı. Bir zamanlar o da düşüncelerinin dışında telefonun kablolarının üzerinden atlayarak dolaşıyordu ve hadi oynayalım diyordu. İstemediğinde de, ona zorla süt içermek isteyişine direniyordu ve bağırıyordu. Sana ne çok şey anlatmak istedi anlamadığın. Onun küçük bir kutuya bile tırmanamazken , zamanla güçlenip koltuklara atlayışını gördün. Zamanla güçleniyoruz, yalnızlığımızda, ilişkilerimizde. Gerçek insanın dışında mıdır ya da içinde mi? Gerçeküstü müdür insan? Yazdıklarımın çok soyut olduğunu söyledi arkadaşım Hakan. Soyut bir kapı mıdır, içsel uçurumlara bir düşüş müdür?
Telefonum hiç de gerçeküstü gibi durmuyor , çalmayışı öyle olsa da. CD çalarım da gerçek gibi duruyor, içindeki Van Gelis’i bana sunuşu öyle olmasa da. her şeyin bir içi ve dışı var. Dönüyoruz işte. Atlar yorulmuş olmalılar. Makasım, kalemlerim, kitaplarım ve yalanları, odama düşen bir günışığının davetkar hadi gel çıkalım sızışı, bir beyaz plastik tabure ile buluşmasında ona hediye ettiği küçük gölge ile yine bir Pazar sabahı içimde.
Bir yerlerde bir yanlış yapıyorum. En son ne zaman ağladım? Annem öldüğünde ağlamadım. İnsanın içi sıcak olmalı, hiç soğuk gözyaşına rastlamadım. Bir okyanusta insan bir damla gözyaşını ayırt edebilir mi? Annemi unuttum kendi yolculuğumda. Anımsamalarım da bencil olduğum anlarda, yalnızlığımda. Atları unuttum. Sahili, maviyi bilgisayarımın başında. Kelimelerimden ve göz kapaklarımın ardından nefret ediyorum. Ama yine de dönüyorum. Van Gelis’in müziği ile yürüyoruz gerçeküstünü. Bir hayalin yüzü yoktur, sadece bir ruhu vardır onu yaşatandan kopan. Düşünceler gibi gezinir zamanlar ve mekanlar arasında, gerçeğe bir nefes mesafede. Sadece Atlantis değil tüm şehirler , tüm sokaklar kaybedilmiş insanın içine gömülmüş gizem olmuşlar.
Keşke yalnızlığım olmasaydı. Keşke bir sıcaklık ile uyanabilseydim. Keşke rüyalarımda koşan atı gördün mü diye sorabilseydim. Keşke cine verebilecek bir cevabım olsaydı. Bu nasıl bir oyun? Bu nasıl bir yol? Herkesi kaybediyorum içimi açışlarımda. Bu kadar açık olmam sanırım paylaştıklarımı bende eritiyor ve bendeki yalnızlığın bir parçası yapıyor. Anlıyorum ki tanrı da tek olmak istemezdi, iddia ettiği gibi. Uzaklığı olmasa var olamazdı, insanlar olmasa yaşayamazdı. Parçalanmak her halde hayatın doğasında. Bir gün küçük bir kız benim parçalarımdan bir baba yaratabilecek mi? Onun parçalarında ben okyanusun hangi gizemini yakalayacağım? İnsanlığın olasılıklar alanında yolculuk bir seçim alarak başlıyor. Seçimler kumsalında vahşi atlarımız koşturuyor hayatın içinde. Kelimeler de seçimlerim. Bir imge denizinde yelkenli mavinin huzurunu ve çalkantılarını seven. Bir pırıltı olup suyun yüzeyinde dans eden, paylaşılmak isteyen hayatın, içinde süzülen yelkenli bir öyküde yol alıyor. Korkular, kıskançlıklar, heyecanlar, tutkular, ve tanışılacak nice duygular bu yolculuğu zengin kılıyor. Gerçek ellerini saçlarına götürdü ve yalnızlığına döndü geceleri olduğu gibi. Onun anlaşılmazlığı burada gizli. Kalbinde yolculuk burada başlıyor. Sevgi burada tutsak. Daha fazla yazmamalı, bir ağaca dokunmalı günışığıyla, güneşin sıcaklığında. Kırlara uzanmalı, kekik kokularına, gerçeğe.
05/10/2003

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home