İşlenebilecek En Güzel Günaha

Duygularında kaybolmuş bir adamın ebedi adresi kadınlardır. Kelimelerimin buluşma noktası güzel kadınlara. Ölüm sözü ayırana dek. Sanırım gerçeğini şaşırmış ender insanlardan birisiyim. Kolay değil narin bir ihtimali sevmek. Gözler yaşamak demek.

Fotoğrafım
Ad:
Konum: İzmir, Türkiye

I like dabbling in English. Words welcome people in me.

Salı, Eylül 30, 2008

Acı ve Sevincin Katkısı

Demek ki acı çekmek gerekiyormuş. Pişmanlık gerekiyormuş. Kendim olmak zorlu bir yolmuş. Geçmişle an arasından olgunlaşıp da çıkmak için vicdan gerekiyormuş. İyi bir insan olmanın keşfinde şarkıların katkıları var. Herkes kendince iyi birer insan. Gözlerimi kapayışıma sevilmenin katkısında, beni bana dönüştüren enerjide, varoluşumla konuşan iç sesimdeyim. Kendimi dinliyorum. Kendime itiraflarım, kendime acımasızlığım. Hayat özeleştirimde kendimi sevmeyi öğretiyor. Görmek, duymak, koklamak, dokunmak ve tatmak beni mutlu ediyor. Sanki biraz daha farkındayım etrafımla aşkımın.

Farkını Yaratan Bir Mesaj

Korkularımızda güvenmek isteriz. Birlikte olmak bazen kaygıları hafifletir, birlikte olmak insancaysa. Beklenmedik bir anda, eski şube yöneticimden bayram mesajı almış olmak beni çok etkiledi. Mesaj: “Umarım bayram yaşamındaki yeniliklerle, şans, başarı ve mutluluk getirir Feritcim” diyordu. Aslında daha fazlasını söylüyordu. Teknoljinin de gelişmesi ile, içinde özel olduğumuz duygusundan yoksunlaştırıldığımız şablon mesajlarla iletişimimizde kaybettiğimiz bir değer vardı düşünülmüş olmakta. Bazen ifade etmek gerekir. Bir beklentim varmış izlenimi oluşturmak kaygısında, birlikte çalışırken ifade edilmemişliklerim vardı. Üstesinden gelemediğim tepkiselliğimin kurbanı olup da, ulu orta söylenişlerimde kendisine bir zararım dokundu mu diye vicdanımla kavgamdan hiç bahsedememiştim ona. Saygımı kazanmış bir tutarlı çizgisi ve duruşu vardı. Bazen oyuna çok kaptırıyorduk kendimizi. Bazen gereğinden fazla ciddiye alıyorduk başkalarının gerçeğini. Oyundan eksilsek de, önemli olan yüreğimizden eksilmeyecek birliktelikler kazanmaktı. Kaybetmeden kıymetlendirmekle ilgili sıkıntılarım vardı. Oyundan bağımsızlığımı ilan edebilmeliydim. Replikten kendimi kurtarabilmeliydim. Bankacılkta ben ne kadar kendimdim? Güçlü bir enerji gönderdim bir yerlerde oluşuna. Teşekkür ettim onu tanımış olmama, sessizce. İnsan sevildikçe değişiyor. İnsan sevdikçe arınıyor, sevdikçe kendini affediyor. İnsan insanı insan olmakla kazanıyor. Goethe’nin dediği gibi: “İnsan kendini yalnızca insanda tanır.”

Tebessüm

Herkesin anımsayıp da uğradığı bir uzak yer vardır. Gözleri kapayışın o güzel mekanında, zamandan bağımsız bir yalnızlık karşılar insanı. Huzurla dolmak zihni özgürleştirir. Senin de hayalin deniz kenarında mı? Yoksa yeşil bir ormanın kucağında mı? Işıltı işli gecelerden birinde, bir sokak arasında mı? Sözlerle insanlar kavuşacaklar mı? Suskunluğun yarattığı bir anımsamayla derince bir nefes aldı. Ne de olsa içindeydi hayatın. Anımsamalar yine güzel bir şarkıyla beraberdi. Şarkı sözlerine izin verdi. Hayallerinde kendine mehtaplı bir gece armağan etti. İçi hoşuna gitti.

Uzadıkça Uzandı

Kolunun uzanışyla vakit geçirdi. Masası, odası, bilgisayarının önü, sürekli dinlediği parça kolunun uzanışyla bir aradaydı. Kolunun uzanışının uzantısı bir adamdı. Anımsamalarının uzantısıydı. Her zamanın dilimlendiği bir tarihçede kendini zaman gibi kaybetmek mümkün değildi. Kolunun uzanışıyla kaybolmuşların atalarından miras bir yalnızlıkta detay bugüne aitti. Özlediği kadını detaylandırdı. Onun mu yoksa yine kendinin uzantısı mıydı? Kolunun uzanışı elini hayal etti. Hayali avcuna bıraktı kendini. Sevgililerin tembellik hakkında başkalarının burnunun uzantısı değildi yaşamın güzelliği. Ufuk ele ele iki yalnızlığın uzantısıydı. İskele sakinliğin bir parçasıydı. Yön bakmanın ve görmenin uzantısıydı. Ya içi neyin uzantısıydı? Dışının mı? Uzanmak isteyen bir boşluğu dolduran uzaklar içi olalı, kolunun uzanışındaki adamın hikayesi sırrın ihtişamının ne kadarını ele veriyordu? Yaşamanın uzantısı bir kadını yatağında hayal etti. Uzantıların sessizliğinde çok duygu birikti. Bir kadın kolunun uzanışıyla vakit geçirdi. Ayrılık seçiciydi. Ne kadar başkalarının uzantısıydılar? Yerli yerinde bir aradalıklarda uzanan kendisi miydi? Varacakmış gibi yolculuk eden adam kendisi miydi? Gözlüğünü çıkardı, masasına koydu. Gözlerini kapadı. Kolunun uzandığını biliyordu. Bildiği de, bilmediği de sessizliğiydi. Sessizliği bir an Efes harabelerinin yanından Meryem Ana Evi’ne uzandı. Uzantının oyalanışı özlem miydi? Çizgiyi ne yöne uzattığınla ilişkili resmin. Uzantının sanatçısı bir aradalıkları yerleştirdi zihnine. Çözülmeleri de karıştırdı içine. Uzantıların gerçeklikten eriyip içine sızışına tanık oldu. Bu tanıklık gerçeği yanıltadururken bir kadın gördü hislerinde. Bir sokağın uzantısında bir ev çiziverdi andan kopuşu. Fırlatılıverilmişliklerin konduruluverdiği bir tuvaldi karşılaşmaların gözleyenle çarpışmaları. Arasında olmak mesafenin bir parçasıydı. Uzanmak görünenin gerisinden geliyordu. Uzanmak da bir parçasıydı uzanılanın. Bugün Şirince gözlerine nasıl uzandı kahvaltı ederken? Keyifle fısıldadın mı manzaraya? Yamaçları yakalayan ışıkla vardın mı sana uzanan içindeliğe? Elin bir bardak çaya vardı mı? Geçmiş de, gelecek de anı çekiştirir. Sonsuzluk zamansız uzanmak mı?

Bir Belki De Senden Olsun

Seni bekleyişme mutlu dön isterim. Belki her zaman seni güldüremeyebilirim, belki bazen göğsümü şiddetle yumruklamak istersin, belki gün olur sırtını döner ağlarsın, belki anlaşılmadığın düşüncesine kapıldığın anlar olur, belki bazı anlarda elini sıkıca tutmam sana yetmez, birkaç söz beklersin çaresizliğimden, belki ıssızlığın denize uzanan en güzel, ahşap iskelesinde sırtüstü uzanırız birlikte, belki bir belki de sen eklersin beni ben yapan söylemek istediklerime. Yanında hissediyorum. Bu seni benim eşim yapar mı? İçim sonsuz. Bu seni benim eşim yapar mı? Seninle birlikte bir hayatı özlediğim gece gündüz çemberinde bana elini uzatır mısın? Parmağında ikimize ait bir zaman taşımak ister misin?

İçim Sendeki Suskunluğum

Bakmak yeterdi yalnızlığıma. Bakmak ve sessizleşmek yeterdi. Boğazın sularına bakar gibi bakmak yeterdi gözlerine. Bir kez bakmış olmak yeterdi anımsamalarıma. Bir kez hatırlamış olmak yeterdi seni özlememe. Bana bir kez sarılmış olman yeterdi sensizliğime. Bir masa ayırttım düşlerde. İki kadeh gibi baş başaydık. Biraz ay ışığı vursun istedim denize, biraz da hayranlık kattım her suskunluğa. Mum ışıkları titrerken, içimin ürperdiğini gizledim senden. İçime kavuşmuşum. İçim kelimelerim değil. İçim sendeki suskunluğum. İçim avcundaki elim. İçim saçlarındaki yüzüm. Bakmak yeterdi hüzünlenmeme. Gece kaynıyor, ırmak olmuş insanlar ve arabalar. Durmak yeterdi kollarında. Durmak ve gözlerine bakmak yeterdi. Bir şarkı duyup da tebessüm etmek yeterdi. Damarımdaki kan gibi dolaşacağım hayatı. Nefesimdeki can gibi değerli yaşayacağım yakınlığını. Susmanın da bir akışı var. Susmamın kıymetisin. Bana susmayı öğrettin. Susmak yaşamın güzelliklerini dinlemek. Susmak yağmurun sesini duymak. Susmak içime kapanıklık değil, susmak içimdeki okyanusa cesaretle açılmak. Gecenin ışıltısı için susuyorum. Geçen vapurlar, geçen zaman için susuyorum. Bana sarılışın için susuyorum. Sessizliğimi duymuyor olamazsın. Sessizliğim İstanbul, sessizliğim İzmir, sessizliğim küçük, hayran bir çocuk. Sessizliğim içime karıştırdığım sokaklar. Sessizliğim yapraklarını dökmüş ağaçlar. Sessizliğim bir arada oluşların sırrı. Güzel kokan bir yalnızlık sessizliğim. Bir martı görmüş sabah. Bir gün batımını izlemiş kayboluş sessizlik. Gözlerimde rastlayabildiğin kadarıyla beni seviyorsun. Ben de sana rastlamaya alıştım. Seni arar oluşumun sessizliğinde yaşadığım şehirler bir başka. Uyanmak da, uykuya dalmak da bir başka. Sana iyi geceler demeden kapanmıyor gözlerim. Sessizliğimde Galata Kulesi. Sessizliğimde çatıların kovalamacası. Sessizliğimde Haliç. Kollarımı açışım ibadetim. Kimsenin Tanrısında yok gözüm. Vicdanım inancım. Şefkatim masumiyetim. Direncim tövbem. Sessizliğimde temizleniyorum. Sessizliğimde yaşıyorum. Biliyorum sessizliğimi konuşturamıyorsun. Biliyorum bu seni üzüyor. Sessziliğimden payına kalbim düştü. O seni yaşadıkça sessiz değil. Göğsüme başını yaslayacak mısın? Her şeye rağmen benimle sessizliğimde uyanacak mısın? Mutlu olabilecek misin İzmirimde, İstanbulumda? Benden önce güzel bir sokağı yakalayacak mısın, akıp giden gecede? Sana yetişmeme izin verecek misin kaçıp giden zamanda? Bir banka oturup da, beni hatırlayacak mısın sonbaharı yaşayan, aşkla yanıp tutuşmuş ağaçlarla kaplı bir parkta? Dökülmüş yapraklara bakarken teşekkür edecek misin geçen yıllara? Pişmanlığın olmayacağıma emin misin? Sessizliğime güvenebilir misin? Zihninde sorularını cevapsız bırakabilir misin? Cevapsız bir masada, kızarmış birer balığın lezzetle uzandığı tabaklara sessiz bir duayla sokulup da, şükredebilir misin sessizce? Kendimi hayatın içine bıraktığımda, bir manava rastladım. Seninle beraber seçtim domatesi, biberi, seninle seçtim elmayı, portakalı. Seninle doldurdum sessizliğimi. Seninle yol aldım. Sen de hayallerinde bir markete girdin mi? Köşeyi dönüveren taksi gibi yoluna çıkayım istedin mi?

Gözlerinde Sessizliğim Açık Yüreklim

Sana baktığımda Beyoğlu’nda, Nevizade’de sokak aralarında sıkı fıkı olmuş neşe dolu masalar görüyorum, sana baktığımda bir akşamüstü ıssızlıkla buluşmuş kumsalı görüyorum, sana baktığımda suskunluğumu hak ettiğini görüyorum. Elini tuttuğumda, avuçlarında sıcaklığım. Elini tuttuğumda gözlerinde sessizliğim. Biliyorum hep bir şeyler söylememi bekliyorsun. Şehrimizde gece olmuş. Şehrimizde yalnızlıklarımız kavuşmuş. Yan yana gelmiş adımlarımız, birlikte yol alır olmuşuz. Yine de susmuşuz. Ayrılığımız birbirimizin kollarına düşecek kadar yakınken, sana baktığımda gözlerine yansıdığımı görüyorum. Sana sarıldığımda bir kıyısı var sessizliğimin. Sana sarıldığımda beni düşüncelerinde bırakmadığını biliyorum. Hala bir yerim var kalbinde. Hala bir yerim var özlemlerinde. Seni bekliyor olacak içinde olduğun hayallerim. İzin vermese de kelimelerim, suskunluğumda adın yankılanacak. Aynama sokulacaksın. Senden önce uyanmış, sana baktığımda bir penceremiz olduğunu görüyorum. Bizim penceremiz diyebiliyorum. Bizim kahvaltımız, bizim evimiz. Bir kadeh koymuşum kadehinin yanına. Bizim sarhoşluğumuz diyebiliyorum. Bir baş koymuşum omzuna. Sessizliğimin içinde olduğunu bil yeter. Hala beni susturabiliyorsun. Bir şarkısı var gecenin. Bir gün batımı var her burukluğun. Küçük elleri var bakışlarımızda uyananın. Can bir köpeğimiz var, kulaklarını düşürmüş. Masallarımız, geçen yıllarımız var. Özgürlüğün var, elimde alışveriş torbaları var. Beni karşılayışın var. Duymak istediklerin var. Gözlerini kapayanlar birbirini anlar. Söyleyemediklerimin sürprizini bekliyorsun.

Pazartesi, Eylül 29, 2008

Sonbahar Ateşiniz Var Mı?

Dökülmüş yapraklara ihtiyaç var, alev alev sonbahar ateşiyle yanan ağaçlara ihtiyaç olduğu gibi. Dökülmüş gözyaşlarına ihtiyaç var. Sanki bana bakıyormuşsun gibi, seni anımsamaya da ihtiyaç var. Kalbimde bir başka güz masalı yaşanacak mı? Her birimiz yoldayız. Yolda ağaçlar, yolda sonbahar, bir başka karşılaşmaya kadar.

(Doktor Jivago’dan tekrar tekrar dinlediğim Lara’s Theme eşliğinde)

Bazen Canımı Yakan

Hayranlık uyandıran bir sır gibiydi, yağmurlu bir günde toprak kokan hava gibiydi, akşam olup da, hava kararmaya başlayınca insanın ruhunu saran yalnızlık duygusu gibiydi, yetişme telaşındaki onca insanın içinde sakin bir gözlemci olmak gibiydi, bazen canımı yakan, bazen beni gülümseten hayat güzel bir kadın gibiydi. Bana, beni sessizleştiren o ihtişamını verdi. Yalnızlığıma bir ömür serdi. Yürümekteydim. Geçmekteydim. Gözlerimi kapayışım sevmiş olduğum kadınları hayat penceremde hep haklı çıkaracaktı. Beni içimde saklanan sokaklar gibi dolaşacaklardı. Özenle anımsayacaktım. Her adımım birer kır kelebeğiydi. Güzel bir çiçeğe rastlamış gibi mutluydum. Daha yolumuz varmış gibi hissedebilmeliydik. Kaldığımız yerde gün yeniden doğmuştu. Gün ışığı cilveliydi.

(Doktor Jivago’dan Lara’s Theme eşliğinde)

Hikayenin Bir Bölümünün Üzerinden

Uzun bir zaman geçeceğini biliyorduk. Uzun bir zaman geçti. Hüzünlendik. Gülümsedik. Duraksadık. Bir faydası yoktu. Zaten bir faydasının olup olmaması değildi önemli olan. Uzunca bir zaman, kısacık bir karşılaşma, çok da anlamlı olmayacak sözlerden kaçınılması, ve sessizlik önemliydi. Beklenmedik anların ayrı düşmüşlerinin geçmişinde bir yerlerde kalmıştı paylaşılan. Anımsananın taraflarıydılar. Uzun bir zaman geçmişti hikayenin bir bölümünün üzerinden. İnsan kendi hikayesinin esiriydi. İnsan kendi eserinin tefsiriydi. İyi birer tercüman değildi kelimeleri. Uzunca bir zaman geçmiş olduğunu hissettirmişlerdi birbirlerine. Ne de olsa tanıklık etmişlerdi o eski günlere. Uzunca bir zaman geçmişti, yine denize bakıyordu. Yine yalnızlık duygusu vardı her gün batımında. Sessizdi. Gözlerini kapadı. Uzunca bir zaman geçmiş oluşunu, dudağında kıvrılan çizgilere huzurlu bir tebessüm olarak taşıdı. Bir melodiyi mırıldandı. Her şey hayal meyaldi. Gözlerini açtı ve bir taş aldı kumsaldan. Denize fırlattı. Uzunca bir zaman önce çocuktu. Uzunca bir zaman önce abiydi. Şimdi ise tek başınaydı. Yaşlanmıştı.

Hüzün sessizliği olgunlaştırıyor.

Sessiz Bir Yakınlaşma

Her şey gözlerimi kapamamla başladı. Yokluğun benimle ilişkisindeydim. Varlığımı bir an olsun dışladım. Düşüncelerime izin verdim. Sessizliğin uzun ve inatçı bir yol olduğunu, doğrultusundan hiç sapmadan, burnunun dikine gittiğini hissettim. Sessizliğin kendim olduğunu farkettim. Yaralı olsam da sessizleşeceğim. Sessiz bir pencere önü, sessiz bir sokak, sessiz bir yakınlaşma ve hep sevilen, dinlenen bir müzik parçası. Yine bir yerlerdeyim. Her halde yaşadığım andan yine oldukça uzaklaştım.

Pazar, Eylül 28, 2008

Sen aynadaki adamsın. Durman gereken bir noktadasın. Sen de daha fazla yıpratma ne kendini, ne de onu. Sen de bırak kendini yalnızlığına. Sana rehberlik edecek sabahın dinginliği. Sana rehberlik edecek akşamüstüleri. Bir masa bulunur elbet. Bir zaman diliminde, bir adamın sureti.

(Sabah kalkar kalkmaz)

Gözlerimi Kapayabilmek

Hala içimdeki sesleri susturmaya çalışıyordum. Susmak başıma ne işler açıyordu da, onu da tam başaramıyordum. Tahta iskelede sırtüstü uzanışımı, denizin sakinliğini, koyun ıssızlığını zihnime çağırdım. İhtiyaç duyduğum bir andı. Yine müzik vardı hayatımda. Neler hissettiğimi gözden geçirdim. Ormanın içine sığınmakta olan bir yol gibi uzandım serüvenime. Kimse yoktu yalnızlığımda. Sahilde yanıma sokulup da, kolumu yalayan köpeği hem sevip, hem de ondan korkmamış mıydım? Neden hiç de belli etmemeye çalışmıştım? Kendime bir bardak bira koydum. Birkaç yudum aldım ama canım hiç de çekmedi. Gidip lavaboya boşalttım. Tercihler doğaçlama olabilir miydi? Hiç durmamak insanı oyalıyordu. Zamana sataşmak gelmedi içimden. Bıraktım kendimi gözlerimi kapayışıma. Düşünmek istemiyordum. Bir gün kaybetmek de huzur verici olacak mıydı? Hep yazmamaya söz veriyordum da, yine de kelimelerle hep arkadaştım. Belki bu konuda da kendimi kandırıyordum. Vazgeçmesini öğrendiğinde senin de bir sokağın olacak.

Yıldız Yağmuru

Uyumalıyım dedi, gözüne uyku girmiyordu. Uykusuzluğunda gözlerini kapadı müzik dinlerken. Karnına bir elin dokunuşu, karıştı zihnine. Kimsenin dikkatini çekmeyen bir el karıştırdı aklını. Korktuğu daha başına gelmemişti. Gözlerini kapayışında daha da oyalandıkça, yalnızlığın çok fazla detayı olduğunu farketti. Eğilip bükülmüş bir labirent gibiydi buruşturulmuş atılmışlık kervanı. Kıvrımlanan yerli yerindelikte dağınık olan bir akış vardı. Kendini bırakabilecek miydi hayatın seyrine? Doğaçlama mıydı yalnızlık? Uyumalıyım dedi. Yağmurlu bir geceyi hayal etti. Islanmanın keyfini çıkaran bir deniz kenarı hayal etti. Yıldızlardan biri eksilse farkedebilir misiniz? Bu gece de sevgi doluyum. Bu gece de yalnızım. Uyuyabilmek için yıldızlarını mı sayıyorsun? O kayıp yıldızı boşuna arıyorsun. O artık başka bir yalnızlık okyanusunda. O artık gözlerinden özgür. O da bir yerlerde. Bir yerlerde olmak keşfetmektir. Keşfetmek kaybolmaktır. Beni kalbinde gülümseteceğini biliyorum. Ben de seni gülümseteceğim gökyüzümde.

En Yakın, En Uzak

En yakın sessizlikte buluşalım mı?
En uzak ihtimalde yeniden tanışalım mı?
En umulmadık köşede başkalarından ayrılıp,
Olalım mı birer çılgın kayıp?
Kim demiş, sevmek en büyük ayıp!
Kim bulamamış yıldızları, gecelerde arayıp?
Gel bana yalnızlığından, korkularından sıyrılıp.
Gel gecelerime, gel suskunluğuma.
Gel donmuş hislerine, cam gibi kırılgan kalbine,
Seni seviyorum diye yazan soluğuma.
Gel kadehimin dibine.
Gel üzerime.
Gel de geç seni özlerken yerime.
Belki o zaman beni anlarsın.
Çünkü sen eksik olduğum yanlarsın.

Bakar Mısınız? Bir Sebebiniz Var mı?

Bir sebebi vardır dedi, takma kafana. Bir sebebi vardır elbet. Mavi bir koyu, ıssız bir düşü vardır. Lafı ağzına tıkıştıran hissettikleri vardır. Söyleyemedikleri vardır. Aciz ve sevgi doludur. Hep duvara çarpıyordur. Hep yalnızlığına düşüyordur. Dinlemekte olduğu parçalarla , odasında bir ömür geçirmekteyken, sadece kendisiyle konuşma yeteneğini geliştirebilmiştir. Çabaları sessizliğinde erimiş, kaskatı kesilmiştir dar kalıplarında. Deli gömleği giydirmiştir kendine içindeki çılgınlıklarda. Bu yüzden kıpırdayamaz olmuştur. Bu yüzden dans edemiyordur. Bu yüzden gözyaşı gibi döker içini kelimelere. Arayıp da sussa da, sevdiği için bırakır kalbine sessizliği. Bir sebebi vardır sokakları yürüyüşünün. Bir sebebi vardır suyla bağının. Bir sebebi vardır iskeleye sırtını vermiş göğe gülümseyişinin. Bir sebebi vardır gecelerinin. Bir sebebi vardır sana ulaştırdığı çaresizliğinin. Bir sebebi vardır omzuna baş koyuşunun. Bir sebebi vardır seni sırf senin için bırakışının. Bir sebebisin sana iyi geceler deyişimin. Bir sebebi var ki seni özledim. Bir sebebi var ki özgürsün.

Zamanı Geldi Mi?

Sessiz bir oda, sessiz bir karşılaşma, bir şeyler anlatmaya çalışan, kaçacak bir köşe arayan, çekingen, tereddütlü bakışlar, akıldan geçenler, akıl sır almaz günahlar, hem içinde bulunduğu kalabalığa, hem kendine gizlenmiş bir kadın, aklını çelen arzular, aklını baştan alan, utanç verici sahneler, beklentiler, kaçınılmaz, yıldıran hayal kırıklıkları, korkular, endişeler, bitmek tükenmek bilmeyen iç konuşmalar, bitmek tükenmeyen bilmeyen senaryolar, uzayıp giden birbirini takip eden geceler, yastığına başını koyuşu, gözlerini kapayışı, gülümseyişi, cesaretlenişi, daha yalnız ve daha özgür hissedişi, kendine gelişi, güzel bir kadın olduğunu farkedişi, aklımı kaçırmış olmalıyım beni güzel buluyor diye düşüncelerinin yineleyişi, ihtimaller ve olanaksızlıkları, ne bir andan fazlası, ne de azı, varsa bir alınyazı, içinde dokunulmak olmalı, Hiç pervasız olamamıştı. Hep yaşamın heyecan veren duygularından sakınmıştı. Ahlaklı bir kadın olmanın zorluğunu yaşıyordu. Kelimelerden sessizlik türetiyordu. Artık gözü karaydı. Mutluluğu kendinden esirgemeyecekti. Yalnızlığı bir yolunu bulacaktı nasıl olsa. Suskunluğuyla sırdaş bir kadındı. Kendine sır saklayabilecek bir gece arıyordu. Aynaları ketum bir odada hayal etti yalnızlığını. Bıraktı sessizce, yalnız bir adamın gözlerine çıplaklığını. Hangi kadındı? Bir başkası mı olmuştu? Zaten hep bir başkasına dönüşürken yalnızdı. İnsanın kendisi ile de ayrılık söz konusuydu. O masum kadından kurtardı kendini. Sadece kendini suçlu hissettirecek adamlardan uzak durmalıydı. Güvenebileceği bir omuza yaslayacaktı başını. Güvenebileceği bir sessizliğe karışacaktı. Zamanı gelmiş miydi çılgınlığın? Bir adım atma vakti miydi? Onu sessizliğinde kıstırabilecek miydi köşeye? Onu kendinde hiçbir söze fırsat vermeden yakalayabilecek miydi? Onu dudaklarında susturabilecek miydi? Acı çekmeyi, hatıralarıyla varolmayı göze alabilecek miydi? Kim demişti ki kadın olmak kolay diye. Duygularını, gecelerini keşfetmek kadın olmaktı. Kadın olmak yalnızlığının hakkını vermekti. Kadın olmak şehrin sokaklarını birbirine düşürmekti. Kadın olmak uykuya dalmadan kendine sevgiyle, sessizce gülümsemekti. Hiç de geç kalmamıştı. Hala güzel buluyordu kendini. Hala tüm aynalar laf atıyordu ona. O tüm karşılaşmaların seçici ve güçlü kadınıydı. O yalnızlığının hakimiydi. Neler hissettiğinden vermek istiyordu cömertçe. Paylaşmak istiyordu kadınlığını. Saçlarında bir prensin elinin gezinmesini düşlemiyordu. Hür ve rüzgarlı, halkın içinden gelse yeterliydi. Tutunan bir kadın olmayacaktı. Savrulan bir kadın olmak, düşen bir sonbahar yaprağı gibi adressiz yaşlanmak, vebaline kavuşmak zordu. Sonsuzluğun sonlandığı bir yerdeydi. Nefes alışlarını hızlandıran bir gecede hayal ediyordu. Bilinçli ,kararlı ve nasipliydi. Kısmet derken ne istediğini biliyordu. Artık farklı bir kadındı. Artık sessizliği onsuzdu.

Pazar, Eylül 21, 2008

Meydan Ver Yalnızlığa

Kapı izin verdi geçene.
Açık durdu kendisini seçene.
Meydan zamanla doldu taştı.
İnsan yalnızlığında kendini aştı.
Kapı izin verdi gidene.
Sen de bir dene.

Çok ilginç yazarken dinlediğim parçanın da ismi “Beyhude” imiş. Yazdıktan sonra farkettim.

Beyhude Zaman

Senin de içinde bir İstanbul vakti var mı? Güzel vakitlerin şehrinde kalabalığın arasına karışmak insanı beyhude ve mutlu kılar. Bazen boşuna yaşayabilmeli insan. Bir gönül şehri İstanbul. Yok olmanın harmanlandığı bir şehir. İnsan vaktinde ve yeterince yağmalı. Düş hasadında İstanbul tarih gibi koklanmalı. Eski bir duvar kenarı hayal kurdurmalı, omuz vermeli, sırdaş olmalı şefkat arayan şehrin yalnızlarına. Yalnızlaşmak için bire bir İstanbul. Kucaklaşmak için bire bir. Her derde deva bir martı, her gözleri kapayışa yaslı sokaklar. İstanbul’u dinlemek gerek. Onu bir kadın gibi sevmek, kıymetini bilmek gerek. Canım demek gerek hüzünlendiğinde. Bir kadeh rakının saldığı o buram buram kokuda kaybolmak demek İstanbul. Hem günah hem tövbe demek. İnsanı insan kılan bir karmaşa. Tehdidi bereketli bir yaşam mücadelesi. Bir aşk ve nefret bilmecesi. Ezan vaktindeki kafeleriyle, bir arada olmanın sırrı, hoşgörüsü İstanbul. Neşeli bir meyhaneden dağılan umursamaz güruh içinde kopan kahkahalar İstanbul. Yükselen acı çığlıklar, çaresizlikler İstanbul. Yaşamanın hakkını veren bir şehir. Kavganın hakkını veren bir şehir. Bu yüzden sonsuzluğun uğrak yeri. Bana haddimi bildiren bir ihtişamın var İstanbul. Her pervane gibi ölmeden tavaf edeceğim boğazın sularına vuran ay ışığını. Beni ben yapan bir başımı öne eğiş. Beni ben yapan bir suskunluk. Beni ben yapan bir aşk. İçimde İstanbul vakti. İçimde ulu camileri. İçimde şarkıları. İçimde sarhoşluğu. Vazgeçmek de bir oyun. Kim sevmiş de vazgeçmiş. Bir vuslat İstanbul.

(Yansımalar A. Şenol Filiz- Birol Yayla’nın Pervane albümü müzikleri eşliğinde)

Hayat Hiç Susmazken

İri taneli, bir salkım kara üzüm yıkadım. Her tanesi ıslak, her tanesi aromatik. Çekirdeğiyle birlikte ağzımda ezerek her tanenin tadına vardım. Damakta kalan o çekirdek nefaseti insanı kolay kolay bırakmıyor. Düşünceler de insanı kolay kolay bırakmıyor. Takılıp kaldım mı yine? Lars Danielsson’un Libera Me albümündeki Newborn Broken parçasını seslendiren Cecilie Norby beni biraz olsun düşüncelerimden uzaklaştırıyor. Hayatımda çok eşya var. Hiçbirimiz için kolay değil. Bir şeyler amaçlıyor olmalı mıyım? Sorun burada mı? Doğru! Katiller de ben iyi bir insanım diyor. İyi ve dürüst olmakla mı kandırıyorsun kendini? Bir şekilde içindesin konuşmaların. Bir şekilde içindesin günün. Bir şekilde içimdesin. Bir şey söylemeden yürüyeceğim. Hiçbir şey söylemeden gelip geçerken, yürümeye devam edeceğim. Hayat hiç susmazken, seni bir şekilde seveceğim.

Tek çoraplı bir adamdım, diğer tekini giyene kadar. Bir çift çoraplı çıplak bir adam oldum, dışarı çıkana kadar. Bugün içimde müthiş bir huzur var. Dün gece boyunca, özlediğim yağmur içini döktü. Sokaklar ıslak olmalı. Yansımalar galerisinde gezineceğim için sevinçliyim. Kalıcı olmayanın davetlisiyiz.

(21-09-2008 Sabah evden çıkmadan önce 8.05)

Asansördeki Adam

Hiç asansördeki adam oldun mu? Boşluk ve ayna seninle baş başa. Kısa bir film şeridi gibi geçti mi tüm katlar? İndin mi geçmişine? Yaşamın son değerli anında gibi mi hissettin yoksa sıkıldın mı yalnızlığından? Bir asansörde tek başınaymış gibi mi yaşadın? Seninle aynı asansördeki kadına bir suskunluğun herhangi bir katında inecekmişsin gibi mi yaklaştın? Biliyorum yaklaşmadın, yaklaşamadın. En yakının en uzağını keşfettin de, o kadının sessizliğini keşfedemedin. Asansör hızla varıyor. Her an indirebilir seni. Hiç de kıvrak zekalı değilsin. Aynadasınız. Peki aynı katta mısınız? Asansördeki adam olmak kolay değil ha? Martılara bakan adam olmak kolay mı? Artık aynadaki kadın yok. Kokusu bir kat daha yukarı çıkıyor. Düşüncelerdeki kadınla düşüncelerdeki adam artık asansörde değiller. Boşluk bir kat daha yukarı çıkıyor.

Çelişkili Sükunet

Sen yağmurun yağışı olmalısın.
Biraz ıslanmak istiyorum.
Sen yoğrulan toprağın kokusu olmalısın.
Biraz içime çekmek istiyorum.
Biraz gözlerimi kapamak,
Biraz seni izlemek,
Biraz da özlemek istiyorum.
Sen yalnızlığım olmalısın.
Biraz düşlemek istiyorum.

Kıskandığım için mi?
Seni ıssız bir sokakta hayal ettim.
Adımlarını takip ettim.
Yerin ıslaklığına düştün.
Hiç acele etme istedim.
Nefes aldım sessizce.
Sevdim, yine sessizce,
Hep gizlice.
Bir parçası olduğun su birikintisi gibi,
Derin ve önemsiz,
Derin ve sensiz.

21-09-2008/ 8.00

İşte O Kadın Da Yalnız, Üstelik De Evli

Saçları artık tel tel zincirliydi. Parmağındaki yüzüğün kısır döngüsünde, boş boş baktı ellerine. Güzel bir kadının elleri olduğunu hissetti. Ürkekliğiyle kendine geldi birden. İçindeki konuşmaları kaygıyla bastırdı. Haklısın dense de umurunda mıydı? Ortada haklı olacak bir kadın kalmamıştı. Beğenilmekten utanmıyordu ama namuslu bir kadının ağırlığı vardı üzerinde. Kadın olmayı unutmuş ve özlemiş bir kadının ağırlığı vardı. Hayal kırıklığından faydalanmak isteyenler olabilir miydi? Sadece saçlarından yakalanmamıştı, ruhunda da başkaları vardı. Başkalarının sözcüsüydü korkuları. Bacaklarını uzattı. Suskunluğundan güzel olduğunu duydu. Yalnızlığında kendini keşfettikçe, bakışlarıyla kendini okşadı. Dokunulmaya ne kadar muhtaçtı. Güzel açık omuzlarının, kadınlığını zindana çeviren adama acı vereceğini biliyordu. Onun kıskançlık krizlerinden çekiniyor muydu? Haklı olmaktan ileriye gidemeyenlerin sesini duyabiliyordu. Bir tek kendisinin duyduğu bu gürültüde, asla kurban olmayacaksın dedi kendisine. Hiçbir şey kolay değildi. Balkona çıkıp da, yağmurun kokusuna bıraktı gözlerini kapayışını. Ayrı bir yeri olduğunu hissetti. Anlaşılmazlığındaki seslerden geri çekildi. Direnmedi, bıraktı kendini içine. Bir düş kurdu, direnmedi bir elin kendine uzanışına. Direnmedi o elin içindeki kadını yeniden şekillendirişine. Direnmedi gözyaşlarına. Direnmedi zincirlerini kıran tutkuya. Direnmedi içindeki kadına ve arzularına. Direnmedi bir şarkı gibi yumuşak hayatın kucaklayışına. Zihninden kurtardı içindeki kadını. Bir kenara konmuş yüzüğün içinin boş olduğunu farketti. Bir kenara konmuş kadının kalbinin boş olduğunu farketti. Bez bir bebek gibi hissizleşti. Bez bir bebek gibi doldurdu bir adamın kollarını. Konuşmadı içi hiç susmazken. Çıplaklığına döndü. Kadın olmayı kendisi mi zorlaştırıyordu? Kadın olmanın tanımı kendisinin miydi? Denize bakmak var mıydı bu tanımda? Beyaz atlı prensleri daha küçük yaşta kim sokmuştu aklına? Kimse prensin beyaz don ve atlet giydiğini çıtlatmamıştı kulağına. Gülümsedi. Kadın olmanın tanımında gülümseyebilmek olmalıydı. İnanmak istediği birçok yalanla büyütülmüştü. Gülümseyişinin kendine özel olduğunu hissetti. Aynada gülümseyen kadını sevdi. Her gece yatmadan sırtını döndüğünde kendine, o güzel kadına gülümsedi. O güzel kadını yaşattı gizlice, derinde. O güzel kadının saklı düşlerinde gecelerle buluşan bir gündüz vardı. Yollar uzaklaşır. Yollar varır. Bir düşüncenin açtığı yolda, mavi bir koya, yeşil mi yeşil bir doğa sokulur. Yemyeşil huzurun güzel kadını sessizleşir. Kendini zihnin sustuğu bir dinginliğe bırakır. Artık saçları özgür. Artık bir kuş kanatlarını açmış uçuyor göğünde. Artık bir heyecan var göğsünde. Nefes alıp verişlerinde bir kadın yaşıyor artık. Artık direnmiyor. Artık o ellerini seven eski kadın. Artık sırlarıyla barıştı. Artık güven geldi sevdiği omuzlarına. Artık canı yanmıyor. Artık canı sıkkın değil çünkü hayat bir kadın olmak kadar güzel.

(Bir erkeğin bir kadının yerine yazması mümkün müdür? Lars Danielsson’un Libera Me albümü parçaları eşliğinde bir kadının yerine koydum kendimi. Anlayamadığım, kendimi anlatamadığım kadınların yerine koydum kendimi. Bir erkek olarak kendimi anlayabiliyor muyum ki? Ya da bir insan olarak? İstanbul’dan dün akşam döndüm. İstanbul bana iyi geliyor. Beyoğlu’nda insan kalmaya çaba sarf ediyorum. Sanırım tüm kalabalık da yalnızlığında o güzel insanın peşinde. Maskenin sesi sessizlik. Suskun kişilikler, iç içe uzaklıklar. Yanlış anlaman içindi çabam. Yanlış da olsa anlaşılmaya razı değil miyiz bazen? Sözleri özlerken suskunluklar sessiz mi sanıyorsun? Onca suskunluğun arasında ne gürültüler kopuyor. Kimin yalnızlığı dingin? İşte o pencere senin. İşte o akşam senin. İşte o kadın da yalnız. )

Havaalanına giderken Tanrının küçücük oyuncakları dikkatimi çekti. Park etmiş tırlarla, denizde demir atmış yük gemileri ile oynadım. Zaman gibi geçiverdim yüzleri. Yansıdım, vardım.

Kime aitsin? Geceye mi, yoksa yalnızlığına mı? Neden gözlerini kapayışına kaçıyorsun? Seni orda bulamam biliyorsun. Kime aitsin, seni heyecanlandıran yaşama mı? Sana orada yetişebilirim. Sana sarılabilirim. İstersen suskunluğunda kalabilirsin.

Bir Yerlerde

Bir yerlerde, bir şekilde, bir yerlerde, birlikte. Bir yerlerde güzel ve sevimli bir kediyi seviyorum. Bir yerlerde, bir cana yakınlık, bir yerlerde, bir suskunluk. Bir yerlerde akşamüstü, bir yerlerde çekici bir kadın. Bir yerlerde adım adım, bir yerlerde yudum yudum. Bir yerlerdeyim, bir yerledesin. Bir yerlerdeyiz yaşamla, bir yerlerdeyiz kadehle. Bir yerlerde gülümse. Bir yerlerde sarıl sevdiğine. Bir yerlerde beni de anımsa, bir yerlerde beni de kat yüreğine. Bir yerlerde gözlerindeki ışıltıya gizle adımı. Bir yerlerde beni de an. Bir yerlerde başlangıç, bir yerlerde son. Bir yerlerde pervaz, bir yerlerde martı. Bana kalırsa bir yerlerde karşılaşmış olmalıyız. Bir yerlerde, avuçlarında su. Bir yerlerde yüzünde neşe. Bir yerlerde, gözyaşlarında gece.

Cumartesi, Eylül 20, 2008

Yürümek, bir arada oluşumuza yetişmek. Işıkta beklemek, yanı başımda beliriveren kızın yeşil ayakkabılarına dikkat etmek, benim için bugün İstanbullu olmak. Dün Beyoğlu’nda balık yerken kazıklanmışım umurumda değil. Yağmur yağacak gibi. Karşıya geçişim güzel. Sokağı herhangi bir sokak olmaktan kurtarıyor duygularım. İnsanların içindeyim.

20-09-2008 Saat 9.15 / İstanbul

Derdim Bakmakla

Yeni uyanmışlığın dağınıklığında yatak düşler coğrafyası. Gün ışığıyla gelen sakinlik, odamın yalnızlığıma katkısında sessiz. Pencerem kendi halinde, koca İstanbul’un içinde. Perdeleriyle, beni yansıtmış aynalarıyla, Taksim Hill Oteli de anımsamalarımda belirsizleşecek. Sandalyemi aydınlığa çektim. Martılar sessizlikte dökülüyorlar. Bakışlarımın bulduğu manzarada metruk bir bina, geniş bir çatıyla komşu. Yağmurda bir başka olmalı dostlukları. Sırdaş mekanlar, kalabalığın arka sokaklarında, ıssız ve merak uyandıran saklanmışlıklar penceremin armağanı. Pervaza konmuş bir kuşu ürkütmek istemezcesine bakar gibi yanaşıyorum hayata. Saat dokuza gelmek üzere. Üç boyutlu bir fotoğrafın içinde yazarın fırçası acizlik ustası. Hava bulutlu. Düşüncelerle varılan bir aralıkta, sonsuzluk peşine takıyor insanı. Yerleri paspaslayan bir adama ilişti gözüm. Onlarca pencere, rüzgarı anlatan yapraklar. Arada kalmışlığın tanıklarından birinin kaleminden özgürleşen sessizlik, bu muhteşem karmaşıklığı çözmek gayesinde olamaz. İstanbul Boğazı’na inen, çatılarla bezeli bir hayranlıkta yerim vardı. Güzel bir kahvaltı sofrasında kendi ritmimde yaşadım ve aldığım her nefesin hakkını verdim. Bugün Fulya’nın doğum günü. Belki bugün yağmur yağacak. Bacaların gölgeleri arasında da mesafe var. O kadar doluyuz ki, bazen anlatmak istemek de kafi değil. Balkondaki saksılardaki kırmızı çiçekler sizi farkettim. Umursayıp umursamamanızla değil derdim. Derdim sevmekle. Derdim bakmakla. Yazıyorsam sessizim. Derdim kelimelerim değil. Duyuyor olmam içim. Duyduklarımsa gözlerim. Suskunluğum dert değil. Güneş boyadı binaların cephesini. Ayrılmak isteyişlerin hikayesinde akşam uzak gibi görünse de, yakalayıverecek bizi. Dokuzu beş geçiyor ve bana haydi eğitime geç kalacaksın diye sesleniyor. Uzak bir köşe ile aramızdaki yakınlıkta bir başka pencerenin dilinde Fulya neler konuşuyor acaba yalnızlıkla? Birbirimizi anladığımız için huzursuzuz. Anlayışlı pencerelerden bakıyoruz bu güzel hayata. İçinde olmanın özgür bıraktığı keşifleriz. Hoş geldin der gibi güle gülemiz. Çocukken böyle manzaralar çizemezdim. Yaşamayı hak edercesine bakıyorum. Etraf sanatçısı bu çekime direnebilir mi? Saklanabilir olmaması onu muhteşem kılan. Özgür bırakılmış bir karşılanma hafıza. Izlerden dokunan bir gizem. Artık yola çıkmalı. Dokuzu çeyrek geçti.

19-09-2008 / İstanbul

Dip Büyüsü

Yalnızlığından ayrı düştü. Kalabalık içinde yeri olmadığını hissetti. Kendisini alıp götüren bir birliktelikte, rastlantıların sessiz ve kimsesiz çocuğu sürükleniyordu. Bir arada olmak suskunlukları ayrıştırıyordu. Dip büyüsünde, karanlığın içinde sancılanan bir caddede kimsenin yalnızlığı birbirine değmiyordu. Herkes kendini içinden dışarı atmıştı. Onu o yapan bir masa. Onu o yapan bir kadeh. Onu o yapan bir yol. Göz göze geliş unutkanlığında hatırlanmak isteyen çıkmamıştı. Onu o yapan saatlerin geçmek bilmeyişinde bir hikaye ilgisiz. Düş kurduğunu bilmiyorlardı. Senden hoşlandım diyebilir miydi? An kaderin uğrak yeriydi. İçindeki sesle hep beraberdi. Duyuramadı gözlerini. Masasına tutundu. Kadehin avuttuğu bir adam mıydı? Issızlığın ucunda mıydı? Gözlerini kapadı. Yalnızlığını izlediğinde kendine varacağını biliyordu. Bir kadına kendini görüp görmediğini sormak istedi.

Cumartesi, Eylül 06, 2008

Çok gezenin yalnızlığı zengindir. Çok gezen gözlerini kapayıp da varır düşlere. Bazen oyuncak bir otobüsün içinde, cam kenarında karanlığın peşinde, bazen geçmişin izinde. Bazen bir şarkı yeter.

(Ajda Pekkan’ın Kimler Geldi Kimler Geçti şarkısı eşliğinde)

Gözlerini kapayışında bazen insan birden duygusallaşır ya. Bazen kendini farklı bir yerde buluverirsin. Bir şarkıyı duymuş olmak yeter. Hala değerlisin.

(Ajda Pekkan’dan Kimler Geldi Kimler Geçti şarkısı eşliğinde)

Yersiz ifadeler, yalnızlıklar, beceriksizce sarf edilmiş sözler. Kelimelerle oynamak boş bir kağıda sıkılıp da bir şeyler karalamak gibi. Sadece izlenimler. Etrafıma bakışım da başkalaştı. Sanki yürüdüğüm sokakları resmedercesine geçiyorum. Bir tasvirin kahramanına dönüştüm. İçindeyim anlattıklarımın. Sanki kelimeler yaşamla aramda. Sanki kelimeler seninle aramda.

İmgelerle

İmgelerle kendimi uzaklaştırıyordum. İmgelerle kendimi buluşturuyordum. Gözlerimi kapamak gerçekleşeceğini bildiğim bir dilek tutmak gibiydi. Odamla ayrıldık. Müzik vardı sadece. Bir iskele seçtim, ham bir gecede. Issızlığın ve uçsuz bucaklığın insanı arındırdığı bir dinginlikte kendimi sessizliğe huzurla bıraktım. İmgelerle baş başa kaldım. Yalnızlığın bir öz değerlendirme olduğunu anladım. İmgelemek güzel bir yolculuktu, iyi bir oyun arkadaşıydı. Biraz da İstanbul’a sokuldum. Yalnızlaşmak için böyle kalabalık bir şehirden daha iyi bir yer bulunamazdı. İmgelerle kendimi uzaklaştırıyordum.

İsraf

Yaşam biçimim üzerine düşündüm. Hiç olmazsa bana kalan anları iyi değerlendirmeliydim. İş hayatında feda etmem gereken bir zaman vardı. Bu gerçekle hesaplaşmanın bana bir faydası yoktu. Yaşadığım mekanlarla ilişkimi değerlendirdim. Sadece barınıyor muydum? Vazgeçmeyi bilmek insanın kendisine yapabileceği en büyük iyilikti. Erteleyen, kararsız bir insan görüntümü hak ediyordum. Zihnimi farklı alanlarda yoğunlaştırmak için kitap okumak için çaba sarf ettim. İhmal ettiğim ne çok şey var diye geçirdim içimden. İnsan kendisini bu kadar boş vermemeliydi. Zamanın geçişinde kendime katkım yoktu artık. Okuduğum kitabın ilk sayfalarındaki Herodotos’tan “İnsanın yazgısı ruhunda gizlidir.” sözü üzerinde düşündüm. Yalnızlığının iyi bir dinleyicisi olan ben, ruhuma ihanet mi ediyordum? Kendini israf etmek ne büyük sorumsuzluktu. Gözlerimi kapayışıma nasıl dönüyordum? Aynam vesikalık bir fotoğraf gibiydi. Nasıl bir adama dönüşmüştüm? Benim seçimim değil dedim korkakça. Benim seçimim değil dedim boyun eğerek. Sözde radikal bir adamdım. Reformlarla boşa mı uzlaşmaya çalışıyordum? Her halde aldırmaz bir kişi olmayı başaramayacaktım. Parçası oluşumla ilgilenmeliydim. Özen göstermeliydim yaşlanışıma. Kendimi pişmanlıklara hazırlamamalıydım. Sessizleştim odamla baş başalığımda. Sessizleştim ve karar verdim.

Güneşin Altında

Denizin zaptedilmez halini seviyorum. Çalkantılarına yakın olmak, rüzgarın şiddetlenişini hissetmek hoşuma gidiyor. Bağdaş kurmuş, deniz kıyısında oturuşumda, şehir ardımda yokmuş gibi. Birbirine benzeyen bir karmaşa, yerinde duramayan bir aynılık. Bu şehirde insanların bir arada oluşlarına katkıları var mı? Üzerinde oturduğum tahta parçasının hikayesine çekildim. Bir yerlerde unutulmuş oluşuna yakındım. Nerelerden buraya geldiğini merak ettim. Keşif yalnızlığın detaylandığı bir anda mı başlıyor? Birbirleri ile yarışan üç bisikletli çocuk hızla uzaklaşmalarının içinde kayboluyorlar. Bölük pörçüklüğün müdavimleriyiz. Balık tutan adamın adı yok. Bir adam yola mesafe kazandırıyor, sırtı onu takip edişime dönük. Kırmızı ayakkabılarımla güneşin altındayım. Dalgalarla aramız iyi. İçim dışarıda, saatin iki buçuk olmak üzere oluşuyla baş başa...

....Yürümeye başladım.


İnsanları beklerken geçmek, tembelliği kendime ayırmak, hayatı yavaşlatmak, sakinleştirmek, hissetmek, etrafıma sokulmak, masa üstünü tuval yapıp, bir bardak çayı zihnimde resmetmek, her şeyin savrulmakta olduğu hissini veren dalgalarla yürümek...

Bir başka açısına oturdum şehrin. Yanıma genç bir adam yaklaştı. Farklı bir dünyaya geri döndüm. Karnım aç, bana para verir misin dedi. Kalkmaya hazırlanırken, rahatsız olma, ben giderim diyerek uzaklaştı. Ağzı alkol kokuyordu. Otobüse binmek üzere olan farklı hikayeler olmalıydı. Sokak lambalarından farklı değildim. Beraber ufka bakıyorduk. Başlarına güneş geçmesin diye şapka giymiş gibiydiler. Virajı alan araçlar sanki atlı karınca gibi. Sessizlik söz bahçesi, oldukça renkli. Hava sıcak olduğundan boş banklara henüz kimse yakalanmamış. Gözlerimi kapayışımı rüzgara bıraktım. Yaşadığım hissini dinledim. Sakinliğim güneşlendi. Gözlerimi açtım, deniz beni karşıladı. Yük gemileri ile çember olmuştuk. Bağcığım, şortumun paçası hareketli. Yola dahil olmak üzere oturduğum banktan kalktım. Sırt çantamı ve düşüncelerimi yanıma aldım...

Kendimiz olma süreçlerimiz farklı. Birbirimizin doğrularından birbirimizi koruyup kendimiz olma şansını verebilecek miyiz birbirimize?

Bir yerlerde, bir noktada sonların başlangıç olduğu umutta.

31-08-2008

Bir Zamanların Kadını

Geçen zamanların adamı geçen zamanların kadınına rastladı. İki zihin konuşmadan edemezdi. İkisini hızla geçmişe döndüren bir anda buluşuvermişti suskunlukları. Zaman takılı mı kalmıştı? Boğazında düğümlenen anlatamadığından daha fazlasını anlatıyordu. Hiçbir şey söylenememesi belki de daha iyiydi. Karşılaşmalar dünya küçük dedirtiyordu. Bilemezdi çocukları olup olmadığını. Bilemezdi korkularını, hayallerini. Uyanışından ayrılalı çok olmuştu. Onu kendi hikayesine bıraktığında daha gençti. Bir aradalıklarının farklı bir boyutunu keşfederlerken, birbirlerini geçip gitmek zorundaydılar. Sessizlikleri karışmıştı.

Hay Dilini Eşek Arısı Soksun

Güzel bir kadınla uzağın arasına giren bir adamın rüzgarlı saçlarında bir hikaye başlasaydı, gönlünüzden bir sevda masalı olması mı geçerdi? Yağmur yağsa, toprağın şehri ele geçiren kokusunda, bir adam sabahın ilk ışıklarında yola çıksa, aklında güzel bir kadın olsun mu dilerdiniz? Önünüzde ilerleyen kalabalığın bir parçası olduğunuzu unutmuş olduğunuz bir anda, manavın renklerle donatılmış tezgahının önünde dikilmiş, çekici bir bayanı geçmek zorunda oluşunuzda durup düşünemezsenizde, yürür düşünürsünüz. Hikayeler kimsesizdir. Aynanın içindeki yazar da yansıma. Bir şarkı duymuş gibi şehir. Kimse yerinde duramıyor. Perdeleri çekilmiş bir pencere anlamlanıyor. Arkasında kucaklaşmalar olabilir, hıçkıra hıçkıra ağlamalar da. Arkasında boşluk da olabilir, özlem de. Kimsenin sesi çıkmıyor. Düşüncelerimi de susturamıyorum. Bilmem merak eder misiniz? Size katılıyorum bu güzel şehirde. Sizinle aynı kaldırımların ilerleyenleriyiz. Bir arada dönüşüyoruz akşamlara, gecelere ve bizi bırakmayan her sabaha. Bazen hikayenin keyifli bir yalnızlığındayım. Bazen yalnızlığım bana dayanılmaz geliyor. Bana kalırsa herkesten daha haksızım. Hayatı ciddiye alma şeklim farklı. Yaşadığım anla dalga geçerim. Deniz için sustum. Ağır ağır sokuldu geceye akşam. Gün batımı vızıldadı. Işıklar karşıda yavaşça yerini aldı.

Bir Avuç Dolar İçin

Kan kokusunda sendeledi. Yer yerinde duramıyordu. Yaralıydı. Çarpışma ona canını bağışlamıştı. Adımları hayatını kurtarmaya mı çalışıyordu? Aynı güneşin altında değiller miydi? Bir yerlerde birileri gülümsüyor olmalıydı? Belki de denize giriyorlardı. Gözü karardı. Düşmek üzere oluşunda bir tek hislerine tutunabiliyordu. Sarhoş olduğunda da başı dönerdi. Bu sefer tuvaletin yolunu bulmaya çalışan çakırkeyif bir adam değildi. Uyanabileceği güzel bir günü ararcasına tökezledi. Düştüğünde birileri bir yerlerde sevişiyordu. Adının Niyazi mi John mu olup olmadığını bilemeyeceğiz çünkü o onunla paylaşılamamışların oldu. Paylaşmasını bilmeyenlerin savaşında masumlar da ölecek. Hepimiz yaşamdan daha zengin olma sevdamızda birbirimizle kavgalıyız.

Keşke Ona Küçük Bir Kızla Oynamayı Öğretseydik

Kader orduları yarattık. Yolu ezdik. Yolcuların susuzluğuna hükmettik. Serap kumandalarının emrinde muhtaçlar. İşaret edilenin tutsağı oldu bakışlarımız. Görme mağdurlarıyız. Uygun adım ilerliyoruz. Sesimiz bir arada gür. Artık sadece sessizliğimiz bizim. Herkes bağırıyor. Artık yakınlığımız kadar uzağız. Birbirimizi duyamayacak cılız mesafedeyiz. Sözde omuz omuzayız. İçimiz gecelere haykırıyor. Sürü sürü sürüngen. Bir sürü akışkan sersem. İnandırılmışlığımızın kaderine içelim. Hep beraber kendimizden geçelim. Bir lütfun kurbanlarıyız. Kimse yaşamdan daha zengin değil. Neden hala kendimi sahip olduklarımla kandıramıyorum? Sefalet marşlarıyla sürüklenen yoksul savaşçı, kimin için kan döküyorsun? Can senin. Kanınla neden kirli ellerin ovuşturulmasına tutsaksın? Gün batımında bu kadar insafsız değildin. Korkuların aklını başından mı aldı? Seni gözlerinde göremiyorum. Seni kendinden boşaltmışlar. Bir arada oluşları tesadüf olmayanların cephesinde kayıplarla nefret besleniyor. Öfke hala aç. Sarsılışın hiddetle diyor kaç. Hiddetle alet olmak istemiyorsun. Artık kimse birbirini duyamıyor. Savaş kaderine terk edildi. Belki senaryoyu yazan da çoktan öldü. Savaşmak için uyanacaklar. Bir gece önce sevişmediler. Parçası olduğunun üzerine biraz düşünsen. Silahla oynayarak mı büyüdün? Bir küçük kız hiç tutmadı mı elinden? Çekmedi mi seni kendine belinden? Anlamasan da dilinden, konuşmadı mı kalbinle gözlerinde? Betin benzin atmış. Donuk bakışlarının, kayıp sessizliğinin sana hatırlatacağı güzel bir kadın yok mu? Gülümseyen bir çocuk koşmadı mı suskunluğunda? Merhamet duygundan seni yabancılaştırmışlar. Ölümden döneceğin bir yaşamın olmayacak. Hayatta kalsan da hafızan seni yaşatmayacak. Uğruna savaştıkların yitirilmiş olacak. Dünyayı kanlar içinde görmeye değer mi? İnsanı dizlerinin üzerine çöktürmek belli ki artık vicdanını sızlatmıyor. Sen çocukların koşuşturmasını çoktan kaybetmişsin. Başkalarının çıkarlarını savunduğunu bilmeyeceksin çünkü sen bir efsanenin kahraman evladısın. Artık gerçekliğin kalmadı. Öldürdüğün kişlerin hikayelerini düşlemedin. Onu bıraktığın yerden artık onu bekleyen bir kalbe dönemeyeceğini umursamadın. Feryatlar boşuna. Kaderini çizemeyen bir erin göğsünde ay ışığı. Gece hepimizle birlikte. Elbette haklıyız davalarımızda.

(Melange Bleu albümünden Judas Bolero eşliğinde)

Yalnızlık Boncuğu

Sessizliğinin diline düşmüş bir adamın neler duyduğunu kaçımız merak ederiz? Kaçımız yalnızlığımızda olan biteni karşılar durumdayız? Hazırlanıyor muyuz? Etkin miyiz yoksa çekingen bir tutum mu sergiliyoruz karşılaşmalara karşı? Sahne etrafını yaratırken, olay bir arada oluşumuza katkımız mıdır? Bir arada oluşların esrarlı dünyasındaki adamın merak uyandıran sessizliği. Merak uyandıran bir kadının uzaklara bakışı. Sessizliğin tasarımı ve yalnızlık. Kadının öyküsü ve kader. İnsanın yazgısı ruhunda gizlidir.*Teslim olmayacaksın. Gözlerini kapayışında, bir anda daha konuksun. Yaşam yaşanmıştan kurtulmaya çalışmak. Düşüncelerimle geldim. Sessizliğimle bağdaşmayan bir gürültü koparken içimde düşüncelerimle geldim yaşadığım ana. Sükût gizlenmek değil gizin tam içinde hissetmek kendini. Sükût ikrardan gelir. Kabul ediyorum hayranlığımı. Yalnızlık kıymetini bilen için kös kös köşene çekilip de oturmak değil. Yalnızlık seni de içine alan bir sensizlik. Yalnızlık kendisi ile hiç karşılaşamamış olan için büyük bir densizlik. Bu yolda susmak lazım. Bu yolda durup da bakmak lazım. Etraf benimle. Düşüncelerimle geldim etrafıma. Yalnızlık payesine yükseldim. Yıldızları reva gördüm kendime. Çıplak omuzlarını yakıştırdım düşlerime. Teslim olmayacaksın. Gece bizi bir araya getiriyor. Görünme seni dışlıyor. Görünenin sessizliğinden gelip geçenin kelimeleri çok bilmiş. Bir kadını takip ediyorum. Düşüncelerimle geldim gözlerimi ateşleyen küçük bir kıvılcıma. Ne gereksiz konuşmaların baş rolündeydim. Anımsamak canımı yaktı. Sessizlik bir başka hava sıcak olduğunda. Anımsamalarımda tutsak benim. Özgürlüğün esaretim. Düşüncelerimle sokuldum gülümsemene. Kendimi dolaştırdım suskunluğumda. Biliyorum fırsat tanımıyorum beni benimle dolaşmana. Yürümek istersen sokaklar birbirine, sanki seni hayatın güzel meclisine yetiştirmek için can atarcasına, heyecanla koşacaklar. Sen istersen görebilirsin. Sen istersen duyabilirsin. Ne muhteşem bir sessizlik bilmecesi. Çözemesen de çözmeye çalışman bile hayatın ta kendisi. Durup nefesleniyorsun. Bir nebzesin, bir cazibe, bir rastlantı. Birazıma karışmış bir kadın. Birazımdan taşmış anımsamalar. Daha yalnızlığa çok var. Biraz gülümsedim, biraz gülümsettim. Biraz içine daldım bakışlarının. Uzaklara bakışı merak uyandıran bir kadın. Hayal ve her bir kader. Söyle içindeki yalnızlık vapurlara ne der? Hiç de sıradan bir yalnızlık değil. Sessizlik ve çıplaklık. Sessizlik ve açık pencere. Sessizlik ve esinti. Karmakarışık bir içinde oluş varsaydığım. Bana dar gelen bir oda. İçime genişleyen duvarlarım, anımsama labirentim. Kaybolmuş , uzakları ile ayrı düşmüş bir başka kadın. Adım adım bir rüya. Yazar bir kelimeyi diğeri ile tanıştırıyor. Cümle alem geldi. Kurşun askerleri kurşun kalemleri olmuş bir çocuk. Yalnızlık bir boncuk. Bu düş oynaman için. Oyun arkadaşlarının arasındasın. Duyuyor musun? Bakmak sessizliğine uzanmak. Bakmak bakışlarını içime almak. Yalnızlık seyirci kalmak. Olup biten suçluları gibi mi görüleceğiz? Gelecek mi çoktan unutmuş? Gelecekten geçmişe saklanamazsın. Dokunmak günah mı? Dokunmak hak mı? Suskunluğu içine dokunurken, elin varmıyor savrulan saçlarına. Dilin varmıyor sessizliğine. Ayrılık birazdan gelecek. Aynıyız ve ayrıyız. Farklıyız ve yalnızız. Hissettiklerim bir bireyin safsataları olamaz. Bir gün sessizliğine çiçek bırakacağım. Düşlerde yeri olan kadınlar. Kendimi şanslı gördüm. Sevdiklerimi gülümseteceğim.


(Lars Danielsson’un Melange Bleu albümü parçaları eşliğinde)

* Herodotos