İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Pazar, Mayıs 25, 2008

Gördüklerimiz ve Göremediklerimizle

Kanepeye uzanmış, gözlerim kapalı düşünüyordum. Dün gece üşütmüş olmalıydım ki karnımda bir rahatsızlık hissediyordum. Caddeden gelip geçmekte olan arabaların sesinin farkındaydım. Mutfağın açık penceresinden içeri esen rüzgar, perdenin uçmasına sebep oluyor olmalıydı. Duyduklarımız bizi yanıltabilir miydi? Gördüklerimiz ve göremediklerimizle sahnenin parçalanmışlığındaydık. Asansörün çıkışını duydum, duruşunu ve kapısının açılışını. Fulya gelmiş olabilir diye içimden geçirmiştim ki yanılmış olduğumu anlamak için ihtiyacım olan zaman da geçivermişti. Gelen karşı komşuydu, ya da bir ziyaretçisi. Dün liseden arkadaşlarımdan birinin evinde toplanmıştık. Serkan ve Aylin sofrayı donatmışlardı. Birlikte mezun olduğumuz yılın ertesi Datça’daydık. Fotoğraflara bakınca geçivermiş anların içindeki adam bendim. Ne kadar değişmiş olduğumu gören otuz dört yaşındaki halim o dönemde annemin sağ olduğunu bana hatırlattı. Sofranın küçük yüzleri büyürken yok olanın var olandan farkı içimde benimleydi. Yanlış gerçeklikler sunan imgelemelerin servis edilişinde yaşlanıyorduk. Başkaları olduğu sürece gerçeğe katkımız yanıltıcıydı. Gerçeğin bölünmüş olduğu her kayıp kareden izlenimler vardı. Yaşamak sezgisi artık yaşadığı geçmişten de unutulanda kopmuştu. İzlemekte olduğumuz bir filmin kalabalık akışına karışmış bir sessizlik gibiydik hepimiz. Kendimi yorgun ve halsiz hissedişim çok sıcaktı. Isındığımı hissederken gözlerimi kapayışım beni uyku haline bırakacak mıydı? Asansör kapısı açılıp kapanıyordu, kuş seslerini duyuyordum. Denizin penceremden göründüğünü biliyordum. Televizyon kapalıydı ama ekran odanın boşluğunu gizemli de olsa eksik bir şekilde yansıtıyordu. Karnıma dokundum. Yaşadığım ana sığınmıştım. Oda, eşyalar, bekleyiş ve duvarlar zihnimde yer ediyordu. Zihnimde yer etmiş geçmişten kaybolan ne varsa fotoğraflara ipuçları bırakmıştı. Zaman geçince bildiğine de tanıklık edemiyordun. Kendin olduğun gerçeği bir şeyleri doğrulasa da emin olamazdın. Olanı olmayandan ayıran sen misin? Fulya’nın bugünkü hikayesine nasıl ulaştığını bilmiyorsun. Şehrin bir köşesine bırakıldı, sen evinde sırtüstü tavanla baş başa iken. Akşam babamlara gideceğim. Yemek için söz verdim. Tahmin edebileceğin üzere ölüme bakış açısından an pay ediliyor. Gözlerim ve içim zaman.

Pazartesi, Mayıs 19, 2008

Bakışlarda Buluşmalar

Bakışmalar bazen tek başınıza birlikteymişsiniz hissi verir ya. Bazen sessizlik içinde süzülen söylenmeyenin yarattığı bir heyecanın paylaşıldığı duygusu vardır. Yanlış olduğunu bilmek de durduramaz bazen insanı. Yanlış olduğunu bilmek suskunluğunu ele geçirdiğinde daha da sokulmak isteğinde ürkek bir kaşif olur bedenin. Boşluğun keşfinde yakınlaşmaların uzaklaşmalarla oynadığı oyun tehlikeli ve gizemli sarar aklından geçenleri. Yalnız kalmanın merkezinde dönen duvarlarla mesafeli yaşarsın dayanılması güç, baştan çıkarıcı bir tutkunun esaretini. Üzerinden sıyrılıveren bir giysi gibi sen de bırakılmak istersin ana. Ayna iki kişinin çıplaklığını yakaldığında, dokunmak geçivermesini istemediğin zamanı yavaşlattığında, kendini hazır hissettiğinde gözlerini kapayışına yaklaşan, seni arzuladığını bildiğin bir kadının parmaklarının vücudunda gezinmesi nefes alışlarını hızlandırdığında iki kişinin olarak kalacak bir anımsamadır kaçılıvermiş bir yaşam kuytusu. Sarmaş dolaş olan bir karmaşanın çözülmezliğinde sadece akıl karışmaz. Güvenmese utanır, güvenmese adımlarından çekinirdi. Sımsıkı sarıldığı yalnızlığın dudaklarında hafiflediğini hissedebilirdi zihni. Şehrin sokaklarının aktığı bir noktada buluşmuş olmak sadece iki kişinin paylaştıklarına özel bir hikaye bırakır. Hiçbir söz söylemeyen gözlerimden duydun belki de kalbinin adresini.

Pazar, Mayıs 18, 2008

Ardından

Seni yarattım. Bir düş gibi göründün. Seni kovaladım. Sokaklarımı izledim. Bedenim aynaya yansıdığında yüzüm karşımdaydı. Benim dedim. Tuvale giren resim gibi sessiz yakalandım kendime. Duşa giren çıplak bir kadın gibi başkaydı an. Konuşmadım, dokundum. Elimi uzatışım bir sanatçının kalıntılarını arıyordu. Her kadın geçmişe bırakılıyordu. Gelecek yeniden uyanırken her şeyin olup bitmişliğinden kurtulmuştum yine. Seni yarattım. Seni senden ayırdım. Kendimden de ayrı düşüyordum. Gizemi cehenneme dönüştüren cenneti vadedenler değil miydi? Pencereleri, kapıları, içinden geçtiğim koridorları, ağaç altlarındaki mekan oyunlarını, sahilden ayrılan vapurları ve güzel kadınların bekleyişlerini yarattım. Yalnızlıkla aram daha iyiydi. Başımı kaldırışım, gülümseyişim, kaybolduğumu fark edişimde suskun kalışım bana yaşama sevinci veriyordu. Kalmak için durmamıştım. Kalabalığın arasına karışmıştım. Akan zamana eşlik ediyordum. Bir kadın yarattım. Seni adına davet ediyordum. Sürekli sahne değiştiren gözlerim, oyunun dekoruyla baş başalığında, detayların da hazır bulunduğu kendini tam yerine koyuşunda içeri girenlerle yer değiştirdiğinin farkındaydı. Seni başkası gibi hissettirene borçlusun kendini. Seni ayrı düşüren bir sanat kalkıp uzaklaşmak. Yaklaşana teslim oldukça geride kalışından kopuyorsun. Dönüşümün kaderiymişsin gibi mi hissettin? Günbatımlarından birinde daha camlar akşamın renklerine boyandı. Bir kadın yarattın. Yine yalnızlığının hakkını verdin.

Sadece Gözlerini Kapa

Evinden çıkıp da bakkala girişinde kısa bir zaman geçirmişti. Her küçücük ayrıntı kendisine aitti. Her küçük ve değerli anın geçişi kadar yalnızdı. Dışarısının günlük güneşlik olduğunu biliyordu da eve kapanmıştı. Sırtüstü uzanışında eylemsizliğin korkaklık olduğunu düşündü. Kendi halinde oluşunun detaylarında bir hikaye sayfasının kalıntılarına dönüşecekti. Kalan hem eksikti hem de fazla. En uzun birlikteliği kendisiyle olsa da, kendinden de eksikti başkalarıyla paylaştıklarında. Birbirine karışanda artan bir yalnızlık vardı insanı birey yapan. Yaşadığı anlarla ördüğü kozası uçuş düşlerinin güncesiydi. Gerçeğin bir ömür gibi kısa oluşundan miras alınmıştı geleceğini sanmak ve geldiğini yaşamak. İçi onu sevdiğini söylediğinde gözlerini kapayışında denizi ihmal etmeyen bir imge vardı. Yalnızlığının elinden tutanın bakışlarında susmanın güzelliği kumsal. İnsanı affeden bir doğa, muhteşem bir büyü günü akşamın tonlarıyla besleyen. Öyle içtenki dışı.

Cumartesi, Mayıs 17, 2008

Savrulanın çarpacağı bir yıldız yok.
Geceye kanmak için hazırdın.
Baş başalığın sessiz.
Hiç bırakmadı yalnızlığını sensiz.
Gözlerini kaparsan görür gibi olursun.
Gözlerini kaparsan beni bulursun.

Yürüyen adamlar gördüğüm bir sokak, yürüyen kadınları yalnız bırakmayan bir düşünce, kuş bakışı bir gizem parçalandıkça dağılıverişinde aralanan, bir ağaç altı izlediği yalnızlıklarla ışık ağı ören, sonzuzluk hissi içinde bir anın ölümsüzlüğünü gören, anımsamalarına minnettar bir sessizlikle birikende gece ve her şey sere serpe.

Benim Armağanım Olur Musun?

Endişeleri bereketli bir adamın içki sofrasında olsaydın neler duyardın suskunluğundan? Sana sır verir miydi yüreği? Rüzgarın servis yaptığı masalarda sırlanan her hikaye bil ki aldırıyor bu gelip geçiveren ömrün şarkılarının güzelliğine. Hiçbirimizin acelesi yok sona. Gelip geçiveren vapurlar gibi salınıyoruz bu mehtaplı akşamda. Durup dinlenivereceğim bir andasın ya, sığındım kokuna. Saklandım beni kabul edip etmeyeceğinden emin olmadığım olması gerekli olan adına. Yazılarım hep bir düş hediye ettiğim kadına.

Kader bir ihtimaldir insana kavuşan. Seçim karşılaşmadır. Gelecek geçmişin mirasıdır. Akıl sancısıyla kıvranan yüreğine sığınır. Aşk kaderine terk edilmek. Ayrılık yolcularına su veren bir ırmak sevgili. Nerden biliyorsun kim daha deli?

(Dün yatmadan önce)

Sen De...

Bana yalnızlığının hatırlattığı bir kadından bahset. Beraber gözlerimizi kapayalım. Beraber savaşalım özgürlüğümüzle. Beraber teslim olalım kelimelere. Sen duyduğuna mahkum ol. Sen de kandır kendini suskunluğunla. Sen de aldan düşlerine. Haklı çıkmak en büyük kayıptır. Sen de bölüştür şehirleri yolculuklara. Yanılmak en büyük kazançtır. Korkularına davetli bir adam cesurdur. Hep galip çıkmıştır kararsızlıklardan. Ay ışığını sana armağan etsem kabul eder miydin? Sen de saklan göğsüme. Sen de kal gözyaşlarında. Sen de gelip geçicisin bu sıradanlıkta. Sen de dalgaların sahile vuruşundaki ıssızlığın parçasısın. Çıplak ayakların serin. Omzun özlem dolu. Alnında bir öpücük mü aradın? Yalnızlık mı buldun bakışlarında? Gece mi savurdun yıldızlarına? Sadece rüzgar mı sokuldu sırrına? Seni çekiştiren bir karmaşada gözlerine güven. Sen de yaslan ardına. Sen de geride kalacaksın. Sen de bu şehrin içinde kaybolan bir anı kargaşasısın. Giysilerin senden kurtulduğunda sen de bir elin sıcaklığını arayacaksın sırtında. Gece dipsiz. Gece perişan. Gece içten. Ne yalnızlıklar döndü bu kalpten. Sorma neden. Sorma cevaplayamam. Sorulardan kaçan bir cevabı yalnızlığımda yakalayamam.

Kader Sarhoşu

Cumartesi günüm Kafe Biyer’de üç votka portakallı bir ortamda geçiverdi. Alkolün yavaş yavaş kanıma karışması hoşuma gitmişti. Oyunun oyuncularına muhtaç olduğunu hissettim. Özgür müydüm? Bulunmak istediğim gerçeği ile çatışmıyordum ama yine de etrafıma bakışımda masalara parçalanmış karelerde gördüğüm, aynalarımla boğuştuğum bir gerçeği bana yansıtıyordu. Yaşamın içine bırakılmış bir sessizlik gibi duyulmadığımı hissettim. Kendine yabancılaşan bir adamın klavyesine dokunuşlarında kelimelerinin sırrı var. Duyulanın kurbanı bir adamın geçiveren saatlerinden bir alıntı eksik olan. Ayrılığın içindeki önemini umursadın mı? Kentin bir köşesiyle baş başa kalışındaki masumiyet seni arındırdı mı? Gereğine mahkum bir adam mısın? Çıplaklığınla barışık mısın? Akşam olurken dağılıveriyoruz suskunluklarımıza. Söz derlenirken rolüne kaptırmıştı anlamı. Seni anlamsız kılan bir rolde sahnedeydin yeniden. Evine dönüşünde uzaklaştığını hissetmene yardımcıydı sarhoşluk hissin. Gözlerini kapayışın seni koparıyordu bir çiçek gibi. Müziğin yalnızlığına eşlik edişinde dalgaları yaran bir gemi gibi hissetin gövdeni. Kolları dans olmuş bir rahatlıkla devrildim boşluğuma. Avucumu sıkışımda benden başka kimse yoktu. Kendimi kendime hatırlatıyordum. Hikayem kalabalıklaşırken bir ben vardım içimde. Işte yalnızlığın kaderi sensin. Bu yüzden kıymetlisin. Bir kadın kaybolursa sokağında sen pencerendesin. İşte bir zamanların aldandığı ömür bu.

Bugün kitap okumaya niyetim vardı. Michel Foucault’un Cinsellik Tarihi’ni okumaya başlamıştım. Arkadaşım Erol cep telefonumla beni arayana dek, planım farklıydı. Vedat Abi’nin dünyasına konuk oldum.

Yarı Göçebe Adımlar

Bugüne dek uyanmasını hiç bilmediğini düşündü. Yaşama tembelliğine alıştırmış mıydı kendini? Tekrar neden hiç sürpriz yapmıyordu. Vazgeçmeyi kabullenmiş, gözlerini kapayışına hesap veremez duruma düşmüştü. Damarlarında akan kan da göçebe değil miydi? Atalarının dolaştığı kanlı tarihin mirasçısıydı. Yalnızlığına yerleşmiş bir adam olarak baktı yıldızlara. Yeri nehir yapan atların yelelerindeki rüzgardı ecdadı. Göğün aktığı zamanların kıymetini bilen, yaşama saygılı bir ses işitti içinde. Kendine çağrılıyordu. Atın kişneyişinin duyulduğu bir mesafedeydi karanlık. Ateş mahallinde, yüzü dans eden bir suskunluktu. Isınmak ona hayat veriyordu. Bir çadırın kurulu olduğu hikayede özgür olmanın erdeminde zamandan affını istedi. Bir kadını sarınmak istedi nefes alışı. Ayın yükselişine gelmişti o da. Nice suskun ay zerresi avucundaki toprak olmuştu. Bir gün kokusuna bürüneceği bu uçsuz bucaksızlığı ararken gem vurulu haykırışı, sevişmelerde isyan çıkmıştı. Hız kazanan yüreğinde duydu adımlarının sesini.

Küçük Bir Gülücük Tohumunu Gözyaşıyla Suladık

Uçsuz bucaksız bir birliktelikte gece olmuşken, duymadığımız ne çok hikaye eş zamanlı karanlığımızın bir parçası. Arkası su bidonları yüklü bir minibüsü yokuşa park edip, inen şoför arabanın anahtarını kontakta bırakıp evine çıkmıştı. Kaldırımda sokakta top oynamakta olan çocukları izleyen küçük Erencik ölümün hızla kendisine yaklaştığını hissettiğinde dona kalmış olmalıydı. Doktorların onu hayata döndürmeye yetmeyecek çabalarında şehrin bir başka köşesi farklı duygulara tanıklık ediyor olmalıydı. Her çocuk gibi o da güzeldi. Kötü haber tez duyulur derler. Gülümsemesini sessizce içime almışım. Öldüğünü duyduğumda Egehan ile oynayışları aklıma geldi. Hüzünlendim onun tombiş ve sevimli, enerjik halini anımsadığımda. Şefkatle gözlerimi kapayışıma gömüldü. Çin’de depremde hayatlarını kaybedenleri de düşündüm. İyi yaşamak hayatta kalanların ödevi. Yaşamın güzelliğine özen göstermek sorumluluğumuz. Biraz acı, biraz sevinç, biraz da gözyaşı ömür bahçemiz. Her an derin bir suskunluk nehri. Akıp giden zaman dilimlerinde yitirilen mutlaka iyi olandan miras bir tebessüm kazandırıyor. Artık o toprağın gülücük tohumu.

Cuma, Mayıs 16, 2008

Bir apartman dairesinin odaları mı gözlerinin ardındaki imge? Perdeleri çekilmiş bir boşluğun uzantısı mı içini doldurduğun düşler? Gecelere sığan bir yalnızlık mı seni tuşa getirdi? Tavan yıldızlarla arana mı girdi? Uykuya dalmak üzere oluşunda başını yastığa koyuşun daha fazla direnmedi mi düşüncelerine? Sabah ola hayrola.

Perşembe, Mayıs 15, 2008

Bir hikaye anlatmasını istedim. Yalnızlığımı süsledim. İçinde gece olan bir yalnızlık, sokakları sonsuza akan.

İçimde Gezinen Sokaklarda

Eksikliğinde yerin vardı. Sana ayırmış olduğum bir düşüncede seni yaşattım. Sana ayırmış olduğum bir sessizlikte kendimi duydum. Seni özleyen bir yalnızlıkta, keşfedilecek yarınlarımın en anlayışlı, en fedakar ve en içten suskunluğu olduğunu hissettim. Akıp savrulan bir cadde gibi kucaklayıcı, bakılan bir ufuk gibi uzak ve özgür, kendi içinde sakladığın gelecek kadar değerli ve yakın oluşunda seni aldım gözlerimi kapayışıma. Bir yıldız çelmesi yalnızlıkta sana düştüm. Canımın yanışında tesellim olacağını, sevincimden gülümsemeni esirgemeyeceğini duyumsadım. Seni kelimelerden koruyan bir suskunluk benimkisi. Seni sen olmaya uğurlayan bir suskunluk. Rastlantılara şükrettiren bir armağana dönüşen karşıma çıkışından nasibim dostluğun. Bir piyanonun tuşlarına dokunan parmakların gezintisi müziğe dönüştüğünde, duygular ellerin sahibinden bağımsızdır. İçimde gezinen sokaklarda seninle beraber yürüdüğüm anılar var. Nerede olursam olayım pencerene yakınım. Yüreğine konan bir kuş kadar hür gözlerinden serbest bırakıldım sevgiyle ne olup biteceğini bilmeyişime. Beni maviye bağışlayan bir sevgi gücün. Bana huzur veren bir varoluş kaderime yansıman. Hep saklayacağım bir ses hikayenden payıma düşen. İkimizi yaşlandıracak ayrılıkların içine serpiştireceğimiz birlikte oluşlarda farklı bir suskunluğun kardeşleri olacağız. Hiç söylenmemişin rüzgarında esen yaşam ikimizi hayran bırakacak. Biz yaşamaya saygılıyız. Biz güneş ve ayız. Biz elleri dua edercesine kavuşmuş bir sırrız. Biz yalnızlığın elçileriyiz. Birbirimizi en güzel şekilde ağırladık. Gözyaşlarına misafir olduğum gecelerde seni kazandım. Bir masa ve bir deniz baş başa kalırlarsa sen günbatımlarının diline düşeceksin. Sessizliğim gözlerimi yaşartırsa sıkıca sarılacağım varlığına. Sahil ışıklarına bırakacak her şeyi. İçim şehri dolaşacak. Bileceğim ki sen özelsin. Bileceğim ki bir kadeh kırmızı şarabın kokusunda keyif veren bir giz var. Beni gizleyen sözlerimin anahtarı yalnızlığım mı? Anlamama eşlik ettiğin için teşekkürler. Yağmur kaldırımlarla buluştuğunda elinde şemsiyen bekliyor olursan, sana sessizce sokulursam, suskunluğumun seni çok sevdiğini bilmeni isterim. Geçen yıllar bizi kaybetmediği sürece içtenliğimizi taşıyalım birbirimize.

Pazar, Mayıs 11, 2008

Gözlerini kapayışın aklına gelenlerle baş başa. Sahnelerin sahnelere yetiştiği senin olanda, sessiz bir kalabalık içinde zihnin konuşuyor. Yaşanmışın düşüncelere katkısı var. Gecenin içinde akmayı seven bir taksinin arka koltuğu bana yalnızlığımı gezdiriyor. Sana rastlıyorum yıldızlarda. Nerdesin diye soruyor bakışlarım şehirle dolup taşan cama. Bir yerin olduğunu biliyorum suskunluğumda. Arada uğrayacaksın sessizliğime. Susmayı bileceğim sevgiyle. Duymak için susacak içim.

Beni fark etmeyen bir sokağı geçtim. Bir masa seçtim beklemek için, kimi olduğunu bilmeksizin. Güzel bir akşamın esintisinde, ay ışığı altındaki şehre sakladım hissettiklerimi. Anlatmadım hiçbir hikayeye çünkü henüz hazır değildim özgürlüğe.

Cumartesi, Mayıs 10, 2008

İçinizdeki Yazar Normal Değil Mi?

...Bahçeli bir taş evin etrafını dolaşan karanlık içinden dönen köşede bir adam bekliyordu gecenin esrarını. Çevresine tedirginlik veren bir gizemle başını kaldırdı. Kanatları açık pencerenin aydınlığından saçılan sesler neşeliydi. Sahne kasabanın uzağında kendi başınaydı...

Ham bir geçmişi meçhul başlangıcı zihniniz nasıl yoğuruyor? Varoluşunuzla aranız nasıl?

Saçlarında Anneler Günü

Annesinin elinden tutmuş bir çocuk yokuştan aşağı iniyor. Bir adama rastlıyorlar. Bir yabancının gözlerinde yarın anneler günü. Üzerinde durulmayan bir hikaye gibi bakıyor adam arkalarından. Çocuk mızmızlanıyor. Belli ki kadın da yorgun, duymuyor artık. Hatırlamaya değer gecesi olmayan kadınların hikayesini yazabilir misin? Bunu aynı dertten muzdarip bir adam mı başarabilir? Sessizlikle arası iyi bir yazar suskunlukla kelimelerini değiş tokuş edebilir. Yalnızlık düşlerde güzel kadınları konuşturur.

Onda Kendi Günahını Gördü

Gözlerini kaçırışına kızmıştı belki de. Daha rahat olmasını isterdi, daha doğal karşılanmaktı beklentileri. Onu huzursuz eden paylaşmaktan korktuğu bir yanlış vardı içinde. Bu yanlışı armağan edebileceği tek insan da ondan hissettiklerinde uzaklaşıyordu. Utanması onu doğrularına hapsederken, çaresiz suskunlaştı. Aldırmamak, giysilerini bırakmak isterdi yalnızlığına. Kendi halinde koltuğun bir köşesinde duyulmuyordu. Herkes paylaşılan gürültüye gizlenmiş, düşüncelerindeydi. Gözü hiç kıpırdamayan ellerine, başını önüne eğişine ilişti, parmaklarını aradı teninin çıplaklığı. Kalp atışları hızlandı onu sıradanlıktan güzel duygulara kaçırmak istercesine. Baş başa kalabilselerdi yine de çekinirdi doğrularından. Bakışlarının çekimi yardımcı olabilir miydi? Bırakabilir miydi kendini sır vermeyen bir arzuya? İki kişilik bir yanlışı hayal etti. Saçlarında avuçladı kokusunu. Kendine döndü, yaşadıklarına. Gözlerini kapayışıyla koptu yabancısı olduğu doğrulardan. Günah işlemeyi hiç bu kadar istememişti. Bir ayna gülümsüyordu. Onda kendini gördü. En güzel kadın olduğunu yalan da olsa söylüyordu. Zaten masallara çocukluğundan beri inandırılmamış mıydı? Bir gün gözlerini kaçırışına dokunacaktı. Bir gün dudaklarında içindeki sessizliği karşılayacaktı. Yarınsız bir gecede onunla sevişecekti. Bir yatağı terk etmiş giysilerin arasından kalktığında onu görmek istediği gerçeğini kendine sakladı. Zihni günaha hazır gibiydi. Dinmek isteyen bir yağmur gibi yağıyordu gözlerinde. Satır aralarında bir kadını çizen yazara teslimdi yüreği. Gündüz gecenin kasıklarıydı.

Bir Kişi Eksildi Sessizlikten

Kendi halinde oluşu öldü. Kendi halinde oluşunun arkadaşları törendeydi. Ritüelden kaçmak istercesine birlikteliklerinin gereğine teslim olmuşlardı. Yan yana bekleyişlerin dağılmak üzere oluşunda yitenin arkadaşlarıydılar. Yeri hayatla doldurulan bir ölüm daha bir araya getirmişti hasbelkader müdavimlerini. Kaybetmiş olduğu arkadaşlarının üzerinden geçmiş olan zamanı düşündü. Yalnızlıkların atılan her adım kadar derinleştiği bir sokaktaydı. Rüzgarla baş başa kalan toprak yığınından uzakta bir yerlerde bir masaya servis açılışında kendi halindeydi. Kaldığı yerden devam eden kalabalık içinde yüzünü döndü güneşe. Gözlerini kapadı ve kendini rüzgara gömdü. Bir kadın omzuna dokundu. Yabancısıydı. Hayat ikisinden birini önce seçecekti. Dokunduğun birinin uğurlanışında toplanmak, zihniyle konuşanların sessizliğinde sıralanmak insanı insan mı yapıyordu?

Yaşanmış Boşluklar

Bir gün uğrarsan, köprünün merdivenlerinde orda olduğunu bilmek içinde yer alır. Fotoğraflar göremediğimiz hayaletlerindir. Yaşayanın resmi yoktur. Bilmek seni düşünmeye mahkum eder. Keyfekeder bir yalnızlığın zihninde olup bitti her şey. Elindeki küçük su şişesinin bile önemi varsa, hatırlayan ne yapsın geçen zamanı. Geçmişi olan bir adımın sessizliğindeyse bir kadın ve bir adam, aynı görünenin parçası değillerdir hiçbir an. Aynı yatağın sessizliği olamayacağız. Yeter ki gülümse, uyanacaksın, Yeter ki dokun hissedileceksin. Bir gün sen de öleceksin, bir başkası uğradığında seni yaşamış olan boşluğa. Yeter ki sev ve sevil de kal bir an olsun seni kucaklayanın kollarında. Sen de mirassın ayrılığa.

Ngorongoro

Zihnimin yaklaştığı bir sakinlik kendi halimde oluşum. Yalnızlığımın keşfi kendime biriktirdiklerim. Dönüşümlerin kutlandığı kaçınılmaz ölümü gereksinen bir yaşamda, huzurlu varoluşum. Uyanışları birer hikaye olan insanların karşılaşmalar için hazırlandığı bir günde, televizyon karşısında National Geographic Kanalı’nın gözüyle uzandığım, parçası olduğum gizemde, hüznün keyifli aslanlarının Ngorongoro’da krater düzlüklerinde sırtüstü yatışlarını izledim. Annesini yitiren bir gunu yavrusu ve yavrusunu yitiren bir anne gununun bakışlarında ben de zaman diliminin ayrıntılarındaydım. Şaşkınlık sürüsünün hayatta kalanları kalabalığın içinde nefes alışılarınca teselli ediliyorlardı. Geçmiş yaşadığım ana yerleşirken, zihnimde şekillenen benim sırrımdı. Hiç söylenmemişin koruyucusu sözlerin sabırsızlanıyor mu? Sessizliğin, hayran kaldığın gece gündüz buluşmalarının çocuğu olarak doğduğun günden bu yana senin mutluluğun. Sessizliğin kadın. Sana yansıyanda misafir olan gelip geçenlerle ayrılığın, gözlerini kapayışlarına taşıdıkların. Biriktirdiklerinden miras kalanda sen hep bir parça eksik olacaksın. Sen yaşadığı ana sahip çıkan değerli bir yalnızlıksın. Bu keşfin gün batımında derin bir nefes aldın. Bu keşfin gün batımında orman derin bir saklanış. Bu keşfin gün batımında hissettin şehrin akıp giden sokaklarına sığışan esrarı. Karşındaki kadından daha cesur olabildin mi? Sunulmamış kelimeler yalnızca sana anlatır. Bakışların ele geçirebileceği tek duygu özlemdir. Bir yığın can, bir yığın ten suskunluklarına gizlenen. Bir yığın cümle boğazında düğümlenen. Tayland’da mercan resiflerini terk eden kara parçasındaki eski bir Budist tapınağının kalıntıları arasında dolaşan sesler ay ışığıyla baş başa iken aynama bıraktığım yüzüm yanı başında bir kadının çıplaklığını görmek istedi. Tanık olanın göz bebeği yaşam. Sakinlik sana sokuluyor. Hiç konuşmamasını istediğin bir kızı mı aradın göğsünde? Yüzünü okşayan güneş kadar mı sevmek istedin dokunuşunu? Ruhun Ngorongoro kalderasındaki serval yavruları gibi yerinde duramıyor muydu? Fuleleri ölümlü bir sıçrayış fotoğrafından mı ibaretti bu kıymetli ömür? Aynı atmosferi soluyan bir selam rüzgarı bağrıma basışım. Ürperişim sahip çıkıyor yıldızlarına. Güneşi uğurlamayı seven bir adamın dünyasında toprağın kokusu var. Saçlarında ellerin seni sana veriyor. Odandaki dağılmışlığın takıldığı nesnelerde de insanın emeği var. Geçen zamanın kalıntılarında dolaşan bir arkeolog gibisin. Gün ışığına çıkan kendinsin. Kendi kendini kazan bir yalnızlıkta bulduğun bir kadın düşlerin. Bakışların anlattıklarından fazlasına izin yok bu büyülü suskunlukta. Birbirine sarılmaktan başka çare yok. Düşüncelerine bastırabilirsin yalnızlığımı. Sırtımı sıvazlayabilirsin üzerimdeki giysilerden bir an önce kurtulmak istercesine. Tüm seslere direnebilirsin. Ne ilginç değil mi karanlığımız? Ne kadar muhteşem aydınlığımız. Elinde bir bardak suyla bir kenara çekilişin benim olduğunda seni yalnızlığıma kaçırırım. Sen bilmesen de olur. Suyun yüzeyi karşıya varıyor. Bir çocuk etrafta koşuşturuyor. Yeni doğan bir gunu yavrusu Tanzanya’da ayakta durmaya çabalıyor. Tehlikenin notalarını omzuna yaslamış bir kemancının mekanı gezdiren darbelerinde, yaşamın ne kadar güzel olduğu besteleniyor. Yeni açmış bir çiçek gibisin. Yaklaşmanın derdinde de keyif var. Yazdıklarıma vuran bir ışık gibi oyuncuyum yalnızlığımda. Her kadın bu değerli yalnızlığa katkı. Yalnızlık hayatın en güzel armağanı çünkü yalnızlık sana gelen Ngorongoro, çünkü yalnızlık gözlerine kapayışına bırakılan Tayland, çünkü yalnızlık içinde yer ayırdığın misafirlerin için bir keşif bahçesi. Gülümsemeni bu kadar güzel açtıran yalnızlığın mı? Yalnızlığın özgürlüğün mü? Piyanonun tuşlarına basan piyanistin ardında kaldı geçmişe sitem. Elinden tutan bir kadının tercihine bırakılmış kadar narindi parmakları. Çözülmeyi sıyrılıp gidişine veren bir kenetlenme, parçası olmak kadardı. Parçası olmak kadar kısayız. Parçası olmak kadar bütüne katkıyız. Bana bırakılmış paylaşımlara teşekkürü borç bilen bir sevgi beni yaşlandıracak. Ayrılmasını bilmek yaşamın anahtarı. Kapılarından geçtiğin adım okyanusunda sonsuzluk hissi içini kurcalayacak. Adını Tanrı koyacaksın belki de içinin. Ngorongoro’da bir serval yavrusu aramızdan ayrıldı. Mutluluğu leoparın ağzındaydı. Karanlık doğanın çizgilerini ortaya çıkarırken parçasıyız geçici birlikteliğimizin. Bir aradayız ama acımasız değiliz. Bir aradayız ve dengedeyiz, bütünü kendimiz sanmadıkça. Tanrı parçasını biraz da başkalarına verdi. Bir parçamsın diyebiliyor musun, öyleyse sen de seviyorsun. Öyleyse sen de sevgilisi oldun gün batımlarının. Belki de sen de Ngorongoro’nun adını ilk kez duyuyorsun. Çıplak ayaklarının yere basışı kadar sevdim ufku. Sana izin veren bir yalnızlık düşlerim. Koluma dokunursan, başımı yavaşça kaldırışıma kabul ederim sessizliğini. Dudaklarına bırakırım her yanlışımı. Başkalarının doğrularını duymaz olduğumuz bir anda karışırım saçlarına. Sessizliğinde Tayland’da kayalıklarda elindeki kaya parçası ile midye çıkaran makak maymununa olan merakı ve sevgisi olan bir adam kollarındayken sen de farklı dünyalarda olabilirsin. Bir parçasıyız hayatın, marketten bir file sıkmalık portakal alışımızda. Bir parçasıyız elimizdeki alışveriş arabasını itişimizin geride bıraktığı rafların. Tayland’da binlerce yengecin eleyip sabırla küçük kum kürelerine dönüştürdüğü çamurun gel gitlerce tertemiz bir başlangıca dönüştürüldüğü kumsalın bir parçasıyız. Bir parçası olduğumla barıştım. Ayrılanla yok kavgam. Ayrılanın boşluğu bir davet. Elin uzanmasını biliyorsa sevgi doludur. Elinin uzandığını yaşadım. Ngorongoro sizce de büyülü bir fısıltı değil mi? Duymaya ne dersiniz?

Perşembe, Mayıs 08, 2008

Freni Patlamış Kısa Bir Kaderin Yolcuları

Kaderin içinde şoför inisiyatif kullanıyordu. Yolun yerçekimine rehberlik ettiği bir eğimde kendini bırakmış bir seyir yolcularının sakinliğinde bir kazayı daha atlatmış gibiydi. Kimse yaşamın kıymetli olduğunun farkında değildi. Yaşama güvenle teslim olmuş herkes direksiyona geçmiş olan adamın bakışlarında uzayan boşluğun içindeydiler. Hikayelerin bir araya gelişinde yolcuların biletlerini alışlarının rastlantısallığı, gizemin ilk yeşeren tohumlarıydı. Hikayelerin hikayelere katıldığı suskunlukta hiç dile gelmemişin yazarı gördüğünü yansıtan bir aynaydı. Görünenin cansızlaştığı bir derinlikte gerçeğin masala dönüşümüydü insan. Kendini bırakmış bir sessizlik mahkumu, gözlerine hapsediyordu gelip geçeni. Öleceğini bilse de zaman ona lütfedilmişti. Tercihlerin alelade olduğu bir başka günde daha sıradanlığa ne kadar hakimdi. Özgür kılmak istedi yalnızlığını. Az kaldığını hissetmekten, varmanın yakın olduğunu gözlerini kapayışına saklamaktan korkar mısın? Anımsamalarına bırakılmış bir geçmişte vadedilmiş bir gelecek yoktu. Her şey anın sürpriziydi. Yaklaşmanın keyfine varmış, gülümseyen bir adamın kadınıydı, omuzlarında güneşi sıcaklığıyla doyasıya yaşayan. Kaderin içinde bakışlarım insiyatif kullanıyordu. Hikayem sözlerine vardığında elim uzandı eline. Kalakalmış bir kaçışın arka planından kopuşumuzun kahramanları olabilmek hoştu. İpini koparmış bir düşe sahip çıkmak mümkün mü? Uyanmak üzere olan bir yolculuk gece. Gündüze belenen alaca karanlıklardan çıkmış bir sabah şükranlık.

Çarşamba, Mayıs 07, 2008

Kısa Bir Kendimde Oluş

Deniz fenerinin yanından geçişim, bana iyi gelen küçük, sakin bir balıkçı teknesi, ışığı kısılmış bir şehir, yalnızlıktan mahrum kıyılar, dalgınlığımla arkadaş suyun parıltısı kısa bir kendimde oluşun parçası. Anımsamalarım, hayallerim, kabullerim, endişelerim ve isyan etmekten vazgeçtiğim alışkanlıklarımla varmak üzere oluşlardan bir kesit saklı bakışlarım. Geçen yıllarda hakkım olmalı. Feda edilen feda edenin değil mi? Bir veda ayrıcalığında ne kadar yakınsın kendine? Doğrular yanlış olmayı özlüyor.

Müzik Dinlersin De Yazmazsın Ha...

Hedeflerini kendi koyan bir adamdı. İnanmadığı bir oyunun içinde dahi oyuncuların en inatçısıydı. Başarılı olduğunu hissetmekle yetinen, bir şeylerin üstesinden gelebiliyor olma duygusu tek çıkarı olan bir adam çelişkileri ile yüzleşiyordu yalnız gecelerinde. Farklı olduğunun bilincinde bazen pişmanlık duyuyordu sarf ettiği sözler için. Hırslıydı ama başkaları için değil. Peki kendisi için miydi? Değildi. Yardımseverlik miydi, yoksa hayır diyememek mi? İkisi de değildi. Yoksa sınırlarını çizememek miydi? Değildi. Yorgun bir inatçıydı. Bir öğle yemeğinde masanın bir köşesinde sessizliğiyle baş başa bir adamın sokağına yaslanan apartmanların akışında resmin çerçevelediği bir gülümseme hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Neden yeni müşteriler kazanmak için zihnini yoruyordu? Kraldan daha mı kralcıydı? Bir çıkarı yokken neden kendini bu kadar yıpratıyordu? Gülümsemek onu kurtarabilir miydi? Söyleyemedikleri şanslı mıydı? Söylenmiş sözleri kirlenmiş bir adam mıydı? Hayatında olup bitenleri tam anlamaya fırsatı olmamıştı. Kendini keşfe ihtiyacı olan bir adamın rehberi kadının gizemiydi. Suskunlukların masum olmadığını iddia etmek kimsenin haddine düşmezdi. İltifatları kıymetli olduğundan mı ağzını bıçak açmamıştı? Yalnızlaşma sanatında bir çırak yaşlandıkça ustalaşıyor. Her acı insanı kendi olma sevincine boğuyor. Bilmek kadar yakın, sevmek kadar uzak iki kişinin hikayesinde zaman kendi halinde. Yazmayacaktım değil mi? Birbirini tanımak değil mi özgürlük? Ayrılığı buluşturan bir dostluk bizimkisi.

Salı, Mayıs 06, 2008

Karşılaşmaların sessizleştiği bir anda bulabilirdi hayalini bile kurmaya fırsatı olmadan yakalanacağı o kadını. Başkalarınca kirlenmemiş bir bakir sessizlikte duyabilirdi gözlerini. Aramak beklentilerle insanı kendine daraltıyor. Aramadan kendine çekmeliydi hayatın akışını.

(Sabah Konak Karşıyaka vapurunda)