İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Cumartesi, Eylül 16, 2006

Güneş Senden Daha Vefakar

Eski notlardan, tarihsiz...


Güneş senden daha vefakar
Arasıra kaybolsa da
Sonsuza dek terk etmiyor sevdiklerini
Açıyor nadir de olsa insanların hayatlarında

Güneşin sıcaklığında
Sende kaybettiklerim var
Belirişinde özlem
O ilk gizemli parıltının hüznü

Güneş odamda farklı açıyor
Senin yokluğunda
Sıcaklığı kadar yakın
Kendisi kadar uzaksın hayatımda

Güneş gibi, gideceğim anı bekliyorum
Ama başka pencerelerde randevumuz
Başka kırlarda, denizlerde
Güneş gibi benimle, senin aksine

Betonerme Bir Yaşamın Sınavı

Anlamak güç, anlatmak daha da. Yağan yağmurda bir umut var ama ben yine miskinlikle başladım güne. Bana faydası olmayan düşüncelerimle müziğe sığındım. Öğlen vakti oldu. Yapılması gerekenler, gelecek ile ilgili kaygılar ve penceremdeki damlacıklar, hepsinin özünde bir arayış var. Bir güvensizlik, bir kaybolmuşluk hissi.
Mavi bir koyda dinlenen tahta bir iskele benim gibi huzursuz değil. O zamana ve beklentilere meydan okuyabiliyor. O tüm basitliğiyle, eskiliğiyle kendini yaşayabiliyor. Yazın güneşi, kışın yağmur tanelerini yaşıyor, koyun mavisini kucaklıyor. Çalışmam gerekli. Betonerme bir yaşamın sınavından geçmem gerek.

23/02/2001


Bugüne Kalan En Eski Yazım

Bugüne kalmış olan yok ettiğimi sandığım, babamın kitaplarım arasında tesadüf eseri yıllar önce bulup sakladığı yazım. Yırtmayacaksın değil mi diye sorup, tembih ettirerek vermişti babam. Annem rahmetli de, babam gibi İngilizce bilmediğinden Random adlı zalim bir kız nedeniyle böyle bir yazı yazdığımı düşünmüşler. Yazıldığı gibi bile okuyamayarak, Random mu ne kim oğlum, sana çok acı çektirmiş galiba, bunca gençliğine rağmen çok karamsar bir yazı, annen okuyunca çok üzüldü demişti. Eski yazılanları yıllar sonra okumak da başka bir yolculuk. Şu anda hayal meyal hatırlıyorum, 1. Yurt odamda, beşinci katta , akşama doğru, odamın önündeki ağaç duvarıma yansırken radyodaki klasik müzik eşliğinde yazmış olduğum ortamı. ODTÜ’de olmanın izleri var. Bunu yıllar sonra daha net görebiliyorum gençliğe karıştırılmış içinde kaybolunmuş isyankarlıkta. Ne pişmanlık, ne de haklılık yada haksızlık o anda bende buluşmuş bir resim. Düşünce albümlerine bakan da bir düşünce aynasında aslında. Zamanın bilançosunda 1994 Ocak ayına 2006 Eylül penceresinden bakmak farklı bir duygu. Bu bugüne varan en eski yazım. Bu yazımla yok ettiğim yazılarım için üzülüyorum. İnsanın gelişme sürecinin arkeleogu olabilmesi güzel bir haz. Zaman içinde insanın beslediği yargıçların da dili değişiyor. Sessizliğin adaletinde kalabilmek demokrasi. Zamana endeksli gömülü öznelliğin sınırlarında, farkındalık içinde yine taşınmış öznel bir duruşla dolaşabilmek bir an avcısının soluk soluğa macreası. Geçmişi takipte kendine bakıyor tarih karıştırıcısı. İçine günün soruları ekleniyor. Kız arkadaşın okuduğunda düşünceleri ne olur diye soruyor hain bir Sansür. Geçmiş yazana bile açık değilken, tüm açıklığıyla(!) zamana taşındığında gelecek nasibini nasıl alır bilinmez.

12/01/1994 Çarşamba
Çarşambayı hala sel almadı, alamadı...


Maviye kara çaldı ressam
Soyundu üzerindeki gerçeklerden
Attı odanın bir köşesine
Çıplak olduğunun bilincinde
Daldı karanlığa, düşüncelerine
Bir takla attı havada
Uzandı yıldızlara
Ve tekrar yükseldi
Güneş boyutun derinliklerinde
Uzaklaşıyordu
Ressam aniden hüzünlendi
Zaman dedi
Akıyor göz kapaklarımın ötesinde
Vücudum boğuluyor odanın dağınıklığında
Üşümeye başladım
Giyinmek de istemiyor canım
Fırçalarımda gerçek mavi kayboldu
Karanlığımı dinliyorum
Aydınlığı özlüyorum
Cennetin kapıları kapandı
Çalıyor delilik çanları
Geçmişin tatlı sesi
Geleceğin uzaktan yaklaşan çıldırtan tonları
Doktor ölmek istemiyorum
Senin o kanlı ellerinde
Odamı toplarım
Cızırtıları susturun lütfen
Boya tükendi
Gerçekler, hayallerimi bulamıyorum
Kim dağıttı bu odayı
Ölmek istemiyorum
Doktor, ben deli değilim
Beynim, müzik aaaahhhhhhhhh...
Tutunmak için bir dal
Zaman nehrinde sular ne kadar da hırçın
Ağaçlar da yardım etmiyor
İmdat seslerinin arasında
Bir imdat sesi daha
Götürüyorlar hayat mahkemesine
Sular zamanı siliyorlar
Sorularıma soğuk yüzlerle
Duruşmanı zorlaştırma diyorlar
Direnmeliyim
Ben deli değilim
Ölürken bile gülebilmeliyim
Ama kahkaha atamam ki ben
Kahkaha yalnızca bir terim
Verdikleri sözlükte
Yetti be
Cennetin kapıları kapalı
Biliyorum mavi tükendi
Karalarımı kediler süründü
Dolanıyorlar ortalıkta
Zaman merdivenlerinin altında
Şeytan da aramaz oldu
Kasap Random nerede
Zamanın etleri mi tükendi
Bedenime musallat oldun
Kıyma gençliğime
Biraz daha mavi ver
Bunaldım, biri pencereyi aralasın
Gökyüzü karanlık
Yarın bugünün neresinde
Dün kaybedildi mi
Bir ses
Kasap Random günaydın dedi
Saatli bombayı yerleştirdi içime
Tik tak sesleriyle yaşlanıyoruz
Tanrının gaz odaları
Yaşlı, genç, çoluk çocuk dolu
Gestapo hazretleri
Hz. SS her kimse
Koparmaya mı geldin bilinci
Yamamak için başka acılara
Yamalı donunda korku
İşlenmiş giysilerine
Nereye gitsen seninle
Biri geldi
Sakladım yazdıklarımı görmesin diye
Niye
Bilseydim çıplak gezerdim
Seninle gelmezdim ölüme
Ne kadar yazacağım, yazacaksın
Bilmiyorum, bilmiyorum
Kasap Random’la randevum var
Kim ayarladıysa
Ölmek bile bir yükümlülük

Çarşamba, Eylül 13, 2006

Kelime Çöplüğüm

Sözcüklerimde ne buluyorsunuz? İçimden geçenlere katılımınızda neler hissediyorsunuz? Neden yazıyorum diye kendime hep soruyorum. Çoğu kez yazdıklarımı yırtıp atmak geliyor içimden. Üyesi olduğum Hümanist Düşünce Derneği başkanımız Sadun Hoca düzenlenmiş olan yemekli bir gecede paylaşmış olduğum Ne Kadar Da Güzelsin başlıklı denememle ilgili olarak çok karamsar yorumunda bulunmuştu. Ben de bazen yazdıklarımı ve çizdiklerimi faydasız buluyorum. Nereye varacağını bilmeden yola çıkar gibi yazıyor, çiziyorum. Üretici değil de toplayıcı gibi hissediyorum çoğu kez. Topladıklarımı ruhumdan ve gözlerimden geçirip aktarıyorum kelimelere. Bu eşzamanlılıkta düşünüp, tasarlamaya vakit kalmıyor. Kendi hayat birikimimle birleşen bir yansımada ne ulaşıyorsa o ifadem. Sanki kendi hayatımı yaşayışım gibi, kaptırmışım gidiyorum benimle buluşana. Hayatın bana varması yeterli diye düşünüyorum, ben varamasam da beklentilere. Başarılı mıyım kavramını da çok sorguladığım oluyor. İpe sapa gelmez şeyler mi kelimelerimin birbirleri ile bir araya gelmesi bilemiyorum. Babam üniversite yıllarımda yazdığım, yok ettiğimi düşündüğüm bir yazıyı kitap arasında bulup da sakladıktan, bana aradan iki sene geçip de gösterdikten sonra ben nereden çıktı diye şaşırınca benden yazdıklarımı atmamamı rica etmişti. Sonra derlemeye başladım içimdekileri. Zaman içinde nasıl olsa hepimiz kayboluyoruz. Zaman içinde yazılarımda ne bulabilir ki okuyanlar diye sorduğumda bir ceavbım yok. Bir cevabın peşinde olmadım ki hiç yazarken. Hayatın içine doğdum tıpkı yazılarım gibi. Beliriverende yine de sınırları var kelimelerin. Gökyüzündeki bulutlara bakıp da hayal eder gibi. Herkes kendince bir resim görüyor içe yağacak gibi gelip geçişlerinde. Her horoz kendi kelime çöplüğünde mi öter? Aslında bir kenarda saklıyordum sözlerimi, ta ki değerli dostum Fulya bunları paylaş diye beni yüreklendirene kadar. İnternet ortamı güvensiz, yazıların çalınabilir diyenler de oldu. Bir iddiam olmadığından zaten kaybedilmiş yazılarımı internette kaybetmekten hiç korkmadım. Belki de kendi adımla sahiplenmemeliydim bana takılan hayatı. Benden filtre olanda adsız bir kavuşma olsaydı cümleler. İnternet de sürprizler dünyası. Benim de bir sürprizim olsun blog sitemde. Tavan arasındaki kelimelerde belki bir çocuk sevinciyle kendince bir anlam keşfeder bazıları. İki aynada yansırcasına kelimeler zamanda derinleşiyorlar. Kültür gözlerin resmi kovalaması. Tat yaşamın içinde olduğumuz sürece gözlerimizde. Vardığımızda çok geç olacak ama yolculuğumuzdan pişman olmayacağız. Biri der derlenir derlemeler. Aslında yazılanlar birer deneme de değil, hayat derlemeleri.

13/09/2006

Varlıklı Bir Adamın Ölüm Sessizliği

Tüm sesleri gömmüşler ölümüne.
Vazgeçilmezliğine uzandığında.
Zaten hiç dinlemezmiş.
Ardındaki suskunluk onu unutmuş.
Adını kaybetmişler zaman içinde.
Varlığını yokluğuna karıştırmışlar.


13/09/2006

Tanıdık Simalar


Sabah kahvaltı yapmadan çıkan insanlardan mısınız? Kendinize acımadığınız belli. Umarım bir aileniz yoktur. Onlara karşı da ihmalkarsınızdır. Bir gerekçeniz olduğundan da şüphem yok. Bir simitle geçiştirilen sabahlarınızda bir bardak çay aceleciliği mutlaka vardır. Mesai sizi öğlen ekmek arası köfte elinizde yakalar eminim. Akşam oluverir birden siz günü bilgisayarınızda kaybetmişken. Gecenizi de televizyona kaptırırsınız. Bir bakmışsınız ayağınızda terliğiniz varmışsınız mekik dokuyarak ördüğünüz abur cubur hayatın sonuna. Hiç bir akşam da kendinize gelmek gelmedi mi içnizden, hayat sizi geçerken? Çoğumuz denizi göremeyen martılar gibiyiz. Kravatını gevşetse çığlığımız, bir ses olup varacak uzaklara, dingin sahil kasabasına.

13/09/2006


Sen Geçince

Sen geçince,
Bak kimler durdu.
Yaşanmıyor, savrulunuyordu.
Deniz uzağımsa,
Gecem sağımsa,
Yalnızlık da solum.
Karşıma sen çıkmıyorsan,
Aşkımı yorar artık yolum.
Sen geçince,
Deniz uzağımsa,
Al yarını da lazımsa.

12/09/2006

Neden Susmuyorsun Gönül

İçimde ne varsa senden kalan,
Baharımda kuş sesiyle dolan,
Sensiz şarkılara sığmaz.
Seninle buram buram kokanı,
Her duygulu, neşe dolu anı,
Tüm çiçeklerim almaz.

Neden kalmadın bu akşam?
Sensiz yine kurulu sofram.
Düşünceler bugün de beni salmaz.
Hiç mi şu kapım çalmaz.
Neden susmuyorsun gönül?
Her söylediğin mi yalan?
İçimde ne varsa senden kalan,
Duygularımı ettin talan.
Benim mi bu gözler uzaklara dalan,
Benim mi bu sitem dolu sözler?
Neden susmuyorsun gönül?
Dilim sensiz uslanmaz.

13/09/2006

Neden Diye Sorma

Neden diye sorma
Sensizliğime bu akşam
Hiç kafanı yorma
Benim bu güzel yaşam
Sakın üzerinde durma
Benimleyim bu akşam
La la la la la la
Keyifliyim çok hala
Neden diye sorma
Sen kafanı yorma
Sensizliğime bu akşam
Ararım belki seni
Canımın istmesine beş kala
Merak etme beni
Benimleyim bu akşam


13/09/2006

Ekmek Arası Gelecek


Yasemin kokularında otuz üç yaşındaydı. Denizde olmak, güneşi hissetmek güzeldi. Günbatımından suya akseden, hayatı sevdiren tonlarda Yunan adasına varırken kıpır kıpırdı. Suya dalıp çıktıkça bir serinlik çıkarma oyunu hiç bitmesin istiyordu insan. Akşam olup da, güneş veda edince gecenin serinliğinde anlar gitme kal diyordu. Özlemek için durmamalı mıydı? Sorumluluk sahibi insanların şehre dönme zamanıydı. Bu bir kendini kandırma sorumluluğu mu? Hayatın dışında mıyız yoksa içinde mi? Bir ekmek arası gelecek için feda ediyoruz yaşam alanlarımızı. Hayat gibi değerini bilmiyoruz içine doğduğumuz kıymetin.

13/09/2006

Dekoratif Yalnızlık


Hiç rengarenk yalnızlık olur mu? Sizinki dekoratif değil mi yoksa? Döşeyen kızda iş yok öyleyse. Hal böyleyse, hikaye başlasın.

Kapıyı bir kız çalsın. Adını okuyucu beğensin. Ben göğüslerine karışmam. İsterseniz iri olsun. Her söyleneni de yazmam. Yalnız şöyle köşede dursun. Her zamanki gibi biraz da efendi olsun.

Korkularımızı nereye yerleştirelim? Hayallerine deniz koyalım mı zavallının? Kıza söyleyelim öyle fazla yüz vermesin içeri girince. Anlamadım, dekolte mi olsun kıyafeti? Hadi sizi kırmayalım, bir de topuklu ayakkabı giydirelim yırtmaçlı kırmızı elbisesiyle. Ama çok acımasızsınız doğrusu.

Tamam, tamam saçları siyah olsun. Dalgalansın sırtına doğru. Her savruluşunda köşede unuttuğumuz yalnızın içine otursun. Kalbi yürürken heyecanla adımlarını saysın.

Yalnızı dekore etmeye gerek yok sanırım. Onun sadece düşünceleri olsun. Gerisini o içinde boyar.


13/09/2006

Gülbatımım


Keşfin sıcaklığındaki heyecanla dolu yaşam. Güzel bir kadını keşfeder gibi bakmak etrafa, deniz martılardan dinlerken İzmir’i; dalgaları kışkırtan ışıkla ulaşmak demirli gemilere; dinlenmek göz iskelesinde coşkuyla; çay bardaklarını gıdıklayan günbatımıyla gülmek doyasıya; insanların sesine, yüreğine, bakışlarına karışmak Kordon’da; ayak seslerince gelip geçenleri bırakmamak; vapura doldurup boşaltmak çocuk gibi zamanın oyuncaklarını; zamanın olduğunca yaşlanmak ve bir çiçek gibi geleceğe ıslanmak hayat. Solmuyor, batıyor gül göğse kızıllığınca. Gülbatımım bir katlanma değil. Hoş bir sevda.

13/09/2006

Neden Yalnızlığımdan Daha Acımasızsın?


Bende kalmak istemiyor musun, ışığı yaktığında gözlerime konuk olmak? Yastığımla başbaşalığımdan kalkıp gittiğinde, bana güzel bir anı bırakmak istemiyor musun? Bakışlarında bana yer yok mu? Neden yalnızlığımdan daha acımasızsın? Neden sen de herkes gibi mantıklısın?

12/09/2006

Tekrarlardan Seçmeler


Yalnızlığın detaylarındaki bir kızdan dinlemek ister miydiniz neden anlaşılamadığını? Bir kalemle kağıdın buluşmasına gelseydi duygular, neyi anlatırlardı biz erkeklere? Elimizden tutan olur muydu, korkularımız bizden yürekli iken? Dudakların ıslaklığınca özetlenebilir miydi utangaçlık? Sessizlik yerini alır mıydı gecede? Bakışlara çekilir miydi yıldızlar? Yalnızlık arşivleri incelenseydi, insanın gecelerinden hangi kalıntılar çıkardı? Hikaye arkeologları hayatı kazdıklarında hangi acı ve sevinçleri günışığıyla buluştururlardı? Psikodehliz araştırmacılarının giremediği içerlemelerde yatan gizi uyandırmak mümkün olur muydu? Yalan gibi kıvrılanda, sözlerin bulamadığını gözler ifade eder miydi? Bir kızın gözlerinden dinlemek ister miydiniz yalnızlığını? Kızlarını unutmuş bir ulus. Kendini kaybetmiş erkekler. Tekrarlardan seçmeler.

12/09/2006

Kalem Kedisinin Kelimeleri


Harflerle oynadım yine. Çağırdım onları kelimelerime. Yalnız bir kedinin kaleminden çözülür cümleler. Yumak yumak hayat açılırken, dolananla uğraşır oyuncunun mirası. Kalem kedisinin sokakları düşlerdir. Gece kutularını alt üst eder, bulur muyum diye serenadı

12/09/2006

Kader Oyunu


Kafeye girdiğinde adı yoktu. Bakışlarına oturdu insanların. Bir fincan çay söyledi akşamına. Gözlerinde konukları olanlara, başını kaldırıp baktı. Eli iki şekerin kaderi olmuştu. Ben kimin eline düştüm diye düşündü. Gece eriyordu. Yaz olmak istemediği kadar sıcaktı. Etrafta ten yangını vardı. Bir hikayenin başlangıcı olabilirdi duygular. Ortamda elini sallasan kahraman vardı. Eli kimin kaderi olmalıydı. Kendini yazamayan bir adamın kaleminde kim davetliydi. Çayın yudum yudum sızışında, boğazında düğümlenen kelimelerden bir yaşam derliyordu. Eli varmadı, Kader Oyunu’nu yazmaya.

12/09/2006

İçimden

Günbatımı için iki bilet aldım.
Seni İzmir Metrosu’yla alırım yalnızlığından.

...

Sıradanlığın farklı dilini öğrenmek gerek.
Kurslar başlıyor seni özleyerek.


12/09/2006

Denizle Gelen Yalnızlığın Sahilinde


Kelimelere kurban edilmiş anlardaki tanrıçalarla zenginleştirilmiş, mitolojiyle yoğrulmuş Anadolu’nun sesi olmuş bir yürek Ege’nin esintisi. Denizle gelen yalnızlığın sahilinde buluşanların türküsünde saz, kelimeleri kavuşturan güzel kızların dilinde naz, içe sığmayan bir anlaşılmaz. Haydi diyor içime kalem, haydi yaz. Gözlerimi kapadığımda ruhuma dolmakta tarifi zor bir haz. Bir kadeh içinde günbatımı kızıllığı dans eden, çok az. Bende kal güzel İzmir’im , bende kal biraz. İnan seni öylesine özledim bu yaz.

12/09/2006

Bırak Biraz Dağınık Kalsın

Derli toplu hikayeler.
Bırak biraz dağınık kalsın.
Bir gün yazarsın nasıl olsa.
Bırak aşk çeşmesinde kalpler sulansın.
Kelimeleri kaldırma cümlelere.
Söz seni arasın gönlünde.
Sen zaten hep yalnızlığındasın.
Arayan bulur seni sevişmelerinde.

12/09/2006

Aynıya Baktığında Ne Görüyorsun?

Aynı çatlıyor. Başı ağrıyan yumurtadan bir algı doğuyor. Gözünü açtığı gerçekten toplamaya başlıyor toplayabildiklerini. Zihni yola düşüyor. Yollar sarıverirken içini, bir hazine peşinde harita çiziyor, kendine sakladıklarını bulsun diye maceraperestler. Aynı içinde bir telaş. Tekrar bandında yeni bir gün üretiliyor. İşçiler aynı metroda, aynı mutfaktalar. Güneş sıyrılmaya çalışıyor kaçamadığı günlerden. Gece geri çağırıyor. Aynı lamba, aynı terane. Yine de doyum olmuyor yaşam işçiliğine. Aynı denizden ayışığını çıkartmak güzel. Yok olanda gerçek ardımız. Dönüş yok dönüşümlerden. Günışığı gözlerine düştüğünde, seni çıkarttım düşlerimden. Hayal meyal hatırladım, aynı değildi sanki. Bir koşuşturma içinde kaybetmemeye çabaladım. Aynı olmamalıydı. Gözlerinin içine bakmalı insanların. Işık vardır içine hapsoldukları karanlıklarında. Yol sıcak. Kaldırımlar yetişmeye çalışıyorlar Stadyum Durağı’na. Kimsenin aldırmadığı ağaçlar, ilgisizlik bekçileri gibi yolu bekliyorlar. Aynı umursamaz, kurulu insanlar. Çimler her zamanki gibi kendi dünyasındalar. Gelip geçenler başka bir alemdeler. Var kalma uğraşında trafik yoğun. Kırmızı yanıyor, düşünceler duruyor. Bir kalabalık düşünce atlıyor caddeye. Karşı taraf aynı, yine bekliyor sadakatle kendine yığılanı. Günden toplananlar, akıyorlar akşama. Beş dakika kalmış trenin gelmesine. Yaşam izdihamında gibi insanlar. Yüzlerinde mutsuzluk. Aynı bezmişlik. Aynı çaresizlik. Aynı umutsuzluk. Milletvekillerimiz de aynı, çözümsüzlük alışkanlığımız da. Aynı milletin vekilleri. Şehir bağrına taş basmış. Rüzgar yolunu bulamıyor. Martı gibi şarkı söylerken körfez, İzmir bir pencere kadar. Ben de aynı kaleme zorla yazdırıyorum palavralarımı.
Kimin kime faydası var ki. Seçeneklerin tükendiğinde teslim oluyorsun sunulana. Sen de aynısın. Sesin mesafede sessizleşir. Kaybolmak için yol bulunur. Varmak artık hayal. Yolculuk ile açılanda her manzara bir zenginlik. Gönül seyreylerken zamanı, anlar tıkırında. Kapı kapı dolaşsan hikaye bitmez. Bir metro dolusu boşalır otobüse, taksiye. Arşivlenen hayatların çocukları da kaldırılacaklar tarihe. Bilgi cehenneminde algı günahkarları hayatı işleyecekler. Kalıba dökülmüş raylarda gelecek haklılar. Denize açılacaklar çığlık tayfaları. Gemi, çalkantılarında bir liman bulsa da duramayacak yerinde. Yine arayacak, güneşi kaybetmiş ufkun karanlığında başlayan sonsuzluğu. Sonsuz bölünmüş iken sabahlara, aynı kahvaltıda farklı bir gülümseme. İçi masa başına oturmuş bir adamın kağıda tutunma çabaları. Bir boşluğa sıkıştırılmış duygular. Siyah bir pantalon, kısa kollu, ince beyaz çizgili mavi bir gömlek , bir ten kendi zaman diliminde olgunlaşan ayrışmakta bilinçlenen aşılanda. Çizginin çevrelediği uzaklarda tepeler Karşıyaka’ya kıvrılıyorlar. Binaların arasında kendine yer bulmuş mavide dinlendiriyorum sınırlarımı. Kalmak istemiyorum aslında. İçinde olduğum oyunun diyaloglarından yorgun, hala açmakta olduğum kapının bana ayrılmış odalarına çıkan boşlukça karşılanmasında artık niye diye bile sorgulamıyorum. Artık adımlarımda aralıyorum nesnel okyanusu. Bir boğulmama mücadelesinde çalkantılı resimler dalgalara vuruyorlar. Sakin bir denizin hazzına yaslanmış anılardan çıkan kızın omuzlarında toparlanır karmaşa. İnsan içine değin karşılamadır. İçinden öte bir düşüş alır onu, dışında bekleyenden. İçinden derin bir yalnızlıkla tutar gözlerin çekişini. Ağırlaşır boşluğu. Bir kendinden geçiş manzarası, bir iç seyahat, bir sen bana dememiş miydin hayat gülümsemesi, bir kafe yalnızlığı serüveni eklenir günbatımına sığmayan açıklığa. Kordon dolanır sahilde. Herkesin anlatacağı çok şey vardır. Dertlidir, sevinçlidir. Kıskançtır, kaprislidir. Bir dinleyeni olanlar acımasızdır. Martı uzaklaşır çay bardağı sakinlerinden. Kaşık seslerini bırakır gider, kendine düşmüş insanlardan öteye. Bir vapurun sessizliğince varmak Karşıyaka’ya daha eğlencelidir.
Yaşadığımıza tanıklık eden ayak seslerimizle döndüğümüz her köşede kendi bilinmeyeniyle meşgul yüzlerde denkleme katılıyoruz. Yeterince karmaşık değilmişçesine algımız, gel diyoruz akışkanlığa. Sokak lambaları, park etmiş arabaları sarmış insanlar üşüşüyorlar yaya geçitlerine. Bir sır diğerini geçmeye çalışırken yıl 2006. Bir duruş kopuyor gökten inmişçesine şehri sarınan yerden. Tüm şehir boşalmakta olan küvet misali gözlerime akıyor sanki. Bir harala gürele vakum. Ardı görülmeyen algı tıkıştırmaları. Para etmez düşünceler. Cüzdanını kimlik olarak taşıyan insanların adları gibi tüketilmez adı unutulmuşlarınki. Unutulmakla barışık insanların yalnızlığı kendilerini adı olmayanlar sokağında bulmaları. Başkaları olmasaydı, bir tenden gömlekti üzerindekiler. Ne zaman ki utangaçlığı giydirdiler, adını koydular yalnızlığın. Biz, biz olalı tükendik. Bize verdik benliğimizi. Hepimiz biz. Aynı biz. Aynı metro. Aynı açılan kapıdan boşalan yığınlar. Beni alıp sürükleyen bizde kaybolmuşlar. Haberlerde şehit düşmüş bizler. Korku, endişe, aşk bencileyin. Bize kalan bizden esirgenen. Beni ruhumda yakalayan bir şehirde, bizim olan ne varsa senin olsun. Ben sende gördüm yalnızlığımı. Sende anlaşılırım. Senden gelir aynı olsa da gerçekliğim. Aynı değildir aslında. Sen olmasaydın ben ne yapardım. Kime anlatırdım dilimden düşürmediğimi. Sen olmasaydın suskunluk hasatında ne biçerdim. Sen olmasaydın bende kalamazdım. Sen-siz oyuncularıyla buluşacağız. Biz sen-siz. Siz ben-siz. Ben-siz dünya. Kelimelerin arasındaki labirentte yolunu arayan cümlelerde ne anlamı var dönemeçlerin. Her çaba bir duruş. Köşe başında sanki varılmak istenen. Yılgınlığa yer yok. Yol saçılıyor önünde. Çalıverdiğin bir kapı bilmecesini soruyor hayat. Işıklarını yakmış bir pencere cambazı. Sadece perdesini kapatmamış gizem. Bizden korkmuşuz. Parsellenmiş biz alanlarında adresimiz belli. Adımız aşikar. Sığınacak delik arayan bir ruh kaçıvermiş köşesine. Kaldırımlarını izleyenler varmışlar yarınlarına. Hepsinin Oscar’lık olmasa da hikayeleri varmış. Nobel ödülü almasa da, kent sakinleri aynı masalı dinlemişler her gece. Şehrin içinde cinayet, şiddet, şevkat, masumiyet, kan, aşk varmış. Yan yana gelmeyecek gibi bulmuşlar zıtlar birbirlerini. Karısını döven adam herkes gibi oturmuş, oğluna masal okuyanın yanına. Metro aynı. Gece sevişmesinden arta kalanları gözlerine saklamışın yanında yolculuk eden yalnız uyanmış da aynı. Sessizliğe bürünmüş sayfalarca insanın romanı gelip geçerken günleri, sırra bilet almış kentliler de aynı. Şehvet aynı, ayıp aynı. Dilimlenmiş domatesin üzerine serpilmiş tuzun lezzetinden çıkıp kravatını takmış adam senaryoları da aynı. Farklı istasyonlarda inip binen, yaz sıcağının taciz ettiği çıplak omuzlu bayanları bekleyen erkekler de aynı. Bir sarılışın öteye varan bakışlarında başlayan uzakta buluşan yüzler farklı. Canım ben geldim. Sende doğruluyorum yaşadığımı. Sen adını yanına almadın mı?
Uğultusunca hızlı kaçıyor arabalar, farklı yerlere. Penceremle dokunuyorum Bayraklı’dan denize giren İzmir’e. Adliye binalarından kaçırıyorum gözlerimi. Saat ikiye geliyor. Bir işhanında yalnızlığıma not düşüyorum duygularımı. Ofisteki yeşil halı, duvarın sarısında bekliyor kelimelerimi. Akşam olunca çıkacağım cümlelerimden. Karışacağım beni bekleyen sokağa. Duvarları var özgürlük kabinlerinin. Kilitli dolapları var üzerlerinden hikayelerini çıkartanların. Hoş geldiniz diye başlıyor gönüllü tutsaklık. Hoş geldiniz zaman dehlizine. İliklemiş olduğu heyecanları gömleğinin yakasından sıyrılan bir gülümsemenin sıcaklığınca hijyen ofis. Binler bizler. Binler göz kapaklarının ardı. Çoraplarını ayağına geçirmiş adamın kulağını ısırdığı kız masalının yaşanmadığı verimliler dünyası. Çiftçi, kurumsal şirket müdürü ışıkları kapadıklarında buluşuyorlar saklı bahçede. Dünya, ofis sakinleri karanlığa çekiliyorlar. Kartviziti olan sevişenlerin hikayesini merak ediyorsanız, sorun size çiftçi anlatsın. Kordon’da garson çılgınlığa bir bardak çay getirdiğinde, kimbilir kral çıplak diyor. Yaşam ölümü aşıyor. Biz her zamanki gibi hikayelerimize çekiliyoruz. Sevişmiş kıza bir çay diyor. Bu dünya gerçek değil sanki. Nerdeee...Kız hala çayını bekliyor. Garson başka bir alemde. Garson aynı değil. Kafe aynı. Kırkından sonra yazanı teneşir paklar. Aynıya baktığında ne görüyorsun? Aynı, aynı güzel aynı söyle bana var mı senden farklısı? Nefesin tekrarında bir soluklan. Çek hayatın bir an içine doluşunu.


12/09/2006